Elif ORHAN
"....bu ölmeyi kendisi hep istemis, sonraki yıllarda ve bana anlatığına göre ta çocukluğundan ve uzun yıllara kadar geceleri yatarken hep ölmesi için allaha dua edermiş, ancak ölmemiş işte!"
Kadınlar günü..!
Klaviye başına oturdum , 8 Mart Dünya Kadinlar günüyle ilgili ne yazayım derken, gözlerim geçmişe dair bir anıyi getirdi.
Yıllar sonra avrupanın bir ülkesinde çocukken tanıdığım yaşıtım ancak arkadaş olamadığım çocukluk arkadaşıma rasladim. Aradan yıllar geçmişti. Her birimiz farklı yerlerde farklı süreçlerden geçmiştik.Kimimiz çok, kimimiz az yara berelerle geldiğimiz yerde nihayet küçükken başaramadığımız arkadaşlığı kurduk.
Küçükken yaşıtım olan mahalle arkadaşımla yıllar sonra avrupanın bir ülkeseinde karşılaşmak büyük mucize gibi gelsede, ancak pek çok arkadaşla çeşitli süreçlerde ayrı düştüğümüzde, ya da asla karşılaşamayız deyip hafızamda bile silinenlerle avrupada karşılaştim. İşte mahlum bilinen fırtına yaprak gibi savurmuştu. Gerçekten de biz yaprak gibi rüzgara takılanlar için dünya çok küçük olmuş. En ummadığımız arkadaşlarımızla yıllar sonra karşılaştık geldiğimiz yerlerde. Eskiden bir türlü beceremediğimiz güzel ilişkiler kadar, keşke „hiç görmeseydim“ dediklerimizle de karşılaştık.
Hafızami zorlıyarak mahalle ve çocukluk yaşıtım arkadaşımı hatırlamaya çalışıyorum. Feodal, geri ve yoksulluğun hakim olduğu yerlerde insan değeri hiç olmaz, hiç bir çocuk çocukluğunu yaşayamaz, hele kız çocukları için daha da vahimdir, bunları hepimiz biliriz, şahitleriyiz belkide yaşıyanlarız.
Ortaokulla başladığım yıl Dersim'in köyünden bir büyük şehire evimizi taşımızdık. İlk defa Dersim dışında Dersim inancina-kültürüne-diline yabancı bir yerde olmanın zorluklarına şahit olduk ve zorda geçti bizim için, üzerinde yıllar geçmesine rağmen benim hafızamda silinmiyor. Örneğin geldiğim o yaşıma kadar Dersim inanisin dışında başka inanışların varlığını ilkokul kitaplarından biliyorduk, başkada bir bildiğimiz yoktu. Oturduğumuz mahallede safi inancında olan kişiler ağırlıktaydı, bize hemen „kızılbaş-kominist“ damgasını takmıştılar, velhasıl zor günler geçirdik, ve biz de onlara karşı bir tedirginlik oluşmuştu. Tam bu sıralarda iste çok ezik-sesiz yaşıtım olan bir kız çocuğu dikkatimi çekmişti. Çok yanlızdım, belki arkadaş oluyorum diye başta sevinmiştim ki, onun hikayesi bana dehşet vermiş ve uzak durmayı getirmişti.
Mahalle ve yaşıtım çocukluk arkadaşım dört-beş yaşındayken birinin tecavüzüne uğramıştı. Tecavüzcünün sonunu hatırlamıyorum, „tabu“ gibiydi. Burada karşılaşınca da soramadım. Tecavüza uğrıyan çocuk hele birde kız çocuksa yaşı dört-beş de olsa namustu ve namusda gitmişti.
Gerek ailesinde gereksede çevrede kimse onunla iyi ilişkiler kurmazdı, iyi gözle de bakılmazdı. Ailesine göre artık onun geleceği yoktu, tanrı onu cezalandırmış, demek ki iyi bir insan değilmişki bu sonucu yaşamıs. Evde yanlızca zorunlu barındırılırdı, sevgi hiç verilmiyen, itilen-kakılan biriydi. Çevrede de insanlara görede „iste namusu kirletilen biriydi“. Herkes kendi çocuğunu bile ondan uzak tutardı. Horlanan diştalan, sevilmiyen suçlu biriydi. Kimse düsünmezdiki „dört-beş yaşındaki çocuğun suçu ne?“ Tam bir dram. Çocukluk yaşıma ragmen ona çok acıyordum. Ancak bende yanaşamıyordum, öyle ya toplum tarafında artık „o namusundan yoksun ve allah tarafından cezalandırılan biriydi“ Acı ancak gerçek buydu.
İlkokul çağı gelince okula verilmemişti, biz ortaokula giderken o daha okula gitmiyordu. O'nu da bu sıralar tanımıştım.Biz ortaokula gidenlerin yaşıtıydı. Gerçi şaşırtıcı değildi, gitmiyen kız çocukları çoktu, onun içinde gitmemesi olağanüstü bir şey değildi, O'nun olağanüstü durumuydu konuşulan. Sonra yatılı okula verilmiş, böylelikle hem ondan kurtulmak hemde bir boğazda gitmişti. Zeten utanç kaynağıydı. Gitsin nereye giderse, keşke ölse, daha çok sevinirdiler ya, bu ölmeyi kendiside hep ıstemıs, sonraki yıllarda bana anlatığına göre ta çocukluğundan ve uzun yıllara kadar geceleri yatarken hep ölmesi için allaha dua edermiş, ancak ölmemiş işte!
Yaztili okulda daha rahat ettiğini anlatıyordu. Ailesi onu hiç almamış ve unutulan bir çocuk olmuş. Okulda dersleri iyi olması için çabalamış, tek umut haline gelen okul olmuş. Onun durumunu bilen bir kaç okul yöneticiside yardım etmişler ki ilkokul sonrası başka yatılı okullarada gitmiş.
Lise son sınıftda ilgi duyduğu devrimci örgüt den biri ile duygusal ilişkisi gelişmiş.. Dedidiğine göre insan nasıl şu içinde yılana sarılır. o da ona sarılmış, sahip çıkan biri, onu koriyan, insandan gören, sevgi veren biri, bu onun için olağanüstü bir şey olmuş. Tüm çektiklerini bir çırpıda unuttuğunu söylerken yüzü anlamlı, acı buruk bir gülüşle parlıyordu.
Sonra onların deyimi ile devrim nikahı ile evlenmişler.İlk günler hayalinde görmediği kadar kendini mutlu his etmiş, ancak iyi günler insafsızca çabuk son bulmuş.
Sonra ansızın evleri basılmış, gözaltı, işkenceler derken, kendisi bir süre sonra tahliye edilmiş. Içerde kalan eşini bir süre onun ailesinin yanında beklemiş, ekonomik sorunlar, baskılar, evdeki uyumsuzlukta eklenince bir yolunu bulup yurtdışına çıkmış.Yurtd dışı sorunlarla dolu da olsa ona çok iyi geldiğini anlatıyordu, iş ayırımı yapmadan çalışmış, esine mektuplar ve maddi yardımları eksik etmemis. Onun anlatımıyla güzel günlermiş, özlemin güzel olduğunu vurgularken yüzündeki buruk acıyı ve duygusallıktan yaşaran gözlerindeki ışıltı yüreğimi acıttı.
Yıllar sonra tahliye olan eşi yanına gelir, ve avrupadaki güzel günlerin uzun ömürlü olmadığını anlatmak da zorlanınca konuyu değiştirmek istedim. Yüzüme bakarak;
“ “Dur şimdi anlatamasam başka zaman gücüm olmaz, sana anlatamam ki, beni engeleme“.deyince sesimi çıkarmadım.
Dediğine göre küçukken yaşadığı olayı eşi ona karşı hep kulanmış. Kendini onun kurtarıcısı olarak görüyormuş, bunu o'na hep hisettirmiş.
Bunu anlatırken de, onunla evlenirkende hep ona üstünlüğünü hatırlatıyormuş.
Yanı devrimci-sosyalist olunca da kadına bakış açısı değişmiyor!
Acaba bu kadar işkencelerde geçen, toprağa düsen, zındanlarda ömür geçiren kadınlar hala kendilerini ispatlıyamadılar mi?
Buna ne diyelim?
Bir süre sonra eşi onu başka biri için bıraktığını anlatınca yüzünden yaşlar iniyordu, ya da fışkırıyordu, bügüne kadar gözlerde böyle yaş fışkıran birini açıkçası görmemiştim.
Söylediğine göre eşi ona sevgilerinin bittiğini söylemiş ve evi terk etmiş, onun çocukken gecirdiği olayı eşi unutamıyormuş, onun içinde ondan çocuk istemiyormuş, sesizce boyun eğdiğini anlatıyordu.
Şimdi yeniden yaşama sarılmış, içindeki fırtınaları unuturcasına çabalıyor, çevresinin yardımına koşuyor ,gördüğü her küçük çocuğa sarılıyor.
Ona bakarak „işte biri daha ayakta kalmaya çabalıyor“ diyorum.
Bugün hangi gün!
Bilmem..!
Galiba kadınlarla ilgili bir günmüş!
Bende katkı temelinde bunu yazdım ki hala gerek baba evinde, gerek feodal çevrede, gerekse de sosyalist-devrimci çevrede ne yazık ki kadın hala ikinci sınıf.. doğru temel de yaklaşılmıyor ve tüm namussuzlukların adresini kadında buluyorlar.
Bir dostumun dedigi gibi;
_“Erkek egemen bir dunya, kurbanlar da kadinlar ve cocuklar olur..“
Keşke „insan olma günü“ de olsaydı!
Yanıbaşımızda duran kadın değil de bir insan olduğunu bilinen, gelecek günler dileğiyle.
Dünya „insan olma-eşitlik“ gününe armağan olsun.
Elif ORHAN