Abant Platformunun 18. toplantısı 15-16 Şubat 2009 tarihlerinde Kürdistan Federe Devleti'nin başkenti Hewlêr de yapıldı. Toplantıya Türkiye'den çok sayıda Kürt ve Türk aydını ve siyasetçisi, Kürdistan Federe Devleti'nden bir çok aydın ve siyasetçi katıldı. Ben de, bugüne kadar Abant Toplantılarına çağrılmayan katılımcılardan biri oldum. Son toplantıya kadar Abant'ı basından ve aydınların makalelerinden izledim. Diyarbakır'da yapılacak olan Abant Toplantısında Kürtlerle ilgili Abant'ın benimsediği ilkeleri ve konsepti tartışmak için Diyarbakır'da yapılmak istenen toplantıya çağrılıydım. PKK'nın tehditlerinden dolayı toplantı gerçekleşemedi. Buna rağmen, PKK'nın tehditi üzerine düşüncelerimi, toplantıda neler konuşacağım üzerine iki makale yazdım. Daha önceki tarihlerde de, Kürt sorunun tartışıldığı ve bir konseptin benimsendiği toplantı sonrasında da, özellikle Hakkari'li Rojbin ile Mümtazer Türköne arasındaki tartışmalar üzerine yazdığım yazıda: Abant'ın iflas ettiğini ve kendisine yeni bir konsept ve paradigma oluşturması gerektiğini yazdım.
18. Abant Toplantısına yüklenilen anlamlar...
Abant Toplantısının Diyarbakır'da PKK'nın tehditi sonrasında iki sefer yapılmamasından sonra, Abant Toplantısının Hewlêr'de yapılmış olması anlamlı. PKK de bu anlama göre davranış gösterdi. Toplantıya karşı büyük bir karalama, toplantının anlamına uygun olmayan kavramsal bir savaş başlattı. Abant Platform sorumlularının verdiği bilgilere göre, PKK'nın doğrudan tehdit ettiği katılımcılarda oldu.
Abant Toplantısı yapılmasından önce, Hewlêr'deki toplantıya olduğundan başka anlamlar ve fonksiyonlar yüklenmeye başlandı. Kürdistan Federe Devleti yetkililerinin bu toplantıya yüklediği anlamın oldukça abartılı olduğu hissedilmeye başlandı. Bu toplantının Türkiye ile aralarında bir köprü olabileceğini düşündüler ve buna göre yaklaşım gösterdiler. Bu toplantının yardımcı bir unsur olabileceği gerçeğinden öteye bir tasarım ve yorum sahibi oldular. Oysa Kürdistan Federe Devleti ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesi, Türkiye'nin politikalarında değişiklik yapması ve Kürdistan Federe Devleti'nin Türkiye tarafından tanınması, devletin tutum ve politikalarındaki köklü değişiklikle ilgili olduğu ortada. Bunun içinde Türkiye'nin en önemli birkaç isteği var. Birinci isteği: Kürdistan Federe Bölgesi Yönetiminin kesinlikle hangi şartta olursa olsun bağımsız bir devlet olmayacağı konusunda garanti vermesi. İkinci isteği: Kerkük'ün Kürdistan Federe Yönetimine bağlanmayacağı konusunda garanti verilmesi. Üçüncü isteği: Kürdistan Federe Yönetiminin Pan-Kürdist bir siyaset izlememesi, Kuzey Kürdistan Hareketinden uzak durması ve nüfuz alanını Kürdistan'da genişletmemesi. Dördüncü isteği: Güney Kürdistan Federe Bölgesi'nin PKK'yı tasfiye etmesi.
Abant Platformunda, sivil siyasi iktidara yakın olan ve Türk Kemalist devlet yapısına karşı yeni bir devlet senaryosuna sahip olanlar, Kürt sorununu inkar etmeden, eski devletin resmi katı rasyonelleri dışında üniter ve Türk ulusu devleti içinde Kürtleri entegralist bir sistem ve bireysel haklara dayalı bir çoğulculukla idare etmek isteyen kesim de Hewlêr Konferansını, Türkiye'deki sivil iktidarla Kürdistan Federe devlet arasında bir köprünün oluşması, derin devlet güçlerinin direncinin kırılması aracı olarak değerlendirdiklerinin söz konusu olduğu görülüyordu.
Bunun yanında Kemalist devlete karşı alternatif devlet modeli ve senaryosuna sahip olanlar, Kürt sorunu üzerinden hareketle yeni Osmanlıcı ve emperyal bir düşünce modelinin deneme ve uygulama alanı olarak bu toplantıyı değerlendirmek istiyorlardı.
Toplantının Hewlêr'de yapıldığı günlerde de, katılımcılar, konuşmacılar, semboller, bir basın ordusunun varlığı, toplantı öncesinde Kürdistan Federe Yönetimi tarafı, Abant tarafı, Türkiye devlet tarafınca yapılan konuşmalar, bu toplantıya yüklenilen ve ipuçları olarak beliren beklentilerin, gerçek olarak ortaya çıkmaya başladığını ortaya koydu.
Bu iki temel amaç yanında, Kürt sorununun eşitlikçi bir tarzda çözümlenmesini ve Türkiye ile Kürdistan Federe Bölgesi Yönetimi arasında sorunların ortadan kalkmasını isteyen, eşitlikçi ilişkilerin ve ortaklıkların oluşmasını hedefleyen, bu nedenle sorunların ortaya dökülmesini ve tartışılmasını isteyen bir aydın grubu da vardı.
Hewlêr'deki Abant'ta ikili yapı ve F. Gülen mesajı: Hem siyasi ve hem de bir aydın toplantısı...
Abant Platformu kendisini bir aydın platformu olarak tanımlıyor. Bu platformun toplantılarına çoğunlukla da aydınlar katılıyor; Türkiye'nin, Bölgenin, Dünyanın temel sorunlarını tartışma gibi bir geleneği söz konusu. Abant Platformuyla birlikte Hewlêr'deki toplantıyı organize eden Mukrîyan Aydınlar Vakfının ve Selahattin Üniversitesi'nin de sivil platformlar olduğu bilinmekte.
Buna rağmen, Hewlêr'deki Konferans siyasi yönü ağır basan bir aydınlar toplantısı oldu. Toplantının açılışı merasimine alışılmışın dışında kişilerin katılması, yine alışılmış dışında kişilerin konuşmalar yapmaları, salona Kürt, Irak, Türk bayrağının asılması bunun en önemli deliliydi.
Açılış toplantısında, Kürt Tarafı adına Hewlêr Valisi, Kültür Bakanı, Selahattin Üniversitesi Rektörü, Mukriyan Aydınlar Vakfı'nın sorumlusu konuştu. Abant Platformu adına yeni emperyal düşünce ve toplum konseptinin ustalarından, Abant'ın resmi çekirdeğine yakın ya da içinde olan, resmi temsilcilerinden olan Mümtazer Türköne konuştu. Bu konuşmalara, Fetullah Gülen'in mesajı tüy dikti. Oysa bugüne kadar Abant Toplantılarına Fetullah Gülen hiç mesaj göndermemişti. Fetullah Gülen'in mesajı bazı Kürt kesimleri tarafından bir provakasyon olarak değerlendirildi. Fetullah Gülen'in konuşması, yeni ve gelecek Türkiye emperyal konseptinin kavramsallaştırmalarını ortaya koyuyor, Kürt ve Kürdistan kavramlarının dile getirilmemesine özen gösteriyordu. Fetullah Gülen'in bu mesajı, diğer siyasilerden ve siyasi taraflardan ziyade Hewlêr'deki Abant Toplantısını siyasileştiriyor ve aydın platformuna gölge düşürüyordu
Kürt tarafı, salonda Kürt Bayrağı ile Türk Bayrağı'nın yan-yana olmasını Türkiye'ye atılmış bir gol olarak değerlendirirlerken, Türk tarafı da bu toplantı ile bir birlikte yeni sömürgeci emellerinin Kürdistan Federe Bölgesinde gerçekleşmesinin ilk adım olarak değerlendirdiklerini, söylenenler ve ileri sürülen görüşler çerçevesinde saptamak olanaklı.
Konferansta Kuzey Kürdistanlı konsept sunucusu yoktu...
Hewlêr'deki Konferans'ta Kuzey Kürdistan tarafının olmaması DTP yandaşı aydınların ve siyasetçilerin olmamasıyla tanımlanan bir olay değildi. Kuzey Kürdistan'dan taraf olmaması ana konseptlerin Kuzey Kürdistan kimliğiyle tanınan aydınlar tarafından sunulmamasıyla da ortaya çıkıyordu. Toplantının ana konseptleri, Güney Kürdistan ve Türk tarafından gelen aydınlar tarafından esas olarak sunuldu. Kuzey Kürdistan'dan gelen Altan Tan ve Galip Ensarioğlu ana konsepti sunan, Kürt orijinli siyasetçi ve aydınlar oldular. Altan Tan ve Galip Ensarioğlu'nun kendilerini hangi taraftan gördükleri fazla bilinmiyor. Ama bilinen bir şey var ki, Kuzey Kürdistan kamuoyunun onları Kürt tarafı olarak tanımlamadıkları gerçeğidir.
Kuzey Kürdistanlı ana konsept sunucularının konferansta olmaması, Hewlêr'deki konferansı tartışmalı hale getiren önemli konulardan biridir.
Türk tarafının söyledikleri Kürt ulusal sorununun evrensel kurallar, modeller, eşitlikçilik içinde çözümlenmesini istemediklerini ortaya koydu. Türk gizli resmi tarafların yeni emperyal bir düşünce ve toplum modeli peşinde olduklarını açığa çıkardı...
Hewlêr'deki Konferans'ta Türk merkezli nasyonalist, islamcı ve liberal düşünceler dile getirildi.
“Kürdistan“ ve “Kürdistan Federe Bölgesi“, “Kürdistan Federe Bölgesi Yönetimi“ kavramlarının çoğu konuşmacı tarafından dile getirilmemesi ve bu konularda yapılan tartışmalar, Konferansın birinci gününe damgasını vurdu. Bu konuda önemli tartışmalar yapıldı. “Kürdistan“ ve “Kürdistan Federe Bölgesi“ kavramları kullanmadan karşılıklı kaygıları gidermenin, birlikte bir yaşamı kurgulamanın olanaklı olmadığı dile getirildi. Bölgenin güvenliği ve karşılıklı güven sorunu tartışılırken, Türkiye'nin Kerkük sorununa müdahale etmemesinden, Türkiye'nin PKK'yi gerekçe göstererek Kürdistan Federe Bölgesinde operasyonlar ve müdahalelerinden bahsetmemek sorunu çözümünden yana olmamaktı. Doç Dr. İbrahim Kalın bunu yaptı.
Ortadoğu'nun geleceği tartışılırken, Kürdistan'ın bölünmüşlüğünden bahsetmemek, Kürdistan'ın bölgedeki rolü, Kürdistan'ın nasıl bütünlüklü hale geleceği, bölgede nasıl bir rol oynayacağı üzerinde görüş belirtmemek, eski ezberin devamından başka bir şey değildi. Ali Bulaç bunu yaptı.
Güney Kürdistan kesiminden katılan Ferit Eserset'in “Nasıl Bir Irak?“ üzerinde düşüncelerini açıklarken, Federalizmi ve Federasyonu dillendirmekten korkması, mevcut Irak yapısının gerçekten bir federalizm olup-olmadığı, nasıl bir federasyon olduğu; Irak'ın konfederal bir devlet olup-olmadığı, Kerkük'ün geleceği ve referandumu konusunda görüş belirtmemesi başlı başına büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Kürdistan Federe Bölgesinden ortaya çıkan bir sakat görüş olması nedeniyle de, daha anlamlı oluyordu.
Konferansta, Kürtlerle, Türkler, Araplar arasında bir eşitlenme ve eşitlik sağlanmadan, ortak kültür ve sanat yaratmaktan, birlikte bir yaşam kurmaktan bahsetmek eski düşüncenin yeni kavramlar, sıradan palyatif çözümlemeler, bireysel haklarla geçiştirme tutumundan başka bir şey olmadığı; kültürel çoğulculuk, dilsel çoğulculuk v.b gibi kavramların azınlıkların ve Kürt ulusunun kendi kendisini yönetme hakkının ötesinde, eski sömürgeci sistemim yeni emperyal bir modelle, Kuzey Kürdistan dışındaki Kürdistan parçalarını da içine alan bir yeni sistem kurgulanmasına ideolojik bir enstrüman haline geldiğinin ipuçlarını sunmaktaydı.
Bu nedenle, Kürt ve Kürdistan kimliğinden uzak duran, kendisini iki millet tanımının ortak ve sentezci bir yerinde gören Bejan Matur düşüncelerinin Türk tarafı, entegralist ve Türkiyeci düşünen Kürtler tarafından alkışlanması bu yaklaşımın bir sonucu oldu.
Galip Ensarioğlu, Irak ve Türkiye ekonomik ilişkileri üzerinde durdu. Ama Kuzey Kürdistan'daki ekonomik bilinçli geri bıraktırılmışlığın nedenleri üzerinde durmadı. Kürdistan hakkında resmi dili kullandı. Kürdistan'a “Güney Doğu ve Doğu Bölgeleri“ dedi. Kürdistan Federe Bölgesi'ndeki özgürlük ortamının yarattığı gelişme boyutlarıyla, Kuzey Kürdistan'daki sömürgeci sistemin yarattığı geriliğin yaratığı eşitsizliğin, ilişkilerde bir sorun olacağı üzerinde durmadı.
Bu konularda konferansta görüş belirtme fırsatı buldum.
Kervan Akrayi, Türkiye ve Kürdistan Federe Bölgesi ilişkileri açısından önemli konular gündeme getirdi. Bu konuşmaya bağlı olarak dile getirdiğim görüşler de hayati konuları içeriyordu. Bu konuları sıralarsak: Türkiye, 1- Kürdistan Federe Bölgesini ve bölgede Kürtlerle ilgili gelişmeleri güvenlik açısından tehlikeli görme klasik anlayışını değiştirmeli. 2-Kerkük'ün Irak Federal Irak sorunu olduğunu kabul etmeli. Kerkük referandumunu benimsemeli. 3- Kürdistan federe Bölge Yönetimini, Irak Federal hukuku ve uluslar arası hukuk açısından tanımalı. 4- Kürdistan Federe Bölgesi ile resmi ilişki kurmalı. Bu Turgut Özal vizyonunun yeni aşaması olacak. 5- Kürt Sorunu bölgesel bir sorun. Çözümü de bölgesel olacak. Bunun için de Türkiye'nin Kürt ulus sorununun çözümü açısından, uluslararası ölçülere ve ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi çerçevesinde köklü açılım yapmalı. 6- Türkiye, PKK sorununu kendi sorunu olarak kabul etmeli ve PKK'yı Kürdistan Federe Bölgesi'ne bir müdahale enstrümanı haline getirmemeli. 7- Avrupa Birliği ve Irak Federal Devlet modelini anlamaya çalışarak, kendi Kürt sorunu konusunda çözüm modeli oluşturma yoluna gitmeli. Önerilen Kürt çözüm modellerini ciddiye almalı.
İlişkilerin belirlenmesinde Medyanın geçmişi ve geleceği tartışılırken, devletin resmi tutum ve politikalarından bağımsız bir yaklaşım gösterilmesi gerçeği yansıtmıyordu. Oysa konferansta da belirttiğim gibi, devletin Güney Kürdistan'ı düşman ve Saddam'ın gidişini istemediği dönemlerde medya aynı yaklaşımı göstermiştir. Devletle Güney Kürdistan ilişkileri yumuşayınca, medyanın yaklaşımı da yumuşak olmuştur. Bu nedenle Türkiye'de medyanın asıl sorunu, resmi devlet ideolojisinden otonomlaşma ve özerkleşme sorunudur. Bunu da Türk medyası yapmaktan uzaktır.
Konferansın son oturumunda Sami Şoreş, Türkiye ve Güney Kürdistan ilişkileri üzerinde durdu. Altan Tan Bölge ve Cengiz Çandar Küresel Ölçek konularını işlediler. Altan Tan, Türk merkezli İslamcı bir yaklaşımla sorunları ele aldı. İdeolojileştirilmiş islamın demokrat, modern olmayacağını, her zaman terörize olabileceğini görmek ve göstermek istemedi. Cengiz Çandar, evrensel parametrelere daha yakın bir konuşma yaptı. Ama Türkiye'de Kürtlere ve Kürt sorununa, Yahudilere bağlı olarak genel olarak Batıya, Avrupa Birliğine ve ABD'ye düşmanlık üzerinde durmadı, bunun Türkiye'nin küreselleşmesini engellediğine işaret etmedi. Küreselleşmenin batı merkezli olmasından dolayı, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun diğer ülkelerinin (Irak Federal Devletini bir ölçüde dışında tutarsak) küreselleşme ile yapısal bir çatışma içinde olduğunun altı çizilmedi. Globalizm'in ulus devletleri ortadan kaldırmadığı halde kaldırdığının ileri sürülmesi, Kürtlerin ulus devlet kurmalarının gündeme geldiği aşamada, tekrarlanan bir ezber olduğu da analiz edilmedi.
Konferansın Sonuç değerlendirmesi...
Konferans katılımcılarının bir değerlendirmesi ve konferansın bir sonuç bildirisi değildir. Sadece Abant Platformu, Selahattin Üniversitesi, Mukriyan Aydınlar Vakfının resmi yöneticilerinin görüşleridir. Bu nedenle katılımcılar tarafından müzakere edilmedi. Müzakere edilmiş olsaydı, yayınlanan ortak metne o haliyle imza atmam olanaklı olmazdı. Metnin kavramlaştırılması ve mantığına katılmam olanaklı olmayacağı gibi, O değerlendirmeye çok hayati başka konuların girmesini önermem ve değişiklikler istemem söz konusu olacaktı.
Sonuç olarak...
Her kesim kendine göre Hewlêr'deki konferanstan sonuçlar ve yararlar çıkardı. Bu nedenle Hewlêr'deki Konferans, hem bir başarı öyküsü ve hem de değil. Hem özgür düşüncelerin dile getirildiği bir konferans, hem de Türkiye'nin Kemalist devlet modeline karşı alternatif siyasi ve toplumsal bir sistem yaratmak isteyenlerin, Kuzey Kürdistan statüsü ile değil, yeni bir statü ile Kürdistan Federe Bölgesi'ni de içine alan bir emperyal düşünce ve yönetim modelinin ipuçlarını ortaya çıktığı bir platform oldu.
Görünen o ki Hewlêr'deki Abant Konferansı ile ilgili tartışmalar daha uzun bir dönem devam etmekle kalmayacak, bu toplantı ne yazık ki yeni bir Türk emperyal düşüncenin temellerinin atıldığı milad olarak nitelendirilecek.
Amed, 19. 02. 2009
İbrahim GÜÇLÜ
([email protected])
Hewlêr'deki Abant: Yeni emperyal bir düşünce modelinin açığa çık