بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 14 December 2008

Irak'a Türkiye'nin de arzuladığı barış gelecekse, Kerkük sorununun çözümünün bu açıdan kilit rol oynayacağı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. “Barut fıçısı“ diye tanımlanan bu kentteki bir Kürt lokantasına düzenlenen ve en az 55 kişinin ölümüne neden olan son intihar saldırısı bu gerçeği bir kez daha anımsattı bize.
Günümüzde Kerkük sorunu esas itibariyle Irak'taki Araplar ile Kürtler arasında olan bir sorundur. Sorunun odağında ise petrol meselesi yatıyor. Bir hesaba göre, Kerkük ve çevresi Irak'ın kanıtlanmış rezervlerinin yüzde 13'üne sahip.

Bağımsızlık hızlanır
Bölgesel Kürt Yönetimi'nin bu rezervleri eline geçirmesiyle Kürtlerin bağımsızlık arayışlarının hızlanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Ancak, gelişmelerden de görüldüğü gibi, Araplar bu büyük rezervin Kürtlere geçmesine razı değiller.
Irak'ın yeni düzeninde hakları kesinlikle tanınması ve korunması gereken Türkmenler ise burada “arada kalan“ bir kesimden ibaretler. Kaldı ki, yerleri ve konumlarına göre farklı taraflara da meyledebiliyorlar.
Örneğin, Erbil'de yaşayan ve sayılarını kendileri “300 bin kadar“ diye telaffuz eden Türkmenlerin Kerkük'ün Kürt idaresine geçmesine fazla itirazları yok. Kerkük'teki Türkmenlerin ise bu konuda çok farklı görüşleri var.

TSK'dan gelen telkinler
Kimi gözlemcilere göre, bunun bir nedeni Türkiye'den ve özellikle de TSK'dan -gelen telkinler. Diğer nedeni ise Türkmenlerin önemli bir bölümünün Şii olmaları ve mezhepsel aidiyet paylaştıkları Araplarla hareket etmeleri.
İşte bu karmaşık etnik ortam ve Kürtler ile Araplar arasındaki zıtlaşma çerçevesinde Kerkük'te tansiyon giderek artıyor. Perşembe günkü intihar saldırısı ise bir Arap-Kürt çatışmasını başlatmak isteyenlerin işi hangi noktalara taşımaya hazır olduklarını ortaya koydu. Ne yazık ki, önümüzdeki dönemde Azrail'in bu talihsiz kentte kol gezeceği anlaşılıyor.
Bu arada Kerkük'ün Kürtlerin eline geçemeyeceği de daha iyi anlaşılmaya başlandı. Yazılıp söylenenlere bakılırsa, bazı Kürtler bile bunu görmeye başladılar. Öte yandan, Irak'ta barış gerçekten arzulanıyorsa uluslararası camianın bu konuda yeni önerilerle ortaya çıkması gerekeceği de gün geçtikçe netleşiyor.

Türkiye'nin endişesi
Merkezi Brüksel'de bulunan ve bölgeyle ilgilenenlerin çalışmalarını yakından izledikleri Uluslararası Kriz Grubu (ICG) böyle bir öneriyle ortaya çıkmış durumda. Adını da “Petrol karşılığında toprak“ koymuş.
Öneri, özetle, Irak Anayasası tarafından tanınan bölgelerindeki petrol rezervleri üzerindeki hakların kendilerine teslim edilmesi karşısında, Kürtlerin Kerkük üzerindeki sevdalarından vazgeçmelerini öngörüyor.
Henüz kabul görmemiş olan bu önerinin Türkiye açısından biraz sorunlu olduğu ortada.
Zira, Ankara'nın Kerkük ilgisi, Türkmenlerden çok, Kürtlerin petrol zengini olup bağımsızlık sevdalarına kapılmaları endişesinden kaynaklanıyor. Yoksa aynı Türkiye, Türkmenler Saddam tarafından ezilirken fazla ses çıkarmamıştı.

Vehim değil yerel gerçekler
Ancak, bu, öneri Kerkük'teki gelişmelere endeksli olarak, uluslararası camiada kabul görebilir. Türkiye buna hazırlıklı olmalı. Bu açıdan bakıldığında, Ankara'nın hem Bağdat hem de Erbil'le yakın diyalog sürecine girmiş olmasının önemi de ortaya çıkıyor.
Her zaman dediğimiz gibi, Irak'taki gelişmeler Türkiye'nin arzularına göre şekillenmedi, bundan sonra da şekilleneceği kuşkulu. Buna rağmen Türkiye, bu ülkede arzulanan barışın gelmesi için çok büyük katkılar yapabilecek konumdadır. Yeter ki, politikalarını vehimlerine göre değil, yerel gerçeklere göre ayarlasın.

Kurban Bayramı'nın son gününde Kerkük acı bir haberle sarsıldı. Arap aşiretleriyle Kürt yetkililer, gerginliklerin giderilmesi için görüşmeler yapmak üzere şehrin en önemli lokantalarından birinde bir araya gelmişlerdi. Bir intihar eylemcisi toplantının olduğu yerde üzerindeki bombaları patlattı ve içlerinde birçok çocuğun da bulunduğu tam 55 kişi hayatını kaybetti. Bu eyleme neresinden bakmak lazım bilemiyorum. Burada barışın ve huzurun olmasını istemeyen güçler, bu bölgeden insanları kullanarak kargaşayı devam ettiriyor. Arapların, Kürtlerin ve Türkmenlerin sürekli birbirlerini yemelerini isteyen, bölgeye istikrarın gelmemesi için her yolu deneyen büyük güçlerin olması anlaşılabilir bir durum. Ancak bunu bölgeden buldukları bir intihar bombacısı aracılığıyla yapmaları çok acı. Bu genç hangi inanç yapısına göre bu eylemi yapıyor anlaşılır gibi değil. Kürtlerden, Araplardan ya da Türkmenlerden hangi inanç böylesine bir nefreti kendi içinde barındırabilir? Ya da hangi inanç değerleri, çoluk çocuk herkesi katletmeye fetva verebilir? Kerkük'teki kanlı eylemi kimlerin yaptığından çok hangi kasıtla yapıldığı daha önemli. Belli ki Arapların, Kürtlerin ve Türkmenlerin birlikte yaşamasından bir hayli endişe duyanlar var. Ama bu tefrik edenlere Beypazarı'ndan çok kötü bir haber geldi. Beypazarı'nın Karaşar beldesinde cami derneği tarafından yapılan cemevi hizmete açıldı. Cami derneği, beldede Alevîlerin de yaşadığını göz önünde bulundurarak onlar için bir cemevi inşa etti. 'Cemevi ibadethane midir, değil midir?' tartışmalarına girmeye gerek duymadan böyle bir yeri hizmete açmaları çok önemli. Modern devletin yapması gereken şey; bir kişi kendini nasıl tanımlıyor ve neyi yapınca huzur duyuyorsa onu yapmasına zemin hazırlamaktır. Devletin işi halkı illa da bir kılıfa, bir sınıfa sokmaya çalışmak değildir. İnsanlar cemevinde mutlu oluyorsa, orada manevî olarak huzur buluyorsa bunu tartışmanın hiçbir anlamı yok. Bu, işin bir tarafı ama Karaşar beldesine Sünniler tarafından cemevi yapılması çok daha farklı bir önem taşıyor. Bilindiği gibi Türk siyasetini kontrol etmek isteyenler tarafından yıllardır tahrik edilen bir konudur Alevî-Sünnî gerginliği. Çorum'da, Kahramanmaraş'ta, Sivas'ta (Madımak olayı) yaşananların üzerinden sis perdesi hâlâ kalkmış değildir. Alevî-Sünnî gerginliğinin birtakım çevreler için hayatî önemi vardır. İşte Karaşar beldesinde Sünnîlerin cemevi yaptırmasının hem de caminin hemen yanı başına inşa etmelerinin böyle simgesel bir anlamı var. Yani bu cemevi yıllardır bu ülkede Alevî-Sünnî gerginliğini tahrik edenlerin yüzlerine atılmış çok büyük bir şamardır aslında. Kerkük'te patlayan bomba da bu milletin içine atılmış büyük bir bombadan başka bir şey değildir. Kuzey Irak huzura kavuştukça uyuşturucu ticareti zorlaşacak, terör ile Türk siyasetini kontrol edebilmek imkansız hale gelecek, silah tüccarlarının işleri kötüleşecek. Bu nedenlerle orada kavganın devam etmesi, huzursuzluğun son bulmaması lazım. Ama Türkiye'den esen bir huzur rüzgarı oradaki alevi söndürecek inşallah.

Washington'da yeni bir yönetim sorumluluk üstlenmeye hazırlanırken, Türkiye'yi iyi bilen isimler ne kadar seslerini yükseltse o kadar faydalı. Bu isimlerden biri de ilk Körfez Savaşı sırasında ABD'nin Ankara Büyükelçisi olan Morton Abramowitz. Resmî görevi sona erdikten sonra da Türkiye'ye ilgisini kaybetmeyen bir diplomat o. Şu anda Demokrat Parti'ye yakın bir düşünce kuruluşu olan Century Foundation'da çalışıyor. Sık sık Türkiye'yi ziyaret ediyor. Birçok çevreyle temas kurarak iç ve dış siyasetin nabzını tutuyor. Edindiği bu izlenimler, Newsweek veya Washington Post gibi yayınlarda bir yazı veya bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Abramowitz, kritik zamanlarda satırbaşı yazılara imza attı. Mesela soykırım tasarısının ilişkileri sabote etmek üzere olduğu noktada, tarafları soğukkanlılığa davet eden yazısı bu türdendi. Türkiye'de hükümete karşı komploların uçuştuğu Köşk krizinde, Washington'a da yansıyan kafa karışıklığını giderici makaleler de yazdı. Bu yazıların birinde, Amerikan yönetimi nezdinde darbe kulisi yapanları ve AK Parti'nin altındaki halının çekilmesini isteyenleri anlatmıştı. Türkiye uzmanı diplomat, şimdi de Obama yönetiminin kulağına küpe olacak nitelikte bir Türkiye analizi yapmış. American Interest adlı derginin ocak sayısında çıkacak yazının bir kopyasını da bize gönderen Abramowitz, 'Türkiye'nin ABD için büyük stratejik önemini koruduğu ve birçok cephede Amerika'nın başarısının Türkiye'ye bağlı olduğu' hatırlatmasıyla başlıyor yazısına. Ekonomisi güçlenen; BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilen; aktif dış siyasetiyle bölgesel bir güç haline gelen Türkiye'yi elde bir görmenin hata olacağı ikazında bulunuyor. İran, Çin ya da Kuzey Kore gibi New York Times'a sık sık manşet olmasa da Türkiye'nin Irak'tan İran'a, İsrail'den Suriye'ye, Rusya'dan Kafkaslar'a pek çok noktada kilit konumda olduğunu belirtiyor. Tecrübeli diplomat, "Zor tercihler" başlığı altında, ilişkilerde kriz çıkarma potansiyeli taşıyan konuları sıralıyor ve her biri için kendi tavsiyesini ekliyor: Beklendiği gibi listenin başında Irak, PKK ve Kuzey Irak'taki yönetimle ilişkiler yer alıyor. Ankara'nın baştan beri ABD'nin Kürt devleti kurma peşinde olduğundan şüphe duyduğunu belirten Abramowitz, Obama'nın Irak Kürtleri ile Ankara arasındaki ilişkilerin gelişmesini desteklemesini; Kürt devletine karşı olduğunu tekrar etmesini ve PKK'ya yönelik sınırlı operasyonlara karşı çıkmamasını öneriyor. Kerkük sorununun ise bu şehre 'federal statü' verilerek çözülmesini teklif ediyor. Böylece yönetim şehirde yaşayan grupların elinde olacak. Ona göre, Bağdat ve Basra'ya da benzer statü verilmesi, formülün Kürtlerce kabulünü kolaylaştırır. İkinci kritik konu, soykırım meselesi. Seçim öncesinde soykırımı tanıma sözü veren ve Senato ile Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu elde eden Obama, en büyük sınavı bu konuda verecek. Ermeniler bu fırsatı kaçırmak istemeyecek; Türkiye ise böyle bir karara sert tepki verecek. Bu noktada Abramowitz'in Obama'ya tavsiyesi, en azından bu kararı ilk yılda ertelemesi. Bir başka konu, İran. Türkiye'den aynı anda Rusya ve İran ile enerji ilişkisini sınırlamasını istemenin mantıklı olmadığını söyleyen Abramowitz'in tavsiyesi, Nabucco projesini hızlandırmak. Ancak bunun için Obama'ya 4 maddelik ev ödevi düşüyor: Finansman için çare bulmak; Farklı görüşlere sahip Avrupalıları bir araya getirmek; Azeri ve Türkmen gazının teminini sağlamak ve uzlaşma için Rusya ile konuşmak. Tecrübeli diplomat, Türkiye'nin İran, Suriye ve Hamas gibi taraflarla temasının avantaj olarak görülmesini ve bu konularda Ankara'dan daha fazla istifade edilmesini istiyor. AK Parti'nin Hamas girişimine verilen büyük tepkiden sonra, yeni yönetimin bunu bir avantaj olarak görmesi anlamlı olur. Obama'ya, Türkiye'nin AB sürecini desteklemesini ve Kıbrıs'taki süreci hızlandırmak için özel temsilci atamasını öneren Abramowitz'in son tavsiyesi, yeni yönetimin bir an önce Türkiye ile ilgili konuları gözden geçirmesi ve bunları Türk liderlerle en üst düzeyde konuşması. Bizce hepsi de yerinde tavsiyeler... Yeni yönetimin bu tavsiyelere ne kadar kulak vereceğini zamanla göreceğiz.

Dün Kerkük'te 50 cıvarında Kürd öldürüldü.. 24 saat interkatif bir forumumuz var.. Forumda yazanlar bir birlerini yiyiyorlar.. Bunuda Kürdlük sanıyorlar.. Lanet olsun bu Kürtlüğe.. Siz herbiriniz haklı olsanız ne yazar? Bir Türk ajanı buraya gelse hepinizi birbirlerine katar. Çünkü zere kadar birbirinize güvenmiyorsunuz.. Birbirinizin kuyusunu kazıyorsunuz.. Al size HeK, Fani, Alan... Şimdi birbirlerinin kuyusunu kazıyorlar.. Bu Türk lerin yazılarını aktardım.. En azında Kürd düşmanlarının planları hakkında bir şey öğrenirim. Ama sizin bu saçmalıklarınızdan öğreneceğim hiç bir şey yok.. Siz kendinize güvenmiyorsunuz. Kaprisli ve kompleksli insanlarsınız.. Forum yönetiminide protesto ediyorum bu saçmalıklara yer verdiğinden dolayı.. Böyle giderse buraya son veririr uğramam.. Bazıları gibi laf olsun diye söylemiyorum.. Türkleri okuyun daha iyi edersiniz.. Bu saçmalıklardan bir şey çıkmaz. Selam Kajin

Simdi sende baslama lütfen. Arkadaslar dün yeni bir sayfa acalim dediler ve tarrtismalar son buldu. Simdi Forum yine iyilesirken sen basliyorsun. Türk Gazetelerinden aktardiklarini zaten biliyoruz. Asil sorun bizim aramizdadir. Biz kendi aramizda nasil yan yana gelip beraber is yapabilir, yani en azindan örnegin örgütlenebilir, beraber is yapabiliriz ... Simdi ben Bawer arkadasimiz bir yazi ile gelin örgütlenelim dediyse bir halt mi isledi? O ilkin bir düsünce belirtti ve bizde bu düsünceyi kendi gücümüz oraninda destek verdik, tartistik. Biz bunu yaptik diye bazilari durmadan bizi hakaret ve küfüre tabii tutarak sabote etmeye calisti. Bu konuda Forum Calisanlarinin uyarisi cok önemliydi. Simdi insanlar cok türlüdür. Elbetteki Kürdler icerisindede degisik görüste olanlar olacaktir. Bunun kadar dogal hic bir sey yoktur. Hepimiz illede anlasacagimiz bir kuralda yoktur. Biz burada iyi kötü tartisiyoruz. Zaten hepimiz ayni görüste olsak tartisma olmaz. Ve bu dünyanin her tarafinda, her halkin icinde de bu vardir. Lütfen biraz anlayisli olmani diliyorum. Birakin insanlarmiz hakaret ve küfür etmeden kiran kirana tartissinlar. Burasi bir tartsima forumu degil mmi? Simdilik bu kadar .... Selam ve sevgilerimle

Hocam birakalim tartsissinlar: Bosver aldiris etme ... Kendine iyi bak, moralini bozma, eninde sonunda iki üc kisiler ... böylesi tartismalarda ben aritik yokum, kim bana ne hakaret ve küfürü ederse etsin hosgörüyle karsilayacagim, cünkü onlarin dilinde cevap verdin mi yine suclu sen oluyorsun .. Ben bundan böyle onlarin oyununa gelmiyecegim, onlarin amaci yildirmak, bezdirmek, bizi yormak, ve biktirmaktir ... O yazilari tiklamasanda olur. Bak biz örgütlenmeyi tartisiyoruz, Istersen sende katilabilirsin, ama yinede bilecegin bir is tabii Selam ve sevgilerimle ...

onlarin kufurlu yaziloarini okuyunca.dedimki bunlarin hepisi turk.anca turk uyle yapar 50 kurdun olumunden sonra. ha e50 kurdu olduren turk.ha 50 kurdun olumune vurdum duymaz turk.sonucta ikiside turk. alan efendi hemen bir mazaret bulur.50 kurdun olumunu hic his etmiyen alan lezan bu gunde kalkmis kurd icin parti orgut kuracakmis de hadi burdan kim inanir sana.

Qoseri Amca ya Alan'in yazdiklarini okumuyor, ya da cani sikiliyor, insanlari provoke etmekten zevk aliyor. Be ardesim 50 Kürdün ölümü beni kahretmese hic örgüt kurmaktan bahseder miyim? Haydi baklim sen örgütsüz kac Kürd kurtaracaksin göster bana ögrenelim. Sen örgütün amcini, degerini bilmedigin icin böyle bos bos konusuyorsun. Bana hakaret edecegini, kücük ve cahil gösterecegine, düsman orada. Bir tasta sen at görelim ...

Degerli kardesim, düsüncemizi belirtmemizi istemiyorsaniz acik söyleyin... Asagidaki zincirlerde küfür ve hakaretleri yapanlar kimlerdir...? ben o zincire küfürler bsladiktan cok sonra mecburi bir sekilde müdahil oldum... En yukarida tasidigim yaziyi eger küfür kabul edecekseniz burada bir daha yazmayalim, siz apocularinizla, mitlerinizle, provakatörlerinizle basbasa kaliniz... Onumu demege getiriyorsunuz?

Ben hiç bir küfür ve hakareti tasvip etmiyorum.. Bize kazandıracak bir şey yok.. Kürdistan gündemini takip edemiyoruz.. Bir dizi değerli yazı en altlara düşüyor.. Çünkü, küfürcüler iş başında. Ben küfürcülerle aynı arada olmaya utanıyorum.. Buraya bir bağlılığım oldu. Ama bu küfürler beni hayal kırıklığına uğratı.. Ağıza alınmayacak küfür ve hakaretler... Bu Kürdlük değil.. Bu Kürdistan dabvasına hizmet etmiyor.. Umut ediyorum ki forum yönetimi sizin yukarıda ve başkalrıınında altaki yazılarını kaldırır.. Bu yazıların hiç bir kimeti harbiyesi yok.. Bu duygularınızı başka yerde tatmin edin.. Burada değil.. Suç sizde değil... Ben Forum yönetini protestom ediyorum.. Esas hata onların bu rezaleti serbest bıraktıklarından dolayı. Zaten burada çekileceğim... Delil haklıydı.

Benim ecdadıma ve babama küfür etmedinmi, defalarca seksist yazılar yazmadınmı? Bu yazıların kaldırılmadımı, rezil olup bu forumu terketmedinmi? Niye inkar ediyorsun? Sen küfürbaz değil de nesin? İnkara kaçan bir yalancı değil de nesin? Bunların her birini ayrı mahlasla yapmadınmı? Sen çok mahlaslılığı sahtekarca kullanan biri değil de nesin? Elif Ciwan ile Hasan Dogan ismi arasında taraflardan ses çıkmazken, birbirlerini anlamışken başkaları adına ortalığa düşüp kışkırtan, dürtükleyen, provokasyon ortamı hazırlayan sen değilmisin? Aylardır burada ne Alan Lezan kaldı ne ben kaldım ne de başka katılımcılar. Bütün bunlara şarlatanca çatan, küfreden ruh hastası paranoyak sen değilmisin? Forumdan onlarca yazısı kaldırılan sen değilmisin? Ozan mahlasla küfürde yarışan, yazdıklarını aynen taklit eden, klarnet yalatmaya kalkan, qunde diyen sen değilmisin? Bu bokların hepsini sen yemedinmi?

helbette canim sidkin.cunku benden elli can almislar.ve sende orgut kuracagim diyorsun ama muhale ceteleri gibi bir birbinize girmissiniz.bunuda kurdcuyuz oncuyuz diye milete yuturuyorsunuz.kim yutar.o katliyam yapilan yerde bir olusum vardir.bu katliyam o olusumu etkisiz hale getirmek icindir.ve o katliyam yapilirken siz bu forumda kufurlu nameler yazmaktasiniz.bakiniz kufur edenlerin hepiside teorik olarak.durt durtluk.dimi.o zaman sizde o katliyama biraz olsun caninizi sikip bir lanet getirseydiniz. inandirici gelmiyorsunbuz sayin alan.

Lanet okumak, naharalar atmakla is olmuyor sayin Qoseri Amca. Ben size inandirici gelmeyebilirim ama örgütlenme hakkina astigimiz yazilarin tiklandigi sayiya bak, birde hakaretli ve küfürleri büyük bir zevk ile okuyan insanlara bak. Asagida zincirde "Qamislo Katliami" diye Berwarto'nun ve H. Hüseyin'in astigi bir yazi var. Bak bakalim kac kisi tiklamis. Biz örgüt kuralim dedik suc mu isledik yoksa sadece ve sadece düsünce mi belelirtik.Hem sonra burada örgüt kurmaktan yana olan bir benmiyim ki sen hep bana saldiriyor, durmadan rencide ederek kücültüyor, asagiliyorsun? Kardesim ben örgüt kurmaktan yanaysam, sende degilsen o zaman ben burada istedigim konuyu doyasiya tartisirim. Simdi sen neden gölge ediyorsun? Örgüt istemiyor musun? Anladik. Tamam. Isteme! Ya bizden ne istiyorsun? Ben senin malini mülkünü mü caldim? Sana hakaret ve küfür mü ettim. Ben sana sahi jne yaptim ki, sen günlerdir pesimi birakmiyorsun? YETER YAHU! Örgütü isteyenler Demirci Kawa, Bawer, GG ben ve bir kac arkadas daha. Sen bana neden yükleniyorsun? Ben san burada düsünce belirtmekten baska ne yaptim? Örgüt olur ya da olmaz. Bizim düsüncemizi belirtmemiz suc mu? Daha ne zaman ögreneceksiniz benimle medeniyetli tartismayi? Sen sapina kadar örgütlenmeden nasil dört despot ve fasizan ülkeye karsi durursun? Iste acikla. Bize sen bir yol göster eli ayagini öpeyim. Qoseri sana cevap yok. Bende nitekim bir insanim. Nwedir bu sizinle ugrastigimiz? Düsman oarada gidin onunla ugrasin. Isiniz güccünüz yok, can sikintiniz varsa bana ne yahu?

Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'deki “Azınlıkların Haritası“nı çıkardığı basında şöyle bir yer aldı. Habere göre, Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'deki azınlıkların son durumuna ilişkin raporu TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na gönderdiği bildiriliyor. “Azınlık“tan, tabii Lozan Anlaşması'nda ifade edilen gayrı Müslim azınlıkları, yani Ermenileri, Rumları ve Yahudileri anlamamız gerekiyor. “Azınlık“, Türkiye'de çağımız dünyasında ve özellikle entegre olmaya çalıştığımız Avrupa'daki anlamında anlaşılmıyor. Türkiye'de “azınlık“ olabilmek için, “Müslüman olmamak“ gerekiyor. “Azınlık“ olmanın getirdiği bir takım haklar var. Şayet azınlık değilseniz, azınlıkların yararlandığı hakları talep etmeniz hem anlamsız ve hem gereksiz addediliyor. Türkçe resmi bir vurgu ile kullanılıyorsa, “azınlık olmayanlar“ yani “Müslümanlar“ın tümü “birinci sınıf vatandaş“ olarak nitelendiriliyor. Bu nitelemenin iki çok önemli sakıncası mevcut: 1. Azınlıklar, zımnen de olsa, “ikinci sınıf vatandaş“ derekesine indirgenmiş oluyorlar. Resmi ağızlar bunu reddecek olsa da öyle. “İkinci sınıf vatandaş“ bulunmayan bir ülkede, aksi halde, niçin “birinci sınıf vatandaş“ diye bir tanımlama olsun? 2. Kürtler, “birinci sınıf vatandaş“ tanımı içine alındıkları için, hakları açısından “hava“ almış durumdalar. “Azınlık statüsü“ talep etmeyi psikolojik olarak kendilerine yediremiyorlar. Zira, Türkiye'de “azınlık olmak“, herşeye rağmen (yani Lozan'a) pek de iyi bir şey değil. Ayırımcılıktan, ister istemez, nasibinizi alıyorsunuz. Oysa, belki Kürtler “azınlık statüsü“ talep ediyor olsalardı, “Cumhuriyet'i kurucu ortağı“ statüsünü talep edemez duruma elbette ki geleceklerdi ama belki de anadilde basın-yayın ve eğitim alanında gayrı Müslim azınlıkların sahip olduğu haklardan yararlanabileceklerdi. “Dimyata pirince giderke evdeki bulgurdan olmayalım“ derken, ne pirinç elde edebildiler, ne de evde bulgur kaldı. “Birinci sınıf vatandaş“ olmak, Kürtler bakımından “hiçbir kimlik hakları olmaması“ gibi kullanıldı ve uygulandı. *** *** *** Aslına bakarsanız, Türkiye Cumhuriyeti, ne kadar Osmanlı Devleti'nin reddi mirası üzerine kurulmuş olursa olsun, doğal olarak onun birçok alanda devamı. Bu “azınlık“ konusu da, “Osmanlı Millet Sistemi“nin 1920'lerin başında Cumhuriyet için “güncelleştirilmiş“ halinden başka bir şey değil. “Millet“ kavramı, Osmanlılarda “etnik“ değil, “dini topluluklar“ için kullanılıyordu. O yüzden “Müslüman Milleti“, etnik alt-grupları ne olursa ve ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, tek millet olarak anlaşılıyordu. Kürtler, o nedenle bugün “birinci sınıf vatandaş“ tanımlamasına sokuluyor. Bu “tek Müslüman milleti“ olgusu, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte Çerkes, Abhaz, Gürcü, Boşnak, Tatar, Pomak, Makedon, vs. birçok farklı etnisitenin “Türk milleti“ olarak Anadolu'da “tek millet“ olarak sorunsuz bulmuşmasına imkan verdi. Bir de Kürtler uyabilseydi... Anadolu'nun güneydoğusunun yerleşik ahalisi olarak “Osmanlı kontratı“nın yerine “Cumhuriyet memorandumu“nun ikame edilmesine ayak uyduramadılar, bugünlere dek geldik... Güneydoğu, Türkiye'nin bir yanıyla kültürel-tarihi derinliği çok fazla ama aynı zamanda da en talihsiz coğrafi bölgesi. Kürtler ile “Devlet“ arasında ortaya çıkan “sorun“dan gayrı, orada yaşayan Hristiyan ahali de silindi. Ermeniler kalmadı. Ermenilerden başka, Hakkari dolayında Nasturi Hristiyanlar (Asuriler) ve özellikle Mardin mıntıkasında ve Diyarbakır'da Süryaniler yaşıyordu. Nasturiler, Birinci Dünya Savaşı sonunda Irak'a göç ettiler.Süryaniler ise 1880'de kazandıkları “Millet“ statüsünü Birinci Dünya Savaşı'yla birlikte yitirdiler. Lozan'da “azınlık statüsü“ elde edemediler. Dünyanın en eski, Hz.İsa'nın dili Aramice'nin anadili olan bir kadim Anadolu halkı, bugün silinmekle varolduğu topraklarda parmakla sayılır ölçüde azalarak, silinmek tehdidiyle yüzyüze. Midyat'ta bir gün “Keşke Lozan'da azınlık olabilseydik“ diye yakınan, önündeki kalın Aramice Kutsal Kitap'ı işaret ederek “Lozan'da azınlık olabilseydik, şu dilimizi okuyabilen kuşaklarımız olurdu“ diye ana dilinin yitirilme tehlikesinden kaygılanan bir papaz ile konuşmamı hatırlıyorum. *** *** *** Dışişleri Bakanlığı'nın basına yansıdığı kadarıyla “Azınlıklar Raporu“nun bazı gülünç değerlendirmeleri dikkatimi çekti. “Türkiye'de 270'in üzerinde gayrımüslim ibadethanesinin bulunduğu, bunlardan 108'inin Rum Ortodoks azınlığa ait olduğu“ kaydedilmiş ve “Patrikhane'ye Ekumeniklik verilmesinin söz konusu olamayacağı“ vurgulanarak Patrik Bartholomeos'un yabancı ülkelere yaptığı ziyaretlerde ’ekumenik' sıfatının kullanılmasına müdahale edilmediği“ belirtilmiş. Gülünç. Çünkü: 1. Ekumenik sıfatı, Ortodoks Hristiyanlık ile ilgili. Ta 451 yılında Halkedon Konsülü adıyla bugünkü Kadıköy'de toplanan “Hristiyan Din Adamları Zirvesi“nin kararı uyarınca Konstantinopolis (yani bugünkü İstanbul) Kilisesi'nin konumu “Ekumenik“ olarak belirlenmiş. Patrikhane'ye Ekumenik sıfatı verip vermemek, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın yetkisinde olmadığı gibi, işi de değil. Fener Patrikhanesi'nin bu sıfatının yaklaşık 1500 yıllık mazisi var. Dolayısıyla, Patrik Bartholomeus'un yurt dışı ziyaretlerinde “Ekumenik“ sıfatının kullanılmamasına müdahale edilmemesi de, Dışişleri'nin gösterdiği bir lütuf olamaz. 2. Lozan'da Patrikhane konusu tek sözcükle bile olsa yer almıyor. Eğer, Lozan'da bu konu çözüme bağlansaydı, bugün Patrikhane'nin “Ekumenik“ sıfatında sindirim zorluğu çekenler, kimbilir, Rum Ortodokslara dünyayı nasıl dar ederlerdi. 3. Rakamlara bakınca, 30-40 Rum'a 1 Kilise, 15-20 Rum'a bir okul düşüyor. Bilmeyen, Türkiye'yi bir “azınlıklar cenneti“ sanabilir. Maalesef, Türkiye'de kalan Rum sayısı, rapora da göre, 3-4 bin! Ermeniler, hemen tümü İstanbul'da olmak üzere 60 bin, Yahudiler ise 22 bini İstanbul'da olmak üzere 25 bin. Türkiye'de bizim Dışişleri'ne göre 89 bin –yuvarlak hesap 90 bin- gayrıMüslim yaşıyor. Buna hukuki statüsü “azınlık“ olmasa da, 15 bin kadar Süryani'yi ilave edin, yuvarlak hesap 100 bin kadar. 71 milyona dayanan nüfusta devede kulak bile sayılmaz. *** *** *** Prof. Stanford Shaw'un “The Population of Istanbul in the Nineteenth Century“ (Ondokuzuncu Yüzyıl'da İstanbul Nüfusu) adlı kitabındaki 1885 yılı rakamlarına göz atalım. İstanbul'un 1885 nüfusu 407,609. Müslüman sayısı 201,339. Rum Ortodoks sayısı 91.804. Ermeni sayısı 83,870. Yahudi sayısı 22,394. Oranlar ise, Müslüman yüzde 49.40; Rum yüzde 22.52, Ermeni yüzde 20.58 ve Yahudi yüzde 5.49. Aradan 125 yıla yakın süre geçtikten sonra İstanbul nüfusu en az 12 milyon olarak hesaplanıyor ve Rum, Ermeni, Yahudilerin İstanbul'daki toplam sayısı 100 bini bulmuyor. Oranda, hepsini toplasan, binde 1'in altındalar! Ermenilerin ezici çoğunluğu 1885'te Anadolu'da idi. O yıl sadece İstanbul'da ikamet edenleri, bu yılın Türkiye'deki toplam Ermeni sayısından fazla. Sahi, Ermenilere ne oldu? Göç mü ettiler? Neden göç ettiler? Ya Rumlar? Onlar niçin 3-4 bin kaldılar İstanbul'da? Bu soruların cevapları için, Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün 10 Kasım 2008 konuşmasına bakın. Bu konuya şu ara neden mi değiniyoruz? 2008'in son Avrupa Birliği Zirvesi yeni bitti. Azınlıklarına sahip çıkamayan, onları koruyamayan, bağrına basamayan bir ülke “demokratik“ de olamaz; o ülkenin –tüm fasılları müzakere edebilse bile- Avrupa Birliği'nde ya da uygar dünyada yeri de olamaz da, onun için...

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.