Büyük Ortadoğu Projesi, 'Barış Süreci' ve PKK' nin Yeni Çizgisi - Zulkuf AZEW
Hızlı bir ekonomik gelişmeyi başarıyla yöneten Çin ve Hindistan başta olmak üzere Uzakdoğu toplumlarının enerji ve hammadde ihtiyacı çok büyük.Enerji ve hammadde sorununu çözmüş Çin ve Hindistan’ın dünyanın verili parametrelerinin ciddi bir değişimini zorlayacağı çok açık.Çin de,Hindistan da bu sorunlarını tam olarak çözememişken dahi güçlü aktörler olarak dünya ekonomisini ve siyasetini etkiliyorlar. Toplam dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan Çin ve Hindistan’ın dünya üretiminin ve tüketiminin de yarısına ulaşması ancak küresel sömürgecilik ve emperyalizmin ortaya çıkışı sonrasında bozulan uluslararası üretim/tüketim dağılımının tekrar normalleşmeye başlaması olarak kabul edilebilir.İşte bu normalleşme süreci özellikle enerji ihtiyacı/petrol kaynakları bağlamında Ortadoğu’ya ciddi bir gerilim yüklüyor.Büyük Ortadoğu Projesi denen şey de bu gerilimin ABD merkezli Batı blokunun çıkarlarına uygun olarak yönetilmesinden başka bir şey değil.Bu projenin Ortadoğu haritasını değiştireceği ve her altüst oluşta olduğu gibi yeni mevzilenmeleri ve ittifakları beraberinde getireceği aşikar.Öcalan’ın dönüşüm projesi doğrultusunda PKK’nin yeni çizgisi de sözkonusu mevzilenme ve ittifakların Kürdistan’a izdüşümü olarak anlaşılabilir.PKK de PDK ve YNK gibi Ortadoğu’da ABD ile birlikte hareket etme noktasına gelmiş görünüyor.1999 yılında ABD’nin başını çektiği Batı blokunun karşısında yeraldığı için uluslararası bir komplo ile İmralı’ya konan Öcalan’ın ABD konsepti çerçevesinde Kürd-Türk ittifakının teorisyeni olmaya ikna edilmiş olması kişisel koşullarını düzeltmenin ötesinde sonuçlara yolaçacak bir hamledir.
Ancak Batı’nın süreklileşmiş telkinlerine rağmen AKP öncülüklü Neo-Osmanlıcı Türki burjuvazinin bu mevzi/ittifak değişiminin önemini tam olarak kavradığı söylenemez.Tam tersine bu süreci Kürd ulusal hareketini Öcalan eliyle bitirip teslim alma süreci olarak algılıyor ve bunu da çok pervasızca ilan ediyorlar. Öylesine ki Neo-Osmanlıcı projenin sözcülerinden Yalçın Akdoğan PKK’nin Kürdistan’ın diğer parçalarındaki faaliyetlerini de bitirmesini “barış süreci” nin bir şartı olarak sunabiliyor: “Diğer bir sıkıntılı konu örgütün Türkiye dışında silahlı varlığını devam ettirebileceğine yönelik niyetler veya ifadelerdir.Aysel Tuğluk’un “Suriye’de bir süre daha silahlı,İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı” sözü,örgütün sadece Türkiye’deki faaliyetlerini durduracağı,Kandil’de veya başka alanlarda silahlı mücadeleye devam edeceği izlenimi uyandırmaktadır.Bu yaklaşım da doğrudan sürece meydan okumak anlamına gelir.” Aslında bu satırlar sürecin Neo-Osmanlıcılar tarafından yeterince anlaşılmadığını ifade ediyor.Zira süreçten anladıkları,süreci Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında tasarlayan ve her adımını planlayan ABD’nin anladığından çok farklı.Ve eğer anlamamakta ve daha ötesinde varılan anlaşma her ne ise onu uygulamamakta ısrar ederlerse; Öcalan’ın 1993’te ilan ettiği ilk ateşkesten itibaren bir ulusal kurtuluş hareketi olarak değil,bir ulusal kimlik hareketi olarak mücadele sürdüren PKK’nin tekrar bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşmesine şahid olabiliriz.
Aslında PKK 2011’den itibaren tekrar bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşme sinyalleri veriyordu. 2012 yazında Çukurca-Şemdinli arasında uygulanan alan denetimi pratiği,gerillanın Kürdistan’ın pek çok noktasında gerçekleştirdiği yol kontrollleri,gerillayla halkın duygusal bağının günden güne artışı gibi olguları değerlendirmekte TC’den daha akıllı davranan ABD’nin telkinleri ve müdahalesiyle süreç Öcalan’ın dönüşüm projesine alan açtı.Sözkonusu dönemde AB’nin de ABD’ye desteği nettir ve şüphesiz Güney Kürdistan yönetimi de bu projenin koordinasyonunda yeralmaktadır.Sürecin devamında PKK’nin AB ve ABD’nin terörist örgüt listelerinden çıkarılacağını da öngörebiliriz.Kazan-kazan formülüyle sürece ikna edilen PKK’nin silahını zaten mücadele içinde bulunduğu ortak düşmanlar Suriye ve daha sonrasında İran’a doğrultması sağlanabilirse, İran merkezli Şii bloku için Ortadoğu’daki mevcut pozisyonunu korumak imkansızlaşır.Suriye’de Esad rejiminin son haftalarda Kürd mevzilerine düzenlediği acımasız saldırıları da, “Murat Karayılan’la görüşen İran’ın ünlü istihbaratçısı Kasım Süleymani’nin savaşa devam etmesi koşuluyla PKK’ye ağır silah ve lojistik destek teklif ettiği” haberlerini de bu bağlamda değerlendirmeye almak gerekir.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Ortadoğu’da uygulamada olmasının ilk ve en önemli sonucu artık Ortadoğu’daki entiteleri bağımsız/sınırları belli/egemen devletler olarak değil, etnik/ulusal/dinsel gruplar bazında değerlendirme gereğidir.İran-Irak Şiileri-Suriye’de Esad Yönetimi-Hizbullah olarak bileşenlerini sıralayabileceğimiz Şii bloku,dolaylı da olsa Çin ve Rusya’dan destek alabilmektedir.Çin’in ana korkusu ABD’nin tam kontrol sağladığı bir Ortadoğu’da petrol kaynaklarına ulaşmasının zorlaşması değil, maliyetinin ciddi biçimde artmasıdır.Hammadde açığının Afrika’dan teminini örgütleme yolunda önemli mesafeler katetmiş olan Çin’in mevcut büyüme/refah artışı oranlarını koruyabilmesi için Ortadoğu’daki petrol üreticilerinden uygun şartlarda petrol temin etmeye devam etmesi gerekmektedir.İran kaynakları bu anlamda Çin için vazgeçilmezdir.Ancak Çin’in diplomatik ve finansal kanalların dışında ABD’nin yaptığı türden askeri destek sunmak/askeri müdahalede bulunmak gibi bir opsiyonu yoktur.Rusya ise muhtemelen ciddi tavizler ve ekonomik çıkarlar karşılığında sürecin devamına rıza gösterecektir.İran’ın öncülüğündeki Şii blokunun aşil topuğu ise kanımca İran Azerileridir.Doğu Kürdistan gibi Güney Azerbaycan’ı da yüzyıllardır işgali altında bulunduran İran’da 75 milyonluk nüfusun 25-30 milyon kadarı Azeri’dir.Azerbaycan’ın nüfusunun 10 milyonun altında olduğu hatırlanırsa Güney Azerbaycan olgusunun önemi ortaya çıkar.İran’daki Azeri nüfus şu ana kadar tercihini İran’a bağlılık temelinde sürdürmüştür ama bunun ilanihaye böyle devam edeceğinin İran açısından bir garantisi yoktur.Örneğin kendisine Güney Azerbaycan Milli Uyanış Hareketi adını veren ve Güney Azerbaycan’ın İran’dan bağımsızlığını savunan bir oluşum 4 Şubat 2012’de Ankara’da TC’nin onayı ve desteği altında bir kurultay gerçekleştirmiştir.Şu an etkisiz olan bu tip örgütlenmeler Büyük Ortadoğu Projesi’nin ileriki safhalarında önemli roller üstlenebilirler.Kürdistan’a ilişkin olarak da;İslam maskeli Şii blokun Hizbullah üzerinden Kuzey Kürdistan’ı ve İslami bir takım yapılar üzerinden Güney ve Batı Kürdistan’ı destabilize imkanı da Kürdler açısından değerlendirilmesi gereken bir husustur.İran’ın Güney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırma tehditleriyle YNK üzerinde zaman zaman etkili olduğu da bilinen bir gerçektir.
Türkiye,S.Arabistan ve Katar’ın adı çok geçse de Şii blokun karşısında yeralan Sünni blokun politika üreticisi ve örgütleyicisi ABD’dir.ABD, AB’nin finansal/ekonomik ve İsrail’in istihbari/askeri/operasyonel işbirliğiyle 1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere öncülüğünde Ortadoğu’da inşa edilen statükoyu tarumar etmekte;Arap baharı vesilesiyle,Ortadoğu’da uzun yıllar boyunca birikmiş etnik/ulusal ve sınıfsal haksızlıklara karşı mücadele enerjisini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.Kürdistan’ı dörde parçalayan Lozan statükosunun bizzat statükonun mimarı emperyalizm tarafından tarumar edilmesi süreci Kürdistan’da ulusal özgürlüğün ve kurtuluşun da önünü açmakta ve önemli fırsatlar sunmaktadır. Çünkü: “...tarihsel olarak hiçbir başarılı toplumsal devrim,bir kitle seferberliğiyle,coşkulu devrimci bir hareket tarafından yapılmamıştır...-bırakalım (devrimci) öncüleri,harekete geçmiş ve ideolojik olarak yönlenmiş geniş kitlelerin izlemesini-bu öncülerin çabalarıyla yaratılmış devrimci krizler de olmamıştır.Tam tersine...devrimci durumlar,devletin ve sınıf hakimiyetinin politik-askeri krizlerinin ortaya çıkması yüzünden gelişmiştir.Yalnızca bu olanaklar sayesinde devrimci liderlik ortaya çıkmış ve isyancı kitlelerin devrimci dönüşümlerin yerine getirilmesine katkıda bulunmaları sağlanmıştır.” (Theda Skocpol,States and Social revolutions,sf.17; Aktaran:David Romano,Kürt Dirilişi:Olanak,Mobilizasyon ve Kimlik,Vate Yayınları,sf.28)
Yeni sınırların yeni krizler üretmesi emperyalistlerin ana yöntemlerinden biridir;zira bu durum bölge halklarını/devletlerini sürekli bir gerilim içinde tutar ve emperyalistlere müdahale etme imkanı sunar.ABD’nin ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesi haritasında,özellikle Kuzey parçasında TC lehine sınırları iyice daraltılmış bir “Özgür Kürdistan” öngörülmektedir.TC’nin onyıllardır uyguladığı Kürdistan’ın sınırlarını daraltma/iç genişleme operasyonlarının Urfa-Antep-Adıyaman-Elazığ-Malatya-Maraş-Erzurum’da önemli sonuçlar verdiği gözönüne alınırsa BOP projesini oluşturanların kriz üretecek yeni sınırlar konusunda cömert davrandıklarını da gözlemek mümkün.Kürdistan’a bütünlüklü yaklaşan herkes aynı operasyonun Güney Kürdistan’da Musul-Kerkük’te de yürürlükte olduğunu görecektir.Ancak büyük değişim zamanlarında hiçkimsenin ne olacağını tam olarak bilme şansı yoktur.Parametreleri değiştirenlerin dahi iradelerinden bağımsız olarak bu tip süreçler kaotik olarak ilerler ve sonuçlar başta planlanandan çok da farklı olabilir.ABD an itibariyle “Stratejik pozisyonuna uygun olarak Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” diyen Soros’un önerdiği doğrultuda, Neo-Osmanlıcılık hayalleriyle yelkenini şişirmiş Türki burjuvazinin işbirliğiyle,Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Türk ordusunu operasyon gücü olarak kullanmayı planlıyor.Bunun karşılığında TC’ye her anlamda destekler veriliyor.Sunni Arap sermayesinin uluslararası bankalar üzerinden Türkiye’ye transferi projesi dahi ABD patentlidir.Tüm dünyada ekonomik krizin etkilerinin hafiflemediği koşullarda Türkiye ekonomisinin sorunsuz görünmesinin nedeni her ne kadar dinamik Türki burjuvazinin tüm dünyada pazarlar elde etme konusundaki cevvaliği olarak gösterilse dahi, ana faktör bu tip uluslararası kaynak transferleridir.
Büyük Ortadoğu Projesi ve mevcut süreç nereye gider,kesin olarak bilme şansımız yok.Ancak kesin olarak biliyoruz ki Mir Bedirxan’ın deyişiyle “Kürdistan gayreti” yenilmezdir.Bütün demografik, sosyolojik, ekonomik faktörler 21. Yüzyılın dünyasında Kürdistan’ın lehinedir.Kafi delil aşağıdaki satırlarda:
"Tahminlere göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi sahalarında 45 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp gaz yerüstüne çıkarılmayı bekliyor. Bu miktarlar, eğer doğruysa Avrupa'nın Rusya'ya karşı seçenek umudu olan Azeri-Türkmen, yani Hazar havzası potansiyelinin altı katı kadar. Eski BP, yeni Genel Enerji Başkanı Tony Hayward, " o petrol bir şekilde pazara çıkacak" diyor, siyasi sorunlar sorulduğunda."
(Murat Yetkin'in köşe yazısı, Radikal Gazetesi,13.12.2012)
"Bölgedeki doğurganlık oranının yüksekliği ve hızlı nüfus artışı diğer bölgelere nazaran yüksek. Bu artış Kürt milliyetçiliğinin içte ve dışta canlı tutulmasıyla nüfus dengelerinin değişmesi durumunda uzun vadede bir tehdit olarak ortaya çıkabilir. Araştırmalara göre Kürt nüfusu oranı 2010'da toplum nüfusun yüzde 40'ına, 2025'te yüzde 50'nin üzerine çıkma eğiliminde. Bu oranla birlikte Kürt milliyetçiliğinin de ön plana çıkması ve bunun da milletvekili sayısına oranlanması ileride vahim sonuçlara yol açabilir. Bölgede nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir."
(Bakanlıklararası Takip ve Yönlendirme Kurulu'na sunulmak için hazırlanan MGK Raporu,
Yayınlayan: Milliyet Gazetesi,18 Aralık 1996)