بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 8 February 2010

Sümürgeci Emperyalis ve fasit Türk devletine Kurd Kültürünü Peskes Ceken

Yilamz Erdogana yünelik tepkiler hakli olarak dalga dalga yayilmaya paslandi

Kurd Kültürünü Türklestirerek türklere pazarliyan ve böylece yüksek miktarda

para kazanmasina ragmen kurdce filim yapin cagrisina süzde sanatci kimligin arkasina siginarak kurd kimligine küfür edercesine tavur takinin kurd kultur saticisi yilaz Erdogan ve benzeri insanlar türk fasit irkina para kazanmak amaci ile yalakalik yapmalari genis kilelerin tepkisine neden oluyor

sanatci her zaman tarafsiz olmali.daha verimli olmasi,üretebilmesi icin,tarafsizlik sart.yilmaz erdogan hakkarili bir kürt olabilir.ama üretebilmesi icin tarafsiz kaliyorsa ,bu kadarda üstüne gitmemek gerekir.kaldiki yilmaz erdogan vizyontele ve tugba filimleriylen gerekliligi kadar mesaj vermistir.güldürüken düsündütmüstür.aclimi ancak müftüler,imamlar,hocalar yapar derkende, inceden inceye tiyo gecmesinide bilmistir.kaldiki isinden para kazanmasida abes degildir.mahsun kirmizigülde öyle.her ikisi kendilerine yilmaz güneyi örnek almistir.mahsunun boynundaki beyaz atkiylan,yilmazda biyiklariylan ben buyum demistir.yilmaz cocuguna berfin ismini koymustur.abisi mustafa ise davul turna esliginde anadoludaki günesi yakalamis artik birakmamistir.bunlar kiblelerini imrarli günesine dönmedikleri icin dönek ve hain ilan edilerek linc edilmek istenilmektedir.kaldiki sanatci olmanin bir diger sartida yalaka olmaktir.bakin sivan perverde tarafsiz bir sanatcidir.Avusturya konserinde ezan bile okumustur.niye peki.orasini bende bilmiyorum.ama sanatci tarafsiz olmalidir diyorum.

Merhaba, ister bir sanatçı ol, isterse başka bir şey, bir savaş veya bir direniş olduğun da ağzını kapatsan da, açsan da tarafsın. Gerçek bir sanatçı sadece sanat yapmak için değil, sanatı bir araç olarak kullanarak o toplumun aynası olur. Bu ğün eğer Kürdistan'da halkımız insan dışı muamelleye maruz kalıyorsa, mazlum halkımızın tarafı olmak ve onların acılarını, sorunlarını, sıkıntılarını dile getirmeyen hiç bir sanatçi gerçek anlamda sanatçı değildir. Picaso gibi bir dahiyi çok iyi bir örnek vererek hepinize iyi akşamlar diliyorum ...

Devrim Kılıç / 6 Şubat 2010 / Melbourne - Kürdistan Post Kürt sineması kavramının iyiden iyiye yerleştiği ve Kürt sinemasının niteliğinin ve ortak yönlerinin tartışıldığı bir ortamda BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Kürt kökenli sanatçılar Yılmaz Erdoğan ve Mahsun Kırmızıgül'e “Kürtçe filmler çekin“ çağrısı yaptı. BDP olağanüstü kongresinde gerçekleşen Demirtaş'ın çağrısını süphesiz ki Kürt açılımı olarak adlandırılan tartışmalardan bağımsız düşünemeyiz. Ortada şüphesiz ki politik bir yaklaşım vardır. Politikacıların politik yaklaşımda bulunmalarından da daha doğal birşey yoktur. Yılmaz Erdoğan'ın basın aracılığıyla Demirtaş'a verdiği yanıt etrafında yapılan tartışmalar Kürt sinemasını tekrar gündeme taşıdı. Yılmaz Erdoğan ve Mahsum Kırmızıgül'ün sanatçı kimlikleri bir yana Kürt kimlikleri de oldukça tartışmalıdır. Bu iki sanatçının Kürt olduklarından şüphem yok, benim bilmediğim ana dilimiz Kürtçeyi de en azından anlama ve konuşma bazında iyi bilirler. Erdoğan ve Kırmızıgül'ün Kürt kökenli olmalarına karşın siyasal anlamda bir Kürt kimliğine sahip oldukları söylenemez. Ve bu yoksunluk sanatlarına da yansımaktadır. Sorun buradadır. Tiyatrodan sinemaya geçen Erdoğan'ın yaptığı filmlerin niteliği ve kalitesi genelde tartışılmadı. Erdoğan'ın filmlerinin ünlü sinema eleştirmeni Andre Bazin'in ifadesiyle “Filmleştirilmiş tiyatro“ olmaktan öteye geçemediği söylemek yalnış olmaz. Filmlerinin diyalog ve espiri üzerine kurulması ve mizansenin tiyatro oyununu anımsatması da bundandır. Erdoğan henüz bir sinema filmi yapamamıştır yaptığı kameraya çekilmiş tiyatrodur ve espirilerle de filmini izletmektedir. Erdoğan'ın filmlerinde Kürtlük gizlenmiştir Ancak benim üzerinde durmak istediğim başka bir nokta. Örneğin Vizontele 1 ve 2'de kullanılan üstün tekniğe karşın olayların geçtiği zaman ve mekan düşünüldüğünde Kürtlük olgusunun bilinçli bir şekilde gizlendiğini görürüz. Gizliliğin başarısı açısından ortada bir başarı vardır ama böyle bir gizliliğe başvurmak hem Yılmaz Erdoğan'ın hayattaki duruşunu hem de sinema sanatına ihanetini gösterir. Kürt olmak için ve bir filmde Kürtler'e Kürt olarak yer vermek için politik olmak gerekmez kuşkusuz. Yılmaz Erdoğan bu durumu Selahattin Demirtaş'a cevaben söylediği “Kürtçe iş yaşmak artık normal birşey“ sözleriyle dile getirmişti. Ve bu sözlerle aslında “suçunu“ ve sanata ihanetini de itiraf etmiş oldu. Kürtçe iş yapmanın bu kadar normal olduğu bir ortamda (ki bu da göreceli bir belirlemedir, Kürtçe sanat yapmak henüz o kadar da normal ve yasal değildir) Yılmaz Erdoğan gibi “demokrat ve sol eğilimli“ Kürt kökenli bir sanatçı nasıl oldu da 1980 öncesinde Hakkari'de yaşayan Kürtleri filmlerinde yansıtmamayı becerdi. Bu nasıl bir sanatsal duyarlılıktır, bu nasıl bir sanat anlayışıdır ki hayatın içinden alınmış ve gerçeklere dayanan bir konu böyle çarpıtılabilmiştir. Hakkarili Kürtler yaşlısı ve genci, kadını ve erkeği nasıl olurda Erdoğan'ın hiçbir filminde Kürtçe konuşmaz. Ama örneğin Erdoğan Vizontele filmlerinde Hakkari'de o dönemdeki sol akımların etkisini ve çalışmalarını yansıtmaktadır. Ama nedense bu filmler boyunca bir tek Kürtçe kelime duyulmaz, bir Kürtçe diyaloga raslanmaz. Gerçi Vizontele ikinin başında otobüsün tozlu bir yolda ilerlediği sahnede içerde çocuklar Kürtçe bir klam söylerken duyulur ama hemen sonrasındaki sahnede kamera otobüsün içini gösterdiğinde nedense bu klam hemen Türkçe olarak devam eder. Burada bir eleştiri de sözkonusu olabilir tabi ama bunun filmin tamamı düşünüldüğünde çok cılız kaldığını ve işlevsizleştiğini söylemek durumundayım. Politikacı politika yapar, sanatçı sanat ahlakına sadık kalmalı BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Erdoğan ve Kırmızıgül'e yaptığı bu çağrının tek yalnışı böyle bir çağrının kongre ortamında yapılmış olmasıdır. Bu belki de Başbakan Tayyip Erdoğan'ın içinde Yılmaz Erdoğan'ın da bulunduğu bir grup sanatçıyla açılım toplantısı yapacağı bilgisinden sonra alelacele yapılmış bir çağrıdır ve bir nebze anlaşılabilir. Bu işin politik yönüdür. Politikacıların işi tabiki politika yapmaktır. Sanatçıların işi de sanat ürünleri ortaya çıkarmak ve sanat ahlakına sadık kalmaktır. Yılmaz Erdoğan “siyasetin sanatçılar üzerinde yapsınlar etsinler deme yetkisi yok“ derken elbette haklıdır ilke olarak. Ama dediğim gibi sanatçılarda sanat yaparken gerçeğe sadık kalarak, sosyal ve kültürel gerçekleri gizlemeyerek sanat yapmalıdırlar. Çünkü aksi sanata ihanettir, sanatçı kavramına ihanettir, aydın kavramına aykırıdır. Bahoz filminin neresi destansı Kürdistan-Post sitesinde Robin Welat'ın “Selahattin Demirtaş Kürtçe film için yalnış kapıyı çalıyor“ başlıklı bir yazısı yayınlandı. Welat yazısında Kürtçe filmlerin Kürt kimliğine sahip çıkan sanatçılarca yapılacağını belirtirken Erdoğan ve Kırmızıgül'un Kürtlüklerini inkar ettiğini hatırlatıyor. Kürtçe filmlerin ve Kürt sineması olgusunun Kürt kimliğine sahip çıkan yönetmenlerin emeğinin ürünleri oldukları tartışma götürmez bir gerçek. Ama Welat'ın Kazım Öz'ün “Bahoz“ filmiyle ilgili ifade ettiği noktalara katılmadığımı belirtmek istiyorum yeri gelmişken. Robin Welat Bahoz filminin “destansı“ bir film olduğunu belirtiyor. Ve politik yaklaşımlar sonucu Öz'e ve Bahoz filmine getirilen sınırlamaları ve engellemeleri haklı olarak eleştiriyor. Gerçekten de Kazım Öz'e karşı kendi çevresinden bir tepki olduğunu duymuştuk. Ama bu tepkinin sanatsal kaygılardan çok Welat'ın da ifade ettiği gibi “on saniyelik bir sevişme sahnesi“ nedeniyle oluştuğunu biliyoruz. Tabi bu görünen veya ifade edilen “bahane“. Esas tepkinin ve sınırlamaların kaba politik nedenlere dayandığını tahmin etmek zor değil. Bu durumun benim de onaylamadığım bir durum olduğunu belirtmeliyim. Ancak Robin Welat'dan Bahoz filminin neden “destansı“ bir film olduğunu bize anlatmasını da istiyorum. Bahoz filmini 3 kez izledim ve filmin sanatsal açıdan tam bir fiyasko olduğunu düşünüyorum. Gerek senaryosunda gerekse de öykü ve film kurgusunda boşluklar ve “acemilikler“ olduğu aşikar. Film üniversitelerde 1990'lardaki yurtsever gençliğin ruh halini vermekten oldukça uzak. Gereğinden fazla uzun olduğu için filmin kendini izlenmez kılması da cabası. Yönetmenlik açısından da çok zayıf, oyunculuk tiyatral olmaktan öteye geçemiyor. Film Kürtlük duygusundan yoksun Adı Bahoz (Fırtına) olan bu film de fırtına nerede inanın anlayamadım. Fırtınalı bir ortam yok, film hareketten yoksun, öykü kendi içinde ilerlerken yeteri kadar ivme kazanmıyor, güzel yerleştirilmiş espiriler olmasa filmin sonunu getirmek de zor. Özellikle Cemal'in bilinçlenmesini gösteren kitap okuma sahnesi sinematik olmaktan çok uzak. Bu sahne sinemanın ilk ortaya çıktığı yıllarda kabul edilebilirdi belki ama ikibinli yıllarda çok basit kaçıyor. Bahoz filminin en büyük eksikliği tabiki filmin çekimiyle ilgili değil, film Kürtlük duygusundan yoksun. Ben izlerken bir Kürt olarak heyecanlanamadım, Kürt ulusal mücadelesine dair hisslerim canlanmadı. Oysa Güneyli yönetmen Hıssen Hessen Ali'nin yönetiği “Nergis Bışkivin-Nergisler Açınca“ filmi Kürt ulusal duygusunun verilmesi açısından çarpıcıdır. Konu olarak Bahoz filmine çok yakın olan Nergisler Açınca filmi humanist yaklaşımıyla da dikkat çekiyor. Uzatmıyorum. Film eleştirisi yapılırken tabiki tarafsız yaklaşmak ve öncelikle filmin anlatmak istediği konuyu ne derece anlatabildiği üzerinde durmak gerek. Film eleştirisine kaba politik tarzda yaklaşmak hem filmi anlamamızı engeller hem de sanata, hayata ve siyasete hizmet etmez. Bu açıdan Yılmaz Erdoğan'ın filmleri de Mahsun Kırmızıgül'ün örneğin Güneşi Gördüm filmi de sosyal açıdan başarısız, gerçeklerden uzak ve korkak filmlerdir. Aslında bu konuda söylenecek çok söz var ama bu yazıda bu kadarı yeterli. Erdoğan ve Kırmızıgül'ün filmleri yönetmenlerin kişiliklerini yansıttığı gibi onların sakat sanat anlayışlarını ve hayata ve sanata cesurca yaklaşamadıklarını da gösterir. Kendi kimliğine sahip çıkamayan sanatçılardan da başka birşey beklenmez zaten. Bu nedenle onları “Kütürk“ gibi uydurma bir kavramla tanımladım. Yani Kürt olan ama Türk olarak yaşayan veya Kürt olan ama olmayan anlamında. İşin kötüsü Türkiye'de “Kütürk“ olan birçok sanatçı, politikacı ve sırdan insan var. [email protected]

Degerli kardesim zinar,niye sag elinle sol kulagini tutuyorsun.yazdiklarimi iyi okusaydin,aslinda ne demek istedigimi anlardin.bazen ters yazarakta dogrular söylenir bunuda bilesin. sevgili Alan mevzuyu cakti örnekliyerek tavrini koydu.hic kimse tarafsiz degil derken,yaniliyormu dersin.bana tirnaksiz diyorsun.olsun canin sagolsun. "sanatci tarafsiz olmali ama serefsiz olmamalidir"demen, aktardigin yaziylan celismiyormu?her bir gercegin yansimasi, yansitilmasi,bu ister bir siir,bir roman,bir resim,yada ifade edilebilecek her neyse,biz buna her sey diyelim, asla tarafsiz olamaz.bak bana kizginligindan olacak,yanlis bir baslik atarak, aktardigin yaziylan celiskiye düsüyorsun.olsun yinede öfken kürdistani. sayin kurdistan4all,yazilarini zevklen okuyorum.ilerliyen zamanlarda sanada sevgil kurdistan4all diyecegimede eminim.yilmaz erdoganin basina yansiyan acilimlan ilgili sözlerini alintilarken,sivanin avusturya konserinde ezan okumasinida not düstüm.aradaki farki yada ayrimi nasil ayirt edecegiz dersin? her bir durusun bir sekilde kendini ifadesi,ayni zamanda onun silueti degilmidir.beyaz atki,biyik, davuz zurna derken,vakitte epeyece gec oldu.elime yeni gecen Sarhoş Atlar Zamanı filimini seyretmeye gitmeden,filimlen ilgili detaylar aktarip saygilarimi sunuyorum Sarhoş Atlar Zamanı, (Farsça: زمانی برای مستی اسب‌ها; ZamānÄ« barāyé mastÄ« asbhā, Kürtçe:Demek jibo hespên serxweş). Bahman Ghobadi'nin 2000 yılında yönetmenliğini yaptığı Kürtçe / Persçe bir film. Cannes Film Festivalinde Altın kamera ödülü (Caméra d'Or award) aldı. Bahman Ghobadi'nin ilk uzun metrajlı filmidir. Mekan olarak İran yakınlarında Ghobadi'nin de köyü olan Kürt köyü Bane seçilmiştir. Olay ve kişiler gerçeklere dayanır. Filmin ismi soğuğa dayanmaları için atlara verilen viskilerden gelmektedir. Konusu İran, Irak, Türkiye sınırında yaşan Kürt bir ailenin dramı anlatılır. Anne ve babasının ölümünden sonra Ayoup, engelli ağabeyi Madi'nin tedavisi için katır sırtında İran'a yük taşımaya başlar. Bu sırada ablası kardeşi Madi ile ilgilenmektedir. Çetin kış şartlarında İran - Irak sınırında çeşitli işler yapar. Birgün soğuktan donmamaları için yük taşımacılığında kullanılan atlara viski içirdiklerini görür. Fakat yük taşıyan insanlar soğuktan çalışamamaktadırlar. Ardından Ayoup daha fazla para kazanabilmek adına kardeşi Emine ile birlikte kaçakçılığa başlarlar. Savaşın enkazları, halkın yoksulluğu sahne sahne gözler önüne serilir. Savaşın izlerinde, yaşanan gerçek bir hikayedir. Filmde atlara gösterilen özen, insanlara gösterilmez. Madi'nin tedavisi için para kazanamayan Ayoup'un ablası, kendinden yaşça büyük bir Iraklı ile Madi'nin tedavisi karşılığında evlenmeyi kabul eder. İran sınırından Irak sınırına at üstünde Madi ile birlikte gider. Fakat Irak'ta Ayoup'un eline bir katır tutuşturularak Madi ile birlikte İran'a gönderilir. Filmin Özellikleri Filmin konusu ve kişileri gerçektir ve hiçbiri profesyonel değildir. Filmde konuşmalar çok az yer tutmaktadır. Genelinde görselliğin ön plana çıkmasının yanısıra belgesel üslubuna sahiptir. Bahman Ghobi bu filmden sonra çocukların, karın yağmasıyla birlikte kapanan yollarda tekrar katır taşımacılığına başlayacaklarını söyler. Engelli Madi ise gerçek hayatta tedavi için hala para bulamamıştır. Karakterler Ayoub Ahmadi Rojin Younessi Amaneh Ekhtiar-dini Madi Ekhtiar-dini Kolsolum Ekhtiar-dini Karim Ekhtiar-dini Rahman Salehi Osman Karimi Nezhad Ekhtiar-dini Ödüller Altın Kamera Ödülü (Caméra d 'Or), Cannes Film Festivali Fransa, 2000. Jüri özel ödülü (Silver Hugo) Uluslararası Chicago Film Festivali, ABD, 2000. En iyi uzun metrajl film ödülü, Edinburgh Film festivali, İskoçya, 2000. En iyi uzun metrajlı film ödülü, Santa Fe film festivali, ABD, 2000. Büyük jüri ödülü, Uluslararası São Paulo Film Festivali Brezilya, 2000. En iyi uzun metrajlı film ödülü, Uluslararası Banff Film Festivali Kanada, 2000. Jüri özel ödülü, Uluslararası Gijon Film Festivali İspanya, 2000. En iyi uzun metrajlı film ödülü, Çocuk Filmleri Festivali (İran) İsfahan, İran, 2000

ben yilmaz günyin tirnagi olmaz dedigimde seni kast etmedim Sümürgeci Devletin kendi kültürlerini inkar edenlere sunmus oldugu olanaklar ogruna kendi kültürlerinle filim yapin diyen Hitler dahi olsa desteklenmelidir bu cagrinin imralidan ve ya baska yerden gelmis olmasi sonucu degistirmez neyin tarafsizligi? sümürgeci güclerin dili ile sanat yapmak tarafsizlik mi oluyor ancak her iki dil ile filim yaparsa o zaman tarafsiz oluna bilinir sinamayi yakindan takip etmis olabilirsin bu ayri bir konu bunlari yilmaz güney ile ve ya o yoldalar gibi sunmak emege ne kadar saygili olundugu bilinmez bu gün Sümürgeci Ulke tarafindan ayaklar altina alinmis bir dili ve kültüre sahip cikma günüdür onun yerde sürüklendigini güren bir sanatci onu ezerek geciyorsa ve bunu tarafsizlik olarak sunuyorsa güzümüzün icine bakarak yalislari soyluyor demektir sonuc olarak senin kisiligine yünelik bir kusurum olmus ise üzür dilerim E

sanatçi tarafsiz olmalidir gibi absurd bir belirleme konusunda belirleme yapmak dogru olurmu bilmem ama ben o konuya girmiyecem,, yanliz su cumle cok dikkatimi çekti [b][i][color=#FF0000]Avusturya konserinde ezan bile okumustur.niye peki.orasini bende bilmiyorum.ama sanatci tarafsiz olmalidir diyorum.[/color][/i][/b] simdi bu nasil tarafsizliktir anlamadim gitti.. dini kurumlarin artik hic bir sekilde fonksiyonel olarak siyasal ve toplumsal sorunlara mudahale (siz buna her ise burnunu sokmamasi olara okuyun, dusunebiliyormusunuz? dini kurumlarin hayatimiza yon verdiklerini ve kapali perdeler arkasinda insanligin basina neler getirdiklerin biliyormusunuz?) etmemesi gerektigi ve yaptirim uyguladigi bir atmosferde (avrupa genelinde olarak anlayin) kalkip ezan okumanin TARAFSIZLIGIMI olurmus? kaantime gore; bazi insanlar ne dediklerini ve neye hizmet ettiklerini kendileride bilmiyorlar.. benimkisi bir kanaat, bir alinti ile noktaliyeyim: [i][b]{Dusunduklerimizi, anladiklarimizi nereden geldigimizi, ve bundan sonra ne yapacagimizi, daha derin arastirdikca.. bize ne kadar yalan soylendigini goreceksiniz.. dunyadaki her kurum tarafindan kandirildik, bir dakika durun ve dini kurumlarin bu dunya uzerinde neden islerine karisilmayan tek kurum oldugunu dusunun... dini kurumlar dunyadaki pisligin merkezidir! dini kurumlarin hepsi,devletinizi ve hukumetinizi kuran... size bu yozlasmis egitim sistemini getiren... ve uluslararasi banka kartellerini kuran bir avuç insan tarafindan olusturuldu.. Çunku siz ve aileniz efendilerinizin umurunda degilsiniz..! onlarin umursadigi teksey, (her zaman oldugu gibi) sadece bu koca dunyaya HUKMETMEK! Bizler gerçeklerden uzaklastirilip evrendeki ilahi bir gucun varligina, TANRI denen adama inandirildik .. Tanri'nin ne oldugunu bilmiyorum ama, ne olmadigini biliyorum. Kendinizi gerçegi gormek icin hazirlayip, sonu nereye varirsa varsin.. ucu kime dokunursa dokunsun.. gerçekten madalyonun oteki yuzune bakmak isterseniz.. yolun bir yerinde ilahi adalete kafa tuttugunuzu farkedersiniz. Kendinizi ne kadar çok egitirseniz, çevrenizdeki olaylari okadar kavrarsiniz.. Hersey daha açik gozukur ve etrafinizdaki yalanlari gormeye baslarsiniz. Gerçegi bilmeniz gerekiyor, gerçegi aramaniz gerekiyor! Gerçek sizi OZGUR kilacak... Gerçegi otorite olarak kabul etmek yerine, otoriteyi gerçek(olarak) kabul edenler için bu çok zor olmali!}[/b][/i] *G. Massey (Misir Bilimci) sanatçi tarafsiz olamaliymis!

Merhaba, madem gerçeklikten bahsediyoruz halkımızın %90'ı dindar ve Müslüman'dır. Bu gerçeği de görüp kabul etmek gerekmiyor mu? Bence G. Massey özünde doğru bir belirleme yapmış ama bu alıntıyı foruma aktarman Kürd Müslüman ve dindarları acısından pek iyi olduğunu sanmıyorum, çünkü bizim esas olarak din ve Allah ile bir sorunumuz yoktur. Yani daha açık söylersek bu tür alıntıları foruma asmadan önce dindar insanlarımızın hassasiyetini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ayrıca Şivan Perver yaptığı her müziğin de Kürdlerin acılarını, sorunlarını ve sıkıntılarını dile getirmiş ve bu nedenle sürgünde yaşamak zorunda kalmış bir sanatçımızdır. Politik duruşu hoşumuza gitmese de o üsütüne düşen görevi bence yeterlice yapmıştır. Ben şahsen onun politik düşüncelerini değil de Yılmaz Güney gibi sanat eserlerine bakar ve onu o çerçevede değerlendiririm. Şivan Perver'in ezan okuduğuda sanırım doğru değil. Buyrun aşağıdaki linkte onunla yapılan röportajı okuyunuz. Kardeşime iyi akşamlar diliyorum ... http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=15009&yaz=G%FCn%3Cbr%20/%3Ecel

gerçlerin % si olmaz. Bir gerçek yuzde ile olçulmez.. alintida anlatilmak istendigi gibi, gerçegi ararken ucu kime neye dokunursa dokunsun amac madalyonun oteki yuzunu gormekse tek basina dahi olsan olumune de sebep olsa dile getirmek insanin kendine duydugu saygidandir. yanlis anlama falan gibi ici bos kivirtma yalanlarla seni oyalamadan sunu soyliyeyim bende senin gibi bir Kurdum ve Kurdlugum basimin belasi.. oyle bir bas belasi ki; dusunen cevresindeki olup bitenlere (icinde yasadigi zaman dilimi ve kosullari itibari ile) anlam verirken yureginin derinliklerinde sizlayan KIMLIKSIZLIK VE OZGUR BIR VATAN hasreti sancilari onplana cikiyor ve tabiiki cikmak zorunda.. A-teistlerin (sanirim bilmen lazim) temel noktalarindan biridir: SIMDI.. simdi ile yuzlesirken KURD OLUSUM VE VATANIMIN ISGALI VE KIMLIGIMIN INKARI hic kuskun olmasin dunyaya bakis acimi etkiliyor etkileyecektirde.. Kurd Ulusunun karekterinde doga ile barisik bir yan olduguna inananlardim. bu cevher bana gore her insanda var ama aidiatim olan Kurdlugum simdi ile yuzlesirken beni simdiki sorunum olan kimliksizlik ve vatansizlik sorunlarimla ugrastiriyor ve cozme konusunda dusunmeye itiyor..ama ayni zamanda bir insan olarak toplumsal sorunlarim ve etik sorunlarim ve belki de henuz gormedigim yasamadigim sorunlariminda bilincinde olan bir insan olmaya calisiyorum.. Bu baglamda ucu kime nerey dokunursa dokunsun amac gercekleri ogrenmek ve yasamaksa bu simdi olmalidir.. cunku ben simdi yasiyorum..simdi belirleyici olandir. Ve simdi ye hakkini verirken sozlerden sakinmak cekinmek bilmem yuzdelerle susturmak hicte saglikli bir oneri olmasa gerek diye dusunuyorum.. Gercek sensin..senin gercegi algilaman maddi olmak zorundadir madde de gercektir.. gerisi laf-u-guzaf.. En içten saygi ve sevgilerimle. Kardesin

Keke Merhaba, bizim ülkemizin her yönüyle işgal ve ilhak olduğunu, Kürdlerin her türlü baskıya maruz kaldığını ve bizim bir ÖZGÜRLÜK sorunumuz olduğunu sanırım sen de kabul ediyorsun. Eğer bu özğürlüğün içinde din ve inanç, kılık ve kıyafet ÖZĞÜRLÜĞÜ yoksa ben ne yapayım o özğürlüğü? Kim neye inanıyorsa inansın, bir insan inancında neden sonsuz özgür olmasın ki? Zaten biz kalkıp Kürdistan'daki %90 Müslüman olan bir toplumu ateist yapana kadar, sanırım Kürdistan'da Kürd kalmaz. Dostuma diyeceğim o ki, kim Kürdistan'da hangi aidatı taşıyorsa taşısın, özel yaşamını nasıl yaşıyorsa yaşasın, kılık kıyafetini nasıl giyiyorsa giysin tamamen özğür olmalıdır ama düşmana karşıda ülkesinin özğürlüğü ve bağımsızlığınıda savunmalıdır. Esas olan inandığımız bir şeyi başklarına empoze etmeye kalkmamaktır. Ben senin gibi yaşamak, düşünmek ve inanmak zorunda değilim. Ama biz işgale ve ilhake karşı duralım, ekonomik, siyasi ve kültürel bağimsız olalım derken ülke içerisindeki bütün din ve inançlara karşıda toleranslı, saygılı olmak zorundayız. Aksi taktirde kaybederiz. Selam ve sevgilerimle

[b]Milliyetçilik[/b] veya Ulusçuluk, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür. [b]Milliyetçilik,[/b] ulus idealine bağlılığın, evrensel ilkelere bağlılık gibi ya da bireyin hak ve özgürlükleri gibi evrensel zenginliğin artmasına katkıda bulunan sosyal soyut yapılardandır. (Wikipedia) Keke bir [b]ULUS[/b] dincisi, ateisti, büyüğü, küçüğü, siyahı, beyazı, liberalı, hırsızı, katili, demokratı ile olur. Yukarıda biz eğer tüm bunları özğürlük ve bağımsızlık için seferber etmezsek kaybederiz dedim, çünkü bu sorun sadece ateistlerin sorunu falan değil hepimizindir. Bu nedenle hepimizin ORTAK yönü KÜRD olduğumuz ve dolayısıla ezildiğimizdir. Biz ne diyoruz? Bağimsız, birleşik ve demoktatik Kürdistan. Buradaki "demokratik" sözcüğünün anlamı işte çoğulculuk, pluralizm, tolerans demektir. Yoksa biz ne sadece Müslümanların, ne Hırıstiyan ne de Alevi ve Ezdilerin Kürdistan'ı için mücadele ediyoruz. Biz hepsini kapsayan, yani Kürdistan'daki bütün din, dil ve inançların, her politik düşüncenin özğürlüğü ve bağımsılığı için mücadele ediyoruz. Sen var ateist ol, ben dindar, başkası agnostiker, kimi sosyalıst, kimi komünist, kimi de milliyetçı, yeşılci veya faşist ama hepimizin ORTAK yönü Kürd olması ve KÜRD oldukarı için ezilmeleridir. İşte ULUSAL kurtuluş mücadelesi ancak bunların hepsiyle verilir ki güç toplayasın ve kazanasın. Ülke bağımsızlaştıktan sonra demokratik ortamda herkes artık ne düşünüyorsa, neye inanıyorsa birbirlerini rencide etmeden tartışır durur. Ah o günleri de görecek miyiz? Selam ederim ...

geç oldu ama birkac kelime ile ve bir aktarma ile dialogun kopmamasi ve devami dilegi ile sonlayacagim.. Benim icin tartismak insanin kendisi ve cevresinde olup biteni algilama ve yorumlamanin disinda bir sey degildir. Tartisirken dilegim her zaman gercekleri olgudu gibi ne ise oyle aynen kendin gibi algilamak ve algilarini baskasiyla paylasmak esastir.. tabiiki birbirimizden farkli cikis noktalari ile gorusler yorumlar dinleyecegiz ve bundan sonuclar cikarmaya calisacagiz. biz zamanin belli bir kesiminde Kurler olarak varolmusuz ve oyle adlandiriliyoruz. doga ustu bir ozelligimiz yok. dunyada insanligin kulturune butun diger uluslar gibi katkimiz etkimiz etkilenmemis dogal olarak olmustur ve dahada nihai hedef olan insanligin kurtulusuna kadarda devam edecektir. Kurd ulusunun unsurlari olarak daha tartismamiz gereken cok sey var. icinde toplumsal felsefik mucadeleyi barindirmayan uluslar veya barindiramayacak duruma (dis etkenler) dusurulen (Kurdler ornegi gibi) icinde yasamak zorunda birakildiklari sistemi anlamayacaklari gibi, ulusal haklarininda neden ellerinden alindiginida bilemez.. Dusune biliyormusun? A ve D adli sirketin yaptigi anketin sonuclarini nasil degerlendirecegiz? Kurdlerin bilmem yuzde kaci birakin bagimsiz bir devlete sahip olmayi, ozerk bir otonomiyi dahi gereksiz buluyor! Nedenmi? Ozgur dusunen birey yoksunlugundan.. Kisi putlugu tanri, din, var olani oldugu gibi degilde, soylendigi gibi kabullenme basiretsizliginden? yoksa siyasal onderleri olduklari unsurlarin icinde olduklari konummu? Simdi bunlari tartisirken elbetteki bilimsel yontem esas alinmalidir.. bilimsel yontemde, efendim kurdlerin bilmen yuzde kaci budistir diye bir gercekligi dile getirmemek ulusal kurtulus mucadelesi perspektifine asil ters olandir.. yoksa tersi degil.. Kurdistan Ulusal Kurtulus Mucadelesinin basari sansi Kurdistan sorununa bilimsel ve ahlaki (etik) cozum olan Kendi Kaderini Tayin Hakki ilkesini hayata gecirebilecek bir bilincin yaratilmasi ile mumkundur.. Bu da sunu tartisabiliriz veya sunu tartisamayiz kistasiyla hayata uygulanabilecek bire yontemle olmaz diye dusunuyorum.. cunki benim felsefemde de (asagidaki akarmadanda gorecegin gibi) artik ben kendimin ogretmeniyim.. benimim felsefemde ben kendi liderimim ben kedi kurtaricimim.. kendini ve dogani bilmek istiyorsan once anlamalisin diye dusunenlerdenim.. hep sevgi ile kal.. Kardesin. [color=#0033CC][size=large]"butun bu tartismalarda ve konusmalarda yapmaya çalistigimiz, beyinlerde radikal bir degisim sagliyamazsak ne olacagini gormektir.. her seyi oldugu gibi kabul etmemek için.. fakat onlari anlamak icin, içinde olmak için, incelemek için, butun kalbinizi ve aklinizi, sahip oldugunuz herseyinizi, kesfetmeye verini. Farkli yasamanin bir yolu. Fakat sadece size bagli ve asla bir baskasina degil.. Çunku burada ogretmen yok, orenci yok, lider yok, yol gosterici yok, efendi yok, kurtarici yok. Kendiniz için ogretmensiniz ve ogrencisiniz, efendi, yol gosterici lider sizsiniz, siz herseysiniz! ve anlamak degisimdir." [/size][/color] Jiddu Krishnamurti

Merhaba, eğer beni bu forumlar da takip ettiysen Krişnamurti'nin "Özğürlük nedir?" kitabından bazı aktarmalar ben buraya aktardım. Krişnamurti'nin özğürlük anlayışi biaraz muğlakta olsa yazıları okumaya elbette değer. Ben kendim "yaşam felsefemi" yazmaya çalıştığım "Letya-14" bölümün de az ve öz olarak aktarıyorum. Bu yazım ve düşüncelerim senin yukarıda Krişnamurti'den aktardığın paragraf ile hiçte çelişmiyor. Fakat "gerçek nedir?" belki onu tartışmak lazım. Örneğin sana göre Allah'ı yaratan (Marx'a da göre) insandır. Eğer öyleyse o zaman uzayın, evrenin ve ötesinin nasıl oluştuğunu bilimsel açıklamamız gerek miyor mu? Ben örneğin Allah'ın sıfırdan ve yoktan var olduğuna, onunda bir yartıcısı olduğuna inanıyorum fakat, böyle düşündüğümüz de ancak Allah'ın simavi dinlerin de ki gibi bir insanmış gibi ele alırsa böyle düşünebiliriz. Oysa bana göre Allah öernegin bir insan olmaktan çok o big-bangi yaratan enerjidir. Şimdi bilim de geçerli olan ispat veya delilierdir. Eğer bir tez ileri sürüyorsan o tezi ispatlayacak verilerin de olması lazım. Ama Allah üzerine yapılan çoğu tartışmalar ise ispattan daha çok duygusal, yani subjektiftir. Bu nedenle kimin neye inandığı artık belirleyici olmuyor. Burada önemli olan elle tutulur, gözle görülür, yani objektif, ispatı olan olgular üzerin de durmak ve onları irdelemek daha doğrudur. Kimimiz öldükten sonra Cennet veya Cehenneme inanabiliriz ama bugüne kadar ölüp Cennet ve Cehennemi görüp geri gelmediklerinden ancak inanabiliriz. İnanç ismi üzerin de duygusaldir. Ispatlanmiyan, delili olmayan yinede mutlak görülen kesinlik kazanma, ikna etme bicimine denilir. Kim neye inaniyorsa inansin, birey inancinda tamamiylen özgür olmalidir, fakat hiç bir zaman kendi inancini digerlerine empoze etmeye kalkmamali, yani misyonerlik falan yapmamalidir! Din özgür insanin kisisel tercihidir, onun icin politikadan, devletten ayrilmalidir, ona alet edilmemeli, insanin duygulari sömürülmemelidir. Bu nedenle bizim din sorunumuz değil, MILLI, yani DEVLET ve TOPRAK sorunumuz, dahası ÖZĞÜRLÜK sorunumuz vardır. Ayrıca ben [url=http://alanlezan.net]alanlezan.net[/url] sitemde Zeitgeist Hareketi'nin bilinçli linkini veriyorum ve onları destekliyorum. Dünya da sömürgeciliğe ve despotizme son verilmeden dünyanın bir Cennet olacağında bahsetmek bana şimdilik pek inandırıcı gelmiyor. Birde bu konularda anarşistler hiçte başka düşünmüyorlardı. İnsanların Zeitgeistçiler gibi düşünmesi ve yaşaması daha yüzyılları alacaktır. Bu yüzyılda dünya Cennet olmaz ama Kürdler özğür ve bağımsız olabilirler. Dünyanın Cennet olacağını düşünmek bence bir inançtır ama Kürdistan'ı özğürleştirmek ve bağımsızlaştırmak ise daha çok reel politika, dahası subjekt değil, gözle görülür, elle tutulur objektir. [i]Benim kişisel yaşam felsefem aşağıdaki yazıda okuyabilirsin:[/i] Letya, çocukluğundan bugüne kadar hep arayış içinde oldu. Dünyayı değiştirmek için, uzun süre Marxizm ve din ideolojisinin zehirini içti. Zenginlik, içki, kumar, erkek, “kirli yaşam“, geçmişteki dinsel ve daha sonra inandığı Marxist ideolojisine aykırıydı. Bütün saygı duyulacak güzel öğretiler, ne kadar haklı olsa da, onun iyi ve kötü dedikleri şeyler, yaşanmadan hiçbir şey ifade edecek durumda değildi, ruhunu dizginleyemezdi. Dünyada hiçbir öğreti insanın asıl tecrübesi önüne geçemiyordu. İnsan hayatta tecrübe edinerek ancak o hayatı yaşayarak ya da ondan vezgeçerek, ya da devam kararı alarak, onu tadarak, onun iyilik ve kötülüğünü teraziye koyup dartarak kişinin özgür iradesinin olgunlaşmasınını sağlıyordu. Çoğu nasihat, dogma, töre ve adetlerin, öğretilerin sözleri zamanla değerini kaybettiği aslında boş laflar olduğu bilinen bir gerçekti. İnsan doğumdan ya iyiydi, ya da kötü, çünkü doğa, dengesini daha çok iyilik üzerine değil, kötülük ve vahşet üzerine kurmuştu. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok eder. Ama bu vahşette bir masumiyet vardı. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yaparlar. Doğa, onlara böyle yapmalarını emreder. İnsanlıkta böyledir. Bu nedenle insan yaşamın da, efsanelerdeki gibi hep iyiler ve kötüler arasın da bir savaş yaşanmaktadır ve sonuçta iyiler hep kazanırdı. Letya, bu tespitine rağmen bazı öğretilere saygı duymakla beraber, onun öncesi ve sonrasının olmadığını düşünüyordu.Yaşam “şimdiki zaman“dı. Dünyadaki her varlık kendi “şimdiki zaman“ın da huzura, ruh dinginliğine sahip çıkması, sureç içinde kölesi olduğu öğretinin aşılması ile özgürleşebilirdi. Öğretilerden yararlanarak, yaşayarak kendi “benliğini“ ancak ondan sonra, bu tecrübelerle bulabilirdi. Tercübe insanın kendisinin yine yararlandığı en özel yaşam kütüphanesiydi ve her insanın, her bireyin sosyalizasyonu, hayat hikayesi, tecrübesi başkaydı. Letya, kötülüğün, iyiliğin, güzelin, çirkinin, küçüğün, büyüğün, kalının, incenin, siyah ve beyazın gerekli olduğuna inandığı gibi, dünyada var olan herşeyin değiştiği ve değişmeyen tek şeyin değişimin olduğu gerçeğinin de bilincindeydi. Doğal olarak Letya'da gerçek dünya ile inançlar arasındaki bağı bütünleştirdiğin de, bir birinden ayrılmazlığını keşfetiğin de, ortak noktayı bularak huzura kavuşmanın olabilirliğini yaşayarak, öğrenerek bulmaya çalışıyordu. Kirli, kötü, düzenbazlıklardan, ayrılmanın yolu, onu görerek yaşayarak ayrılmakla mümkündü. Artık bundan sonra Letya, ne herhangi bir dine ve peygamberlere, ne de herhangi bir insanın peşin de gitmeyecekti ama kendi kalbin de kendisine göre de Allah'a inanacaktı, çünkü nasılki önündeki Compüter'in bir yapıcısı vardıysa, insanın doğanın, evrenin ve ötesinin de bir yapıcısı muhakak vardı. Yedi gün de yeri göğü, evreni ve ötesini icad eden bir Allah işini insanlara havale etmez, gerekeni kendisi yapacak kudretteydi. Letya, sadece kendi yolunda gitmeyi en doğrusu buluyordu. İnsanların Allah adına hareket etmesinin Allah'a hakaret olarak algılıyordu. Herkesin bir ağızdan konuşamıyacağı nedeniyle, yaşamı organize etmek için demokratik yollarda seçilen Başkanlar, Başbakanlar, Temsilciler elbette olacaktı ama insan kültü, insanı Tanrı yerine koymak ve kutsamak olmayacaktı, çünkü kendisini özgürleştirecek ruhsal huzuru ancak ve ancak kendisin de, kendi yolunda bulabilirdi. Sonuçta yaşamı üzerine karar veren insanın, yani bireyin kendisiydi, başkaları değildi. Bir insanın başka bir insanın yaşamı üzerine karar vermesi yanlıştı. İnsanlar Allah huzurun da tamamen eşit ve özgürdüler. Allah'ın insanların işine karışmadığı gün gibi ortadaydı. Fakat insanoğlu bazen “benliğine“ ulaşmak için, bir nehrin akışı gibi, uzun bir yolu kattetmesi gerekiyordu. Başka türlü “benliğine“ ulaşamazdı. İnsanın bu akış sırasında işlediği bütün günah ve sevapların toplamından, çok sonuçlar toplayarak, dingin bir ruh doğmalardan uzak oluşabiliyordu, çünkü doğanın felsefesini hiçbir öğreti değiştiremezdi. Zaten o öğretileri doğa yaratmıştı. Letya, politik olarakta buna benzer bir yoldaydı. Ne yapıyorsa ,“benliği“ içindi.“Benliği“lerin toplamı için yararlı ne varsa onu yapmaya hazırdı ve politik liderler ya da önderlik öğretileri için yürümeyecekti. Kürd ulusunun bir bireyi olarak hiçbir ideoloji ve lidere bağlı olmadan kendi benliği ile, isteği ve kendisi inandığı için çalışmayı daha uygun görüyordu. Kürdlerin kurtuluşu için her ne yapılacaksa demokratik bir ortamda iç hukukun işlediği bir ortamda diyalog yoluyla yapılacaktı ama ne var ki Kürdlerin düşmanları ve bazı insanlar ve halklar da özün de doğa ve doğadaki bazı hayvanlar gibi vahşiydirler. Gerillanın başını kesip havaya kaldıran, ayağını onun ceseti üstüne koyup poz verenler ve gerillanın kullaklarında tesbih yapıp onunla övünecek kadar vahşi insanlardı. Letya, hiçbir tür savaş kurallı tanımıyan, en aşağılık düzeye inen puşt, kalleş ve kahpe düşmana karşı vicdanı olan savaşır diyordu, çünkü bunlar zaten demokrasiden, insanlar arası eşitlikten anlasalar bir ulusun üstün de bu vahşeti yapmazlar. Kötü insanın olduğu gibi bazı insanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptirler. Letya buna vicdanı olan iyi insanlar diyordu. Ve tarihte doğruyu, iyiyi, güzeli, özğürlüğü savunan hep kazanmıştır. Ya barbarlık, ya da uygarlık! Despotizm, faşizm ve sömürgecilik er veya geç yıkılacaktı. Nasıl ki, Hitler, Stalin, Musolini, Franko, Saddam ve benzeri insan kasabı diktatörlükler tarihte yok olup gittiylerse, aynen öyle de Arap, Fars, Türk despot ve faşistleri de tarihin çöp tenekesini boyluyacak, Orta Doğu'da da güneş yeniden doğacaktı, çünkü ezeli diye bir şey doğa da yoktu. Belki de bu yüzden Alman filosofu İmmanuel Kant, “Ben yıldızlara ve iyiliğe şaşarım“ demiştir. Kürdler, Kürd olarak alnı ak zengin ülkelerin de ezilmeden, sömürülmeden, horlanmadan, işkence ve baskı görmeden hür ve onurlu bir yaşam yaşamak istiyorlar ve bu Kürdlerin en doğal, en insani, hukuki, siyasi hakkıdır. Kürdler diğer halkalardan bir zırnık bile istemiyorlar. Dünyadaki insanlar dünyada her halka olan bu doğal hakları neden Kürdlere çok görüyorlar? Avrupa'da her Avrupa'lıya olan haklar ve olanaklar neden Kürdlere de olmasın? Kürdler de Allah'ın kulu değil mi? Kürd olmak neden suç oluyor? Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Zulüm ile abad olunmaz. Adaletsizlik zulüm ve korku üzerine kurulan bütün sistemler sonuçta yok olmaya mahkûmdu çünkü ...

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.