Abdullah Öcalan'in ilginc bir degerlendirmesiyle kar$ila$tim bir PKK sitesinde. Degerlendirme aslinda benim anlatmaya cali$tigim sorunu acikliyor ve oldukca ögretici ve aydinlatici. Bizim biraz amatörce ele$tirdigimiz noktalarin aynisini Apo'da ele$tirmi$, daha da carpici ve acimasiz bicimde. En önemli bölümlerden biri Duran Kalkan ile ilgilidir. Cok ilginctir ama ben bu degerlendirmeyi daha önce hic okumadigim halde Duran Kalkan'in bugünkü durumuna ve yakla$imlarina bakarak kendisi hakkinda benzer sonuclara ula$mi$tim. Apo Duran Kalkan'a bebek diyor ve hicle$tiriyor. Bu adam hala ayni düzeydedir, geli$memi$tir, ama yönetimde söz sahibidir, hepsi öyle. Cemil Bayikin son aciklamalari Aponun eski degerlendirmelerine göre sava$ bebekligidir. Belki Karayilan biraz geli$mi$ denilebilinir ama bunlarla uzla$tigi icin o da yetersiz. Degerli okurlara Apo'nun Duran Kalkan ile ilgili bölümünü buraya asiyorum, yazinin tümü biraz uzun, rojaciwan forumunda okunabilinir, ben sadece son bölümünü a$agiya aliyorum. Ilginctir gercekten ve hayli ögreticidir. Bunlar Aponun öz görü$leridir, ama bugün i$te tam tersi dayatiliyor Kalkan ve Bayik gibi hic geli$memi$ ve dönü$memi$, asla PKKli olamami$, devrimcile$ememi$ sahte kontra ki$ilikler tarafindan. Buyrun, bunlari okuduktan sonra daha söylenecek bir$ey yok aslinda, her$ey ortada. Söylenmesi gereken en önemli husus, Cemil Bayik ve Duran Kalkan gibilerinin asla ve asla Mahsum Korkmaz ve Mazlum Dogan'in partisi olan PKKye üye olmadiklari, daha cok TCnin uzantilari durumunda olduklaridir.
Saygilar sunarim
.
.
.
"Bizim en eski arkadaşlarımıza benim yakıştırdığım bebeklik. Mesela Abbas için hep söyledim, politikada ve savaşta bir bebek, ama 45 yaşındaki bebek nasıl olur ki? Acayip olur, çok çirkin olur. Yani 45 yaşında bebek ne olur? Sakalları çıkmış, saçları beyaz olmuş, eti de, kemikleri de böyle çarpılmış, çirkin bir bebek. Dönüşemedi, askeri, siyasi savaş kişiliğine yanıt olamadı, o duruma düştü. Halen de umutluyuz, yani dönüştürelim diyoruz. Düşünün, bu kendini en bilinçli sanandır, böyle bir sürü var. Adlarını vermem iyi değil aslında. Ben size söylemedim mi? Yani ben deli miyim? Bu kadar yetişmeye çalışıyorum ki, bu işin koca bir bebeği gibi kalmayayım, biraz yeterli olayım diye. Çünkü onları şimdi ben yaşatıyorum, sizi de ben yaşatıyorum aslında. Dediğim gibi bıraksak, Şemdin gibileri de çok var ve 24 saatte sonunuzu getirirler. Onun için diyorum dürüstseniz, tutarlıysanız, en azından kendinizi ayakta tutma gücünü kazanmalısınız. Yeter, şimdi ben halen neyinize analık yapayım? Çocukları koru, halkımız da şimdi bebek gibi. O da diyor; “beni koru“. Ben Allah mıyım? Ben gördüğünüz gibi dünyanın en zavallı, en zayıf bir emek savaşçısıyım. Ben hikayeyi size olduğu gibi anlattım. Siz benden tanrılık bekliyorsunuz. Öyle değil. En emekçi, en pratikçi bir insan yürüyüşü olarak kendimi buraya getirdim."
Gerçekler biraz böyle. Bilemem yani, öyle yetersizlik derseniz, eğitim yetersizliği; ben bu kelimeleri duymak bile istemem, çünkü neyin içinde boğuştuğumuz ortada. Yani dikkat ederseniz ailelerinizin, en yakınlarınızın göstermediği ilgiyi size gösteriyoruz, ama esasta biz başından beri yaşayacaksan özgürce, olacaksa yaşam, büyük bir mücadeleye kendini yatıracaksın dedik. Başka ben gözümü bile açamıyorum. Açık, karnım böyle şiş her zaman, ne uyku var, ne bir yemeğin tadı var. Her şeyi ayakta hallediyorum. Savaşçı böyle olur. Başka türlü olsaydı, benim kadar akıllı, benim kadar böyle yaşamı bir kelimesinde, bir çırpıda kavrayan adam yok. Ben de sizin gibi kendimi yormamazlık edebilirdim, ama bu mümkün değil. Şimdi bütün bunlarla sizin yükünüzün dehşetvari olduğunu anlatmak istemiyorum.
Siz çok iyi kazanabilecek şeyleri -demin eleştirdiğim nedenlerle- bozuyorsunuz; bunun sonu yoktur. Yaşam ve savaş imkanlarını hiç değerlendirmek istemiyorsunuz, bunun anlaşılır yönü yoktur. Son yıllarda hep vurguladığım gibi sizi çok ciddi olmaya, derinden anlayışlı olmaya, subjektif niyetlerinizi, duygularınızı biraz terbiye etmeye, adam gibi “ben bu savaşın neresinden olabilirim?“ sorusuna yanıt vermeye, yaşamı da kabul edeceksek, ne kadar özgürdür, ne kadar değerlidir, onu da biraz böyle yanıtlamaya, hiç olmazsa burada bir cevap bulun. Ben; “devre sonunda illa hepiniz mükemmel militan olun“ demiyorum. Bazılarınız eve de gidebilirsiniz, ama neden eve gideceğinizi de izah edilir bir biçimde bana anlatacaksınız. Şimdi burada birbirimizi aldatamayız, aldatmamız ölümdür.
Ciddi olmak zorundayız, çünkü tüm dünya “PKK çözülüyor mü, bitiyor mu?“diye beklenti halinde veya “PKK ne zaman kazanacak?“ diye milyonlar bizi soru yağmuruna tutmuş. Zafer istiyorlar bizden. Düşman “yarın-öbür gün çözülecek“ diyor, halk ise zafer istiyor. İkisinin ortasında ben ve siz. Çözülüyormu muyuz, zafere doğru mu gidiyoruz? Gelin işin içinden çıkın, ama ikisi de gerçekçi. Halkın zafer istemi de gerçekçi ve yanıt olmak gerekir. Çözülüş meselesi de gerçekçidir. 24 saat kontrolü yitirirsek paldır küldür çözülür gideriz. Müthiş ciddi olacaksınız. Başka seçeneğimiz yok ki. Başka seçeneğimiz yok derken, kimse size yaşamı daraltmak istemez. Dikkat edin, iğne ucu kadar imkanla kazıyıp size bir şeyler veriyoruz. Siz ne sanıyorsunuz? Silah-milah dediniz, komutanınızın durumu ortada. Eğer sizi dört dörtlük bir hain gibi görüp teslim etmediyse, bu büyük bir savaşla olmuştur. Sizin o bütün savaşınızın üzerine kurulan, genelkurmayın ayarladığı kişiliğin teslimiyetçi işbirlikçiliğidir. Bundan çıkaracağınız sonuç; yeniden gerillalaşma, yeniden ordulaşma, yeniden doğru savaş taktiklerini devreye sokmadır. Ve ben kendimi bu konuda gerekirse evire evire, çevire çevire, bilmem ezim ezim ezer- yeniden yoğurur, şekillendiririm. Başka yolu da yoktur.
Yaşam diye dayatılanın da, bir avlanma olduğu ortaya çıkmıştır. Tekmeyi vuracaksınız, asla diyeceksiniz. Doğrusu, herhalde PKK'de biraz geliştiriliyor. En az savaş kadar, aşk teorisini de veya yaklaşımlarını da biz ortaya koymuşuz. İsteyen inceleyebilir, duyabilir ama her şey dediğim gibi bir savaş halinde. Ben ne yapayım yani, bunu ben icat etmedim. Babanız size ülkeyi verdi de, ben mi elinizden aldım? Özgürlük yaşamını toplum size verdi de, ben mi elinizden aldım? Değil.
Her şeyde yokluğun sınırındaydınız, biz sizi oradan aldık. Her konuda iflas ettirilmiştiniz, biz sizi oradan aldık. Burada bir şeyler vermeye çalışıyoruz. Düşmanın olmayın, köleliğin olmayın; bir halkın, bir özgürlüğün, bir insanlığın olun diye burada bir şeyler veriyoruz. Zor geliyorsa ben ne yapayım? Ben mi sizi doğurdum? Ben anama daha on yaşımda söyledim; “ey ana sen en büyük suçu işledin. Beni sağlıklı bir çocuk olarak büyütecek gücün olmadığı halde niye beni doğurdun?“ Daha o yaşta bu yanıtı veren kişiyim yani. Yanlış doğmuşsanız; ben ne yapayım? Ha “yaşam hakkımızı kullanma“, evet yaşama saygımız var, işte o da böyle olur. Bunu oportünistlik yaparak boşa çıkarmaya ne gerek var? Ben bu yaştayım bakın, hepinizden daha faal, daha dingin, daha üretken değil miyim? Yoruldum diyor muyum, yapamam diyor muyum?
Hepiniz ölümüne beni kabul etmeye de hazırsınız. Ama ben, bir gün emeğimle olmadan, yaşamı kabul ediyor muyum? Savaşta bile doğru bir iş yapmadan, ben kendimi affediyor muyum? Tüm bunlar göz önüne getirildiğinde zor da olsa yaşam hakkınızı kullanacaksınız. Bu da savaş gerektiriyor. Dolayısıyla bu savaşı da göze alacaksınız. Sloganımız neydi? Her zamankinden daha güçlü, daha iddialı bir biçimde, yaşam için özgürlük için, zafer için savaş!
Apo'dan Duran Kalkan'in ajanligi üzerine bir degerlendirme