بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 22 Gul 2009

[b]Alman metodu, ittihadçı pratiği bir soykırımın aşamaları, suçluları, yargılamalar, sonuçlar.[/b]

Dünün İttihat-ı Teraki Cemiyeti-Partisi'nin yapısını, işleyişini, örgütlenmesini, amaçlarını algılamayanlar bugünkü ergenekonu çözemezler. Bundan dolayı son yüzyılı ayrıntılı incelemek gerekiyor. Kürdler, ermeniler niye bu durumdalar ?

Kendisi de ittihatçı olan ve ittihaçıların uygulamalarına tepki duyan, eleştiren ve kendilerinden ayrılan General-Diplomat Kürd Şerif Paşa kaygılıdır. 1911'de Ermeni ulusunun ileri gelenlerini uyarma ihtiyacı duyar. O, ittihatçıların, ermeni halkına yöneleceklerini, zarar vereceklerini tespit etmiştir. Kendisinin uyarıları ermeni ileri gelenleri tarafından ciddiye alınmaz. Onlar, ittihatçılarla birlikte davranmaya, ittihatçılara güç vermeye devam ederler. Taşnakçılar, bütün güçleriyle ittihatçıları desteklerler. II.Abdulhamit`in askeri darbeyle devrilmiş olmasını devrim, kötülüklerin sonu olarak görürler. Halkların kendilerini ifade edebileceklerine inanırlar. II.Abdulhamit`in asker ve sivil bürokratlarının daha acımasız olabileceklerini hesap edemezler. Uyarıları ciddiye almazlar.

Şerif Paşa yakın çevresine “Ittihaçılar, ermenileri mahvedecekler ve bu suçu da kürdler işlediler şeklinde dünyaya yansıtacaklar.“ der. Kendisinin kaygıları Meşrutiyet adlı aylık gazetedeki degerlendirme yazılarında da açıkça görülüyor. Hamidiye Alayları pratigi, örnegi Şerif Paşa`nın analizler yapabilmesi için yeterlidir.

II.Abdulhamit, panislamizm projesinini sahibidir. Osmanlı sınırları içindeki halkların tümünü islamlaştırmak, islamın halifesi olarak onları yönetmek temel projeleri arasındadır. II.Abdulhamit`in Kürdistan`a, Ermenistan`a yönelik politikaları çoğunluk tarafından anlaşılmaz.

Resim 1 Kürd Hamidiye Atlıları

Kürd beylerine işkence yapılarak, onlar hapislere tıkılarak, zor kullanılarak Hamidiye Alayları oluşturulur. Dünya kamuoyu önünde, Hiristiyan aleminde 1894-96 sürecinde Osmanlı ordusuna bağlı ve değişik halklardan oluşan Hamidiye Alayları mensuplarının Sason bölgesinde işledikleri cinayetler, suçlar sadece Kürd Hamidiye Alayları mensuplarının eylemleri olarak anlatılır.

Sadece Bayezid Sancagı`ında kurulan Hamidiye Alaylarından dördü Karapapak`lardan oluşur. Örnegin, Selanik`de “Yahudi Alayları“ oluşturulmuştur. Kafkaslarda, Kürdistan`da var olan Hamidiye Alayları sadece Kürdlerden oluşturulmuş gibi dış dünyaya yansıtılmıştır. Gelişmelerin altyapısı anlaşılamaz. Hristiyan camiası kürde öfkeli, tepkilidir. “Vahşi, hırsız, soyguncu, tecavüzcü.“ sıfatlarıyla kürdlere yönelik hakaretler yapılır. 1894-96 sürecinde sadece ermeni mi zarar gördü? Ya kürdün kayıpları?

Resim 2 Karapapak Hamidiye atlıları

Bölgeye gitmeyen, gidemeyen, alan çalışması yapamayan kişiler Konstantinopl'da önlerine konulan sayfaları haber olarak merkezlerine geçerler. “Falandan dinledim, tanık oldum.“ diyenin dogru tespitlerde bulunduguna, dogru bilgi verdigine inanırlar. Söylenilenleri sözlü, yazılı tarih bölümlerine yerleştirirler.

Resim 3 Muş-Gumgum Hamidiye atlılar süvariler.

II.Abdülhamid, Dogu'da ulusal uyanışları bastırmaya kararlıdır. Gerekli hazırlıkları yapmıştır. Hamidiye Alayları sebepsiz yere şiddet kullanılarak oluşturulmazlar. İslamlaştırılan Kürd, islamiyeti iktidarda kalma anahtarı olarak kullanan, annesi ermeni olup kendisi ermeni halkına düşman olan osmanlı padişahı-halifesi tarafından zorla silahlandırılıp, Osmanlı Ordusu`na kadro yapılmıştır. Kadro yapılırken de, komşu halkla karşı karşıya getirmenin, çarpıştırmanın, düşmanlaştırmanın da zemini hazırlanmıştır. Sason bölgesinde kürd ve ermeni birbirini öldürürken, Konstantinopl`da daha ileri düzeyde hazırlıklar yapılır.

Hamidiyeler, Kürdistan Ordus'nun süvarileri degiller. Dönemin tanıgı, Osmanlı İmparatorluğu'nun iç işleyişini en iyi bilenlerden Şerif Paşa`nın anlatımları; “ Türkiye`deki kürdler 5.000.000`durlar. Irk olarak gerçekten Türk olanların sayısı 3.000.000 bile degil. Persiyadaki kürdler, Türkiye'deki kürdlere bir şey oldugunda, kürtlerin kaderi konusunda kayıtsız kalamazlar. Persiya`da ki endüstrinin en büyük kesimi kürdlerin elindedir. Pers halıları diye sunulan halıların en güzelleri, “Sine halıları“ olarak adlandırılanhalılar genç kürd kadınları ve kızları tarafından yapılıyorlar.

Persiyadaki ve Türkiye`deki Kürdler bir bütündürler. Ayni etnik guruptandırlar. Onlar kendi silahlarıyla kendi varlıklarını, kendilerini bölücü ermenilere ve ülkelerinin gelirlerini almak isteyen şehvetli yabancı saldırganlara karşı savunma yeterliligine sahiptirler. Türk egemenligine-tiranlıgına karşı da kendilerini savunurlar. Bu anlamda onlar durumlarının gözönüne alınmasınına layıktırlar. Biz kürdleri düşünmek zorundayız.

Kürdler her zaman çok akıllı, iyi bir şekilde ermenilerle birlikte yaşadılar. Hamidiye (II.Abdülhamit) ve İttihat-ı Terakki hükümetlerinin yöneticilerinin planları sonucu son yıllarda katliamlar gerçekleşti. Biz de bu katliamlardan dolayı üzülen acı çeken ermeniler kadar üzülüyor ve acı çekiyoruz. Hamidiye (II.Abdülhamit) ve İttihat-ı Terakki hükümetlerinin planlarından, son dönemdeki karışıklıklardan, duyumlardan sonra insanlar ermenilerin bagımsızlıga kavuşacaklarına ve kürdlerin de onların egemenlikleri altında köle olarak kalacaklarına inanmaya başladılar.

Kürdler bu durumu kabul edemezlerdi. Kürdler devlet, hükümet ajanları tarafından fanatize edildiler. Ne yazık ki onlar da öfkelerini, kızgınlıklarını, hoşnutsuzluklarını belli ettiler. Ermenileri öldürdüler. Bu katliamdan dolayı oluşan sınırsız öfke bitmeli. Her iki halk dost olmalı. Osmanlı Imparatorlugu`nun refahı, güvenligi için yeniden geçmişteki gibi, daha önce oldugu gibi olmalılar.

Kürdler ve ermeniler farklı kökenlerden olmalarına ragmen, aynı geleneklere, düşünce yapısına, mentalitaye sahiptirler. Dostluk ilişkileri içerisinde yaşamak her iki halkın çıkarınadır. Kürdler ve ermeniler ülkelerinde reform-yenilenme yapmak, adalet ve eşitlik için kanunu degiştirmek istiyorlar. İnanıyoruzki bu karar her iki halkı yeniden birleştirecek, biraraya getirecektir. Başta da söyledigim gibi çözümde yöntem, metod sahibi olmak gerekir.“(Chérif Pacha - Şerif Paşa, Mècheroutiette, Constitutionel Ottoman, Organe du Parti Radical Ottoman, Revue Mensuelle, 5 année, No: 40, Mars 1913, La Question Des Réformes, s. 9)

İttihatçılar anlayış olarak askeri darbeyle iktidarı elinden aldıkları II.Abdülhamit`ten farklı degildirler. Ögrenciler, halkların özgürlük istemlerine karşı olan tepkileriyle, yaklaşımlarıyla halifelerini de aşacaklardır. Halifeleri ajanları vasıtasıyla bölgesel provokasyonlar, kırımlar gerçekleştirirken, onlar, I.Dünya Savaşı`nın yaratmış olduğu ortamda ellerindeki bütün olanakları kullanarak halkların jenosidlerini gerçekleştirirler.

1914-18 Ermeni soykırımı sonrası Osmanlı İmparatorluğu sınırları için de sağ kalabilen, sağ kalabilmeyi başaran Ermeni toplumu bir komisyon kurar. Baskı gurubu ve yas komisyonu oluştururlar. Anma günleri tertiplerler. 1919'dan itibaren yas tutulur. Özel anıtlar dikilir. Soykırım konusu Osmanlı Meclis-i Mebusan`ın da konuşulur. Kitaplar yayımlanır. Ermenilere yapılanlar, “Büyük felaket, kırım, kıyım, katliam“ sözcükleriyle kitaplara yerleştirilir.

Ermenilerin çok büyük bir bölümü agacın gövdesini oluşturan İttihat-ı Terakki Partisi'nin Balkan, özellikle Thessalonique - Selanik dönmeleri ve Kafkas halklarından oluşan yöneticilerinin amaçlarını, onların almanlarla oluşturdukları ortak projeleri algılayamazlar.
Ermeni diasporasının, lobilerinin çalışmaları sonucunda, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerine uyguladıkları baskıyla, yerleşim birimlerinde zanlıların tespitine başlanılır. Ermenilerin şikayetleri, ihbarları üzerine tutuklamalar yapılır. Bu ihbar veya şikayetler de gerçeklik payı ne kadardı? Ne kadarı intikam alma amacıyla yapılmıştı?

Gerçek organizarötler, suçlular belliydi. Emir merkezi, ahtapotun gövdesi Konstantinopl`da, baglı birimler, kolları ise bütün vilayetlerdeydiler. Sıradan ermenilerin, sıradan insanları, hrıstiyan inancından olmadıkları veya Türkmen, Azeri, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Arap, vb.ırkdandır yaklaşımıyla şikayet etmeleri, gözaltına aldırmaları, içeri attırmaları, gerçek suçluları cezalandırtmak anlamına gelmiyordu. Ermeniler, kendilerine yönelen, zarar veren ya da vermeyen yerleşim birimlerinde tanıdıkları kişileri şikayet ederek sonuç alacaklarına inanırlar. Gövdeyle degil, yaprakların gölgeleriyle ugraşırlar.

İngilizler, Ocak 1919'dan itibaren, Halep ve cıvarında Ermeni jenosidinin suçluları olarak Hrıstiyan inancından olmayan kitlelere yönelirler. Bu yaklaşım, tutuklamalar kitlelerde tepki oluşturur. Hrıstiyan inancından olmayan kitleler de, Ermenilerin Kafkasya'da, Kürdistan'da, Rus ordusu'nun koruması altın da, Kürdlere şiddetli baskı uyguladıklarını, kürdleri öldürdüklerini dile getirirler. Ayrıca intikam alma siyasetinin yarar getirmeyeceğini, ingilizlerin, Ermenilerin intikam alma siyasetine ortak, araç olduklarını belirtirler. İngilizlere tepki gösterirler.

Ki bügün T.C. yöneticilerinin “Dogu vilayetlerimizde Ermenilerin katlettikleri türkler“ olarak kullandıkları resimler, sayılar öldürülen kürtlere aittirler. Salnamelerde-yıllık vergi defterlerinde yerleşim birimlerindeki kımlık bılgılerı, nufus oranları, veriler mevcut. Osmanlı Imparatorlugu`nun Kürdistan vilayetlerinde, ermenilerce “Batı Ermenistan“ olarak adlandırılan yerleşim birimlerinde bulunan kürd köyleri biliniyor. Osmanlı bürokratı, bu birimlerde kürdü ve ermeniyi birbiriyle çarpıştırma, öldürtme başarısını gösterir. Bunun yanısıra ölü kürdü Türk olarak göstermeye, kullanmaya devam ederler.

I.Dünya Savaşı bitmiştir ama İngiliz İmparatorluğu yöneticilerinin Kafkaslara yönelik eğemen olma politikaları gündemini kaybetmemiştir. Bundan dolayı da soykırıma uğramalarına seyirci kaldıkları Ermeni halkına yaklaşım hesaplıdır, planlı, proğramlıdır. İngilizlerin, Ermeni ulusunun mensuplarının haklarını koruyor görüntüsü yaratan, zanlıları, suçluları tespit edip, yargılanmalarını sağlama yaklaşımarı gelecege yönelik hesaplardan kaynaklanır.

Yargılamaların sağlanabilmesinde, hem ingilizlerin, hem de Ermeni ileri gelenlerinin etkileri mevcuttur. Soykırımın gerçekleşmesi için bilerek, isteyerek görev yapan, diğer zatları görevlendiren kişilerin organizatörlerin yargılanmaları sağlanır.

Gözaltılar, I.Dünya Savaşı süreci içinde ırkçılığın körüklendiği, farklı din ve ulustan insanların bilinçli programlarla düşmanlaştırıldıkları, karşı karşıya getirildikleri, soykırımların, sürgünlerin gerçekleştirildikleri bölgelerde dini, ırkı düşmanlıkları alevlendirmekten başka bir işe yaramaz.

İşgalci ingiliz yönetiminin esas amacı yakalabildigi üst düzey teskilatçı zanlıları veya suçluları hakimiyet alanlarında tutup, Osmanlı İmparatorluğu'nun o günkü teşkilatçı yöneticilerine karşı koz olarak antlaşma masalarında kullanmak, sınırları istedikleri şekilde çizme olanağını elde etmektir. Bu amaçdan dolayı Malta`ya gönderilenlere misafir muamelesi yapılacak ve kısa süre içinde tek, tek serbest bırakılacaklardır.

İngilizlerin, suçluları cezalandırma gibi bir sorunları yoktur. Böyle bir amaç, ciddiyet olsaydı Mustafa Kemal'le birlikte 19 Mayıs 1919'da Konstantinopl'dan ingiliz vizesiyle ayrılıp, Pontos'a giden 30 dan fazla üst düzey Osmanlı Ordusu görevlisinin, teşkilatçının gidişine izin verilmez, onları tutuklar, yargılar ve cezalandırırlardı. M.Kemal dahil bu kişilerin savaş suçlarından dolayı yargılanmaları gerekiyordu.

Alman komutan Otto Liman Von Sanders Şubat 1919'da Malta'da gözaltına alınır. Savaş suçu işlemekten dolayı alıkonulur. M.Kemal bu kişinin emri altında 1915'de Dardanelles – Gallipoli - Çanakkale'de, 1917 de de Filistin cephesinde görev yapar.

İngiliz için önemli olan demiryolları, kafkas petrolleri, madenler, pazar alanlarıdır. Ne yazık ki jenosidin oluşturduğu sisli atmosfere mahkum olan ermenilerin hepsi hesapları anlayabilecek durumda da değiller.

Kürdistan`da müslümanlık dışında, Yahudilik, Hristiyanlık, Animizm-latince :animus- osmanlı bürokratları buna Kızılbaşlık, Alevilik derler-Ezdilik, Zerdüştlük inançları mevcuttur. Komşu halk olan Ermenilerse büyük oranda hristiyanlaştırılmışlardır.

Hristiyan camiası ermeni ulusunu üçe bölmeyi başarmıştır. Misyonerlerin çalışmaları sonucu aynı dinin üç mezhebi kabul görür. Emperyalist-kapitalist ve hristiyan inancından olan devletlerin kiliseleri osmanlı sınırları içindeki hristiyan inancından olan yüzbinlerin jenoside ugramalarına seyirci kaldıkları gibi, savaş sonrası onları koruyor görüntüsü de yaratırlar.

Ermeni ulusunun fertlerinden bir kesim kendi dinlerinden, uluslarından olmayanları ingilizlere şikayete yönelirlerken, ihbar ederlerken aynı dine mensup oldukları ingilizlerin kendilerini Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin zulmunden kurtaracaklarına, kendilerini bağımsızlığa kavuşturacaklarına inanmışlardır. Ortadoğu'da, Asya'da hayata geçirilen demiryolları projesi ve jenosidler arasında bağlantı kuramazlar.

[i]9 Mayıs 2009[/i]

[b]Evin Çiçek[/b]

[url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/1924-soy-krmlar.html][b][u]Kur… Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

Bir kesim ermeni sürgüne çıkarıldıkları anlardan itibaren göç güzergahların dan geçerlerken diğer dini inançlardan ve halklardan olan insanların kendilerine yönelik insancıl, kendilerini koruyucu tavırlarından bahsederler. Örnegin, Kürtlerin ittihatçılar tarafından cezalandırılacaklarını bile bile, bütün riskeri gögüsleyerek kendilerine yaptıkları yardımları açıklarlar. Savaş süreci içinde oluşan kıtlığa rağmen yiyeceklerini kendileriyle paylaştıklarını, çocuklarını saklayıp, beslediklerini anlatırlar. (Diary of Major Edward William Charles Noel-On Special Duty in Kurdistan, from June 14th, to September 21st, 1919) Bu süreç de Koçgiri 'de annemin Laçin aşiretiden olan babaannesiyle, Milli aşiretinden olan dedesi 6 çocuklu bir ailedirler. Kıtlık ortamında, evlerinin önünde asılmayı göze alarak tanıdıkları Ermeniyi 6 ay boyunca kendi samanlıklarında gizlerler ve beslerler. Hayatta kalmasını saglarlar. Kürdistan'ın her vilayetinde benzer davranışlar görülüyor. Böyle koruyucu, kollayıcı örneklerin yanısıra çok kötü kabullenilmeyecek olan örneklerde mevcut. İnsanlardaki mülkiyet tutkusu onları gaspçı, zorba, katil yapabiliyor. Dini sınıf tarafından inanç, ırk bazında fanatikleştirilmek, farklı olanı kabul etmemek, dışlamak, aşağılamak figüranları yetiştiriyor, felaketlere ortam hazırlıyor. Osmanlı sınırları içindeki her halk gibi kürdünde yalancısı, hırsızı, soyguncusu, teşkılatçılara hizmet sunanı, katili mevcut. Kürdistan`da yaşanılan bir gerçegi açıklamak gerekiyor; Bohtan - Botan bölgesinde aşiret yöneticileri tarafından soykırımdan kurtarılan Asurilerin köle konumuna düşürüldüklerini Şırnaklılardan duydum. Şırnak – Şirnex ’da kürd ileri gelenleri, Osmanlı devlet görevlilerine altın vererek bu insanların öldürülmelerini önlerler. Bunlara “Zêrkir“ diyorlardı. Yani altınla satın alınanlar. Bu tavır takdire şayan. Bana acı veren yön; soykırımdan kurtarılan bu insanların, hayatlarını kurtaran kürd aile bireylerine hizmetkar olarak bağlanmalarıydı. Sag kalmanın bedeli olarak köleleşmişlerdi. Bir aşiret agasının bu anlayışı, yaklaşımı redettigine tanık oldum. Aga, kendisine “ezbeni-kulun kölen“ olarak hitap eden Asuri ye karşı çıktığında, Asuri hristiyan şaşkınlık geçirdi, bozuldu, kızardı. Niye aga onun kulluğunu, kul olma istemini kabul etmiyordu ki? O, agaya baglıydı. Her emrini yerine getirmeye hazırdı. Kul olmayı benimsemişti. Kurtarılan bu insanların bazı agalar tarafından işçiye, insana ihtiyacı olan kişilere satıldıklarını da bizzat Şırnak`lı olan bu agadan duydum. Jenosid sonrası Botan bölgesinde insan satışı normal bir durum haline gelmiş, benimsenmiş, kabul görmüş. I.Dünya Savaşı süreci içinde Kürd-Ermeni, Kürd-Rum / Helen, Kürd- Asuri / Keldani / Süryani ilişkileri ayrıca incelenmesi gereken konuları içermekteler. Osmanlının halkları yönetme politikası iktidarını düşmanlık üzerine inşa eder. Düşmanlıktan beslenir. Komşu halkları kendi özel görevlileri vasıtasıyla provokasyona getirip, sevgisizlik, güvensizlik geliştirip, düşmanlıklar körükleyip, çatışmalar yaratıp, güçten düşürüp, denetim altında tutup, sömürme, islamlaştırma, ümmet anahtarıyla imparatorluğa kul yapma, kimliklerinden koparma, dönüşüme uğratma yönetebilmenin temel ilkesi, şartıdır. İttihatçılar'da osmanlının özel okullarında bu anlayışla egitilip, şartlandırılıp, şekillendirilmişlerdir. Onlar, 1.Düna Savaşı sürecinde jenosidleri gerçekleştirmekle kalmazlar. Birbirleriyle karşı karşıya getirmeyi başardıkları Kürd ve Ermeni halklarını yeni politikalarıyla daha çok yıpratmaya, iyice güçten düşürmeye, birbirleriyle çarpıştırmaya, düşmanlık dozajını artırmaya, kıtlıkla-açlıkla terbiye etmeye devam ederler. İttihatçılar, kiraladıkları avrupalı, asyalı kalemler ve kendilerinin kullandıkları takma hristiyan adlarıyla yazdıkları gerçek olmayan cümlelerle, Kürd ulusunu dünya kamuoyuna Ermeni ulusunun jenosidinin mimari, uygulayıcısı olarak sunmayı başarırlar. Kürdler yanlızlaştırılırlar. 1894-96 süreci, I.Dünya Savaşı süreciyle bütünleştirilerek Kürt halkı yeniden suçlu sandalyesine oturtulur. Bir yandan fanatik kilise mensupları, misyonerler, diger yandan teşkilatçıların kendileri ve kiraladıkları kalemler kürdü suçlayınca, dünya kamuoyu gerçek bilgiyi alamaz, gerçekleri öğrenemez. Belirli merkezlerden amaçlı olarak hazırlanan ve ortaya sürülen yazılar, doğru olmayan cümleler dogru kabul edilir. Her okurun, dinleyicinin Osmanlı sınırları içine gidip, gerçekleri yerinde ögrenme merakı, istemi, olanağı da yoktur. Gazetede, kitapta yazılana, rahibin, rahibenin söylediğine inanılır. Elçilik görevlileri, yabancı basın mensupları objektif davranmazlar. Konstantinopl`da etki altında kalırlar. Kendilerine sunulan bilgileri, bağlı oldukları merkezlere haftalık, aylık rapor, haber olarak geçerler. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, ermenilerin bulundukları bütün yerleşim birimlerinde toplu öldürmeler, sürgünler, gasplar gerçekleştirilir. Sadece Kürdistan`da degil. Van`daki, Erzurum`daki, Bitlis`deki, Xarput`daki, Mardin'deki ermeniyi kürd öldürdüyse, Trébizonde-Trabzon, Kressunde-Giresun, Canik, Amasya, Andrinopl-Edirne, Gallipoli-Gelibolu, Constantinopl-İstanbul, Brousse-Bursa, Aydın, Smyrne-Izmir, Ege adaları, Cilicie bölgelerindeki ermenileri kimler göçerttiler ya da toptan yok etmek istediler? Buralarda da “Vahşi Kürd Aşiretleri, tecavüzcü, aç kürdler“ mi varlardı ? Alman komutan Otto Liman Von Sanders Aydın çevresindeki binlerce kişiye yönelik uygulamalardan dolayı yargılanır. Kürdle görüşülmez, kürdün düşüncesi sorulmaz. Tanıklığına başvurulmaz. Kürdün yakılan, yıkılan köyü görülmez. Ordu adına el konulan varlıklarının tutarı tespit edilemez. 2-3 metre karın olduğu koşullarda kürdün aç bırakılarak sürgün yollarına düşürüldüğü bilinmez. Oturmuş halde donmuş olan binlerce çocuk bedenlerin varlıklarından haberdar olunmaz. Kürd de iç içe, yan yana yaşadığı ermeni gibi, I.Dünya Savaşında, Osmanlı İmparatorlugu'nu yönetenlerin emriyle soykırıma ugratılmıştır. Savaş koşulları içinde kendisine fazlasıyla zarar verilmiş, nufusu azaltılmış, yoksullaştırılmış, taşınır, taşınmaz mal varlığına el konulmuş, göçertilmiş, yetim, sahipsiz kalan çocukları türkleştirme-islamlaştırma merkezlerine yollanmış, toprağına göçertilen diğer halkların mensupları yerleştirilmiştir. Kürd, kendisini savunacak, anlatacak yeterli olanaklara sahip degildir. Kürdün aristokratı osmanlılaşmıştır. Osmanlıdır. Kürd olarak degil, osmanlı olarak düşünür. Ulusal yanı olan aristokratı ve aydını ise ittihatçılar tarafından susturulur, öldürülür, sürgüne tabi tutulur. Kürdü koruyan bir Vatikan'da yoktur. 1916-17'de Mustafa Kemal'in taktik ve emirleriyle Erzirom, Bitlis, Van vilayetleri sınırları içinde kürd jenosidi gerçekleştirilir. M. Kemal, kürd jenosidini gerçekleştirdikten sonra, 1917'de, Konstantınopl'da bulunan ve kendisinin bağlı bulunduğu ittihatçı merkeze gerekli raporunu sunar. Yüzbinlerce kürdü öldürme, sürme, nufusu azaltma başarısı göstermiştir. Savaş sonrası tarımar edilmiş bir ülke ve halk gerçekligi ortadadır. Ama görülmez. Görülmek istenmez. Çünkü Kürd hrıstiyan degildir. Resim 4 Mus-Gumgum- Xaskoy'den bir kürd. Kürdün ülkesi, dogal kaynaklari 1916`da emperyalist-kapitalist ve hristiyan dini inancına sahip ülkelerin yetkilileri tarafından Sykes-Picot antlaşmasıyla paylaşılmıştır. Kürdün ülkesini sömürgeleştirme, paylaşma planı yapan emperyalist-kapitalist devletlerin yöneticileri, ileri gelenleri, kilise yetkilileri, basını kürdün acısını görmez, duymaz. Okuruna, inananına duyurmaz. Yabancılar, ermeni köylüsünü, komşusunu, kirvesini koruyan, saklayan kürdün hangi riskleri gögüsledigini öğrenmezler, açıklamazlar. Ermeni, kürdle yüzleştirilmez. Vilayetlerde oluşturulan mahkemelerde; bulunan belgeler, yazışmalar, tanık ifadeleri, yüzleştirmeler sonucu süreçler anlaşılacak ve gerçekler ortaya çıkacaktır. Cambridge, Mass şehrinde bulunan, “Çağdaş Ermeni Belgeleri ve Araştırma Merkezi, Zoryan Enstitüsünün Müdürü Gerard J.Libaridian, 1984'de Paris'te “Flammarion Yayınevi“ tarafından yayınlanan, “Sessiz kalan Cinayet“ “Ermenilerin Soykırımı“ adlı kitapta, soykırımı üç belgeyle ortaya koyar. “ İmparatorluğun 14 Mayıs 1915'te yayınlanan bir belgesi. Söz konusu belge 19 Mayıs 1915 tarihli, 2189 numarayı taşıyan “Takvim-i-Vakayı“ adlı resmi gazetede yayınlanan sürgün konusundaki kanun. Bu yasaya dayanarak, soykırım uygulaması yapıldığını düşünmenin yanlış olmadığı iddia edildi.“ Bu yasanın çevirisi; “savaş sırasında hükümetin emirlerine uymayan kişilere karşı askeri makamlarca kabul edilmesi gereken tedbirleri içeren kanun projesi.'' Madde 1. Savaş sırasında, Ordu Komutanları, orduyu yöneten komutanlar, Tabur ve Bölük Komutanları, onların temsilcileri, bağımsız bölgelerin komutanları, hükümetin emirlerine, milli savunma tedbirlerine, yasalara, ne sebeple olursa olsun karşı gelenleri, silahla direnenleri veya orduya saldıranları, silahla hemen ağır bir şekil de cezalandırmaya yetkili olup, onlara ders vermek mecburiyetindedirler. Madde 2. Ordu komutanları, Tabur komutanları ve Birlik komutanları, şehir ve köy halkını başka yerlere sürgün etme yetkisine sahip olup casusluk veya ihanet halinde, askeriyenin ihtiyacına göre, onları topluca veya bireysel olarak ayrı yerlere yerleştirme yetkisine sahiptirler. Madde 3. Yasa yayınlanır yayınlanmaz yürürlüğe girer. Madde 4. Görev başında olan Genel Kurmay Başkanı ve Savaş Bakanı yasanın uygulanması ile sorumludurlar.“ İkinci belge, “ Teşkilat-ı-Mahsusa“nın Özel örgüt Başkanı olan Dr. Bedrettin Şakir'in şifreli yazılı olarak Xarput Bölgesi valisi Sabit Bey'e göndermiş olduğu telgraf. Bu telgrafın tarihi 21 Nisan 1915'tir. “İçişleri Bakanı. İmparatorluğun mallarının Denetim Başkanı, no;33. Büronun Müdürü, gönderme tarihi: 21 Nisan 1915 ve alacaklıların numarası. Elazığ Bölgesi Valisi Sabit bey'e hitaben, no;5, Nazım Bey'e verilmek üzere. Oradan sürgün edilen Ermeniler tasfiye edildiler mi? Kıyımlar ve mahvetmeler konusunda, bana bilgi veriniz. Tehlikeli kişiler kıyıma uğradılar mı veya şehirlerden kovulup, sürgün edildiler mi? Kardeşim, bana açıkça bildir.“ Son belge; 10 Temmuz 1915 tarihinde Mahmut Kemal Paşa'nın yargılama yetkisi altında bölge generallerine verilen emirlerin onaylanmış kopyası. Çevirisi; “ Yüce Makam, İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, şifresi çözülmüş telgrafın kopyası; Ülkenin iç bölgelerine sürgün edilmiş olan kişilerin bölgesinde bulunan bazı Müslümanların, Ermenileri koruduklarını öğrendik. Hükümetin kararlarına karşı gelen ve evlerinde Ermenileri kabul eden bu Müslüman kişiler, evleri yakıldıktan sonra, evlerinin önünde asılmalıdırlar. Bu emir gizlice ilgili kişilere iletilmeli, hiç bir Ermeni sürgünden kurtulmamalıdır. Din değiştiren Ermenilere hoş görülü davranılmayacaktır. Onları korumaya çalışacak olan askerlerin rütbeleri sökülecek, hemen yargılanacaklardır ve komutanlık bilgi edinecektir. Yardım eden memurlar da hemen işten atılacaklar ve Savaş Konseyi tarafından yargılanacaklardır. 10 Temmuz 1915 III.Ordu Komutanı Mahmut Kamil“ Aslının aynısıdır.Onaylanır. 23 Şubat 1919, kanıtın kabul tarihi, Genel Emniyetin, Genel Denetim Özel Bürosunun mühürü.“ (Tribunal Permanent Des Peuple-Le Crime De Silence-Le Génocide Des Arméniens, Préface de Pierre Vidal-Naquet, Flammarion, 1984, Paris) Hollanda, Danimarka, İspanya ve İsveç hükümetleri, Ermeni tehcirinde görevli olan, suç işleyen memurları tespit etmek üzere oluşturulmak istenilen soruşturma komisyonlarına ikişer hukukçu göndermeyi reddederler ve elçilikler notlarını Hâriciye Harb-i Umûmî'ye bildirirler. Bu gün halen 1.Dünya Savaşı süreci içinde ve sonrasında işlenilen jenosidlerle ilgili olarak Kürtler, Ermeniler, Rum / Helen / Grekler, Asuri / Keldani / Süryani'ler ve dünya kamuoyu tam olarak yaşanılanları, gerçekleri bilmiyorlar. Gerçeklerin bilinmesi açısından 1919'daki bazı yargılamaları, mahkemelerdeki tespitleri, ortaya çıkarılan bilgileri, suçluların kimliklerini vermek gerekiyor. [i]Xarput - Xarpet, bugünkü Elazıg ismi verilen şehir merkezine yakın bir yerleşim birimidir. Osmanlıda da vilayet merkezidir.[/i] [i]11 Mayıs 2009[/i] [b]Evin Çiçek[/b] [url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/1936-krmlar-2.html][b][u]Kurdistan Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

Xarput Vilayeti Katliamları Davası, Xarput Mahkeme Kararında yer alan bilgilerden bir bölüm Kürdistan`daki durumu anlama açısından önemli; Karar ; 13 Ocak 1920 Yasal hükümler çerçevesinde ifade ve sorgu tutanakları dava belgelerinin içerikleri titizlikle incelendiği gibi, savunmalar, açıklamalar ve kanıtlanmalar derinlemesine degerlendirilip gözlemlenerek yapılan duruşmalar sonucunda alınan kararda; Sanık Dr.Bahaeddin Şakir; İttihad-ı Terakki Merkez Komitesi üyesi, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı. Suçlanan sanıklardan biri olup Dersaadet'den (Konstantinopl) hareket edip, ilkin Trebizonde'ya, oradan da Erzirom'a ve diğer vilayetlere geldi ve İttihad-ı Terakki Merkez Komitesi üyesi, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı sıfatıyla bu örgüte bağlı (hapishanelerden bırakılmış mahkumlardan ve diğer kuralsız kişilerden) çeteler oluşturmuştur. Sanık Dr. Bahaddin Şakir bu gurupların yönetiminde iken, göçe zorlanan Ermeni kafilelerinin toptan öldürmelerinden ve değişik dönemlerde, degişik yerlerde yapılmış olan hırsızlıklarında baş sorumlusudur. Sanık Dr.Bahaddin Şakir, Ermenileri, trajik olayların meydana geldiği yerlere göndererek, yukarıda adı geçen İttihad-ı Terakki Komitesi adına emir vererek, bu kişilerle birlikte Ermenileri kin ve çıkar için katlederek çirkin projeleri gerçekleştirdi. Sanık, yönetimi altına aldığı kişileri zihniyetiyle, gerek sözle, gerek Teşkilat-ı Mahsusa`nın örgüt şubeleri üyelerinin kullandıkları şifreli haberleşmelerle, kendisine bağlı olarak faaliyet yürütenleri, Ermenileri ortadan kaldırmaları için cesaretlendirdi. 4 Mayıs 1915'de, Erzîrom'dan gönderilen şifreli bir telgrafta, sanık Bahaddin Şakir Bey, Xarput Valisi Sabit Bey aracılığıyla, şu anda firarda olan İttihad-ı Terakki Komitesi Xarput Şubesi Sorumlu Sekreteri Resneli Nazım Bey'e gönderdiği ilgili telgrafta şunları soruyordu; “Oraya göçe zorlanan Ermeniler imha edildiler mi ? Bana verdiğiniz bilgiye göre onlara işkence yapılıyormuş. Bu pis insanlar hala ortadan kaldırılmadılar mı ? Sadece zorla uzağa mı göç ettirildiler? Bana açıkça bilgi veriniz. “ Yine İttihad-I Terakki Merkez Komitesi üyeleri dosyasını oluşturan belgeler arasında Erzirom Valisi Münir Bey tarafından şifrelenmiş bir telgraf bulunuyor. Bu telgrafta şöyle deniliyor; “Erzirom'dan göçe zorlanan zengin kişilerden oluşan kafile sanık Bahaddin Şakir'in çeteleri tarafından saldırıya uğramış, ayrıca Dêrsim'den göçe zorlanan Ermeni kafile imha edilmiş ve mallarına el konulmuştur.“ Yine Kastamouni eski Kaymakamı Reşid Paşa sanık Bahaddin Şakir Bey'den yukarıda adı geçen göçe zorlama ile ilgili şifreli bir telgraf aldığını açıklamaktadır. Yine bu konuda Vehib Paşa; “İttihad-ı Terakki Komitesi'nin aldığı karar; Ermenileri katletmek, ortadan kaldırmak, mallarını gaspetmek, el koymaktır. Bunu yapan, hazırlayan, Ermenileri katleden bu kasapları yönlendiren III.Ordu bölgesindeki kişi, sanık Bahaddin Şakir'in ta kendisidir.“ Bir önceki tanıklığa Antalya eski muttasarıfı Sabur Sami Bey, sanık Bahaddin Şakir Bey'in kendisine Erzirom'dan şifreli bir tegrafla “Madem ki Erzirom, Van, Bitlis, Sévastia, Trébizonde bölgelerindeki Ermeniler, Musul ve Deires Zor'a doğru yola çıkartılmış bulunmaktadırlar. O halde Antalya' da ne oluyor?“ Mahkemenin tutanaklarına geçirilmiş diğer tanık ifadeleri ve açıklamaları, sanık Bahaddin Şakir'in yukarıda adı geçen trajik durum ve katliamlardaki suçluluğunu yeterince ispatliyor...(..)...Diğer sanıklara gelince; Mehmet Nuri Bey; Dêrsim eski milletvekili ve sanık Ferid Bey, Xarput eski Eğitim Müdürü, mahkeme önünde Holvenk Köyü Ermenilerinden bazılarının evlerinden sürülmelerine ve sonradan öldürülmelerine ilişkin ölüme teşebbüs etme suçlarından yargılandılar. Sanık Mehmet Nuri Bey, zorla göç ettirme döneminde, göçe zorlama ile ilgili olarak görevlendirilen jandarmalar önünde şu sözleri söylemiştir. “Ben sizi Kemikli köye yollayacağım ve buraya arpa ekeceğim.“ Sanık bu şekilde konuşarak jandarmaları suç işlemeye teşvik etmiştir. Dava sırasında davacı Marguerite tanıklık yaptı. Marguerite; “Nuri Bey, zorla göç ettirme döneminde Holvenk köyüne gelmişti. Köyde kalmak için kendisine yalvardım.“ Sanık Nuri Bey, Marguerite şu yanıtı veriyor. “Sen, eşinin gittiği yere gideceksin. Ben buraya arpa ekeceğim.“ Sanık Nuri Bey, Garabed'in evinin kapısına şu yazıyı asıyor. “Kim eşyalarını buraya bırakırsa, üç ay içinde gelip, alacaktır.“ Sonra atına binip, köyden ayrılıyor. Bir başka davacı Kasbar Missisyan, Marguerit'den duyduğu olayları dile getirdi. Kasbar Missisyan, göçe zorlama döneminde Konstantinopolis'da olduğunu, ifadesini Marguerite'den işittiklerine dayandırdığını, sanık Mehmet Nuri'nin köyden pek çok kişiden para topladığını, jandarmalara kırmızı kağıtlar imzalattırdığını, Garabetin evinin önünde kendisine yalvaran, kendilerinin lehinde müdahale etmesini isteyen kadınlara “Ben bu köyde arpa ekeceğim.“ cevabını verdiğini, atına binip, gittiğini, onun hareketinden sonra köydeki çete guruplarının saldırmaya hazır olduklarını, anlattı. Ancak, Mehmet Nuri Bey'in, Garabed'in evinin kapısına kağıt astırıldığından bilgilendirilmediğini açıkladı. Böylece iki tanık, iki farklı ifade vermiş oluyorlar. Biri Garabed'in kapısının üstünde bir kağıdın yapıştırıldığını iddia ediyor. Fakat mahkeme önündeki yeminli ifadesinde, söylediğini reddediyor ve bir önceki ifadelerinin yanlış olduğunu açikliyor. Tanık, göçe zorlanmanın ta başından sonuna kadar, Mehmet Nuri Bey'in evinde kaldığını, Mehmet Nuri Bey'in kendisini göçe zorlanmaktan kurtarmak için çiftliğinde sakladığını, el konulan malları Nuri Bey'in kayınbiraderi Azim Bey'in evinde görmediğini, açıklıyor. Mahkeme, tutukluluk süresi içinde Nuri Bey'den istenilen para ile ilgili senetleri aldığını, Mehmet Nuri Bey'in, hükümetin göçe zorlanan Ermenileri evinde barındıran ve saklayan kişileri ölüme mahkum etme kararına rağmen, bütün riskleri göze alarak, bile bile Holvenk köyünde ikamet eden Ermenileri çiftliğinde barındırdığını, onların hayatlarını kurtardığını gözönünde bulunduran mahkeme, ayrıca otuzdan fazla Ermeninin, imzaladıkları kağıtlarla yaşamlarının Mehmet Nuri Bey tarafından kurtarıldığını belirtmeleri, özellikle tarafsızlığı kuşku götürmez bir Amerika vatandaşının tanıklığı, Mehmet Nuri Bey'in zorla göç ettirmeler dönemi boyunca pek çok Ermeniyi kurtardığını açığa çıkartmış ve kanıtlamış bulunmaktadır. Bu anlamda sorgu tutanağına eklenen Mehmet Ali Bey'in tanıklığı da geçerli sayılmıştır. Diğer tanık, Mustafa Saffet Efendi ile yüzleşmek istemişse de tanıklık ifadesi bu isteği geçersiz kılmıştır. Öte yandan diğer sanık Ferid Bey'in hükümetin onayı ile örgüte katıldığı, kafileleri kırdırdığı suçlaması da inandırıcı değildir. Sonuç olarak; Mahkememiz, Mehmet Nuri Bey'in çiftliğinin yakınlarında bulunan Holvenk köyü Ermenilerinin mallarını gasp etme, Ermenileri öldürme teşebbüslerinde bulunduğu suçlamalarının, iddialarının gerçek olmadığına, Mehmet Nuri Bey'in suçsuz olduğuna karar vermiştir. Suçsuzluğunu kabul etmiştir. Mahkeme, Mehmet Nuri Bey'in kayınbiraderi Azim Bey'in gasp edilen malları evinde bulundurduğu iddia ve suçlamalarının da gerçek olmadıklarına karar vermiş ve Azim Bey'i suçsuz bulmuştur. Nihayet mahkeme yukarıda adı geçen suçlamalar konusunda da Ferid Bey'i suçsuz bulmuştur.“ (Takvim-I Vakayi, Osmanlı İmparatorluğu Resmi Gazetesi, Constantinople, 1919-1920 / Jean Varoujean Gureghian, Le Golgotha de l'Arménie mineure – Le destin de mon père pp.151-192) Resim 5 Çewlik-Bingol-Gundemir adli ermeni köyündeki köylüler. Soykırım öncesi. Erzirom valisi Hasan Tahsin savaş süresi içindeki pratiğinden dolayı Trébizonde ve Xarput davalarında yargılanır. O, son davanın ikinci celsesinde itiraf etmeye başlar. Bahaeddin Şakir'i, Teşkilat-ı Mahsusa'nın operasyon şefi olarak açıklar. Bahaeddin Şakir'in, özel şifreler kullandığını, düzenli olarak gelişmeleri Savaş Bakanlığı'yla İçişleri Bakanlıklarına bildirdiğini de sözlerine ekler. Artvin'den gönderilen bir telgrafın alt kesimine bir not düşüldüğünüu, bu notta ; « Sadece Bahaeddin Şakir tarafından deşifre edilebilinir. » dendiğini vurgular. ( La Renaissance (Constantinopole) 05.8.1919, Takvim-i Vakayi, No; 3.540, p.6 / cite par Dadrian (2), s.172) 1914 kışında, III.Osmanlı Ordusu Ardahan ve Artvin'den Sarıkamış'a yönelirken, Teşkilat-ı Mahsusa yöneticisi Bahaeddin Şakir bu iki yerleşim birimindeki bütün Ermenilerin jenoside tabi tutulmaları emrini verir. Mahkemedeki iddianameye tarihsiz olarak geçen 69 no.lu telgrafta yer alan cümleler de niyet, hedef bellidir. O, emri altında olanlara yapmaları gerekenleri, görev yerlerini bildirir. “Madem ki yapılacak hiç bir şey kalmadı. Derhal Trébizonde'ye gidin. Orada görevi yerine getirdikten sonra, Artvin sorunu için Yakup Cemil Bey buradan hareket edecek ve size gerekli açıklamalar ve zorunlu emirleri verecektir. » der. (Justicier du Genocide Armenien, Le Proces de Tehlirian, op. cit., s. 269) « Erzîrom eski valileri, Şakir'in rolünü onaylıyorlar. Onlara göre Şakir; çete guruplarını organize ediyor, onları yönlendiriyor, yola çıkan kafileleri katletmek için pusu kurdurturuyordu. Erzirom valisi Münir, savaştan sonra yaptığı açıklama da « Çeteleri örgütleyen Şakir, göç ettirilen kafileleri vahşi bir biçim de katlediyordu. » der. (Takvim-i Vekayi, No; 3.540, s.7/ cite par Dadrian. (2), p.172) Lazistan Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri; 22 Mayıs 1919'da, Trebizonde'da, Ermeni jenosidi ile ilgili olarak askeri mahkeme başkanı Korgeneral Mustafa Nazım Paşa'nın denetimin de yapılan yargılamalar da, Vergi dairesi müdürü; Mehmet Ali Bey, Emniyet Müdürü; Nuri Bey, Trebizonde'de otelci Mustafa Efendi, Jandarma komutan yardımcısı kaymakam; Talat Bey, otelci; Niyazi Efendi, sağlık müdürü; Ali Sait Bey ve gıyaben yargılanan vali Cemal Azmi Bey hakkın da verilen karar da ; “Sanık Trebizonde valisi, Trebizonde vilayeti için İttihad-ı Terakki komitesi sekreterliğine seçilen Nail Bey'e, gizlice direktifler verdi. Kendisi gizli emirlere göre işbirliği yaptı. Bu gizli emirlere göre, Ermenilerin toptan imhaları ve katliamı için Cemal Azmi Bey'in gerekli gördüğü tedbirler, Nail Bey tarafından yerine getirildi..(..)...Konvoy şehrin dışına çıkarıldığın da, göze görünmeyen bir yerde, kadınlar ve erkekler birbirlerinden ayırtılmışlar, sonun da aynı kategorilere bağlı çetelerden oluşan guruplar onlara saldırmış, kişisel eşyalarını zorla almış, bazılarına işkence edip, bazılarını öldürmüşler. Onlar, kadınları bir başka yere sevk ederler. Altınları, paraları, elbiselerini aldıktan sonra zorla tecavüz ediyorlar.“ [i]14 Mayıs 2009[/i] [b]Evin Çiçek[/b] [url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/1962-soy-krmlar-3.html][b][u]Kurdistan Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

Bu cinayetleri işleyen çeteler kimlerden oluşuyorlardı? Nasıl oldu da bu çeteler aynı dava da yargılanmadılar? O Cemal Azmi Bey'ki, Alman yetkiliye, “Dêrsim Kürt bölgesinde geçecek olan kafilenin can güvenliğinin olamayacağını, Kürtlerin, Ermenileri öldürecekleri.“ cümlelerini aktarandır. Mahkeme de, yargılamalar sırasında kendisinin savaş süreci içindeki pratiği deşifre edilir. Xarput mahkemesinde de Dêrsim bölgesinde kimlerin emriyle ermenilerin öldürtüldükleri açığa çıkacaktır. Mahkeme, Cemal Azmi Bey'i gıyaben ölüme mahkum eder. Cemal Azmi Bey, 2.11.1918 gecesi Enver Paşa ve diğer teşkilatçılarla birlikte Almanlar tarafından Konstantinopl`dan bir denizaltıyla karadeniz üzeri kaçırılanlar arasındadır. Yakalanamaz. M.Ali Bey'e ise 10 yıl hapis cezası verilir. Diğer kişiler değişik cezalara çarptırılırlar. Lazistan Teşkilat-ı Mahsusa çetelerini yönetenlerden Topal Osman ve Deli Halit Paşa'ya bağlı çete guruplarına dokunulmaz. Mustafa Kemal'in istemi üzerine Osmanlı padişahı Topal Osman'ı af eder. 12 Aralık 1918'de soruşturma komisyonu tarafından ifadesi alınan Yozgat eski mutassarıfı Cemal Bey, katillerin serbest bırakılmaları için emir aldığını ve onların, yola çıkarılan ermeni kafilelerini katletmek için kullanılmış olduklarını ifade eder. Cemal Bey, aşçısının kardeşinin adam öldürmekten dolayı hapiste olduğunu, onun da aynı şekil de ermenileri katletmek için serbest bırakılıp, gönderildiğini ifadesine ekler. (J. LEPSIUS, Deutschland und Armenien / Almanya ve Ermeniler, 1914-1918, Postdam, 1919; extraits parus en traduction française dans (Archives..., op. Cit., s. 37..) Cemal Bey'in yerini alan Boğazlayan kaymakamı ve Yozgat davasının baş zanlısı Kemal Bey, Anayasayı kutlama amacıyla 23.6.1915'de, Yozgat'ta yapılan bir toplantı da, “Ermenileri toptan yok etme kararlarını doğrudan doğruya merkezi hükümet verdi.“der. “Söz konusu Yozgat davası, Yozgat'da değil, Konstantinopl'da yapılmıştı. Kemal Bey, sadece Boğazlayan eyaleti kaymakamı değildi. Yozgat bölgesinin de değildi. Çünkü, O, Cemal Paşa'nın emri üzerine, henüz Halep valisi olmadan, ilkin mutasarrıf olur. Cemal Paşa kendisi de Suriye'de ve Lübnan'da, IV.Ordu komutanlığı görevini yürütür.“ (Austrian State Archives (HHStA), PAI 942, Krieg 21a Türkei.ZI.79/pol, November 8, 1914;83/pol, December 12, 1914;PA21, XL 272, no.56, February 2, 1915.) “Yozgat hapishane müdürü Ali Bey ve bu kentin eski hakimi Mustafa Remzi Bey, serbest bırakılan katillerin askeri egitim merkezlerine nakilleriyle ilgili görüşlerini açıkladılar. Yazılı cümlelerle, anlatımlarla Adalet Bakanlığı'yla, İttihad-ı Terakki Partisi arasındaki ilişki apaçıktı. Ali Bey halen Yozgat hapishanesi müdürüdür. Ali Bey'in, Şubat 1919'da, komisyon başkanı Mazhar Bey'e gönderdiği iki listeden birinde, sekiz mahkum, diğerinde ise 57 mahkum adı var. Bunların her birisinin isimlerinin karşılarında, kendilerinin doğum yerleri ve kendilerine verilen hapis cezaları, neden dolayı mahkum oldukları yazılıydı. Bu 65 katilden, 12'si hırsızlık yapmış, birisi küçük bir çocuğa tecavüz etmiş, bir başkası ise hapisten kaçmak istemiş, diğerleri ise 15'er yıl ağır hapis cezalarına çarptırılmışlardı. Ali Bey, gönderdiği mektubunda, Teşkilat-ı Mahsusa'yı belirtmek için, Teşkilat-ı Cedida kavramını kullanmış. Cedida kelimesi ; inşa etmek, yeni bir var oluşa sahip olmayı içerir..(...)... Bu tutuklular, İçişleri Bakanlığı'nın emri üzerine serbest bırakılmışlardır. Emir 15. 5. 1915 tarihlidir ve Yozgat mutasarrıfı Cemal Bey'e de havale edilmiştir. Cemal Bey, Adalet Bakanlığı'na gönderdiği bir yazıyla üç kişiden oluşan bir komitenin serbest bırakılan tutuklularla ilgileneceğini belirtmiştir. Komite de görev yapanlar ; Yozgat savcısı Tewfik Bey, jandarma komutanı Selim Bey ve askerlik şubesi başkanı Mustafa Remzi Bey'dirler...(...)... Çorum'da çetelerin egitim merkezleri vardır. Çorum, temel merkezlerden bir tanesidir. Mazhar komisyonu, Sévastia'dan, bu girişimi onaylayan bir yanıtı alır. Sévastia valisi, 1914 Kasım'ında, 124 katilin, Pimyan cezaevinden serbest bırakıldıklarını ve Angora'dan aldığı bir raporla, merkez hapishanesinden de, 49 katilin 3. Mart 1915'de serbest bırakıldığını açıklar. Bu katiller de, Çoruma götürülmüşlerdir...(..)... Bursa'dan, İttihat-ı Teraki Partisi Merkez Komitesi sorumlusu olan İbrahim'in kaleme aldığı 15.9.1914 tarihli belge, 14 Mayıs 1919'da Konstantinopl'da, mahkemeye, sunuldu. Bu belge, Konstantinopl merkez komitesine gönderilmişti. Sınırlara göndermek üzere düzensiz gurupların işe alınmaları konusunu içeren bir belgeydi. Bu katiller, göçe zorlanan Ermeni kafilelerini katletmek için kullanılmışlardır.“ (J. LEPSIUS, Deutschland und Armenien-Almanya ve Ermeniler, 1914-1918, Postdam, 1919; extraits parus en traduction française dans (Archives..., op. cit., s. 37..) “Konstantinopolis Mahkeme Başkanı, Teşkilat-ı Mahsusa'nın örgüt yapısını, Cevat, Atıf ve Rıza adlı Teşkilat-ı Mahsusa yöneticisi üç suçlunun soruşturmasını yaparken, sorgulamalar arasında alınan bilgilerle bu örgütün, örgütsel şemasını tespit eder. Bu suçluların verdikleri ifadeler ve itiraflar, ikinci Teşkilat-ı Mahsusa'nın, birinci Teşkilat-ı Mahsusa'yı nasıl kamufle ettiğini açık bir şekil de izah eder. Başkan, suçlulardan her birine soru yöneltiğinde, her birisine “Teşkilat-ı Mahsusa neydi?“ sorusunu soruyordu. Böylece, İttihad-ı Terakki Partisi ile bu partinin Merkez Komitesi'nin Teşkilat-ı Mahsusa ile olan ilişkilerini sorguluyordu. Bu suçlular; iki Teşkilat-ı Mahsusa'nın varlığını inkar etmeye çabalıyorlardı. Sadece bir tek Teşkilat-ı Mahsusa vardır yarğısını ortaya koymak için kendi kendilerini zorluyorlardı. Onlar, “Teşkilat-ı Mahsusa, Savaş Bakanı Enver Paşa tarafından kurulmuştur. Savaş Bakanlığı'na bağlıdır. Osmanlı Ordusu subayları tarafından idare edilir, yönlendirilir. Ordu fonlarından finanse edilir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir de karşı casusuluk işlevi vardır. Bu durum cinayetleri işlemesine engel değildir. Bilakis yapılmasına el veriyordu.“ Mahkeme başkanı, meselenin yükümlülüğüne geliyordu. Başkan; bu askeri resmi örgütün İttihad û Terakki Partisi'yle ilişkiler içerisinde bulunduğunu, Teşkilat-ı Mahsusa'nın, orduların gizli fonlarından paralar, üniformalar pay aldığını, sivilleri askeri işlerde kullandıklarını, valilerin, de İçişleri bakanlığının şifrelerini kullandıklarını, saptadı. Başkan kanıt olarak, general Mustafa Nazım Paşa'nın, iki tip Teşkilat-ı Mahsusa'nın var olduğunu ıspatlarıyla ortaya çıkarttı. Cevat, sorgusunda bir dil sürtüşmesiyle, çete kelimesini kullandı. Sözüm ona Savaş Bakanlığı'na bağlı bir taburdan bahsetmek istediğini söylemişti. Atıf ise böyle bir taburun varlığını kesinlikle inkar etti. Mahkeme başkanı Mustafa, Atıf'ın imzasını askeri bir teşkilat, örgütlenme olan Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir belgesinde görünce şaşırdı. Çünkü, Atıf bir sivildi. Atıf, mahkeme başkanının durumunu fark etmesi üzerine, İçişleri Bakanlığı'nın ve İttihad-ı Terakki Partisi Merkez Komitesi'nin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın işlevinde var olan müdahalesini kabul etmek zorunda kaldı. Rıza, Dr.Şakir'le işbirliği yapmak için Trébizonde'ya gönderilmişti. O, ilkin görevlerini saklamak istedi, inkar etmeye başladı. Sonra, iki Teşkilat-ı Mahsusa'nın var olduğunu itiraf etti. Birinci Teşkilat-ı Mahsusa resmi olarak 1913'de kuruldu. İkincisiyse, 1914'de inşaa edildi ve resmileştirildi. Doğrudan doğruya Savaş Bakanlığı ile İçişleri Bakanlıklarına ve İttihad-ı Terakki Partisi Merkez Komitesi'ne bağlandı. Mevcut resmi belgelerin incelenmeleri ve dinlenilen tanıkların verdikleri ifadeler sonucunda mahkemenin tespit ettiği, vardığı sonuç şuydu; İttihad-ı Terakki Partisi Merkez Komitesi, 21 Temmuz 1914'de, seferberlikten sonra, hemen bir Teşkilat-ı Mahsusa oluşturmuştu. Amaçları ve kompozisyonu daha önce kurulmuş olan Teşkilat-ı Mahsusa'dan tamamen farklıydı. Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının emirleriyle, Savaş Bakanlığı'na bağlı olan bu Teşkilat-ı Mahsusa, mahkum edilen adi suçluları serbest bıraktırıyordu. Savaş Bakanlığı ise onları orduya dahil etmiyordu. Kamuoyunu yanıltmak için ise serbest bırakılmış olan bu katillerin cephede kullanacakları haberini veriyordu. Bu katiller egitim kamplarına gönderiliyorlardı, eğitiliyorlardı. Ondan sonra da göçe zorlanan ermenilerin kafilelerine saldırtılıyorlardı. Onlar, ermenileri soyup, öldürüyorlardı.“ (Osmanlı Resmi Gazetesi; Takvim-i Vekayi, sayılar ; 3540, 3549, 3554, 3557, 3561, 3571, 3604, 3617, 3771, 3772 (5 Mayıs 1919'dan, l Şubat 1920 ye) Enver Paşa kaçmadan önce Teşkilat-ı Mahsusa'nın resmi olarak tasfiye edilmesini ister. Kendisine göre tedbirli davranır. Geride belge, tanık bırakmak istemez. “İslam Alemi Genel İhtilal Teşkilatı“ adlı bir oluşuma gider. Bu teşkilat çatı örgütüdür. Teşkilat-ı Mahsusa'nın varlığı bu oluşumla devam ettirilir. Teşkilat-ı Mahsusa yerine oluşturulan “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı" ya da “İttihad-ı Selamet-i Milli“nin merkezi Berlin'de ve başkanı da kaçmış olan Talat Paşa'dır. İttihat-ı Terakki Partisi'nin örgütlendiği, ihtiyaç duyulan alanlara gerekli askeri mühimatın, askerin gönderilmesini sağlarlar. Silah, adam kaçırma, propaganda, sabotaj ve casusluk hizmetleri görevler arasındadır. Konstantinopl'da “Milli Kongre“ çatısı altında toplanan Teşkilat-ı Mahsusa'cılar boş durmazlar. I.Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmalarına rağmen amaçlarından vazgeçmezler. Nizam-ı Alem; kendilerinin sınırlarını belirledikleri islamın bütün dünyayı yönetmesi amacı canlılığını korur. Yeni projeler oluşturmaya ve taraftar toplamaya çalışırlar. Değişik alanlarda uzmanlaşmış olan bu kişiler bildikleri avrupa dillerinde gazete, kitap basarak amaçlarını açıklarlar. Ermenileri, Kürtlerin öldürdüklerini yazmaya devam ederler. Nisan-Temmuz 1919'da, Konstantinopolis'de yargılama yapılır. Konstantinopl, İngilizlerin yönetimi altındadır. Yakalanabilen İttihad-ı Terakki Cemiyeti üyelerinin yargılandıkları bu şehirde hazırlanan dava iddianamesi; “Mahkeme, başsavcısının davaya ilişkin ortaya çıkardığı sonuçlarını öğrenmiş bulunmaktayız. İttihad-ı Terakki'nin Başkanı Said Halim Paşa hakkında yapılan farklı soruşturma davaları ve dosyalar incelendi. Said Halim Paşa, İttihad-ı Terakki'nin feshedildiğini söylüyor. Merkez Komite üyeleri; Talat, Enver, Cemal, İbrahim Şükrü, Halil ve Ahmed Nessimi, ayrıca Genel Sekreter Midhat Şükrü, Konstantinopol delegesi Kemal, Ziya Gökalp, Roussouni, Küçük Talaat; Teşkilat-ı Mahsusa'nın üye ve yöneticileri; Dr. Behaeddin Şakir, Nazım, Atıf Rıza ve diğer üyeler Merkez Komitesi üyesidirler. Ayrıca eski Emniyet Müdürü Aziz ile Konstantinopol eski Askeri Komutanı Cevat, İttihad-ı Terakki'nin merkez komite üyesidirler. Bu belgelerden anlaşılacağı gibi, İttiha-ı Terakki iki örgütten oluşuyor; biri kamu nezdinde ifadesini bulur, resmiyeten hareket eder. Diğeri; gizlidir. Sözlü karar bazında faaliyet yürütür. Gizli bir komite özelliğine sahiptir.Varolan kanıtlar bu komite yönetiminin bir dizi katliamlar düzenlediklerini, malları yağmaladıklarını ve gasp ettiklerini ortaya koymaktadır. İttihat ve Terakki yönetiminin katliamlar gerçekleştirdiği tesbit edilmiştir. İşledikleri katliamlar kanıtlanmıştır. Örneğin, 1914'de savaş ilan edilince, İttihad û Terakki yönetimi bir toplantı düzenliyor; yönetici komitenin etkin üyeleri, Avrupa'da egemen olan Birinci Dünya Savaşı zihniyetinden yararlanan Enver, Cemal ve Talat aşırı şiddet kullanarak, askıda kalan sorunları, adaletle, tatlılıkla, ya da şeylerin mantığına göre çözmek yerine, aşırı şiddete başvuruyorlar. Bu böyle olunca, ulusal özlemlerine yanıt bulmak isteyen İttihatçılar, savaşın dayattığı kaygılara dayanarak bir ulusu ortadan kaldırmak istiyorlar. Şahsi zenginlik için tiranca davranıyorlar. Askeri hareketlerden hemen sonra, ittihatçı gizli komiteler, gizli eylemlerini sürdürüyorlar. İttihad û Terakki yöneticileri, Teşkilat-ı Mahsusa'nın hapishanelere varan genişletilmiş cinayetlerini örgütlerler. Hapishanelerde oluşturdukları çekirdek çete örgütlenmeleri özel emirlerle görevlendirirler. Bu örgütün genel kurmayı, genel güvenlik şefi Aziz Bey; Akif Rıza, Dr.Nazım ve Konstantinopol askeri komutanlığı tarafından yönetilir. Çok miktarda para ajanlara, eylem bölgelerinde görev yapanlara dağıtılır. Teşkilat-ı Mahsusa'nın şefi Dr.Bahaddin Şakir gizli şifreleri bütün ittihatçılara dağıtır. Ajanlarının emrine istediği kadar para ve yok etme olanaklarını sunmuştur. Bir kararname ile İttihad û Terakki'nin şeflerine ve üyelerine talimatlar göndermiştir. Aynı zamanda bazı üyeleri eyaletlere göndererek, örgütün şefleri ve delegelerine, ittihatçıların yerel komitelerine, memurlara talimatları, yıkım olanaklarını bildirmiştir. Korku ve tehditle bazı kişilerin katılımını sağlamıştır. [i]15 Mayıs 2009[/i] [i]Evin Çiçek[/i] [url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/1981-soy-krmlar-4.html][b][u]Kurdistan Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

Böylece katliamlar, mallara el koyma, evleri yakma, yıkma, öç alma, gaspetme, din, ırk ayırımı yapmaksızın bu ülkede ikamet edenlere karşı cinayetler işlenmiştir. Bu girişimlerden, katliam-soykırıma uğrayanların büyük bır kısmı Ermenilerdir. Bundan acı çeken Türkler de vardır. Esas nokta; sürgün edilen Ermeniler'in değişik alanlarda birbilerinden ayrıştırılarak, değişik yerlerde katledildikleridir. Merkezi askeri bir güç yukarıda adı geçen kişiler tarafından örgütlendirilmiş, Ermeniler'in katledilmeleri önceden kararlaştırılmıştır. Bu ister gizli emirlerle, ister sözlü kararlarla olsun, katliam gerçekleştirilmiştir. Teşkilat-ı-Mahsusa adı altında İttihad û Terakki şeflerinin gizli bir şebeke oluşturdukları ortaya çıkatırtılmış olup, savaşa katılma kisvesi altında kurulan bu gizli örgüt, doğrudan doğruya Merkez Komitesinden, Dr.Nazım, Dr.Behaeddin Şakir, Aziz Rıza Bey tarafından yürütülmüştür ve Konstantinopolis eski Emniyet Genel Müdürü Aziz Bey ile Dr.Behaeddin Şakir Bey Erzîrom'a gitmişler ve oradan Doğu Vılayetlerindeki askeri güçleri yönetmişlerdir. Atıf Rıza Bey Trébizonde Bölgelerinde faaliyet göstermiştir. Aziz ve Nazım Bey'ler ise Konstantinopol'de. Oradaki ordu komutanı Cevat Bey, alınan kararların Aziz ve Nazım beyler tarafından uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmek için görevlendirilmiştir. Bu şunu ortaya koyuyor; işlenmiş olan cinayetlerin Talat'ın verdiği ve Talat üstündekilerin Cemal ve Enver beylerin verdikleri emirler üzerine işlendiği kanıtlanmıştır. Belge; 11 Temmuz 1915 Talat Paşa tarafından, Diyarbakır Mutasarıfına, Xarput, Urfa ve Zor'a çekilen şifreli telgraftır. Burda verilen emre göre “Yol kenarlarındaki cesetler ırmaklara, göllere, çukurlara atılacaklarına, toprağa gömün yol kenarlarına terkedilenleri yakın.“ denilmektedir. Diğer bir telgraf; 1 Temmuz 1915 tarihinde 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa tarafından, Diyarbakır Valisine “acil“ ve “kişiye mahsus“ olarak gönderilmiştir. Bu telgrafta “Fırat ırmağından Güneye taşınan cesetler büyük olasılıkla isyan hareketleri sırasında ırmağa düşen Ermenilerdir. Hiç bir ceset ortada kalmayacak gerekli yerlere gömülecektir.“ denilmektedir. Ayrıca 3 Temmuz 1915 tarihli şifreli ve “acil“ ve “kişiye mahsustur“ ibaresini taşıyan ve Cemal Paşa'ya cevap olarak gönderilen telgrafta şöyle deniliyor; “Vilayetimizin Fırat ırmağı ile çok az ilişkisi vardır. Irmağa atılan cesetler büyük bir olasılıkla Erzîrom ve Xarput vilayetlerinden gelmektedirler. Burada ölenler derin mağaralara terkediliyorlar, ya da her zaman yapıldığı gibi yakılıyorlar. Gömülecek yer bulmak çok nadirdir. Zor valisi Ali Suat Bey, Zor'a sürgün edilen Ermeniler konusunda bilgiler verir. Halep Telgraf ajansı eski editörü ve Tasvir-i Efkar gazetesinin eski muhabiri Agah Bey'den öğrendiğini açıklıyarak, o dönemin Valisi Salih Zeki Bey'e sorduğu soruda “Senin on bin Ermeniyi katlettiğini söylüyorlar? Doğru mu?“ Bu soruya Vali Salih Zeki Bey şu yanıtı verir. “Onur duyuyorum. On bin kişiyi öldürmekten memnun değilim. Yükselt, daha da görelim. “Xarput valisi tarafından gönderilen, Malatya Kaymakamı tarafından gönderilen şifreli telgrafta şöyle deniliyordu.“ “Şırınga ile öldürülenler bir yana, yol boylarında çok sayıda cesedin bulunduğunu söylüyorlar. Olumsuzluklar bazı sonuçlar doğurabilir, açıklama yapmaya gerek yok. İç İşleri Bakanı kayıtsızlık gösteren memurların çok ağır bir biçimde cezalandırılacaklarını bildirdi. Bütün cesetleri itinalı olarak gömmek var olan sınırlarınız dahilindedir. Belirli sayıda jandarma ve bir kaç kişi görevlendirmek, onları her tarafta yönlendirmek gerekir. 15 Eylül 1915 tarihli Diyarbakır'dan, Reşid'in İçişlerı Bakanına gönderdiği şifreli haberde; “Buradan sürgün edilen Ermeni sayısı 120.000“ diyor. Bu da olayların vehametinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. 3.Ordu Komutanı Mahmut Kamil'in imzaladığı telgrafta, “ Bir Ermeniyi korumak istiyen her müslüman evinin önünde asılacak ve evi yakılacaktır.“ Bu şunu gösteriyor, neden bu yerlerde ki müslümanlar bu korkunç cinayetlere engel olamadılar. Trébizonde eski milletvekili Hafız Mehmed Bey verdiği ifadede, karadeniz kıyılarında boğdurulan Ermeniler, sandallarla denize ölüme terkedilenler konusunda Talat Bey'e bu trajedileri bildirildikleri halde, vali Cemal Azmi hiç bir tedbir alamamıştır. Bu işlenen cinayetlerde Talat'ın suçluluğunun derecesini daha da güçlendiriyorlar. 14 aralık 1915 tarihinde Erzîrom valisi Münir Bey tarafından gönderilen şifreli haberde, eski vali Tahsin Bey'in iradesine rağmen, Erzîrom'dan yola çıkarılan zengin ermeni kervanlarını oluşturanların mallarına bölge sakinleri tarafından el konuluyor. Bu insanlar, İttihad û Terakki merkez komitesi üyesi Dr.Bahaddin Şakir'ce organize edilen çeteler tarafından da katledilmişlerdir. Cemal Assaf Bey'in verdiği yazılı ifadede sürgün edilenler, Ermeniler, İttihad û Terakki Komitesi sorumlusu Dr.Bahaddin Şakir tarafından organize edilen çete ve Kenguiri Komite sorumlu delegesi tarafından öldürülmüşlerdir. Cemal Oğuz Bey'in yaptıkları, Komite delegelerinin Merkez Komiteye bağlı Komite delegelerinin yaptıklarının bir parçasıdır. Özellikle Albay Halil Redjai Bey'in detaylı açıklamaları kayda değerdir. Bu açıklamalara göre Ermeniler Angora'ya sürgün edildiklerinde, bu kentin İttihad û Terakki şubesi askeri komutanlık nezdinde Taib Efendi'yi görevlendiriyor ve ona ordunun sağlık hizmetinde görevli olan Ermeni memurlarının serbest bırakılmalarını öneriyor. Bu açıklamalara göre komite üyeleri Mehmed Şevket ve kardeşi Refet Bey'in bu dönemde Angora'da para toplamaya gittikleri açıkça görülüyor. Açıklamalar, Angora'ya sürgün edilen Ermeniler hakkında etraflı bilgiler ve soruşlu komite delegesi ve bu kentin eski Emniyet Müdürü Necati Bey ile Monastır'da iken katliam işlerinde büyük rol oynayan Bahaddin Bey'in, katliama katılma dereceleri ve sorumluluklarını içeriyor. Halil Redjai Bey'in ifadesinde bilgi veren tanıkların isimleri durumunu içeriyor. Bunun üzerine Dr.Bahaddin Şakir hakkında dava açıldı ve Konstantinopole çağrıldı. Soruşturma dosyaları İçişleri Bakanlığının isteği üzerine gönderilmedi. Daha sonra da savaş bakanlığı trafından incelenmişti. Oysa Dr.Bahaddin Şakir hakkında dava açılmıştı. Kastamouni valisi Reşit Paşa, hakkında dava açılan Dr. Bahaddin Şakir'den şifreli bir telgraf aldığını açıklamıştı. Telgrafta bu bölgede İttihad û Terakki'nin Komite sorumlusu Hasan Fehmi Efendi'nin zorla sürgün edilmelerinin zorunluğunu ve işlenen cinayetleri açıklamıştı. Davaya ilişkin belgelerin 7. sayfasında, eski Konya Valisi Celal Bey'in, Konya Ermenilerini koruduğunu söylemişti. Bunun üzerine milletvekili Ali Rıza Efendi ona Dr.Nazım tarafından gönderiliyor ve merkez komitesi tarafından incelenen ve karara bağlanan bu sorun üzerine fazla düşmemesini tavsiye ediyor. Celal bey Konstantinopol'de Talat ve Nazım'dan zorla göçe, sürgüne gönderilme konularını duyunca, bunlar, sorun olan işlerin yararlılığına ve zorunluğuna tamamen inandıklarını açıklıyorlar. Dr.Nazım daha ileri giderek bu katliamın Doğu sorununu çözeceğini söylüyor. Constantinople 12 Nisan 1919“ Resim 6 Göçertilen ermeni bayanlar daha önce ölmüş atların etlerini yerlerken Merkezi dava; Sultan VI.Mehmet'in emri üzerine, İttihad-ı Terakki Cemiyeti'nin sorumluları 8 Mart 1919'da Konstantinopolis'de tutuklanırlar. Dava, 27 Nisan 1919'da başlatılır ve 5 Temmuz 1919'a kadar sürer. Davada bulunmayanlar; Talat, Cemal, Enver Paşalar ve Dr.Bahaeddin Şakir'dir. Mahkemede sorulan sorulara cevap veren İttihad-ı Terakki ileri gelenleri, sorgulananlar, olanlarla kendilerinin ilgileri olmadığını söylerler. O dönemde Sadrazam olan ve tutuklanan Said Halim Paşa; « Fakat « naklediniz » demekle, öldürünüz anlamı çıkmaz ki... Bunun uygulanması fena olmuş. Her şey de olduğu gibi, bu faciada olup bittikten sonra işittim.» der. İbrahim Bey; « Evet biz de birtakım fecayi'e muttali olduk ve bendeniz ondan sonra pek müteessir oldum. Çünkü bu hakikaten kabul edilir bir mesele değildir. » Şeyhülislam Hayri Efendi; « ... Meclis-i Mebusan Reisi olan Halil Beyefendi Şeyhülislamlığa geldi; taşrada Ermenilere birçok facia yapıldığını, konuyu bazı kişilerden işittiğini üzgün bir dille anlattıktan sonra... o gün padişahın vekilinin bulunduğu birime gittim... Bununla beraber bazı arkadaşlar ile aramızda esasen hasıl olan düşünce ayrılığı ve nazar hasebi ile birkaç defa istifa teşebbüsünde bulundum.“ Mahkemenin kararı « İçişleri Bakanlığı özel kalem müdürü İhsan Bey, Kilis Kaymakamı iken Konstantınopl'dan, Haleb'e gönderilen Abdulahad Nuri Bey'in, göçertmenin imha amacına yönelik olduğu ve « Ben, Talat Bey'le temas ettim, imha emirlerini bizzat aldım. Memleketin selameti bundadır. » diyerek, kendisini de iknaya çalıştığını bildirmektedir. » (Sorgu evrakı, sayfa ;15) « Teşkilat-ı Mahsusa ve ona bağlı jandarmaların Erzîrom vilayetine bağlı yerlerde Ermenilere olan tecavüz ve tecavüzleri anlatan vali Tahsin Bey'in 15 Temmuz 1915 tarihli, şifreli telgrafı: Faik adındaki bir teğmenin Arabyan'ın dört kızını aldığını ve teğmen Kemal efendinin de 1863 lira, 35 yük eşya, pek çok mücevherat çaldığını, para ve kadın rezaletinin pek utanılacak şey olup mertliğe yakışmadığını ve bu vaziyetlerin sona erdirilmesini.. Elazığ valisinin, « Bütün yollar kadın ve çocuk cenazesiyle doludur, defnetmeye yetişemiyoruz... » cümleleri içindedir. » (sıra;8, belge;4) « ....21 Temmuz 1915 tarihli Diyarbakır, Elazığ, Urfa, Zor vali ve mutasarrıflarına, yollarda kalan ölüler defnettirilerek cesetlerin dere, göl ve nehirlere attırılması ve yollarda terk ettikleri eşyaların yakılması hakkındaki Talat Bey'in şifreli telgrafı ve 4. Ordu Kumandanı Cemal Bey'e, Diyarbakır valisine « acele ve şahsa mahsus » kaydıyla ve 1 Temmuz 1915 tarihli telgrafında « Fırat Nehri'nin güneye doğru sürüklediği cesetlerin isyan hareketinde öldürülmüş olan Ermenilerin cesetleri olması muhtemel bulunduğundan, bunların yerlerinde defnettirilmeleri, açıkta ceset bırakılmaması gerekliliği açıklanmaktadır. » (sıra;II, belge;3) [i]18 Mayıs 2009[/i] [b]Evin Çiçek[/b] [url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/2005-soykrmlar-5.html][b][u]Kurdistan Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

« Buna cevap, karşılık Cemal Bey'e çekilen 3 Temmuz 1915 tarihli ve « şahsa mahsustur » işaretli şifreli telgrafta: « Fırat, vilayetimizle pek az münasebattardır. Sürüklenen cesetlerin Erzîrom, Elazığ bölgelerinden gelmeleri, burada isyan hareketinde öldürülenler, derin mağaralara terk edilmişler, atılmışlar, ya da çoğunlukla yapıldığı gibi yakılmışlardır ve definleri bile pek nadirdir. » denilmektedir. » « .. Tasvir-i Efkar yazarlığında bulunmuş olup, Halep'te ajans telgrafları basan Agah Bey'in Zor mutasarrıfı Salih Zeki Bey'e « Senin için 10.000 Ermeni imha etti diyorlar » demesine karşılık, Zeki Bey'in, « Benim namusum var. On bine tenezzül etmem, daha çık bakalım » cevabını vermiş olduğunu... » (Sıra;6 ve sıra;14, belge;4 ve sıra ;II, belge ; I) « Bir önceki Trébizonde Milletvekili Hafız Mehmet Bey, Ermenilerin Karadeniz sahillerinde kayıklara bindirilişleri ve boğuluşlarını açıklayan faciayı Talat Bey'e bildirmişse de, Vali Cemal Azmi hakkında bir şey yapılmadığını kapsayan ifadesi (sıra;15)... » « İnceleme sonucuna göre, adı geçen faciaları şiddetle reddedip herhangi sebeple katılma yoluna gitmeyenler vatan haini sayılıyorlarken, Bahaeddin Bey gibi aktif unsurlarsa çok fazla şereflendirilmiş ve kendilerine sevgi duyulmuştur. Hatta eski İç İşleri Bakanı vekili Talat Bey, mümaileyh Bahaeddin Bey'i Şark Orduları Grup Kumandanı Vehip Paşa'ya özel şekilde tavsiye ederek, hizmete alınması, kullanılması için göndermiş, O, bir süre Samsoun-Amissos Savaş Mahkemesi'nde görev yaptıktan sonra, bilinmeyen bir yere kaçtığı anlaşılmaktadır. (Vehip Paşa'nın şahsi dosyasından ele geçirilmiş ifadesi) Mahkeme de ortaya konan belgelerden bazıları Talat Paşa kaçtıktan sonra, onun evinde bulunmuşlardır. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı ; “Enver, Talat, Cemal ve Dr.Nazım'ın eylemleri ceza kanununun 45.nci maddesinde ve medeni kanunun 1.ci paragrafında ön görülen cezalara tekabül etmektedir. Cavit, Mustafa Şerif ve Musa Kazım'ın eylemleri aynı maddelere, 2 paragraf ve 35.ci madde, 1 paragrafa tekabül etmektedir. Bu maddeler şunu belirtmektedirler; Bu kişiler, eylemi ortak olarak işleyenler olarak sayılmaktalar ve topluca cinayet işlemiş olan kişilerin sorumlusu olarak cezalandırılır veya her kim bir gurubun ferdi olarak, her türlü zararı taşıyan bir cinayet durumunda, bir veya birden çok cinayet işlerse, ölüm cezasına çarptırılır. Her kim anayasayı veya Konstantinopolise temel kuralı, hükümetin sistemini veya imparatorluğun miras yasasını değiştirmek için zor kullanırsa ölüm cezası alır. Cinayetin suç ortakları, özel yasa hükümleri bulunmadığı taktirde, aşağıda belirtilen şekilde cezalandırılır;en önemli cinayet, ölüm cezası veya ömür boyu kürek cezası ile cezalandırılır. Yasal hükümler gereği, Sıkıyönetim Mahkemesi, Talat, Enver, Cemal ve Dr.Nazım'ı ölüm cezası ile cezalandırmaya karar vermiştir.“ Bundan sonraki “Takvim-i-Vekayi“ belgesi, 3571 numarayı taşımakta ve “Özel Örgüt»ün sekreteri hakkındaki yargılamayı içermektedir. Bu sekreterler, hükümetin temsilcisi olarak, Konstantinopolis emirlerinin başkaları tarafından uygulanıp, uygulanmadığını denetlemektedirler. » (Tribunal Permanent Des Peuple-Le Crime De Silence-Le Génocide Des Arméniens, Préface de Pierre Vidal-Naquet, Flammarion, 1984, Paris) Resim 7 Cemal Paşa, yardımcısı Nusret Bey ve sürgün direktörü Hasan Bey şam`da ermeni yetimleri kontrol ederlerken. Dünya devletlerinin Konstantinopl`daki görevlileri ve ermeniler sadece olayların sonuçlarını bilirler. Her yerden ölüm, sürgün, soygun haberleri gelmiştir. Mahkemeler, dava sonuçları Teşkilat-ı Mahsusa adlı oluşumun işlevini, amacını anlama imkanı, olanağı verir. İki merkezin varlığı ortaya çıkar. Bu merkezlerden biri, Konstantinopol'da, merkez komitesinde ve kararsaldır. Diğeri ise Dr.Bahaeddin Şakir'in komutanlığında, Erzîromda'da ve askeri operasyoneldir. Vehib Paşa; « Bütün bu saldırıların ve dramın nedeni, baş sorumlusu, mimarı Bahaeddin Şakir'dir. Bütün bu insan trajedileri, cinayetler, Şakir'in işidir. O, katliam çetelerini işe alıyor ve yönlendiriyordu. Oluşturulan, örgütlendirilen bu çeteler, elleri kana bulanmış gözü kanlı jandarmalardan, özel egitim görmüş, deneyimli kişilerden oluşuyorlardı. ...(...)...Muş'un, 5 Km. Kuzey'in de olan Çürük köyünü yıktıktan sonra, Bîlîs'de, kadın ve çoluk çocukları canlı, canlı yakmıştı. Vehib Paşa ; « İslam tarihin de bu tür vahşiliklerin ve katliamların örnekleri bulunamaz. » (Courrier de Turqiue, (Constantinopole), 1-2.4.1919/ Kri (1) p.260-261) « Vehib Paşa'nın ifadesi o kadar alt üst ediciydiki, Bahaeddin Şakir'in eşi, Vehib Paşa'yı hapishane de ziyaret eder ve ona saldırır. Vehib Paşa ise kadına cevap vermek, kendisini dövmek istemediği için nöbetçilerden yardım ister. » (Djadagamard Gazetesi (Constantinopole) Jamanag Gazetesi (Constantinopole) 09.9.1919 / Cite par Dadrian (1) not; 47, s.350) Resim 8 Halide Hanım türk yazar çalışma bürosunda. Ermeni çocukları islamlaştirmak için çok aktif. Ayakta olan ermeni genç kıza harem yaşamı tanıtılıyor. Resim 9 Halide Hanım, islamlaştırılan, islama dönderilen ermeni-hristiyan yetim çocuklarla beraber. Yargılamalar sonucu suçlu bulunanlar ve kendilerine verilen cezalar Dr.Nazım Bey ; Parti merkez komitesi üyesi, Milli Eğitim Bakanı, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi, giyaben idama mahkum edildi. Cavit Bey ; Maliye Bakanı. 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Sürgüne gönderildi. Mustafa Şeref Bey; 1917-1918 Tarım ve Ticaret Bakanıdır. 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Sürgüne gönderidi. Süleyman Elbistani Bey; 1915- 1917 Tarım ve Ticaret Bakanı'dır. Oskan Efendi; 1914-1917 P.T.T. Bakanı'dır. Dr.Bahaeddin Şakir; Hem Teşkilat-ı-Mahsusa'nın siyasal şefidir, hem de Doğu eyaletlerinde katliam yapan öldürücü birliklerin komutanıdır. Dr. Rusuhi Efendi; parti merkez komite üyesidir. Aziz Efendi; Milli Güvenlik Bakanıdır. Teşkilat-ı Mahsusanın üyesidir. Yargılanan diğer suçlular Said Halim Paşa; büyük vezir. Mithat Şükrü Bey ; parti genel sekreteri. Ahmed Cevad Bey; Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir. Atif Bey; Angora milletvekili, Teşkilat-ı-Mahsusa üyesidir. Ziya Gökalp ; parti merkez komite üyesidir. Küçük Talât Bey; parti merkez komitesi üyesidir. Rıza Bey; Teşkilat-ı-Mahsusa üyesidir. İbrahim Bey; Millet Meclisi Başkanı'dır. Hayri Bey; Şeyh-ül-İslam Musa Kâzim Efendi; Şeyh-ül-İslam Halil Efendi; Adalet ve Dışişleri Bakanı, Teşkilat-ı-Mahsusa üyesidir. Ahmed Nesimi Bey; 1917-1918 Dışişlerı Bakanı. İsmail Canbolat Bey; 1917-1918 İçişleri Bakanı. Abbas Halim Paşa; 1915-1917 Sosyal İlişkiler Bakanı. Ali Mûnif Bey; 1917-1918 Sosyal İşler Bakanı. Şükrü Bey; Eğitim Bakanı, Teşkilat-ı-Mahsusa üyesidir. Kemal Bey; Onarım Bakanı. Parti merkez komite üyesidir. Hüseyin Haşim Bey; 1917-1918 P.T.T. Bakanı. Rifat Bey; Senato Başkanı. Mehmed Esad Efendi; Şeyh-ül-İslam. 5 Temmuz 1919'da verilen kararda, mahkeme, Ermenilerin soykırımdan geçirilmelerinin, onların mal varlıklarına el konulmasının, zapt edilmesinin sorumluları olarak hükümet ve parti üyelerini tespit etti. Osmanlı'nın Almanya ile birlikte savaşa girmesine neden olanları suçlu olarak buldu. Soykırım davasının özü, katliamın Teşkilat-ı Mahsusa'nın organlarının bilgisi dahilinde gerçekleştikleri ve geliştikleri gözönüne alındığından bu durum davanın hukuki yanınin esasını oluşturuyor. Bu nedenlerle ceza kanununun 45.ci maddesini ihlal etmek suçlarından idam cezasına çarptırılan sanıklar; Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Dr.Nazım Bey'dirler. Ceza kanunun 55/2 maddesini ihlal etmek suçlarından 15 yıl ağır hapse çarptırılan sanıklar ise; Cavid, Mustafa Şeref ve Musa Kazım Bey'lerdirler. Yeterli kanıt olmadığı için beraat ettirilenlerin arasında; Rıfat ve Haşim Bey'ler bulunmaktadırlar. Sürgün sırasında suç işleyenler değişik merkezlerde yargılanmaya tabii tutulurlar. İçişleri Bakanlığı'ndan vilâyet ve mutasarrıflıklara gönderilen şifreli telgrafla Diyarbakır, Mamuretülaziz vilâyetlerinde tehcir sırasında suç işleyenlerin gözaltında bulundukları yerlerdeki Savaş Mahkeme'lerinde, Savaş Mahkeme'lerinin olmaması halinde Nizamiye Mahkemelerinde yargılanmaları için yerlerine sevklerinin uygun olacağı belirtilir. [i]20 Mayıs 2009[/i] [b]Evin Aydar[/b] [url=http://turkce.kurdistan-aktuel.org/dosya/2021-katliamlar-6.html][b][u]Kurdistan Aktuel / Dosya[/u][/b][/url]

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.