بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 9 February 2010

Bütün gün koştruduğumdan ancak gece geç saatlerde foruma girme olanağım oldu.
Benden önce neler yaşanmıştı bilmiyorum ama yurttan sesler programı misali
açık ve net şekilde bir Türkün kaleminden çıkan küfürleri okuma şerefine
eriştim ! Nöbetçiyi uyaracağım ama bakıyorum adam uyaranada küfür etmiş.
Cevap yazacağım ama nasıl ? Türk malı küfürlere nasıl yanıt vereyim ?
Küfürleride kendileri gibi seviyesiz ve kalitesiz ! Hani küfüründe bir kalitesi
olur veya olmalı diye düşünüyorum.Maalesef Made in Turkey olunca ordada kalite
aramak nafile !...

Aslında tuhafıma giden bu küfürler kalsın isteğiydi.
Neden kalsındı ?
Çokmu kaliteliydi ? Veya öğreticiydi ?
Yada meşhur X köy isimli ajan yakalandı diyemi ?
Şunu açık ve net söylüyeyim ; Bugüne kadar kuzeyli hiç bir hareket veya şahıs
ne bir ajanı yakaladı veya deşifre edebildi.
Sadece bol bol ajan dedi veya elinde fırsat varsa ajan dediğini sizlere ömür
yaptı.
Ajan tespiti bir marifettir.Buda gizlü örgütlülük ve gizlilik ister.
Biz hep illelegal olduk.Aslında öyle sandık !
Lakin en illegal örgütümüz bile İsviçre peyniri gibi delik deşik olmuştur.
Çok gizli hareket ederiz deriz ama aslında sağır sultan bile duymuştur.

Lafı uzatmıyayım ; Ben X köylünün Türk olduğuna inanmıyorum.Onun mesjlarında
veya yazılarında ise Kürd olduğunu hep hisettim.Lakin sanal alemde kefil
olacak durumda olmadığımı bilmenizide isterim.
Belki bir itirafçı olsa bile yine bir Kürd idi.
Tek suçu ise Öcalana küfür etmemesi idi.
Lakin tespiti ise onun korkak olduğu idi.
Ki bu benimde katıldığım bir tespit idi.
Neyse bir ajanı yakalayıp derdest ettik.
Birde şu xwendi derdest etsek iş bitti sayılır.
Bana gelince , benden ne yurtsever olur, nedeki ajan olsun....

Kendi halinde bir Gundi geldik ve Gundi gittik.Okuduğumuz bir kaç yıllık
Üniversiteden diploma alamadığımız için Gundilikde silinmedi...

Aslından benden iyi Tikkocu çıkardı ama nedense olmadı.
Çünkü işçi köylü kelimesi geçen bir örgüttü.
Eh hem işçi (şimdi işsiz) ve hemde Gundi idim.
Herhalde başında Türkiye işçi köylü yerine, Kürdistan işçi köylü demediği
için olsa gerek diye düşünüyorum.

Şimdi zevzekliği bir kenara bırakalım ve saadete gelelim.
Sanalda foruma küfür üzerine küfür yollayan bir Türk görevli veya sıradan
bir faşisti bir anda burdaki insanları nasıl birbirine saldı hayret ettim !
Ne oluyoruz ? Yani bu kadar rahatmı gaza geliyoruz ?
Evet ! Evet gerçekten rahat gaza geliyoruz.
Kendileri camiye bomba koyarlardı ve basarlardı yaygarayı " Koministler camiye
bomba koydular " ondan sonra Allah Allah nidaları arasında şehir birbirine
girerdi ve onlarca ölü ve derken Maraşta yüzlerce ölü ile biterdi.
Hadi onlar politik değil cahillerdi.
Ya bizler ?
Kendimize yazık etmiyormuyuz ?
Selametle kalın

Kek muhammed, herkesin herşeye inanma ve inanmama hakkı var. Şimdi anlatacaklarımıda inanmayabilirsin. Dün gece yaılıp çizilenleri bende takip ettim. Tartşma X Köy Sakini ve Remo arasında yaşandı. Tartışmalar kızışınca X Köy Sakini küfür etmeye başladı. Remo küfür etmedi. Küfür sahibinindir demekle yetindi. Nöbetçi küfürlü yazıları sildi. Bu, X Köy Sakinini zıvanadan çıkardı. Önce seni, Hek, Balyoz, Alan Lezan ve Xwend'ı ayırarak başta Remo olmak üzere, Forum çalışanlarını, katılımcıların ana, avrat ne aklına geldiyse sövdü saydı. Nçbetçi onlarıda sildi. Bu kez tüm Kürdlere akla gelebilecek küfürler etti. Ana, avrat, bacı, allah, kitap bırakmadı. Ben Türk ajanıyım. Jitemciyim. Akla gelmeyecek galiz küfürler eşliğinde erkekseniz türkiyeye gelinde ne yapabileceğini sıraladı. Remo, nöbetçiyi uyardı. Yazıların silinmemesini rica etti. O da o saaten sonra silmedi. X Köy Sakini bundan rahatsız olacak ki, bu kez aynı küfürler eşliğinden niye yazılarımı silmiyorsunuz diye küpürdü. Bir müddet sonra yatmaya gittim. Sabah kalktığımda yazılar kaldırılmıştı. Keşke hepinizin görmeleri için kaldırılmamış olsaydı. Ve bu mesele sorun olmaktan çıkardı. Yazıları kopyaladılar mı, ciddiye almayıp sildiler mi bilmiyorum. Forum Çalışanlarından ricam eğer yazılar kopyalanmışsa yeniden asmalarıdır. Gerisi kişinin iyetine bağlıdır. Mesele budur. Sana kardeşçe birde uyarım olsun. Yazdıklarının bir boyutu doğru, ama bir boyutu eksik. Biz Kürdlerde ajan iddiasının ne kadar alıcısı varsa, bir o kadarda gerçek ajanları hoş görme vardır. Bunu unutma. Daha önce yazmıştım. Burası sanal bir dünya. Biriki laf edeni ne sayın, ne de hain ilan edelim. Kısaca bunu söylemek istedim. Sağlıcakla kal

sunu gonul rahatligiyla soyleyebilirimki,degildi.neden derseniz.bugune kadar bukadar seviyesiz,kufurbaz, devrimin ve devrimcinin dlinden uzak birisine rastlamadim.bunu su anlamda soyluyorum, t.c bu kadar kalitesiz bir adami "git su formu izle"gorevlendirecegini hic sanmiyorum. simdi bazi katilicilar soracak belki . hic ajan gordunmu diye. karsilastim, ama malesef goremedim.bir donem sorguda gozlerim bagliyken katilan biri vardi.konularaokadar hakim ve bag kurmakta o kadar usta idiki, eger sorgu sartlarinda degilde noemal bir ortamda olsa idi aklima gelecek ilk sey orgutun kalitrli eleman yetistirme ozelliginin cok yuksek olacagiydi.neyse x koy sakinine gelince bu kisilik kurt veya turk olmasi onemli degil sezgilerime ve kisinin yazdiklarindan izleye bildigim kadariyla bir sekilde ama gonullu ama zorla PKK dan uzaklasmis fakat orada hala bir sekilde bag kurabilen gecmisi ile bugunu arasinda bocalayan .belki pisman ama kurtlukle veya mucadele ile kendisi arasinda bocalayan .,fakat konusup kendisinin de dinlenmesi gerektigi,veyaonemli olduguna kendisini inandirdigi hasta bir kisilik. tehlikelimi? tabiki,bu kisilikler her an musait iklim bulduklarinda karaman veya tam tersi durumda ihanet icinde olabilirler.tarihimiz bunlarla doludur.ama sunu tekrar edeyim yetistirilmis bir ajan olduguna inanmiyorum.

eskici yoldasim,sezgiler nasil olusur? bu ister gercek yasamda olsun, istersede sanal ortamda olsun, sezgileri harekete geciren nedir dersin? deney,aklin babasi,hafizaninda anasi olduguna göre tercübeyede,herkesin hatalarina verdigi addir diyelim. tercübelerimiz nisbettinde, tercübelerden cikarilan sonuclarda,sezgilerimiz harekete geciriken, sezgiyide tanimlayalim ki,her sey daha anlasilir olsun. sezgiyede “En genel anlamıyla, gerçekliği dolaysız olarak içten yada içeriden kavrayabilme, tanıyıp bilme yetisidir diyelim. sen "gonul rahatligiyla soyleyebilirimki,degildi.neden derseniz.bugune kadar bukadar seviyesiz,kufurbaz, devrimin ve devrimcinin dlinden uzak birisine rastlamadim.bunu su anlamda soyluyorum, t.c bu kadar kalitesiz bir adami "git su formu izle"gorevlendirecegini hic sanmiyorum. simdi bazi katilicilar soracak belki . hic ajan gordunmu diye. karsilastim, ama malesef goremedim“derken bende sana sunlari siralarsan,animsadigin ne olur yoldasim. simitci,biletci,boyaci,taksici.haci,hoca,salvarli,kasketli,dillenci,fahise neyi animsatiyor yoldasim. yasanmisliklardan cikarilan,tercübeler isiginda süzgecten gecirdigimiz algilarimiz hep hareket halinde olursa,sunulan her bir seyi sezinlemek cokta zor degildir. bak gönül rahatligiylan sunu söyleye biliyorsun. "bu kisilik kurt veya turk olmasi onemli degil sezgilerime ve kisinin yazdiklarindan izleye bildigim kadariyla bir sekilde ama gonullu ama zorla PKK dan uzaklasmis fakat orada hala bir sekilde bag kurabilen gecmisi ile bugunu arasinda bocalayan .belki pisman ama kurtlukle veya mucadele ile kendisi arasinda bocalayan .,fakat konusup kendisinin de dinlenmesi gerektigi,veyaonemli olduguna kendisini inandirdigi hasta bir kisilik. tehlikelimi? tabiki,bu kisilikler her an musait iklim bulduklarinda karaman veya tam tersi durumda ihanet icinde olabilirler.tarihimiz bunlarla doludur" seni böylesi sezgiye iten nedir? yaniliyorsun anlaminda demiyorum tabiki.

Sayın Takipçi merhaba Ben bahsini ettiğiniz tartışma başlangıcını kaçırdışım.Demek slinmesin denen yerden girdiğim için demek filim kopmuş.Bu nedenle yanılgım olabilir. Yalnız bana acayip gelen X köylünün bir bütün yazıları ve o küfürlerin stili hiç uymadığı için görüşlerimi belirttim.Yanılma durumum olamazmı ? Elbetteki olabilir.Hele benim gibi " Kürdüm " derse biri hemen sevgimi kazanıyor. Sevgide insanı gören kör edebiliyor. En çok merak ettiğimde sabah namazına kalkacak kadar dindar biri nasıl yaradana haşa küfür edebiliyor ? Bilmiyorum acaba bir yanıtı varmı ? Tüm Kürdlere küfür etme meselesine gelince ; Eşit paydaya bölersek benim anama ne düşmüşse kendisininde anasına o kadarı düşmüştür.Çünkü kendiside Kürdtür ! Bari benim anamın kendisinden abdesti kırılıyor.Yani nikahı düşüyor.Ya kendi anasına küfür etmesini hangi fetvaya sığdıracak ? Neyse bu ara aklıma herşeyi bilen geldi.Birden kayboldu hayırdır ? Selam ve saygılar

AJAN DEGILDI OLAMAZ OLSAYDI YAKAYI BÖYLE KOLAY ELE VERMEZDI !! O BIR COGUMUZ GIBI IKILEM ICINDE OLAN BIRI DIR BENCE NE ZAMAN KÜRTLER PKAKA KONUSUNDA IKILEME DÜSSE SORGULAMA BASLASA TC BIR OLAY YARATIP PKKA NIN ITIBARINI IDADE EDIYOR !!! ONUNCUKÖYLÜ GIBI IKILEMDE OLANLARIMIZ DA PKAKANIN BASI ITARIFCI DA OLSA BU ÖRGÜT KÜRT ÖRGÜTÜDÜR BASKA DIRENEN SAVASAN YOKKI SONUCUNA KENDILERINI INANDIRIYORLAR SORGULANMASI GEREKEN BURDA UZUN UZUN TARTISILMASI GEREKEN BUDUR !!! SÜRELERI BIR SÜRGECTEN GERICIRIRSEK NE ZAMAN PKAKA KAN KAYBETMEYE BASLARSA TC ONA FIRSAT YARATIYOR ONUN ALTERNATIFI OLMADIGINI ISPATLAMASI ICIN !!!! ONUNCU KÖYLÜMÜZ AJAN FILAN DEGILDI AMA CELISKILIYDI 68 YASIMDAYIM DIYOR AMA INTERNETE GENCLER DAHA HAKIM !! KÖYLÜYÜM CAHILIM DIYOR TÜRKCEYE NICE TIRK EDEBIYATCIDAN DAHA HAKIM !! ILK GELDIGINDE APO NUN ITIRAFCILIYLA KORKAKLIGIYLA PKAKANIN YANLIS POLIKALRIYLA BASLADI SONRA ISI POLISE TAS ATAN GENCLER ARACILIYLA YAVAS YAVAS PKAK SEMPATISINE CEVIRDI ISI !! ISTE BURDA KÜRTLERIN BAMTELINI BULMUSTU !!HEP O TELDE GIDIP ISIN UCUNU KACIRINCA GIZLI MASKESI DÜSTÜ !!!

ABDULLAH ÖCALAN İŞBİRLİKÇİ BİLE DEĞİLDİR! Nivîskar: rizgari Di: 31.10.2004 Sehet: 18:25 Ji aliyê rizgari Sait AYDOĞMUŞ Abdullah Öcalan'ın “statü“sü konusunda Mesud gibi düşünmesem de, dünkü Rızgari Sitesi'nde yayınladığı “Abdullah Öcalan'ın İhanetini Göremiyen Ya da Görmek istemiyenler İçin Bir Daha“ başlıklı yazısıyla çok yerinde bir iş yaptığını takdir ediyorum. Yaşını bilmesem de, değerli Mesud'un, tarihimizi, hele de yakın tarihimizi iyi bildiği yazısından anlaşılıyor . Bu nedenle Kuzey'in Kürt hareketi olarak, 1960'lı, 1970'li yıllarda, yeniden billurlaşıp ortaya çıkarken, şimdilerde, “mazide kalmış“ birçok mesele gibi, sömürge olup olmadığımız tartışmasının gündemimizi hayli meşgul ettiğini biliyordur. Sonra, değerli bilim ve dava adamı İsmail Beşikçi'nin şu meşhur özdeyişi “ilaç“ gibi gelmişti uzayan bu tartışmaya: “Kürdistan sömürge bile değildir!“... Diyeceğim şu ki, Abdullah Öcalan, işbirlikçi bile değildir; hele hele reformist hiç değildir! O, zaman zaman “sahip“ değiştirse de, daha başından beri, Kürt siyasal hareketini yok etmek ve ulusumuzun temel çıkarlarına karşı savaşmak göreviyle “kuyu“dan çıkarılan, Kürt siyasetinin örgütsel tarihi anlamında, “kök“ü olmayan bir örgütün baş ajanıdır! Bu nedenle bu örgüte, “Apo'nun PKK'si“ deyip devam edeceğim... Apo'nun PKK'sinin, daha ilk çıkışında, Apo'nun PKK'de ve PKK'nin Kürdistan'da, mutlak hakimiyeti için, oldukça profesyonel yöntemlerle sayısız cinayet işlediği biliniyor. O dönemin Kürt siyasal hareketinin oluşumunda yeralan, olayları yaşayan birisi olarak çok iyi biliyorum ki, Apo'nun, özellikle örgüt-içi hakimiyet mücadelesiyle ilgili olarak kullandığı profesyonel kural ve yöntemlerin “tecrübe“ kaynağı, genç ve deneyimsiz Kürt hareketi değildi, olamaz! Açıktır ki, bu “tecrübe“nin kaynağı, TC'nin Osmanlı'dan devraldığı, çeteci siyasi geleneğin engin ve zengin “tecrübe“sinden başkası değildir!.. Apo, bu anlamda profesyonellerden “ders“ alan ve artık kendisi de profesyonel olan birisidir. O'nun, durup dururken, bu işin “kitab“ını yazması, hem hedef şaşırtmayı hem risk azaltmayı hem de ajanlar tarafından yönetilmeyi ve o­nlarla birlikte yönetmeyi kanıksatmayı amaçlayan profesyonel bir taktikti. “Kel göründüğü“ için, Kesire ve Pilot deyip kendisini hedeften çıkarmaya çalıştı. Eğer bu “ajanlık işi“nin kitabı ve konuyla ilgili sık sık yaptığı açıklamaları olmasaydı, bir zamanlar “mesai arkadaşı“ olan Gazeteci Avni Özgürel ile MİT yetkilisi Mehmet Eymür'ün açıklamaları, çok büyük şok ve gürültülere neden olabilirdi. Ama biliniyor ki, Apo'nun anılan profesyonel taktiği sayesinde, Türkiye'de ve Kürdistan'da, herkes durumu bildiği ve kanıksadığı için, anılan açıklamalar, neredeyse haber değeri bile taşımadılar. Bence, bu profesyonel taktiğin en kötü ve zararlı sonucu, ajanlar tarafından yönetilmeyi ve o­nlarla birlikte yönetmeyi halk olarak, politikacılar olarak, kanıksamış olmamızdır. Bu kanıksama, Devlete, Kürt hareketinde sayısız ajan kullanma imkanı yaratıyor ve dolayısıyla “iş“lerini kolaylaştırıyor; bu “iş“i yaparken, gerek kişisel olarak ve gerekse de kurumsal olarak aldıkları riski minimize ediyor. DEHAP ve öncüllerinin başına veya yönetimine, -ajanlıkları üzerinde ittifak sağlayamıyacaklarımızı birtarafa bırakıyorum- kaçıncı defadır tescilli ajanlar öneriliyor, getiriliyor? Fehmi Işıklar ve Mehmet Metiner'den sonra şimdi de sadece tescilli ajan değil, tescilli bir kriminal olan Sarp Kuray'ı, hangi güven ve cesaretle önerebiliyor Apo? Hangi “güven“ ve cesaretle, “şıracının şahidi bozacı“ misali, saçma sapan iddia ve iftiralarına, Ercan Çitli, Avni Özgürel vb. tescilli ajanları “şahit“ gösteriyor? Açıktır ki, bu “güven“ ve cesaretin kaynağı, anılan kanıksamadır; Yalçın Küçüğ'ün ajanlığını bilip yazdıkları halde, O'nunla aynı “camiada“ bulunup/bulunmayı sindirip, aynı “atölye“de çalışıp ve fakat bize “aydın“lık dersi verenler, vermeye devam edenlerdir de... Anlaşılıyor ki, Apo bile, rezillik ve “düşürülmüş“lüğün bu kadarına şaşmış bulunmaktadır ve bu şaşkınlığını şöyle ifade etmektedir: “Zır delilik yapsam, halk, başkanımız peygamber oldu, devlete hizmet edeceğim desem başkanımızın bir bildiği var diyecekler.“ ( aktaran Mesud, anılan yazı) Apo ve “teşkilat şefleri“ çok iyi biliyorlar ki, kanıksama yoluyla düşürülüp müritleştirilen bir toplumu yönetmek, aldatmak çok kolaylaşıyor; ne yaparsanız yapın, yaptıklarınızda “keramet“ arar, o­nları iyi niyete yorararlar. Tıpkı, bir zamanlar, bizim orada, kendisini ziyaret eden bazı kadın müridleriyle cinsel ilişkileri, hamilelik nedeniyle inkar edilmeyecek biçimde ortaya çıkan bir şeyhin müritlerinin, “ama o iyi niyetle yapıyor“ diyerek, şeyhlerini savunmaları gibi... Kanıksatma sadece ajanlık konusunda olmuyor; birçok alanda uygulanıyor; ve bırakalım halkı, biz politik kadrolar bile, olanları, önce, çoğunlukla yanlış yorumluyor ve kavrıyoruz. Dolayısıyla bu kanıksama meselesini bir kaç örnekle biraz uzatmak istiyorum. Mesela normal örgütlerde sır kabul edilen nitelikteki olayların,toplantıların gelişmelerin, soruşturmaların, cinayetlerin, işkencelerin, infazların, itirafların, iftiraların, dedikoduların, PKK'de, “çözümlemeler“le, bültenlerle, teyp ve video kasetleriyle belli düzeylerde özel olarak okutulup, dinletilip seyrettirilmesinin hikmeti nedir? Merkez komitesi üyeleri dahil, bellibaşlı herkesten hemen hemen aynı plan, jargon ve kelimelerle periyodik olarak “özeleştri“ alınarak parti yayınlarında yayınlanmasının anlamı da öyle... Bir arkadaşım, bana, Van Çatak'ta yayınlanan yöresel bir “Gerilla Bülteni“nden bir bölüm okumuştu: Bülten'de bir “işbirlikçi“nin nasıl nallandığı ve bu esanada nasıl kan-revan içinde kalındığı anlatılıyordu. Binlercesi dağıtılan Parmaksız Zeki'nin (Şemo), Apo ile adeta “halk mahkemesi“ne dönüştürülen ve bütün o suçlama ve aşağılamalardan sonra Şemo'nun eski görevinin başına gönderilmesinin görüşme kasetini izlediniz mi? Daha öncesinden oldukça sıkkı bir eğitimi verilen, provası yapılan Apo'nun “kabul törenleri“ne katıldınız mı? Veya böyle bir töreni izlediniz mi? Apo'nun tumturaklı küfür ve hakaret dolu yazılarını ve demeçlerini çok okuyup izlemişizdir. Bu listeyi uzatabililiriz... Eminim ki ezici çoğunluğumuz, bütün bunları, ilk anda, “kabalık“, “illkellik“, “acemilik“ vs. Olarak değerlendirmişizdir. Oysa, PKK'de başından beri ve sistematik olarak varolan/uygulanan bütün bunlar, insanların ve toplumun “düşürülme“si ve bunun kanıksanması için bilinçlice yapılmaktadır ve bu “modern bir anlayış ve tecrübe“ye dayanmaktadır. Bana bir çok politik insan sormuştur: PKK ve Apo için bu kadar olumsuz şeyleri içeren “Görüşme Notları“nı kim nasıl bulup yayınlatıyor diye? Hatta bunları bulup yayınlıyor diye Nasname'nin Editörü Şükrü Gülmüş'ün ajanlarla bağlantı içinde olduğuna bile “hüküm“ edenlere raslamışımdır. Insanlar sanıyor ki, bu “Notlar“ Devlet'e ve PKK'ye rağmen yayınlanıyor. Tam tersine, “Notlar“daki politikanın benimsenmesi ve kanıksanması için, Devlet ve Apo, bunları özellikle yayınlatıyorlar. Ve o­nlar bakımından şimdilik bunların karı zararından çok çoktur. Yine Mesud'un yazısından bir aktarma yapıyorum. Amacım kanıksatma yoluyla “düşürülme“ye Derin Devlet'in ne kadar önem verdiğini kanıtlamaktır. Sözü Mesud'a bırakıyorum: “Öcalan 8 Temmuz 1999 tarihli görüşmede, kendisinin el yazısı ile yazdığı kimi soruları okumaları için avukatlara verir. Söz konusu sorular şöyledir: “1. Kürtlerle ilgili kültürel haklardan ne kastediliyor? 2. Kültürel haklar örgüte kabul ettirebilir misiniz? 3. Barış ve kardeşlik nasıl pratikleşir? 4. Demokratik çözüm ve Demokratik Cumhuriyetten ne kastediliyor? 5. Bu önerilerin ciddiyetini nasıl kabul edebiliriz? 6. Örgütle olan bağlantınız, uygulama gücünüz? Örgüt dinler mi? 7. Halen sakladığınıza dair kuşkular var? 8. Dağdakileri indirme planınız var mı? 9. Örgütle somut temas nasıl düşünüyorsunuz? 10. Ekonomik, sosyal, gelişme planınız? 11. İrtibat biçimleri, kimlerle hangi biçimde? 12. Uluslararası gözlemcilerden ne kastediyorsunuz? 13. Kemal Burkay, Hizbulkürd sizden sonra ne yapabilir? “(8.7.1999 Avukatlarla görüşme notundan, sayfa 418) “Bu soruları Öcalan 'dün' aldığını söylüyor. Sorularla ilgili ise şunları belirtiyor: 'İş ciddi, bu sorularla birlikte olursa bir döneme girebiliriz. Direkt bir diyalog değil, bana göre dolaylı diyalog. Komisyonu aşan bir durum. İşin ciddiyetini nasıl görüyorsunuz?... Ortama bomba gibi düşer. Örgüt tümüyle uyar ve başarılırsa tarihi olur.' (8.7.1999 tarihli Avukatlarla görüşme notundan, sayfa 418) “Aynı görüşmede Öcalan Başkanlık Konseyi'ne yazdığı bir yazıyı avukatlara verir. 'Mümkünse Pazartesi cevap gelsin. Bir günde okurlar. Bir çözüm adımdır, düğümleme değil. Şöyle bir adım, böyle bir adım demeyelim, önemlidir. Devletin olumlu adımları, bizim atacağımız adımlara bağlı, geciktik gibi' der. (aynı yerden) “Derin devlet“ Öcalan'a, yanıtlaması için bazı sorular verir, Öcalan soruları ciddi bulur. Başkanlık Konseyine yazı yazar. Kendisine sorulan soruları dolaylı diyalog olarak görür. Devletin atacağı adımların, kendilerinin atacağı adımlara bağlı olduğunu düşündüğü için geciktik tavrı takınır“. Bu alıntıdaki 5. 6. ve 7. sorular “Görüşme Notları'nın neden sistematik olarak ve özellikle harfiyen yayınladığıyla ilgilidir. Sözde Apo Devlete birtakım öneriler vermiş ve ilgili yetkililer, bu önerilerin Apo tarafından, PKK'den ve halktan saklandığı düşüncesindelermiş; bu nedenle de önerilerin ciddiyetinden kuşku duyuyorlarmış!... Aslında bu işin “tiyatro“ tarafıdır. “Derin Devlet“ kadrosu, Apo'yu da kapsamaktadır ve öneriler kendilerinindir. Ateşkes “görüşmeleri“nde olduğu gibi, bu öneriler bile, kabul edilip uygulanmak için değil, PKK'lileri ve halkı adım adım “düşürmek“ ve “düşürülme“yi o­nlara kanıksatmaktır. Nitekim, Apo'nun ve Devletin “Demokratik Cumhuriyet“, “Kültürel haklar“, “barış ve kardeşlik“ için yaptıkları önerilerin PKK'den ve Halkımızdan gerekli desteği bulduğunu biliyoruz. Ama, yıllar geçtiği halde, ortada ne “Demokratik Cumhuriyet“ ne 'kültürel haklar“ ne de “barışve kardeşlik“ var! Şimdi sıra bunlar için mücadele edecek yeni bir parti kurmakta... Dedim ya tam bir tiyatro... Ve biz, bir “deli“ye peygamberlik, Devlete hizmet edene, “ulusal önderlik“ yakıştıran “düşürülmüş“ bir halkın politikacıları olarak bu trajediyi hüzün içinde seyrediyoruz... 28.10.2004

Sayin Mehemedé Paloyé, “ Neyse bir ajanı yakalayıp derdest ettik. Birde şu xwendi derdest etsek iş bitti sayılır. “ diyorsun. Ben burada Sayin Öcalan demek disinda bir “suc“ islemedim ki, X Köy Sakini rüyasinda Melle Mistefa Barzani´yi gördü diyelim, Ben öyle bir rüyada görmedim. üstelik senin gibi cesaret gösterip adamin rüyasina hayirli olsun da diyemedim. Hani bir gün olurda rüyamda Melle Mistefa Barzani´yi görsem, veya Sayin Öcalan´i görsem, veya Baskan Mesud Barzani´yi görsem kesinlikle burada anlatmam. Anlatip da X Köy Sakini gibi “Ajan“ diye yakayi ele verip, derdest mi olayim? Zaten Sayin Öcalan demekle“sucu dosyamizi“ yeteri kadar kabarmisiz. Selamlar Biji Kürdistan! Biji Gerilla! Biji Pesmerge!

Sevgili Xwend Ben ironi yaptığımı sanmıştım. Demek başarılı olamamışım. Senden tekrar okumanı rica etsem anlayacağını sanıyorum. Yok anlatamadımsa , bir özür borcum kalıyor. Bunuda istediğin an kullanırım. Selamlar

dağa gelen hiçbir gerilla geri gideceğini hesaplamıyor, gemilerini yakmış, köprüleri uçurmuş." Bu cümleleri bugün Özgür Gündem sayfasında Şahin Cilo adlı PKK komutanın röpörtajından aldım. Ve sinirimden ne yapacağımı bilemedim. Madem dağa gelen gençler gemilerini yakmış, köprüleri uçurmuş o halde 10 binden fazla insan nasıl oluyorda bu yıkılan köprüden tekrar eski yaşamına geri dönüyor ya da örgütten ayrılıyor. Raslantısal olarak bunların hepsinin mi kanı bozuktu bu mücadeleyi yarıda bıraktılar. Röpörtaj baştan sona kadar bunun gibi lafazan ve şairane laflarla ilerleyip bittiyor. Benim sinirlendiğim bunların artık ishal olmuş ve ağzından çıkan ideolojik hamasetler değil, asıl beni öfkelendiren bu satırları hiç sorgulamadan hatta bununla ilhama gelen Kürd kitlesinin körlüğü beni bitiriyor. Bir örgüt çıkarı her oyuna ve saçmalığa başvurabilir normaldir ama kitlenin hiç sorgulamadan hatta hiç okumadan kabullenmesi her şeyin en kötüsüdür. Halk olarak tam bir ortaçağ dogmatizmini yaşıyoruz, tüm sözler artık ayet olmuş.

BEKAA VAHŞETİ (SON BÖLÜM) Salih Aras "Eğitimler bilimsel değildi, Öcalan'ın kendisini ilahlaştırma esası üzerinde veriliyordu. Bir kelime olsa bile Kürdistan Tarihi'nden bahsedilmedi. Koçkiri'den Şéh Sait hareketinden, Ağrı ve Dersim'den bahsetmek zaten 'suç'tu. Kürdistan Tarihi Öcalan'la başlamıştı. Öncesi yoktu. Bu günkü durum bunu kanıtlıyor; Ne Kürtlük var, ne Kürdistan, herşey A. Öcalan için!!!" Bekaa daha onlarca yıl konuşulacak ve yazılacak. Ben sadece sekiz ay kaldığım Bakaa'da gözlemlerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Orada yüzlerce Kürt devrimcisi 'ajan' diye katledildi. Ölenler mi ajandı, öltürtenler mi? Ajan diye katledilenlerin büyük çoğunluğu önce, Kemalistlikle suçlanırdı. Yani ajanlığın başlangıcı Kemalistlik olurdu. 1999 Şubat'ından beri Kemalistlik açıktan savunuluyor, neden buda ajanlığın başlangıcı olarak kabul edilmiyor? Gerçi başlangıç değil, oldukça gelişmiş, hatta 'zafer' kazanmış biçimi denilse hiçde abartı olmaz. Bekaa Kürtlere ne kazandırdı? Orası bizim toprağımız değildi. Belli bir amaç, geçici bir süre için gidilmişti. Belli hazırlıklar yapılacaktı. Bu da güçlü bir kadrolaşmaydı. Sonra geri dönülecekti. Peki yıllarca Bekaa'da'eğitimler' verildi (on yılı aşkın süre) binlerce gencin 'eğitim'lerden geçtiği düşünülürse, Kürdistan Devrimi için kaç kadro yetiştirildi? Bir tek örnek verebilirler mi? Bu günkü mevcut PKK'de, Bekaa'da yetişmiş tek bir kadro varmıdır? Kimdir? Yok!!! Türkiye ve Kürdistan'daki üniversitelerden (özellikle 1990'lı yılların başında) yüzlerce üniversiteli genç mücadeleye katıldı. Bunlar kimdi? Nerdeler? Tek birinin ismi bile yok! Bu kadar aydın gencin içinden bir tane kadro bile çıkmadı! Çıkamazdı çünkü yaşatılmıyorlardı! Bu kadro ve peşinede halk düşmanlığı nasıl izah edilecek? Birde ismi 'Akademi'dir. Yani yüksek düzeyde, bilimsel anlamda uzmanlık eğitimi veriliyor! Bu nasıl bir eğitimki, devrime değil, karşı-devrimin karanlık güçlerine elaman yetiştiriyor? JİTEM vb. karanlık örgütlerin önemli oranda elamanları Bekaa'da 'eğitim' görmüşlerden oluşmaktadır. Bunların sayıları yüzleri geçmektedir. Sayıları yirmibini bulan faili 'muçhul'lerde bunların ciddi rolü oldu. Acaba 'faali muçhulleri unutabiliriz' demenin nedeni bu olmasın? Bedran (Adem Yakın) Bekaa'da A. Öcalan'ın eğitiminden geçti, JİTEM saflarında kürtlere karşı ölüm makinesi oldu. Bedran'ı çok yakından tanıyorum. 1987'de Hamburg'dan, merkezi eğitime gönderilmişti. Bu eğitim devresi üç ay devam etti ve eğitimi (G. Fransa'da) ben veriyordum. Bedran o zaman yirmi yaşlarındaydı. Militanlaşmaya müsait biri değildi. Enerjik dinamik biriydi ama dengesizdi. Ulusal ve sosyal bilinçten yoksundu. Gelişme sağlayacak bir durumuda yoktu. İş olsun diye rastgele gönderilmiş. İki kez kaçmak istedi yakaladım, kendisiyle çok konuştum, özel ilgilendim. Konuşmalarıma karşı çıkmıyordu,ağlıyordu. Neden ağlıyorsun derdim. O da derdiki; 'heval her gün eğitim olmaz ki, hiç olmazsa hafta sonları diskoteye gidelim' çok uğraştım anlattım, biz Latin Amerika toplumu değiliz, belki bizden sonraki nesiller yapar, bizim kültürümüz buna musait değil diyerek hep birşeyler vermek istedim. Eğitim devresi sonunda Adem Yakın'da hiç bir gelişmenin olmadığını net olarak fark ettim. Elli dolayında arkadaş vardı. Hepsinin durumlarına ilişkin raporlar hazırladım, yetenek ve gelişim durumlarına göre önerilerimide ekledim. Adem Yakın hakkında çok özel düşünerek rapor hazırladım. Bu raporlar hem A. Öcalan'a gidiyordu ve hemde Avrupa merkezine. Hamburg'dan gelen diğer arkadaşlarla konuştum oradaki durumu hakkında bilgiler aldım. Hırsızlık yapıyormuş. Raporda öz olarak durumunu şöyle belirtmiştim; militanlaşmaya kesinlikle uygun biri değil kişisel zaafları oldukça fazla, silahlı mücadeleye hiç uygun değil, önerimide belirterek, Hamburg'a geri gönderilmesi ve sabit görevler verilmesini istemiştim. 1988'de ayrılmıştım. Adem Yakın'ın Bekaa'ya gönderildiğini duydum. Fazla zaman geçmemişti, Bekaa'dan ülkeye gönderiliyor ve 1990'ların başından beri JİTEM'in elinde bir ölüm makinesi oldu. 1980 öncesi düşünürsek, 1970'lerin ortasından, 1980, 12 Eylül faşist darbesinie kadar Kürdistanda yoğun bir kadrolaşma gelişti. Bunun önceside var, ama yoğunluk beş yıllık bir süreçtir. Bunun iki yılıda sıkı yönetimdir. Bu kadar kısa bir sürede Kürt örgütleri yüzlerce gelişkin kadro yetiştirdi. Sıkıyönetim ve 12 Eylül Cunta'sı ilk etapta kadroları hedef aldı. Devlet Kürt Halkı'nın çok kısa sürede devrim için aktifleşeceğini biliyordu, bu potansiyeli boşa çıkarmak için, kadrolara yöneldi. Kadroları korumayı ve yetkinleştirmeyi esas aldığını söyleyen, A. Öcalan ve yönetimi Kadroları koruyabildimi? Sadece 1982'nin ilk yarısında 25 beş dolayında kadro tasfiye edildi. Bir bölümü 1982 Haziran'ında İsrail'in Lübnan'a saldırısında, bir bölümüde Hezil çayında. Hezil çayında imha edilen grubun başında Şahin Kılavuz(Erzurum/ Karayazı) var. Şahin Kılavuz, PKK'de ilk defa Halk Savaşı ve gerilla üzerine araştırma yapıp düşüncelerini bir bröşürde toparlayan ileri düzeyde gelişkin bir kadrodur. A. Öcalan'la çelişki içindedir. Ş. Kılavuz Ankara'daki ilk kadrolardandır. Grubuyla ülkeye girdiklerinde, şehit olurlar. Cesetleri iki haftayı aşkın bir süre sonra Hezil çayında bulunur. A. Öcalan olayın KDP tarafından gerçekleştiğini söyledi. Bu bir iftiraydı. Sadece Güneyli ve Kuzeyli kürtleri birbirine düşürmek için yapıyordu. Olayın hangi karanlık güşler tarafından yapıldığı halende anlaşılmış değil! PKK'nin en az kadro kaybı verdiği dönem,1982 sonları 1983 başlarıdır. Bu dönem M. Karasungur'un etkili olduğu bir dönemdir. 1983 Mayıs'ında Karasungur'un bir komplo sonucu (Komployu hazırlayan A. Öcalan'ın kendisidir) şehit olmasıyla bu dönem çabuk biter. Bu kısa dönemde kadrolar Güney Kürdistan'dan, M. Karasungur'un yönetiminden hazırlanarak ülkeye giriş yaparlar. 15 Ağustos eylemlerinin ilk hazırlıklarıburada yapıldı. Dikkat edilrse 15 Ağustos eylemlerindede fazla kadro kaybı yok. Bu dönem ülke içinde bulunan silahlı grupların sorumluları tümüyle kendi insiyatifleriyle hareket ediyorlar. Etkili ve başarılı olmalarının nedeni budur. Buradaki iyi durumda 1984 sonları ve 1985 başlarında kurumlaşan Lolan yönetimiyle son bulur. Lolan yönetimi tam anlamıyla A.Öcalan'na bağlıdır. Artık burada da ikinci Bekaa başlar. Bu dönemden itibaren Lolan'da fiziki olarak işkenceler sonucu kadrolar imha edilir. Ülke'ye yönelik ise yanlış yönlendirmeler sonucu kadro kıyımı 1985' de zirveye çıkar.İşte 1986'da gerçekleşen PKK III. Kongre'sinde kadrolar yoktu. M. K ise isteyerek yada istemeyerek teslim olmuştu. İşte A. Öcalan'zafer kongresi' dediği III.Kongre'ye böyle ulaştı. Bekaa'da ne silahlı eğitim vardı, nede siyasi eğitim. Askeri eğitimi, Ülke pratiğinde gelmiş arkadaşların deneyim ve tecrübeleri dikkate alınmıyordu. A. Öcalan'ın çözümlemeleri esas alınıyordu. Savaş tecrübesi hiç olmayan A. Öcalan'ın silahlı mücadele konusunda doğru karar alması zaten mümkün değil. Bu herkes için geçerli. Eğitimler, arkadaşların gelişkinlik durumlarına göre verilmiyordu. A. Öcalan'ın değimiyle; 'burada herkes çıraktır' yani tek 'usta' kendisidir. Herkes çırak görüldüğü için verilen eğitimde çıraklara yönelikti. Yani yeni katılmış bir savaşçı adayıda, M. K üyesi hatta Parti kurucusu bir üyede aynı kategoridedir. Sözde bu da 'eşitlik' oluyordu. Bu yöntemle yapı ikiye bölünüyordu. Aydınlar ve Partililer 'Kemalist' oluyordu, yeni katılan köylü savaşçılar ise davanın sahibi oluyorlardı. Oluşturulan eğitim sisteminde, ne aydınlar köylülere yardımcı olabiliyordu, nede köylüler aydınlara. Adeta oluşturulan bu sünni yapı, birbirine düşman oldu. Detaylarıda var, saymakla ve yazmakla bitmez. Köylüler her aydına düşman gözüyle bakıyordu. Türkçeyi doğru konuşmak bile Kemalistlik sayılıyordu. Diğer yandan ise, Bekaa'nı resmi dili hep Türkçe oldu. Türkçe bilmeyen Güneyli Kürtlerede Türkçeyi öğrenmek için kurslar verildi. Sanki zorunluymuş gibi. Oysa eğitimler sınıflandırmaya tabi tutulmalıydı. En az üç kategoride verilmeliydi. Yeni katılanlar, gelişmekte olanlar ve gelişmişler biçiminde olmalıydı. Oradaki arkadaşlar ancak bu şekilde birbirlerine yardımcı olabilirlerdi. Herkes 'eşit'tir denildimi, kimse kimseyi kabul etmiyor. Farklı olan ve kabul edilmesi gereken tek biri var, gerisi yalan oluyordu. Eğitimler bilimsel değildi, Öcalan'ın kendisini ilahlaştırma esası üzerinde veriliyordu. Bir kelime olsa bile Kürdistan Tarihi'nden bahsedilmedi. Koçkiri'den Şéh Sait hareketinden, Ağrı ve Dersim'den bahsetmek zaten 'suç'tu. Kürdistan Tarihi Öcalan'la başlamıştı. Öncesi yoktu. Bu günkü durum bunu kanıtlıyor; Ne Kürtlük var, ne Kürdistan, herşey A. Öcalan için!!! Görevlendirmelerde rastgele yapılıyordu, ne fiziki durum, yaş, düşünsel gelişkinlik ve gönüllülük, hiç bir şey dikkate alınmıyordu. Bedran'ın durumunu örnek verdim. Bu kişinin ilk fırsatta kaçabileceği biliniyor ama gönderiliyor!!! Bu bilinerek yapılıyor, bir hata değil... Raime (Adıyaman-Neziha) Köln Kürdistan Komite'de çalışıyordu. Çalışmalarında da oldukça aktif biriydi kısa boylu ve de çok zayıftı, incecik kolları bebek gibi de parmakları vardı. Şimdi bu bayan arkdaş bu haliyle gerillanın zor olduğu, Maraş ve Adıyaman alanına gönderilirmi? Gerillanın en az taşıması gereken araç ve gereçlerin ağırlığı en az 15 Kg dır. Raime bunu taşıyacak güçde değil. Sadece bu mu? Değil!!! Daha bir kaç ay önce eşi şehit olmuş (Kazim) küçücük kızı Almanya'da o sıralar Bekaa'ya götürülüyor. (görüşüp görüşmediklerini bilmiyorum) Tüm bunlar düşünüldüğünde bayan arkadaşın gerillaya gönderilmesi ne demek oluyor? Hekes vicdanıyla düşünsün... Ve Raime çok kısa bir süre sonra şehit oldu. Bu yöntem çok yaygın kullanıldı. Çok sadistçe bir yöntemdir. Acıyı münkün olduğu kadar paylaştırmak gerekiyor. Aynı ailelere ve bölgelere yüklenmek doğru değil, bu tüketir, desem ne fayda zaten amacın kendisi tüm değerleri tüketmekti. M. Karasungur'a Güneyde kopmlo yapıldı, hemen peşine Haydar Karasungur savaşa sürüldü, Halbuki savaşın içinde olmuş olsaydı dahi çekilmesi daha doğru olurdu. M. Hayri Durmuş 1982 Diyarbakır Zindan'ında şehit oldu, Peşine Kardeşleri Hüseyin ve Yıldız (Jiyan) savaşa sürüldüler. İkiside şehit oldu. Bu örneklerden onlarca sayabilirim. Kardeşlerin ailelerin peş peşe tüketilmesi hiçde toplumda iyi etki bırakmıyor. Toplumun psikolojisini bozuyor. Evet bunun için ısrarla yapılıyordu. Müslüm abi (Dersim) 50 yaşlarındaydı. Yıllarca Dersim'de maliye memurlıuğu yapmış, 1980 sonrası Avrupa'ya geliyor ve bu alanda da Parti maliyesine bakıyordu. Herkesin saygı duyduğu saygı-değer bir yoldaştı, görevininde tam adamıydı. O'da Bekaa'da eğitime alındı, (1987-88) ve gerillaya gönderildi. Fazla sürmedi Müslim abimiz şehit oldu. Müslüm Abi'nin gerillada ne işi var? Bir kere 50 yaşında gerilla olunmaz!!! KDP ve YNK'ede elli yaş ve ellinin üzerinde de peşmerge var , ama bu peşmergeler yirmili yaşlarında (belki daha küçük yaşlarda) katılmışlar ve bir daha dağdan inmemişler yani onlar artık ilerlemiş yaşlarına rağmen fiziki olarak o yaşama alışmışlar. Gerillada ve askerlikde yaş ve fiziki güç çok önemlidir. Bana görte 5-10 yıl cezaevlerinde kalmış (istisnalar hariç) insanlarında gerillada işi olamaz. Devrimin çok farklı ve herkese göre, görev alanları vardır. Önemli olan iyi bir organizedir. Tabi doğru yapılmak istenirse... Dilan, Parti taraftarı bir ev kadınıydı. 1988 yazında Dersim Raporu'nu Şam'a götürmek için kurye olarak görevlendirildi. Taraftar düzeyinde bir aktiviteside yoktu. Bir kaç gün sonra geri dönmesi gerekiyordu. A. Öcalan geri göndermiyor, Bekaa'da Akademi 'eğitimine' alıyor!!! Ve bir kaç ya sonra Dilan İsviçre'ye sorumlu olarak gönderiliyor. O zaman bile İsviçre'de binlerce PKK taraftarı kitle vardı. Çok yönlü faaliyetlerinde yürütüldüğü bir alandı. Bir kaç aylık eğitimle, Dilan bu alandaki görevi yapacak kapasitede değildi. Yani görevlendirmelerde ölçü olmadığını belirtmek istiyorum. Kadın olmak Bekaa'da suçtu, bunu yeterince açamadım. Bunun çok farklı nedenleri vardı. Kürt kadını toplumsal gelişmenin dışına savrulmak istendi ve rolü engellendi. Bu durumu çok iyi açacak bayanlar var. Umarım açarlar. Kendilerinin yaşadıkları zorlukları ve nedenlerini en iyi yine kendileri açıklar... Bekaa için sınırlı gözlemlerimi ve yaşadıklarımı yazdım. Yazmakla ve anlatmakla Bekaa bitmez. Tarihin en büyük Özel Savaş oyunları orada hazırlandı, denendi ve Kürdistan'a taşırıldı, bu gün yaşanan süreç tam anlamıyla Bekaa'dır. Kürt kendine yabancı oldu, kendine düşman oldu, hiç bir düşmanın bize veremediği zararı kendimiz yapıyoruz, Bekaa bu işte!!!

BDP ne Kürt ve ne de Türkiye Partisi: İki arada bir derede... Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), dün (01. 02. 2010), genel kurulunu yaptı. “Görünen köy kılavuz istemez“ sözüne uygun bir gelişme oldu. BDP siyasetinde ve yapısında köklü değişikliği bir tarafa bırakalım, göze batar küçük değişiklikler de olmadı. Sadece Parti tüzüğünde yapılan değişiklikle, fiili olan eş-başkanlık hukukileştirildi. Selahattin Demirtaş ve Gülten Işınak eş-başkan oldu. Resmi tüzüğe geçip geçmediği daha açık olmamakla birlikte, yapılan açıklamaya göre “sivil itaatsizlik“ mücadele tarzı/biçimi olarak benimsendi. BDP'nin, DTP'nin doğrudan devamı ve mirasçısı olacağı belliydi. Çünkü genel kurul öncesi BDP'nin programı, tüzüğü, siyaseti, çalışma ve mücadele tarzı üzerine, farklılaşmayı gösteren ciddi bir tartışmanın olmadığı kamuoyunca bilinmekte. BDP, PKK ile bağlarını, Abdullah Öcalan'ı “muhatap“ göstererek bir daha tescil etti. BDP, Türkiyeliliğini ilan ederek, ne Kürt ve ne de Türkiyeli bir parti olamayacağını, iki arada bir derede bir parti olacağını bir kez daha ilan etmiş oldu. BDP'nin Türkiye Partisi olma anlayışının kaynağı... BDP. DTP, DEHAP ve HADEP'in devamı olan bir partidir. BDP, Türkiye Partisi olduğu gibi bir anlayışı, mirasçısı ve devamı olduğu partilerden devraldı. Doğrusunu konuşmak gerekiyorsa, Türkiye Partisi olma iddiası uzun bir yılan hikayesi, bu yılan hikayesi dışarıdan kulaklara üflenmekte. BDP de bu hikaye'yi hem dinliyor ve hem de devam ettiriyor. Türkiye Partisi olmak demek, Kürtlerin, Kürdistan'ın, etnik ve ulusal bir partisi olmamak demektir. Bir parti, “Kürt, Kürdistan, bölgesel, etnik ve ulusal bir parti değilim“ dediği zaman; o zaman Türkiye'de var olan tüm etnik ve ulusal toplulukların; Kürtlerin, Türklerin, Lazların, Çerkezlerin, Ermenilerin partisiyim, demek istiyor. Oysa bir parti Kürtlerin ve Kürdistan'ın partisi olduğu zaman, Türkiye geneliyle ilgili değil, Kürdistan'da var olan Kürtlerin, azınlıkların (Arap, Süryani, Ermeni ve diğer azınlıkların) partisi olmak gerekiyor. BDP ve seleflerin söylediği bu anlamda bir parti yapılanması değildir. Yine bilindiği gibi, Kürtler sadece Kürdistan'da yaşamıyorlar. Kürtlerin Kürdistan'daki nüfusu kadar bir bölümü Batı ve Türk bölgelerinden yaşamaktadırlar. Kürtler, Türk bölgelerine zorunlu göç ve ekonomik talepler nedeniyle yerleşmek durumunda kalmışlardır. Özellikle de, PKK'nın 1984 yılındaki silahlı hareketinden sonra, milyonlarca Kürt, Türk bölgelerine gidip yerleşmek zorunda kalmışlardır. İstatistiklere göre İstanbul şehri, Kürtlerin yaşadığı en büyük Kürt şehridir. BDP ve selefleri, Kürdistan'daki Kürtlerle, Türk ve Batı Bölgelerindeki Kürtlerin tümünün partisi olma anlam ve içeriğiyle de bir Türkiye Partisi olduğunu ileri sürmüyor. Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi, Kürtler dışında bütün Türklerin ve diğer etnik grupların partisi olma iddiasını ileri sürüyor. BDP ve selefleri, kamuoyu tarafından, PKK'nın devamı, PKK'nın legal plandaki partileri olarak tanınmaktalar. En iyimser yaklaşımla, BDP bir Kürt Partisi olarak görülmektedir. Bu yapısal özelliği nedeniyle BDP'nin, Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik grupların partisi olması olanağı yoktur. Bu Türkiye Partisi olma hikayesi, PKK lideri Öcalan'ın İmralı'ya gelmesinden (1998) sonra başlayan bir hikayedir. O nedenle, DEHAP, HADEP, DTP Türkiye Partisi olmayı becermediği gibi, BDP'nin de bunu becermesi, bir Türkiye Partisi olması olanaklı değildir. BDP'nin bir Türkiye Partisi olması doğal bir durum olamaz. BDP'nin tanınan özelliğinden dolayı Türklerin ve diğer Kürdistanlı olmayan azınlıkların BDP üye olması için de bir neden yoktur. Güney Kürdistan'da kitlesel olarak Kürtlerin Baas Partisi taraftarı olması, Kürtlerin Türkiye'de tümüyle Türk ve sistem partilerine üyesi olmaması; ya da Arapların Kürt partilerine üye olmaması gibi bir durumdan bahsediyoruz. BDP'nin Türkiyelilik amacına ulaşması olanaklı değildir... BDP'nin bu amaca varması için somut ve objektif herhangi bir zemin yoktur. Türklerin ve diğer etnik gruptan unsurların BDP üyesi olması için, yasal, sosyolojik, psikolojik, ulusal hiçbir neden ve zemin yoktur. BDP'nin Türkiye Partisi olması iddiası, Abdullah Öcalan'ın İmralı'ya gelişinden sonra geliştirdiği ideolojik konseptten öteye bir şey değildir. Öcalan, İmralı'ya geldikten sonra, Türklerin on yıllardır savunduğu “Demokratik Cumhuriyet“ tezini benimsedi. Bu teze göre, PKK ve eklentisi örgütlerin, Kürt ulusal ve etnik zemininden, Kürdistan'ın özgürlük, Kürt halkının bağımsızlık ve ülkesinde iktidar olması hedefinden uzaklaştırılması amaçlanıyordu. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Cumhuriyetin demokratikleşmesi esas stratejik hedef olarak belirlenirken, Türkiye Cumhuriyeti Devletin otoriter-faşizan sömürgeci paradigmasını, üniter, ulus-devlet yapısı korunuyor; Kürt ve Kürdistan sorunu, ikincil sıradan bir sorun olarak ele alınıyor. Kürtlerin, bağımsız devlet, otonomi ve federal olmayacağı mutlak anlamda savunuluyor. Bu tez sadece Kuzey Kürdistan ve Türkiye ile sınırlı ve geçerli düşünülmüyor, bütün Kürdistan parçaları için geçerli kılınıyor. Bu nedenle, Öcalan ve BDP üniter devlete karşı olmadığını olur-olmaz her yerde ve her zaman ifade ediyor. Türkiyeliliğin BDP boyutundaki esas nedeni ve zemini budur. Bunun yanında, Kürt ve Kürdistan davasını yüklenmemek, Kürt ve Kürdistan davasına sahip çıkmaktan korkmak da, Türkiyelilik tezine yol açmakta. Bunun yanında, Türkiye'deki takiyeci ve yalana dayalı siyaset kültürü ve siyaset yapma tarzı da buna zemin olmaktadır. Türkiyelilik anlayışı, Kürt yapılanmasında ne yazık ki tarihi genel bir anlayıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine dayalı olarak Kürtlerin yok olduğu, Kürtlerin Türk olduğu, Kürtlerin Türkleşmesi ve asimilasyoncu entegralist tarihi zeminine dayanmaktadır. Bu zemin, 1938'lerden sonra Kürtlerin özne olmaktan çıkması ve tarih dışına itilmeleriyle kendi kaderleri üzerinde Türklerin ve Türk Devleti'nin tayin edici olmasıyla başlayan bir süreçtir. Günümüzde de Abdullah Öcalan'ın ideolojik görüşleriyle yeni bir konsept kazanan, Kürtler arasında karışıklığa ve kaosa yol açan bir gelişme konseptidir. BDP'ye Türklerin ve diğer etnik gruptan kitlenin taraftar olması, üye olması olanaklı değildir. BDP öncesi partilerin tecrübeleri ve tarihleri de bu gerçeği bize anlatmaktadır. Sadece bazı solcu ve sosyalist aydınların devlete olan tepkilerinden ve Kürtler eliyle devleti dövmek amacıyla, çok küçük bir kesiminin de Kürt dostu demokratlar olmalarından dolayı BDP'ye üye olmaları söz konusudur. BDP'nin Türkiye Partisi olma isteğinin nedenleri... BDP'nin neden Türkiye Partisi olmak istediğini, ikinci soruya verdiğim cevapta bazı açılardan dile getirdim. Biraz daha bu nedenleri açar, madde-madde sıralamak istersem karşımıza şöyle bir tablo çıkar: 1- Abdullah Öcalan istediği için, BDP, bir Türkiye Partisi olmayacağını bile-bile Türkiye Partisi olmak istiyor. 2- BDP, kendince Türkleri ve devleti kandırmak, yanıltmak istiyor. Bu nedenle takiye sanatını kullandığını düşünüyor. 3- BDP, Kürtlerin bağımsızlığına, otonomisine, federal olmasına karşı olduğu için Türkiye Partisi olmak istiyor. 4- BDP, ne yapmak istediğini bilmediğinden, Türkiye Partisi olmak istiyor. 5- PKK ve Öcalan, derin devletle ortak hareket ediyor. Derin devlet de BDP'nin Kürt Partisi olmamasını, Türkiye Partisi olmasını kendisinden istiyor. O da uygulamaya geçiyor. 6- Türkiyelilik Kürtler için tarihi bir süreç, T.C Devleti'nin kuruluş felsefesine dayanmakta, Kürtlükten ve Kürdistan'dan uzaklaşmaya, entegrasyonu benimsemeye dayanmakta; Türkleşmeyi ve asimile olmayı bir tarzda benimsemeye evet demektedir. Bu nedenle BDP, Türkiye Partisi olmak istiyor. 7- BDP'nin Türkiye Partisi olmak istemesi, Türk Kemalist-Leninist paradigmanın egemenliğinin bir sonucudur. Kemalist-Leninist paradigmaya göre, ulusların ve halkların ayrı ve bağımsız örgütlenmesi Marksizm'e ve Leninizm'e aykırıdır. Bu nedenle, Kürtlerle Türklerin, elbette Türk emekçileriyle Kürt emekçilerinin ortak örgütlenmesi gerekir. Kürt sosyalistleri 1969 yılından sonra şiddetle bu paradigmaya ve düşünce sistemine karşı çıktılar. Kürtlerin değişik düşüncelerinden yurtseverlerinin, Kürt nasyonalistlerinin ve sosyalistlerinin de Kürt ve Kürdistan kimliğiyle bağımsız ve ayrı örgütleneceklerini benimsediler. Bu düşünceye uygun olarak da örgütlendiler. Abdullah Öcalan, daha 1975 yıllarında, bahsettiğimiz Kemalist-Leninist Türk tezine bağlılığını devam ettiriyordu. Kürt sosyalistlerinin mücadelesi ve etkinliği sonucunda, Türkiye derin devletinin Kürtleri bağımsızlıktan uzaklaştırma tuzağının bir gereği olarak ayrı olarak örgütlenme yolunu seçti. Öcalan halen de kendisini Türk sol geleneğine bağlı, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, Çayanist ve Deniz Gezmiş geleneğine bağlı, onun devam ettiricisi olarak görür. Bu nedenle de, bir solcu olarak Türk solcuları ile Kürt solcularının Çatı Partisi'ni kurmaları önermesine sahiptir. Öcalan yıllardır bu önertmeyi yapmaktadır. Ama bu önerme, Türkiye gerçeklikleriyle çatışma içinde olduğundan dolayı gerçekleşmemekte, sözden öteye geçmemektedir. BDP'nin bu yaklaşımına halkın ve aydınların tepkisi... PKK'ya yakın siyasetçilerin, BDP'nin ve öncellerinin yönetici elitinin, Türkiye Partisi yaklaşımına karşı çıkmaları söz konusu olamaz. Çünkü yönetici elit, Öcalan'ı tartışmasız lider ve onun düşüncelerini tartışılmaz, değişmez, ayet gibi kabul etmektedirler. BDP içindeki çıkarcı ve pragmatik kesim de, güncel siyasi ve ekonomik, kariyer ve mevki çıkarlarından dolayı bu teze karşı çıkar durumda değiller. BDP içinde, Kürtlerin bağımsızlığından ve iktidar olmasından yana olan bir kesim de, bu düşünceye taktik olarak karşı çıkmıyor, denklemin bozulmasını istemiyorlar ve şartların olgunlaşması hayaliyle yaşıyorlar. Bir kesim de, korku ve örgüt içi otoriter yapıdan dolayı bu teze karşı çıkacak durumda değildir. Kürtlerin, ulus olarak kendi kaderini kendisinin tayin etmesi için mücadele eden, Kürt halkının özgürlüğü ve Kürdistan'ın bağımsızlığından yana olan, bu bağımsızlığı birkaç değişik çözüm modelleri ve siyasi sistemler içinde çözme önerisi içinde olan Kürt siyasetçileri ve aydınları, Öcalan ve BDP'nin bu düşüncesine şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Bu siyasetçiler, aydınlar Kürt ve Kürdistan Parti yapısını savunmaktadırlar. Kürtleri ancak, Kürt ve Kürdistan kimlikli bir partinin temsil edebileceğini, dünyanın Kürt ve Kürdistan kimlikli partilerle sağlıklı ilişkiler kurabileceğini, yine Kürt ve Kürdistan partilerinin Kürt ulusunun çıkarlarını temsil edebileceğini, Kürtlerin bağımsız devlet, federasyonunu savunabileceklerini ileri sürmektedirler. AKP durumdan memnun mu? AKP, BDP'nin bir Türkiye Partisi olması gerektiğini her defasında açıklıyor. DTP'nin, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından önce bu düşüncesini dilendiriyordu. Ama, DTP'nin kapatılmasından sonra bu düşüncesine daha fazla vurgu yaptı. Ama AK Parti'nin “Türkiye Partisi“nden ne anladığı, bu partinin nasıl bir parti olacağı konusunda net görüşleri de söz konusu değil. AK Parti, “Türkiye Partisi“nden bahsederken, büyük bir ihtimalle ve düşüncesine göre, kendisine yakın, Türk sistem partilerine benzer bir partiden bahsettiği tartışmasızdır. BDP'nin Türkiye Partisi olması halinde PKK'nın etkisi azalır mı? Eğer BDP matematiksel olarak bölgesel, etnik, bir Kürt partisi yerine Türkiye Partisi olduğu zaman: Kürtler dışında Türklerin, diğer etnik gruptan bireylerin de partiye üye olacakları, BDP'nin değişik toplumsal menfaatleri, sınıfsal ve grup çıkarlarını temsil edeceği anlamına gelir. Bu durumda da, PKK'lı olmayanların ve hem de çoğunlukla PKK'lı olmayanların üye olabileceği anlamına gelir. Bu durumda da, doğal olarak PKK'nın BDP üzerinde etkisi azalır. Ya da sizin ifade ettiğiniz gibi, PKK bu matematiksel gelişmeden, partinin yeni demografik yapısından ve haritasından zarar göreceği tartışmasızdır. Ama yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi, BDP'nin selefleri nasıl ki Türkiye Partisi olmayı becermediler, ya da Türkiye Partisi olamadılar; BDP'nin de olması mümkün değildir. BDP'nin Türkiye Partisi olması olanaklı olmadığı gibi, BDP'nin Türkiye Partisi olmasını beceremeyeceği de tartışmasız. Sonuç olarak diyebilirim ki, BDP, dediği ya da denildiği gibi bir Türkiye Partisi değildir. Türkiye Partisi olmayı becermesi de olanaklı değildir. Diğer yandan, DTP'yi kapatan Anayasa Mahkemesi'nin saptadığı gibi PKK, ETA Partisi de değildir, BDP de Batasuna Partisi değildir. Çünkü ETA Partisi, Basklıların ulusal bağımsızlıkçı partisidir. PKK ise, Kürt ulusunun bağımsız devlet olmasına, Kürdistan'da federe ve otonom yönetim biçiminin olmasına karşıdır. Batasuna Partisi, Basklıların etnik ve ulusal partisidir. BDP ise, Kürtlerin etnik ve ulusal partisi olmadığını ileri sürüyor. Ayrıca BDP, ulusal ve etnik bir programa da sahip değil. Etnik siyasete karşı çıkıyor. Etnik siyaseti, meşru görmüyor, ırkçı ve bölücü kabul ediyor. Bu nedenle, BDP de, selefleri gibi iki arada bir derede olma konumunda, ne yaptığını bilmeyen, güdümle hareket eden, kendine özgü program ve proje sahibi olmayan, PKK'nın estirdiği rüzgara, Öcalan'ın verdiği emir ve direktiflere göre hareket etmektedir. Öcalan da direktifleri derin devletten aldığına göre, ya da derin devletle birlikte karar aldığına göre, durumun Kürtler açısından ne kadar trajik olduğu ortadadır. Amed, 02. 02. 2010 İbrahim GÜÇLÜ

“ Inat etme oku Xwend “ denilince aklima, Ögrencilik hayati geldi. Yillar önceydi. Üc Kurdistan´li arkadas bir evde kaliyoruz. Ayni semtdeki iki ayri evde de toplam alti Kurdistanli arkadasimiz vardi. Cok iyi günlerdi. Aksam ziyaretlerimiz hic eksik olmazdi. Ortaklasa yemek yapar,yemekmasasina sigmadigimiz icin de,cogu kez yer sofrasina oturup,beraber yerdik. bulasiklarida ortaklasa yikardik. Kürdistan uzerine konusmalar. yemek sonrasi,caylar icilirken baslardi. Ne zaman konusmalarimiz tartismaya dönüsünce, bir arkadas vardi, bana döner,“Inat etme, Milliyetciyim demekden vazgec,Yurtseverim de“. derdi. Bendeki inatda tam inatti. Burada Sayin Öcalan demekde inat ettigim gibi orada da inat ettmis, Kürt Milliyetcisiyim demekden taviz vermemisdim. Yanlis anlamayin, Yurtseverim demeye karsi oldugum icin degildi benim o inadim. Turklere, Türk soluna, ve onlari söylemlerineydi benim tepkim. Benim Sayin Öcalan deme inadim da ayni tepkidir. Sayin Öcalan´a küfür ve hakaret etmek Kürtlügüme, yani milliyetciligime ters. Neden anlamiyorsunuz?

Re: Gönderen: IP Kaydedildi) Tarih: 17 January, 2010 11:53 Hain öyle sihirli ve kullanana o kadar avantaj sunan bir kelimedir ki, hainlikle damgalananlar artık her şeyi haketmişlerdir. Magdelena'yı taşlayan kalabalık büyür, hainlerin karşısında bir festival kalabalığına dönüşür. Ortada günahkarları taş atmaktan alıkoyacak bir Hz. İsa da yoktur. Mikrofonu eline geçiren ajitatör hipnoz olmuş kalabalığı coşturur. "Dün alkışladığınızı bugün taşlayın... Dün alkışladığınızı bugün taşlayın...." Yatağınızdan uyandığınızda birden bire karşınıza dikilen hain sıfatı sizi önce irkiltir. Sonra hem ağır bir şok yaşarsınız ve hemde dingin bir gönül rahatlığı. Elinizde geriye dönüp bakmaktan ve sayıları hızla artan " Hain" leri saymaktan başka bir şey kalmamıştır. Ve çaresiz sizde o çokça eleştirdiğiniz kendi gerekçelerinize sarılırsınız. Kim yazmış, ne zaman yazmış hatırlamıyorum. Ama söz şöyleydi: "Eğer gerekçeler olmasaydı insanlar çatlardı." Gerçektende tabularımız, korkularımız ve gerekçelerimiz bizzat kendimizin yarattığı, zaman içinde bize hükmetmeye başlayan, esir alan ve giderek hem rahatlatan ama hemde eğer kalmışsa kendimize olan saygımızı da götüren çaresizliklerimizdir. Güçlü görünme dürtümüzü bu çaresizliğimizin gerekçeleriyle bir ifadeye kavuştururuz. Çaresizlikten üretip çıkardığımız bu güçlülüğümüz çürümeye başladığında, çıplaklığımızı örten giysilerimizin seçiminde gösterdiğimiz titizlikle, tersyüz ettiğimiz gerekçelerimiz hemen imdadımıza yetişir. Anlaşılan siyasette bu paradoks çok daha keskindir. Mesela en fazla övdüğünüzü bir diğerinden çok daha fazla ve çok daha öfkeli karalayabilirsiniz. Çünkü belkide farkına varmadan yaptığınız her övgüde, gelecekteki karalamayı beslemişsinizdir. Yalan söylediğini bile bile haber okuyan veya soru soran spikeri düşünün. Yalanını "ihanete" karşı söylediği için, yalanı kişiliğinde gönül rahatlığı ile sindirebilir. Yalanın yarattığı etkiyi çevresine gururlanarak anlatabilir. Ve üstelik o gece yatağında hiçbir şey olmamış gibi rahat uyuyabilir. Örneğin; İdama karşı evrensel duyguları kalemi ile en iyi yansıtan kişi, aynı zamanda en acımasız idam kararını veren kişiye dönüşebilir. Üstelik "Acımasızlık sahte duygulardan döllenir." sözüde kendisine aittir. İnanın en fazla bağıran seyyar satıcı, en çok çürüğü altta gizleyendir. Yani gece koynunuzda çırılçıplak yatan ve yüreğinden gözyaşı döken kadınla, uyanıp konuşmaya başladığında akıl almaz yalanları peşi sıra sıralayan aynı kadındır. Öfkelerin ve acıların gizli nedenleri vardır, sözü bu yüzden boşuna söylenmemiştir. Yani Fuat'ın öfkesi ve "hain" sözcüğünü bu kadar kolay kullanması bağlılığından değildir. O sobada yanan cenini unutamadığı için öfkelidir. Belki de haklıdır. Bir kızla kaçan doğulu gencin niye öldüğünü ve bir kızla kaçan kendi yakınının niye yaşadığını bu ruh halinden ötürü anlayamamaktadır. Zaten anlasa, bugün o doğulu gençte yaşıyor olurdu. Düşmanın eline geçmesin diye, yaralı arkadaşını kurşuna dizen adam, toplantı kürsülerinin en büyük ahlakçısıdır. Olayı her hatırladığında ahlakçılığı hastalık düzeyine vardırır. Bu kısır döngü böylece sürüp gider. Ama yaptıklarının boşlukta sallanıp duran ilmeği onu mezara kadar yalnız bırakmaz, o da ahlakçılığa tutunur. Vicdanını rahatlatmanın en iyi yolu ise, "hain" bulmaktır. Bulurda. İlginci onunda kendini inandırdığı gerekçeleri vardır. Kürtler için "haini bol halk" derler bence bu söz doğru değildir. Kürtlerin hainide en çok başka halklar kadardır. Ama Kürtler kadar hain üreten bir toplum yoktur derseniz, işte bu doğrudur. Çünkü ürettiğimiz hainleri saymaya kalkarsak sayıları neredeyse hain "olmayandan" daha fazladır. Dün Esat Oktayı vurduğu için ulusal kahraman ilan ettiğinizi bugün "ulusal hain" ilan ederseniz, Dün mahkemede İngilizlerin suratına tükürüp Mazlum Doğan direnişi sergiledi dediğinize, "İngiliz ajanı" derseniz, 15 Ağustos'un ve savaşın en fedakar komutanı diye adlandırdığınıza, "en düşkün hain "sıfatını yakıştırırsanız, Aydınınıza, siyasetçinize "hainler" sıfatını layık görürseniz; Tarihinizde kirlenmedik sayfa bırakmazsınız. Ve o tarihe de, geleceğe de, kafasını allak bullak ettiğiniz halkada yazık edersiniz!... Faysal DUNLAYICI [email protected]

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.