بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 24 June 2008

Son dönemlerde Öcalan'ın devletle ilgisine dair gerek kendi yazdıkları ve gerekse Öcalan dışında yazılanların son derece açık olan içeriğine ve lafzına karşı sürekli aynı gerekçe öne çıkarıldı, TC'nin Öcalan'ı büyütmesi için bir nedeninin olmadığı söylendi. Acaba öylemiydi, TC'nin Öcalan'a ihtiyacı yokmuydu?
Bana göre vardı. Önce, savaşı kürtler başlatmadı. 1980 darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına alınan 900 bin insanın ezici çoğunluğu kürtlerdi. İşkence ve kaybetmelerle, köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar uzanan cinsel saldırı da dahil diğer ağır baskı biçimleri uygulamakla, varolan kürt örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne yönelik olarak kapsamı son derece geniş tutulmuş bir baskı çemberi kuruldu. Kürdistan'ın her sokağı, her köyü, istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı altına altına alındı. Kürtlere savaşmak dşında hiçbir yol bırakılmadı. Savaşın gerekçeleriyle birlikte savaş hali TC tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu.
Esas önemli husus, savaş başlatılmadan önceki türk ordusunun silah ve eğitim bakımından çağın oldukça gerisine düşmüş konumudur.
Eşzamanlı olarak İran'da iktidar değişikliğinin ötesinde konjukturel değişmelere yolaçacak bir rejim değişikliği gerçekleşmişti. Irak ve Suriye'nin, dönemin Sovyetler Birliği ile sahip oldukları antlaşmalar temelinde Türkiye'ye oranla kat bekat modern silahlarla donatılmışlıkları ve her ikisinin de petrol yataklarının kalbinde yer alan ülkeler olmalarına ilaveten, İran'ın da rejim değişikliği nedeniyle ABD ve Batı karşıtı pozisyona düşmesi sonucu dünya petrol rezervlerinin büyük bölümü batı konsorsiumlarının denetiminden çıkmış oluyordu. O dönemin planlarına göre Irak'ın bir de çevresindeki petrol ülkelerine yönelik yayılmacı tehditleri düşünüldüğünde arkalarına Sovyet silahlarının desteğini alan neredeyse dünyanın en büyük orduları petrol sahalarını tümüyle kontrol edeceklerinin işaretlerini vermekteydiler.
Türkiye'nin bu önemli petrol sahalarına yakınlığı kadar Azerbaycan ve Türkmenistan petrollerinin karadan yada Karadeniz üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılmasında sahip olduğu mevki itibarıyla arzettiği önemin batı konsorsiumları için taşıdığı anlamı da hesaba katmak gerekir.
Türkiye'nin batı için önemi, petrol sahalarına yakınlığı ve NATO üyesi olması nedeniyle petrol ithalatına bekçilik misyonunun dışında bir de bu pazarlara emtia ihracında tersinden güzergah olmasında yatmaktadır. Bunun dışında Türkiye batılı şirketlerin otomotivden beyaz eşyaya kadar farklı alanlarda üretim yaptıkları bir ülkedir. Ortadoğu'ya yönelik emtia satışının önemli bir ayağıdır.
Diğer yandan, Türkiye'nin kimler tarafından hangi nedenle kurulduğuna, nasıl ayakta tutulduğuna, hepsinden önemlisi Lozan antlaşmasıyla oluşturulan statünün esasta hangi amaca yönelik olduğuna bakmak gerekir.
Batı, Lozan, Ankara Antlaşması ve ABD-Türkiye ikili antlaşmalarıyla Ortadoğu'daki menfaatlerini garantiye alacak bir müstahkem mevki oluşturmuştu. NATO ile müstahkem mevki daha da pekiştirildi. Türkiye ileri karakol misyonuna ilaveten ikinci dereceden sınai mamullerin üretildiği yedek sanayi ülkesine dönüştürüldü. Tabii Ortadoğu pazarına ve kaynaklarına yönelik olarak..
Kürtler savaşa zorlanmasaydı Avrupa ve Amerika bitkin Türkiye'yi hangi izah edilebilir sebeplerle dünyanın en güçlü ikinci ordusuna sahip ülke durumuna yükseltebileceklerdi?
Dikkatten kaçırılan birinci nokta bu.
İkincisi, Türkiye 1974-75 silah ambargosuyla düşürüldüğü askerlerine potin temin edemez bir ülke konumundan, silah ve savaş hazırlığı bakımından dünyanın en güçlü ikinci ordusuna sahip ülke konumuna yükseltilmekle kalınmadı. Aynı zamanda ikinci dereceden savaş sanayiine sahip bir ülke konumunu yakaladı.
1983-84 yılları itibarıyla 15 milyar dolar civarında olan Türkiye'nin dış borcu bugün 270 milyar dolar civarında seyrediyor ve bu meblağın 200 milyardan fazlası silahlanmaya türk ordusunun yeniden düzenlenmesine harcandı. Türkiye'nin silahlandırılması için mazaret teşkil edecek bir "tehlikeye" ihtiyaç vardı. Tehlike ve risk kavramları Öcalan'ın şahsında ve yöneliminde vücut buldu. Öcalan olmasaydı Batı ve Türkiye adına savaşacak bir başka örgüt bulunacağından hatta icad edileceğinden şahsen benim kuşkum yok.
Bu durumu çok iyi değerlendiren Saddam rejimi batı adına İran'a saldırdı. İran-Irak savaşı boyunca parametreler Irak rejiminden yana kaydı. Saddam'ın Kuveyt'e yönelmesi güvenilemeyeceği kuşkularını doğurdu. Körfeze birinci müdahalenin akabinde Lozan'ın bir kez daha katılaştırılması gündeme geldi. Türkiye'nin kürtlere galebe çalması da eşzamanlı olarak başladı. Çünki batının tüm desteği bu andan itibaren daha ağırlıklı olarak Türkiye'ye yöneldi. Irak'ın bir dönem aşırı desteklenmiş olmasını andırır biçimde Türkiye desteklenmeye devam olunmakta.
Olay aslında çok daha geniş bir perspektiften irdelenmeye muhtaç. Öcalan'la ve kürtlerle ilgili bölümlerini öne çıkaracak şekilde sadece ana hatlarına değindim. Kürdistan sorununu Ortadoğu'da hatta Önasya'da olan bitenlerle değerlendirmekte fayda var. Kerkük Sorunu'ndan kürtlerin Irak statüsü içerisine hapsedilmek istenmesine kadar aleyhimize cereyan eden gelişmelerin hepsi batının bölgeye ilişkin stratejisi ve bu arada Türkiye'ye biçilen misyonla yakından ilgilidir.
Bu noktada Öcalan'ın TC'nin bir görevlisi olup olmaması önemini kaybediyor. Öcalan herşeyden önce türkiyeci. Objektif olarak Türkiye'nin birliğine ve bütünlüğüne eşssiz hizmetler sundu (anlamı Kürdistan'a açık darbedir). Yaşamını borçlu olmasına rağmen ABD ve İsrail karşıtı söylem yükselterek risk faktörü varmış gerekçesini batıya ve Kürdistan işgalcilerine fazlasıyla sunuyor. Tavrının bilinçli bir tercih olduğu son derece açık ve tevil götürmez durumda. Kürtlerin yetenekli siyasi ve askeri kadrolarını emsali görülmemiş bir şekilde imha etmiş olması, başlangıçtan beri dirsek teması içinde olduğu devlet ajanlarıyla birlikte ele alındığında Öcalan'ın tercihine hasbelkader oluşmuş bir sonuç yada kaderin sürüklediği mecra demeyi olanaksız kılıyor. Öcalan'ın Türkiye'ye en büyük hizmeti, dünyanın ikinci büyük ordusunun yaratılmasına gerekçe oluşturarak hatta imkan sunarak bitmekte olan bir devlete kürtler için büyük tehlike, batılı güçler için bölgeye yönelik müdahalelerde kullanılacak sıçrama tahtası pozisyonunu yeniden kazandırmış olmasıdır. Öcalan'ın uyguladığı savaş ve siyaset yöntemleri başından beri kürtler dışında herkesin çıkarına hizmet etmiştir. Öcalan olgusu bu niteliğiyle kürtlerin tarih boyunca karşılaştıkları en kapsamlı felaket konumundadır.

23 Haziran 2008

KFD nin yazdiklari uzerine dusunulmesi gereken noktalar. benim hizla bir iki sorum olacak enerji kaynagi mekanlari ve enerji yollari bati icin onemli ve bu alanlari saglama almak zorunluluklari var. aksi halde yuz yillardan beri kurduklari sistemleri tuzla buz olur. bu devasa bir gercek ise bu gercege uygun planlari olan devasa mekanizmalara karsi kurdlerin izleyecegi yontem ne olabilir? a) romantik bir isyan ruhunun pesine takilmak mi? b) bu devasa planin kapi araliginda kuru bir ekmege razi olmak mi? c)tarihin her doneminde gorunen planlar ile gercek hayatin cesitliginin karman corman oldugu anlarda kendine en uygun yolu dunyayi cekip ceviren ana sosyal ve ekonomik yasalari fazla zorlamadan bulup cikarmak mi? insan kendi planinin hazirligini yaptiktan sonra olan bitenlere ve olup bitecek olanlara bir baska gozle bakmaya baslayabilir. lafi ortadaki durumdan daha karmasik hale getirmemek icin sanatin gucunu kullanmak isterim. en yakin video dukkanindan (veya netten) bulabilirseniz QUIMADA adli filimi bulup seyredin derim. plan ile kontrol edilemeyen gerceklerin karman corman olusunun ilginc bir filimdir. ondan sonra tekrar tartisiriz. hurmetler HeK

Hocam, Notlar gerçekten "hızlı". Benimkisi samimi bir itiraf. Öcalan olgusu bende çoğu kez Queimada'nın kurgusunu anımsatmıştır. Aradaki tek fark bizim başoğlanın Brando kadar yakışıklı olmaması. Film türkçeye çevrilerek 70'li yıllardan itibaren türk sinemalarında ve televizyonlarında gösterilmişti. En son isveççe altyazılı ingilizcesini İsveç televizyonunda izledim. Kontrol altına almak için kışkırtıp kalkışmaya zorlamak sömrügecilerin eskiden beri bildikleri ve uguladıkları bir taktik. Kendi tecrübelerimizden biliyoruz. Kürtlerin hazırlıksız yakalanmaları için göstermelik tutuklama kararlarıyla provokoe edilip 1925 kalkışmasına zorlandıkları bizim ayrı bir gerçeğimiz. Bizim olduğu kadar destekçileriyle birlikte TC'nin de tecrübesi. Şimdiki konuyla ilgili olmamakla birlikte Zapata filminin son sahnesi Simko'nun şahın sarayına davet edilip sarayda kurulan bir pusuda katledilmesini tıpatıp canlandırmak durumunda. Bundan çıkardığım sonuç Roma'dan beri hatta daha öncesi dönemlerden başlayarak sömürgecilerin başvurdukları yöntemlerin tarih boyunca müştereken kullanıldıkları şeklinde. Kısaca, ayının 72 kılamının hepsi de bozarmut üstüne bestelenmiş diyebiliriz. Hiç değilse sömürge halklar için bu böyle. Beynimi okumanızı eğer aklın yolu birse son derece olağan kabul etmem gerekecek. Sonuca bakarak nedenleri sorgularken hepimizde oluşan kuşkuların izah edilebilir karşılıklarla açıklanması için sahip olduğumuz verilere ilaveten otuz yıllık bir pratiğe tanıklık edenlerin varlığı sözkonusu. Bu bir avantajdır. Şüphecilik ifrata düşülmeden rolünü oynayabilirse her olgunun nedenine kabuledilebilir açıklamalar getirebiliriz. Sonuç olarak, egemenlerini tanımayan ve niyetlerini doğru tesbit edemeyen bir halkın yabancı egemenliğinden kurtulması imkansız gibidir. Kürtlerin yapmaları gereken şahane bir formülasyonla belirttiğiniz gibi; [b]tarihin her doneminde gorunen planlar ile gercek hayatin cesitliginin karman corman oldugu anlarda kendine en uygun yolu dunyayi cekip ceviren ana sosyal ve ekonomik yasalari fazla zorlamadan bulup cikarmak[/b]tan ibarettir. Kürtlerin kolaycılıktan kaçınmaları halinde başarmamaları için hiçbir neden yok. Teşekkürlerimi sunuyorum. Hürmetlerimle.

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.