بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Aso Zagrosi on 7 November 2011


Ortaçağ sürecine ilişkin araştırma yapmak istiyen biri, çok kısa bir zaman diliminde Kürdlerin çok yaygın bir coğrafyaya yayıldıklarını görür. Mısır’dan Gürcistan’a, Ege Denizi boylarına yerleşen Germîyanlardan Bağdat’a(hatta Güney Irak’a) ve Fars bölgesini aşarak Kuzistan’a kadar çok yaygın bir alana Kürdler yayılmışlardı.

Fakat, ne yazık ki bugüne kadar bu farklı bölgelere ve alanlara yayılan Kürdlerin tarihi yazılmadı.

Sadece Eyyubi Kürd Hanedanlığı’nın yüzyıllara sarkan tarihçesi incelenirse onlarca akademik eser ortaya çıkar. Eyyubiler döneminde Mısır, Şam, Halep, Yemen, Kudüs, Amed, Meyyafarqin, Xelat, Hisnkêf vs.. yerleşim birimleri temel alınırsa dahi ciddi eserler ortaya çıkar. Bir fransız bayan akademisyen “Eyyubiler Döneminde: Halep” adı altında bir dev eser yayınladı. Aynı şey tüm diğer şehirler ve yerleşim birimleri içinde geçerlidir.

Uzun bir dönemden beri Ortaçağ ilgili bulduğum çeşitli kaynakları incelemeye çalışıyorum.
İster istemez Türk kaynaklarını da inceliyorum. Türk kaynakları Celaleddin Harzemşah’a bir hayli önem veriyorlar. Hatta onu “Türkü kendine getiren Sultan Celaleddin Harzemşah“(İrfan Öztura) olarak değerlendiriyor.

Namık Kemal dahi onun üzerine “Celaleddin Harzemşah” adı altında bir tiyatro piyesini yazdı. Namık Kemal bu eserinde Harzemşahların son sultanı olan Celaleddin Harzemşah’ın kahramanlıklarını, hayatını ve Moğollara karşı Türk-İslam dünyasının savunmasını anlatıyor.
Herkes Namık Kemal'ın “Vatan Yahut Silistre“ adlı eserini de bilir.. Namık Kemal'ın bu eserini değerlendiren Türk resmi edebiyat eleştirmenleri onun „bu ilk piyesiyle vatanperverlik ve kahramanlik duygularından işe başlamıştır. Halkta bu duyguları harekete geçirmek isteyen bu dram, 1853 Türk-Rus Savası'nda gönüllü olarak cepheye giden sevgilisinin ardından, cephede O'nunla beraber bulunmak ve onunla aynı kaderi paylaşmak için asker kıyafetine girip, Silistre mudafasına iştirak eden genç bir kiz ile genç bir adamın aşkı etrafında gelişerek, Türk askerinin vatan uğruna gösterdiği fedakarlığı canlandırır.İçindeki vatanı şiir ve hitabetler ile devrinde muazzam bir heyecan yaratan bu eser Türk Tiyatrosu'nu bulunduğu seviyeden çok ileri götürmüştür. Piyes mevzuundaki basitliğe rağmen çok sevilmiş, Avrupa'da alaka uyandırmış, temsilinden uç yıl bile geçmeden Rusça'ya, daha sonra da başka dillere tercüme edilmiştir.Kemal'in en fazla munakaşa ve eleştiriye maruz kalmış piyesi budur.“ Diyorlar...

Bu piyes Namık Kemal'ı „Vatan Şairi“ yapmıştır..

İşte Namık Kemal'ın eserlerini ve arkadaşlarına yazdığı mektuplaşmalarına baktığım zaman Namık Kemal'e bu eserin yazılmasında ilham kaynağı olanın bir „Kürd kızı“ olduğunu gördüm...
Namık Kemal, Kars'ta iken şahid olduğu Abdulhak Hamid'e yazdığı mektubunda „ Kırım muharebesinde Kara Fatma'yi, falan bir tarafa bırakalım. Bir Kürt kızı nişanlısının arkasına düşerek gönüllü nefer yazılmış, Kars'a kadar gelmiş, bir taburun trampetciliğinde bulunduğu halde şehid olmuştu... Cenazesini gözümle gördüm.. Çünkü o zaman Kars'ta idim“ diyor.( F. Abdullah, Hususi Mektuplarına Göre Namık Kemal ve Abdülhak Hamid, Ankara Güneş Matbaası, 1949, s 84)

Bu eserler Namık Kemal’ı “vatan şairi” yaptılar.

Biri bir Kürd kadınından etkilenerek kaleme alıyor, diğerini ise Kürdistan’ı yıkıma uğratan bir kişiyi sembolleştirmek için yazıyor.

Türk ırkçı çevreleri yaygın bir şekilde Alparslan’ı ve Celaleddin Harzemşah’ı kendi ulusal önderleri olarak görüyorlar.

Fakat, işin ilginç yanı bu iki başbuğları Kürdler tarafından öldürüldüler.

Daha önce Alparslan’ın ölümüne ilişkin yazdığım bir makalede Urfalı Mateos’dan bir alıntı yapmıştım.Urfalı Mateos „Vekayi-Name'sinde Alpaslan, Bizans kralı Diojeni yendikten sonra Semerkant memleketini feth etmek üzeri yola koyulduĝunu söylüyor ve ekliyor;

O büyük bir ordunun başında olduĝu halde metin ve meşhur bir kale olan Hana* üzerine yürüdü ve kuşattı... Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhemetsiz bir adamdı.** Sultan Alpaslan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı.. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimi sahibi kalmak şartiyle kendisine itaate davet etti.. Kale reisi, hayli sıkıntılara göĝüs gerdikten sonra Sultana arzı tazimat etmiye karar verdi.. O, korkunç bir plan düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve 3 oĝlunu Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vagşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erken de oĝullarını kesmiş olduĝu iki biçaĝı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı.. Sultan Alpaslan, onun geldiĝini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eĝildi, fakat ona yaklaştıĝı sırada aniden Sultanın üzerine atıldı ve cizmelerinin içine saklamış olduĝu iki biçaĝı çekti. Onu Sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultanın üzerine atılan adam, iki biçaĝınıda onun vucuduna sapladı.. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduĝu yerde öldürdüler... Sultan 3 yerinden yaralanmıştı, çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerleme emrini verdi.. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduĝunu hissedip başlıca İran reislerini ve mabeyincisini*** yanına çaĝırdı.. Sultan henüz bir çocuk olan oĝlu Melikşahı onlara takdim edip, işte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum. Oĝlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun‘ dedi.. Sultan, bu sözleri mutâakıp hükümdarlık esvaplarını çikardı ve oĝlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eĝildi ve onu gözyaşları içinde Allaha ve Iran emirlerine emanet etti.. Sultan Alpaslan aynı günde ehemmiyetsiz bir adam olan bir Kürdün eliyle bu suretle ölmüştü....“ (Urfalı Mateos, Vekaliye-Name, sayfa 146, daha geniş bilgi için makaleme bakınız

https://newroz.com/tr/politics/345284/nazl-il-cak-mustafa-arma-ve-malazgirt-sava)

Celaleddin Harzemşah’’da Alpaslan gibi Kürdler tarafından öldürüyor.

Fakat Türk kaynakları var olan bu gerçeği gizliyor yada çarpıtıyorlar. Bir kaynak “Ağustos 1231’de Dicle köprüsü kenarında Moğolların baskınına uğrayan Celaleddin’in tüm maiyeti öldürüldü. Kaçarak dağlara çekilen Celaleddin Harezmşah, burada göçebeler tarafından öldürüldü.”(http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2906)diyor.

Aslında burada “göçebeler tarafından öldürüldü.” söylemi Kürdler için kullanılıyor. Türk kaynaklarınca “göçebeler” yada “köylüler ” tarafından öldürüldü gibi belirlemeler Kürd kavramını kullanmamak içindir. Asırlardan beri “kardeşçe bir arada yaşadık” gibi yalanlarını kamufle etmek için Kürd dışında bir dizi anlamsız tanımlamalarla geçiştiler. Sanki, “göçebe”nin “ yada “köylü”nun milleti yokmuş gibi....

Türk devleti Kürdleri bölmek ve Alevi Kürdleri Türk yada Türkmen göstermek amacıyla bir dizi sahte ve gerçek ile alakası olmayan uydurma hikayeler ortaya atıyor.
Kazım Karabekir Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürdler içinde Dede, Şeyh, Mele ve Seyyidlerin etkisini gördüğünde devlete getirdiği bazı önerileri var. Bunlardan biri de “Kürdleri Türk göstermek için çeşitli kadroların Kürdçeyi öğrenerek ve kendilerini Seyyid olarak gösterip bölgede dolaşmalarını” istiyor. Aşağıda alıntısını vereceğim “Dede” ister bilinçli bir şekilde ve isterse devşirmelerden olsun var olan politikaya hizmet ediyor.

Alevî dedesi PİR AHMET DİKME, 1999 yılında yayınladığı "Haykırıp Duyuramadıklarım" adlı kitabında şu bilgileri vermektedir:
- "(CENGİZ HAN) Moğollarının baskılarına dayanamayarak yurdunu terketmek zorunda kalan MUHAMMED oğlu CELÂLEDDİN HARZEMŞAH yer yer çarpışarak batıya doğru ilerler, ve bir çarpışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu olan ŞEYH HASAN'ın yanına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür... Beraberindeki oğlu MEHMET'i ŞEYH HASAN'a emanet eder. ŞEYH HASAN dostu CELÂLEDDİN'in nâşını götürüp DOJİK DAĞI'nın zirvesine defneder. Mehmet'i kendi himayesine alır, 3-4 yıl sonra kendi kızıyla evlendirir."

Alevi Kürdleri Horasan’dan gelen Türkmenler olarak gösteren ve hatta Alevilerin kutsal ibadet yerlerini dahi Celaleddin gibi katillerin türbesi olarak gösteren zihniyet, Celaleddin’in bir Kürd tarafından öldürüldüğünü itiraf etmek zorunda kalıyor.

Aslında Celaleddin Harzemşah yada diğer ismiyle Celaleddin Munkubirni’nin bir Kürd tarafından öldürüldüğü meselesini sayın Dr. Muhsin Muhammed Huseyn 1974 yılında Bağdat’ta çıkan “Kovara Koleja Edebî a Bexda” da gündeme getirmiş ve Kürdçe yazdığı bir makale ile bu hususu açığa kavuşturmuştu.

Devam edecek

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.