Merkezi Otorite'deki Çatismalar ve Referandum'a Dogru Yaklasim !
Aylardir, AKP'nin oluşturdugu 26 maddelik " Anayasa'nin bazi maddelerinde degişiklik yapilmasi hakkinda kanun teklifi" ve bunun referanduma sunulmasi yogun bir şekilde bütün alanlarda ve toplumun bütün kesimlerinde tartişilmaktadir. Kurdistan'da da ayni aktiflikle olmasa bile bu tartişmalar belli bir boyut kazanarak bu günkü siyasi konjuktürde kafa karişikliklarinin esas sebebi halini aldi.
12 Eylül 1980 faşist askeri cuntasinin olusturdugu 82 anayasinda istenen degişiklikler referandum yapilmak suretiyle halk oylamasina sunuluyor. 82 Anayasasi, her on yilda bir yapilan kanli üç askeri darbenin sentezinden geçirilerek yapildi ve ordu generallerinin üzerine oturdugu hukuki zemin oluşturuldu. Ittihat-i Teraki ve o gelenegi sürdüren iktidara hakim Kemalist akimla çatişma içine girmiş kesimlerin yüz yillik mücadeleleri sonucu, Türkiye'nin iç ve diş ilişkilerinde artik ciddi bir engel olan 82 Anayasasi'nin degişmesi ve generaller rejiminin yetkilerinin en azindan sinirlandirilmasi amaciyla bu kanun teklifi referanduma sunuluyor.
Bu aşamaya çok kolay bir şekilde gelindigi söylenemez ; şimdiye kadar, generaller rejiminin yetkilerine ve politikasina dokunanlar bunu hayatlariyla ödediler. Özal döneminin hatirlanmasi yeterlidir. Çikarlarin son derece büyük ve şartlarin yeterince olgunlaşmamis oldugundan, Kurdistan'a karşi Ordu generallerinin oluşturdugu < Milli Mutabakat > şavas siyasetinde bir gedik açmak isteyen, ne var ki, premature bir çikiş olarak kalan Özal ve < ekibi >nin çikişi kanla tasfiye edildi, çikan sesler bastirildi. Generaller, merkezi otoritenin zayiflatilmasina ve < Milli Mutabakat >in parçalanmasina izin vermediler.
Degişen uluslararasi koşullar ve Ortadogu'nun jeopolitiginin yeni biçimler almasi, ABD ve Avrupa Birligi'nden destek alinmasi, Turkiye'de geniş kitlelerin arkalanmiş olmasi, "Liberal-Muhafazakar" diye tanimlanan kesimlerin günlerinin geldigini düşünerek AKP ile harekete geçmişlerdir. Generallerle ve onun oluşturdugu 82 Anayasiyla tam cepheden olmasa bile, çogu zaman onunla kompromiler yaparak bir çatişma içine girilmiştir. Türk ordusunun hakimiyetinin ve yetkilerinin daraltilmasi ve muhalif kesimlere iktidarda yer açma mücadelesidir bu. Ama bu, ancak bir takim demokratik girişimler ve degişikliklerle mümkün olabilir. Avrupa Birligi'ne yakinlaşmanin da bir vesilesi oluyor bu. Hadise kisaca budur.
Simdi bu aşamadan sonra sorunun bizim açimizdan tezahurü nedir, Kurdistan davasi bakimindan kiymeti harbiyesi var midir bu çatismanin ve Türkiye'nin adim adim demokratiklestirilmesinin önemi nedir?
Küçük ama önemli bir hatirlatmayla konumuza devam edelim: Kurd milletinin ezilen millet olmasi ve Kurdistan'in sömürge statüsü devam etmektedir. Bu bakima, merkezinde Turk ordusunun bulundugu sömürgeci sistem ayni zamanda "hükümet" olan AKP'yide kapsamaktadir, yani AKP ve kendisini destekleyen "ordu muhalifi" kesimler de hakim ve ezen Turk sömürgeci sisteminin bir parçasidirlar. Kimse onlara gereginden fazla demokratik misyonlar atfederek, bazende abartiya kaçarak iddia edildigi gibi "Kurd sorunu"nun çözümünü yükleye kalkismamalidir, çünkü bu kesimlerin konumu ve güçleri buna müsaid degildir, vede onlardan yana bu yönlü bir beklenti içine girmek gerçekçi olmayacaktir.
O halde sorun nedir?
Kurdistan'i işkal ve ilhak eden, Ittihat-i Terakki'nin " üç "T" (Tedip, Tenkil ve Tehcir) politikasini devam ettiren, ulusal kurtulus hareketini kanla bastiran, bütün kötülüklerin asil anasi olarak baş düsman Türk ordusudur. Kurd halkinin ve Kurdistan davasinin asil sorunu Türk ordusuyladir. Ve bu meselede hepimizin hem hemfikir oldugunu düşünüyorum.
Bu ordu, "Soguk Savaş"in bitimine ve AKP'nin hükümet olmasina kadar, Kurdistan'a karşi "Milli Mutabakat" politikasiyla bütün kesimleri bir tek cephede Kurdistan ulusal kurtuluş hareketine karşi yönetti. Ama şimdi işler artik eskisi gibi degil ve bu cephe bölünmüştür. Bizim sorunumuzda burada şu soruyla başliyor; Türk ordusuyla "çatisma" içine giren ve sömürgeci merkezi otoriteyi zayiflatan, demokratik reformlarla Generaller rejimini gerileten bu muhalefete iliskin siyasi pratik tutumumuz ne olmalidir? "Hepsi ayni sistemin birer parçasidirlar, hakim siniflar ve çikar çevrelerinin iç çeliskileri ve kavgalaridir ortaya çikan", "sömürgecilerin iç çatismalaridir bunlar" deyip geçilebilir mi? Böylesine bir yaklaşim fazla kolayci degilmidir? Politik bir yaklasim olabilir mi bu?
Türkiye tarihinde ilk defa bu kapsamda orduya karşi bir muhalefet çikiyor ve onun 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucunda oluşturdugu 82 Anayasasini degiştirmeye çalişiyor. Generaller rejiminin aleyhine olan, siyasi ve hukuki iktidarini zayiflatan, ona geri adim attiran ama demokratik içerik taşiyan 26 maddelik bir degişiklik referanduma sunulmuştur. Bu degişiklige "Evet" ya da "Hayir" denecektir.
Degişiklik öneren "paketin" bütün maddelerini okuma firsatini buldum; kişisel özgürlüklere, çocuk ve kadin haklarina, memur ve işçilerin sendikal haklarina ve buna benzer bir dizi ileriye yönelik degişiklik önerilerini, önemsemedigimden degil, şu an bir tarafa birakirsak: 1- 12 Eylül darbesini yapanlar ve ona ortak olanlar yargilanabilecekler. Bu konuda "zaman aşimi" geçerli olmayacaktir. 2- "Hakimler ve Savcilar Yüksek Kurulu" ordunun vesâyetinden çikarilarak sivil hükümete devr ediliyor. Ordu hukuki dayanaklarini yitiriyor. 3- "Anayasa Mahkemesi" de ordunun denetim ve yönlendirilmesinden çikarilarak sivil hükümetin denetimine sokuluyor. Örnegin, siyasi partiler Millet Meclisi'nden geçmeksizin Anayasa Mahkemesi tarafindan kapatilamayacaktir. Generaller dahil yüksek askeri ve sivil burokratlar yargilanabilecekler, vs.
Referandum paketinde, Kurdlerin temel haklarina ilişkin degişiklik öneren herhangi bir madde söz konusu degildir. Bir an bundan bagimsiz olarak duşunursek, bu referandumla Türk ordusu geriletiliyor ve dayanaklari kismi de olsa elinden aliniyor, hukuki zeminini kaybediyor. O halde şu soruya cevap verilmelidir; Türk ordusunun iktidarinin zayiflatilmasi ve geriletilmesi Kurd halkinin ve davasinin da çikarina mi degil mi? Ya da bir başka açidan sorumuzu tekrarliyalim; Kurdistan'a karşi olan cepheyi bölen, orduyla çatişma içine giren ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin yolunu açan muhalif kanat desteklenmeli midir?
Bu sorunun cevabindan hareketle, Türkiye'nin bu günkü koşullarinda orduya kafa tutan, onunla çatişma içine giren ama şimdilik zayif olan söz konusu siyasi muhalefetin güçlendirilmesinden yana olmak lazim mi degil mi? Amaçlari Kurdistan davasiyla çeliski içinde olmasina ragmen, hiç bir komplekse kapilmaksizin ortaya çikmiş olan bu muhalefetin yedegine düsmeksizin, demokrasiyi geliştirdigi oranda destek verilmesi icab ediyor. Kurd halki ve ulusal davasi bakimindan, bunun son derece hassas bir konu olarak görülmesi gerekiyor. Cünkü, bunun PKK'ye ilişkin boyutuda vardir. Bu hareket hem Türkiye'nin demokratikleşmesi ve hemde Kurdistan ulusal kurtuluş hareketinin yeni temeller üzerinde yeniden kurulup inşa edilmesi dolayisiyla demokratikleştirilmesi önünde engeldir. Generaller, bu hareketi kullandikça ne Kurdistan ulusal kurtuluş hareketi nede Türkiye demokratikleşebilir. Bu bakima, iktidari daraltilmiş ve hukuki dayanaklari zayiflatilmiş generaller PKK'yi istedikleri gibi kullanamayacaklardir. Bilindigi gibi "Kurd sorunu", PKK araciligiyla Ordu tarafindan manupüle edilerek kulanildi ve muhalifler üzerinde baski kurmanin önemli bir dayanagi haline getirildi. "Kurt sorunu" çözülmeden Türkiye demokratikleştirilemez espirisi yerini artik Türkiye demokratikleşmeden "Kurt sorunu" çözülemez anlayişina birakmiştir.
Ne var ki ; Türkiye'de hiç bir sey açik ve düz bir çizgi üzerinden yürütülmüyor. Her şey biçak sirdinda. Çikarlar o kadar büyük ki, Turk ordusu generalleri, iktidarlarina ve muazzam çikarlarina dokunulmasina izin vermeyeceklerdir, yeni oyunlari ve kanli planlari devreye sokacaklardir. En çokta bugüne kadar oldugu gibi, Kurd halkindan bunun acisini çikarmaya çalisacaklardir.
Bilindigi gibi, OYAK araciligiyla Türk ordusu Türkiye'nin ekonomik faaliyetlerine entegre edildi ve onun artik kopmaz önemli bir parçasi haline getirildi. OYAK, bu gün Türkiye'nin üçüncü büyük holdingi haline yükseltidi ve ayrica sermayesi diger büyük holdinglerin ciddi boyutlarda hisselerine de ortak. Bunun ötesinde, emekli olan subaylar holdinglerin yönetici kadrolari haline getiriliyorlar. 147 bin subay kadrosuyla Türkiye ekonomisini de örümcek agi gibi sarmiştir. Işte bu realiteyle AKP ve diger muhalifler çatişma içine girmişlerdir. Dolayisiyla, Anayasa'da degişiklik yapilmasini öneren referandum sadece bu işin baslangici olarak görülmelidir. Gelişmelerin sonrasini hep beraber görecegiz.
Kurdistan davasi ve ulusal kurtuluş hareketi tarihin hiç bir döneminde bu kadar kötü bir duruma düşürülmemişti. PKK'nin, Türk ordusu genel kurmayi tarafindan kullanilmasi nasil engellenecektir? Bu soru, vatansever aydinlarin kafasini sürekli meskul etmeye devam ediyor. Ulusal kurtuluş hareketi ve vatansever kitlelerin enerjisi ve emegi, bu koşullarda PKK'nin tutsagi olmaya devam ediyor. Ne var ki, referandumda "evet" kazanirsa, PKK eskisi gibi Türk generalleri tarafindan rahatlikla kullanilamayacaktir. Kendi muhaliflerini bastirmanin bir araci olmaktan çikarilabilir. Böylesi bir durum hiç kuşku yok ki, Kurdistan ulusal kurtuluş hareketinin de çikarina olacaktir. Referandumu bu açidan da düsünmek gerekiyor.
Türk ordusu generallerinin faşist icraatlariyla, Kurdlere karsi şartlarini oluşturdugu kitle katliam girişimleri yani pogromlar artik bir çok yerde ortaya çikarilmaya başladi. Bu provakasyonlarda PKK'ninde bizzat rolünün olmadigini söylemek mümkün mü? PKK'nin "yeniden" savaşa kalkişmasinin Ankara'daki merkez otorite içindeki çatişmalarla dogrudan ilişkisi vardir. Türk ordusu genel kurmayi bu savaşi yeniden fitillemiştir. Reşadiye'deki olaydan Iskenderun'daki polislere yönelik yapilan icraata kadar ordu generalleri ve PKK birlikte hareket etmişlerdir. Sansasyonel öldürme eylemlerini Türk gizli servisleri yapmişta olsalar sonuçta PKK üslenmiştir. Bu durum, Türk ordusunun ve PKK'nin bir cennahta, ayni cephede, ayni amaca yönelik faaliyet içinde olduklarini göstermektedir. Böylesi ürkütücü bir durumda, orduya muhalif kesimlerin "merkezi otorite"de güçlendirilmelerine destek verilmelidir. Referandum'da "evet" oyu kullanmak bu destegin verilmesi olacaktir.
Ankara'daki çatişmalardan Kurd milleti ve davasi bakimindan PKK eliyle yararlanilacak bir durum yoktur ve olmayacakta. Iradesi bagimsiz olmayan, millet ve ülke esaslari üzerinden siyaset yapmaktan uzak olan, Türk ordusunun yedegine düsmüş bir hareketin karşi saflardaki çalkanti ve iç çatişmalardan yararlanacak konumu söz konusu olamaz. PKK'ye bu manada hala bir takim misyonlar yüklemeye kalkişmak tam bir sefillik olacaktir. Her şeyden önce PKK demokrasinin saflarinda degildir. O bakima, Ordu'yla AKP arasindaki "çatişmadan" ulusal davamiz adina yararlanacak konumu ve yapisi yoktur.
Türkiye'nin demokratikleşmesinde Kurd milletinin çikari vardir. Demokrasinin geliştirilmesi ayni zamanda Türk ordusu ile PKK arasindaki ilişkileride açiga çikarip işbirliklerini işlemez hale getirebilir. Bu bakima, bir daha tekrarlamak sikici olsa bile şunu söylemek istiyorum; bu günkü siyasi konjuktürde, yukarida izah etmeye çalistigim gibi, Türk ordusuna karsi oluşmuş muhalif kesimleri destekleyip güçlendirmek ulusal davamizin çikarlari için gerekiyor. Catismalar sürmeli ama Türk ordusu kazanmamalidir. Fakat bu meselede bir şey daha var; Turk ordusuyla muhalifleri arasinda Ankara'da Merkezi otorite içinde bir "Modus Vivendi" politikasi da oluşmamalidir. Böylesi bir durumda, yapabilen, "Kurd hareketini" digerine karşi kullanacaktir. Sonuçta yine kaybeden Kurd milleti ve davasi olacaktir.
Bu günkü aktüel siyasi durumumuzun drami şu ki, PKK'nin varligi ve sahip oldugu imkanlar, Kurd halkinda ve belli entellektüel kesimlerde körlük yaratmasina neden olmuştur. Bunun kabul edilir bir yani olmamiştir ve eleştirilip mahkum edilmiştir. Bu, dogru sorularin sorulmasinda ve dogru çözümlerin bulunmasinda yardimci olacaktir. Kurd halkinin ciddi boyutlarda bölünmüş olmasi, açik tartişma ortaminin hala yaratilamamiş olmasi, ciddi bir çürüme rizikosunuda beraberinde var ediyor.
Baska bir tartişma konusu olmasina karşin yinede şu soruyu sormak istiyorum; büyük, başta gelen problemimiz nedir? Buna açik ve net cevap verilmelidir. Işin gerçegi şu ki, kendi realitemizden korkuyoruz. Onunla yüzleşmekten ve ardindan duruma mudahale edecek girişim ve örgütlenmekten korkuyoruz. Işte asil problemimiz budur. Bu sorunun üzerine kapanmişiz ve açilmak için sanki hiç bir acelemiz yokmuş gibi davraniyoruz! Iki cephede birden mücadele etmeyi, oldukça zor olsa bile, göze almaya cesaret edemiyoruz. Iste budur realitemiz. Ama önce şu referandum'da "evet" oyu kullanilsin... 20.08.2010
Mehmet Mufit