Skip to main content

Dersim komuoyuna açık mektup;

Dersim komuoyuna açık mektup; Değerli Dersim halkı, Bizler, Metin ve Kemal Kahraman olarak, Dersim dili ve kültürü ekseninde yoğunlaşan yaklaşık 20 yıllık araştırma sürecimiz boyunca, çalışmalarımızın özellikle Dersimliler arasındaki politik etkileriyle ilgili konuşmaya hiçbir zaman hevesli olmadık; bugün de böyle bir heves yoktur. Ancak herkesin yakından bildiği şekliyle başta yerel seçim sürecinde yaşanan gelişmeler ve sonrasında da, Avrupa’ya yansıması olarak iki başlı Festival organizasyonu hatta yeni yeni dernekler, akademi, enstitü kurma, gazete çıkarma seferberliği vb. gelişmeler ise, bu konulardaki düşüncelerimizi bir kerelik de olsa sizlerle paylaşmayı bir zorunluluğa dönüştürmüştür. Değerli Dersim halkı, sevgili Dersim dostları; Daha 90’ların başında, Kürt özgürlük mücadelesinin yeniden ortaya çıkarttığı en yakıcı sorulardan biri olan ‘’ben kimim’’ sorusunu, bizler de hasbel kader kendimize sorduğumuzda aradığımız cevapların, ancak bizden önceki kuşaklara ve onların sözlü belleğine geri dönmekle mümkün olduğunun farkındaydık. Çünkü herkesin bildiği katliam, sürgün uygulamaları sonrası, belki de Dersim’in en fazla asimile (ve aynı zamanda da sağlıksız bir refleksle en fazla politize) olmuş kuşaklarının üyeleri olarak, bu yeni aşamada, Dersim kimliğinin ‘’siyasetini’’ yapmadan, temsilciliğine soyunmadan hatta şarkısı, ağıdı budur, masalı, duası, inancı-ibadeti, düğünü-derneği, kavgası, aşkı, kahramanlığı, korkaklığı şudur, tarihi budur; dili lehçedir... hayır ayrı bir dildir... adı zazaca’dır... hayır kırdki’dir; dersimce’dir... hayır kırmanci’dir... bence kırmancki’dir... bizim bölgede çareki’dir... hayır zone ma’dır... bunlar zaza’dır... hayır, dersimli’dir... dımıli’dir... hayır, kırmanc’dır, öyleyse Kürt’tür, başka laf bölücülüktür; emperyalizmin, faşizmin oyunudur...... vs gibi cevaplar kurma cüreti göstermeden önce, ‘’nedir?’’ diye sorma ‘’sorumluluğu’’ ve tabii ki, cevap neredeyse, kimdeyse oraya gitme ‘’zahmeti’’ ile karşı karşıya idik.Çünkü bizler, yani bu dilin, bu kültürün çocukları genç kuşaklar, onca yaşanmışlıktan sonra, açığa çıkan soruların yol göstermesiyle geri döndüğümüzde, artık bu dilin ve kültürün taşıyıcıları, temsilcileri değildik. Yarım yamalak zazaca’mız, bildiğimiz 3-5 şarkı, ayrı dünyanın insanlarıymış gibi anne-babalarımızın çoğu zaman bizi dahil etmeden yaşadıkları sıkıştırılmış, yoksullaştırılmış bir zazaca ve bir Dersimlilik’dir gördüğümüz. Öyleyse bu dili ve kültürü ilgilendiren konularda, ‘’aydın’’ olarak en azından yapıyorum derken daha fazla tahrib etmemek adına, bir şeylere cüret etmeden önce, bilmediğimizi kabul edip, meseleyi kaynaklarından öğrenmek bundan ötesini sormak, araştırmak, anlamak sorumluluğu ile yükümlüydük. Bu sorumluluk, kırılmış Dersimli belleğimizi, belki birkaç devlet vesikası, birkaç misyoner günlüğü ya da artık slogan düzeyinde ezbere terennüm edilen birkaç içi boş şehir efsanesinden öte, mümkün olduğunca kendi referanslarıyla sağaltmanın da son fırsatı ve yoluydu... Değerli Dersim halkı; Basit bir gözlemle dahi tesbit etmek mümkündür ki, binlerce yıllık süreçler boyunca sözlü gelenekle yaşanmış Dersim kimliği hakkında konuşmak istediğimizde, bütün referansların kayıtlı olduğu, başvurulacak en önemli ‘’belge’’ bizzat bu dili, kültürü otantik hayat alanlarında, otantik değerleriyle yaşamış ve yaşamakta olan son kuşağın kendisidir; yani anne-babalarımızın, dedelerimizin kuşağıdır... Bu kuşağın dili, bildiği şarkılar, ağıtlar, masallar, hayat hikayeleri, otların, çiçeklerin, böceklerin isimleri, dualar, beyitler, meseller... onların hayat tarzı, ibadeti, düğünü, derneği, cenazesi, yemeği, kılığı-kıyafeti, sabahı-akşamı, günü, ayı, yılı her şeyi bizim için bu kimlik tartışmalarında bir manalar sisteminin ya da manasızlığın parçaları olarak anlaşılmayı bekleyen sorulardır. Yani bu kaynağa geri dönüş, nostaljik duygularla ya da günah çıkarma hevesiyle değil, Dersim kültürüyle buluşmanın tek imkanı ve yöntemi olarak zorunluydu. Bunları tesbit etmeden, anlamadan kimliğe, dile ya da kültüre ilişkin tarifler yapmaya kalkmak, niyet olarak ne kadar samimi olursa olsun, ne kadar büyük bir emeğe dayanırsa dayansın her şeyden önce yöntem olarak yanlış olduğu için, sonuçları itibarıyla samimiyetsiz, küçük hesapçı hatta art-niyetli bir tahrifata dönüşmekten kurtulamayacaktı.                                                                                                               ***Değerli Dostlar, Elbette bir halkdan, bir dilden söz edildiğinde ortaya çıkan bu görev, öyle birkaç kişinin, birkaç gün ya da haftalık çabayla sonuçlandırabileceği bir iş de değildir. Dernekler, federasyon gibi sosyal temsil kurumları bir yana, belki yüzlerce yetişmiş elemanıyla enstitüler, akademiler hatta üniversiteler gerektiren bir çalışma başlığından söz ediyoruz. Baştan belirtmek gerekir ki, başlattığı mücadele ile bütün bu soruların tetikleyicisi olan Kürt özgürlük hareketi, 21. yüzyıla sarkmış bir meseleyi hala 18. yüzyılın tekçi-modernist milliyetçilik şablonuyla değerlendirdiği için bu konuda kapsayıcı ve bütünleştirici olamamıştır. Açıktır ki, Dersim tarihi söz konusu olduğunda, en önemli referans kaynağı kabul edilen Nuri Dersimi’nin, en fazla ‘’zamanın siyasi ortamı’’ ile tolere edilebilecek bir duygusallıkla, başta 38 olmak üzere, tanıklık etmediği olaylara ilişkin bıraktığı ‘’belgeler’’ temelinde, ciddiye alınabilecek bir ‘’Dersim tarihi’’ yazmak hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Bu kaynağa dayanarak, bir ‘’kimlik’’ tarifi yapmak, üstelik bir de bunun ideolojik gerekçelerle, tartışılmadan, araştırılmadan kabul edilmesini beklemek ise, en azından bizzat, 30 yıllık Kürt özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı kimlik ve aidiyet sorularına kulak tıkayan gerici bir duruştur. Hele bugün, 20 yıl gecikmeyle bu konularda konuşmaya yeniden tenezzül etmişken, bu tenezzülünü bile, kendileri dışında gelişen ‘’inisiyatifin önünü kesmek’’ gibi pratik bir amaçla temellendirmek, tam bir samimiyetsizlik örneği olmuştur. Yani yeni çıkarılacak gazetelerden, kurulacak akademilerden söz etmek, festival organize emek sadece bu inisiyatif çekişmesinde bir güç gösterisi için ‘’vitrin’’ oluşturmaktan öte bir gerekçeye layık görülmemiştir. Böylece kurulacak kurumlardan, açılacak gazetelerden beklenen de zazaca’yı, dersimi farklılıklarıyla daha iyi ortaya çıkaracak çalışmalar değil, ‘’zazacılar’’, ‘’dersimciler’’, ‘’bölücüler’’, ‘’kravatlı korucular’’ olarak isimlendirilen çevrelerin yaptıkları ya da yapacaklarını engellemek, sabote etmekten ibarettir. Kısacası, yaklaşık yirmi yıldır bu meseleler, yani Dersimlilik, Zaza dili ve kültürü, Alevilik gibi konular ne zaman açılsa, başta ‘’biz neyle meşgulüz, siz neyle....’’ tavrıyla küçümseyen, sürekli bir tedirginliği ve tehditi canlı tutarak konunun konuşulmasını engelleyen, yetmediğinde ‘’bölücüler’’ gibi devletin ona yapıştırdığı yaftaları, ‘’zazacılar’’, ‘’bölgeciler’’ gibi kendi ürettikleriyle de takviye edip özensizce savurarak ‘’düşmanlaştıran’’ Kürt özgürlük hareketi ve bu söylemi sahiplenen Kürt aydınları bu konuda başarılı bir sınav verememiştir.                                                                                                                    ***Bu noktada özel olarak sayın Haydar Işık’a sormak gerek... Sayın Haydar Işık, yıllar önce yine Dersim ve Zaza meseleleri gündem konusu olmuşken, bugün de yazarı olduğunuz Özgür Politika gazetesinde yayınlanan bir yazınızda Kürt ulusunun birliği adına bütün Zazaların, zazacayı unutup kürtçe öğrenmesi, çocuklarını bu şekilde yönlendirmesi ve yetiştirmesi gerektiğini, yani ulusal birlik adına bizzat Zazalar’ın Kürt genel nüfusu içinde asimile olmak için seferber olması gerektini dile getirdiğiniz yazılarınızı okurduk. Hatta bu politik duruşa angaje olmayanları da, o zaman ‘’gerici’’, ‘’aşiretçi’’, ‘’bölgeci’’, ‘’korucu’’ vb. sıfatlarla nitelediğinizi de hatırlıyoruz. Bugün de aradan belki on yıl geçmiş olarak, yine Özgür Politika gazetesindeki köşenizden ya da internet sitenizden, Zazaca’nın ölmemesi gerektiğinden, Kürtçenin bir zenginliği olduğundan söz edip Dersim adına kurumlar kuruyor, etkinlikler yapıyorsunuz. Bu konuda, bir fikir adamından, bir aydından bekleneceği üzere nasıl bir fikri evrim yaşadığınızı anlaşılır kılmanız mümkün müdür? Zazaca, on yıl önceki fikirlerinize göre ‘’ulusal birlik’’ adına ölmeli midir, yoksa şimdi söylediğiniz gibi ‘’bir zenginlik’’ olarak yaşamalı mıdır? Sizin, dernek ortamlarının düzeyini bile zorlayan küfürlü üslubunuzun hedefi olmamak için on yıl önceki fikirlerinize göre zazaca’nın ölmesi için mi, yoksa bugünkü fikirlerinize göre yaşaması için mi uğraşmış olmak gerekir? Ayrıca, on yıl önce, fedakar bir mücadele adamı olarak, zazaca’nın ölmesi için ne tür şeyler yaptığınızı biliyoruz. En azından bu dilin UNESCO’nun 2009 yılı ‘’ölmekte olan diller’’ listesine girecek hale düşmesinde bu cengaverliğinizin de payı olmuştur. Peki bugün yaşaması gerektiğini söyledikten sonra neler yapacaksınız? Örneğin artık zazaca bir roman yazmaz mısınız; bir şiir söylemez misiniz? Bir teyple gelsek, hayat hikayenizi de mi zazaca anlatmazsınız; bizden önceki kuşak olarak bize göre daha hakim olacağınızı tahmin ettiğimiz zazaca’nızdan belki güzel kadim masallar, efsaneler kaydeder, yeni kelimeler, kavramlar, deyimler öğreniriz; mümkün müdür? Yoksa bütün bu fikir değişikliğinde ciddiye alınabilecek hiçbir düşünülmüşlük yoktur da, tek sebebi çapsızlığımız ve beceriksizliğimiz yüzünden hakkıyla temsil edilemeyen Dersim, Zaza, Alevi haklı meselesinin her şeye rağmen yeniden yeniden gündeme gelmesinin çıkarttığı sorunları ber-taraf etmek, yani günü kurtarmak için yapılmış bir mevzi değişikliği midir?    Sayın Haydar Işık, 70 yaşını aşkın bir aydınsınız, bildiğimiz kadarıyla Kürt Pen üyesisiniz, başkanısınız, bütün enstrumanı dil olan, dolayısıyla dil-bilinci çok gelişkin olması gereken bir zor vazifenin erbabısınız. Peki yarın-öbür gün zazaca’nın tek şahidi biz ve sizler kaldığımızda sizin yazdığınız türkçe kitapları mı zazaca’ya ya da Dersim’e şahit göstereceğiz? Bir dil erbabı olarak, ellerimizin arasından kayıp giden ana-dilimizde, bugün hiç değilse sizin onlarca roman, öykü, şiir kitabı yazmış olmanızla avunmamız, sizin gibi bir aydına sahip olmanın şerefiyle övünmemiz gerekirken; bu dilde tek cümle dahi yazmamış olmanız, üstelik bütün yazılarınızda döne-dolaşa sadece Dersim’de açtığınız fırından söz edip bununla övünmeniz hangi düşünce düzeyi ile mana kazanıyor? Siz, dil-bilinci gelişkin bir dil-erbabı olarak, on yıl sonra da Dersim’de 22 bayana iş imkanı sağlayan fırınla mı övüneceksiniz; yoksa bu arada bir de market açacak mısınız? Bir aydın, bir entellektüel, kamiline ermiş bir dil-erbabı olarak, sizin göreviniz, fırın ya da bakkal dükkanı açarak Dersim’deki işsizliğe çare aramak mıdır? Hadi böyle bir hizmet yaptınız, Dersimle ilgili her yazınızda açtığınız bu fırını ileri sürüp önüne gelene küfür etmek midir, sizin fikir dünyanızın sınırları?Sayın Haydar Işık, peki Zazalar Kürt’tür, zazaca da kürtçenin lehçesidir; olabilir. Böyle olunca, zazaca’nın ölmesi mi gerekiyor; Kürt aydınlarının Kürtlükle ilgili zazaca’dan öğrenecek hiçbir şeyi gerçekten de yok mudur; bu tezi savunan kaç Kürt aydını zazaca bilmektedir; kaçı Dersim’i kültürel olarak tanır? Örneğin bütün politik Kürt çevrelerinde, büyük Kürt bayramı, hatta Kürtlüğün başlangıç noktası, en orijinal kutlaması olarak kabul edilen Newroz uygulamalarının kültür tarihindeki doğru temelleriyle anlaşılması için Zazaca’ya ve Dersim kültürüne ihtiyaç vardır; desek, ne diyeceksiniz; örneğin bir dil adamı ve romancı olarak Şahmaran’ı anlamak için merhum Mırsae Sıleman’ın anlattığı zazaca versiyona muhtacız; desek, ne diyeceksiniz; Kürtçe’nin here-were’sini anlamak için bile so-be’ye danışma ihtiyacı vardır desek ne diyeceksiniz; bu konular hakkında bir aydın olarak fikriniz, icraatınız, araştırmanız var mı? Peki tekrar siyasete dönelim, Kürt halkının tarihde ele geçirdiği belki en önemli özgürlük ortamı olarak Güney Kürdistan’da, ‘’tek dil, tek millet’’ yaklaşımıyla, nüfusun %70’i tarafından konuşulmasına rağmen Khurmanci yerine Sorani dilinin eğitim dili yapılması meselesine ne diyeceksiniz; böyle bir örnek önümüzdeyken, yarın-öbürgün buralarda da böyle bir imkan olsa, sizce zazaca’nın esamesi okunur mu? O zaman da, bu dil yaşamalıdır, televizyonlarda bu dilde de yayın yapılmalıdır; devlet, zazaca’yı da ciddiye almalıdır diyenler, ‘’korucu’’ ya da bölücü olur mu; yoksa ‘’gereksiz meselelerle’’ uğraşan mücadele kaçkını mıdır bunlar? Sayın Abdullah Öcalan’ın, sayın Ahmet Türk, Selim Sakık ya da Hasib Kaplan gibi Kürt siyasi temsilcilerinin farklılıkların korunması adına zazaca ve Dersim kültürüne sahip çıkan bir açıklama ya da bir faaliyetlerini biliyor musunuz? 30 yıllık savaş döneminin de bir sonucu olarak, ölmekte olan diller listesine girmiş zazaca’nın ve artık entellektüel bir tahribatla Türk kültürünün bir uzantısı olarak kabul edilen inancımızın durumu hakkında Dehap parti programında yer almış rahatlatıcı bir cümle ya da Dehap yönetiminin, Dehaplı Belediyemizin bir açıklamasını hatırlıyor musunuz?   Bu gibi Kürt ileri gelenleri ve aydınlarının ‘’1000 yıllık Türk-Kürt kardeşliği’’ adına tarihsel referans olarak sık sık dile getirdikleri ‘’Yavuz Selim-İdrisi Bitlisi ortaklığı’’ bir Dersimli alevi olarak sizi de tedirgin etmiyor mu? Sayın Haydar Işık, ‘’Seyid Rıza yaşasaydı, Rüsselsheim festivaline gelirdi; tuncelililer’in festivaline gitmezdi; çünkü O, Kürdistan ve Kürt davası için hayatını verdi’’ diye yazmışsınız. Okur-yazar olmayan, Türkçe bilmeyen Seyid Rıza’nın bu duruşu için de yine bildik devlet kaynaklarını ve Nuri Dersimi’yi belge olarak göstermişsiniz. Peki, Seyid Rıza Rüsselsheim gecesine vize alarak mı katılırdı; yoksa zaten o da savaştan kaçıp buralara iltica ettiği için Münih yakınlarından otobüse binip mi gelirdi; gecenizde konuşma da yapar mıydı; newededersim isimli kurumunuzda ölmüş Dersim’i diriltmek için o da uğraşır mıydı; yönetime de girer miydi; sizden sonra 2. Başkan olur muydu? Seyid Rıza’yı davet edebileceğiniz başka bir etkinliğiniz ya da projeniz yok muydu? Peki Kürt davası ve Kürdistan için ölen, bu arada da Rüsselsheim gecesine katılan Seyid Rıza, hasbel kader başarılı olup da bu bölgede bir idare kursaydı; herkes bu lehçeyi unutsun, khurmanci öğrensin, khurmanci dua etsin, cem-cemaat yapsın, devletin resmi dili khurmanci’dir, buna uymayan bölücüdür; diyecek bir idare de kurar mıydı? Peki sizlerin de sık sık dile getirdiğiniz gibi, Kürtlüklerini bu ‘’lehçe’’ ve anne babalarından şahit oldukları hayat tarzı üzerinden fark ederek Kürdistan özgürlük mücadelesinin en ön saflarında yer alan onlarca, yüzlerce Dersimli, Zaza kökenli genç, bir gün özgürlük ortamı olduğunda konuştukları lehçe özgürlük ortamında daha da büyük bir tahribata uğratılsın, unutturulsun, yok edilsin diye mi savaşmış, hayatını vermişdir?                                                                                                      ***Değerli Dersimliler; Diğer taraftan hepimizin bildiği gibi 20 yıl öncesine dayanan bir geçmişle Dersimliler’in gerek Türkiye’de gerekse Avrupa ülkelerinde kendi adlarına kurumsallaşma çabaları da olmuştur. Her şey bir yana, bugün alenen ortadadır ki, bu 20 yıllık geçmişe rağmen, sonuçta ortaya çıkan ‘’kurumsal’’, bireysel birikim, 5-10 sayı çıkabilmiş birkaç kültür dergisi, 5-10 kitap ve albümden ibaret kalmıştır. Üstelik hepsi de bütün bu kurumlar dışında duran ve çoğu zaman da çalışmalarını bu kurumların engelleyici çabalarından kaçmaya çalışırken yürüten insanların ürünleridir.Bu arada her biri 15-20 yıllık geçmişe sahip yerel kurumlarımız ise, bazıları zaten baştan itibaren, güya bir kültür kurumu olmak adına devletten aldıkları 3-5 kuruşla, bir kaç garibanın iş bulduğu şahsi işletmeler olarak, bazıları da, önüne gelen herkese laf yetiştirmeyi, böylece, sürekli kendi içinde bir itiş-kakışla iş yapmamayı/yaptırmamayı temel faaliyet biçimi bellediğinden adı var kendi yok tabelalar olarak bugüne kadar gelmiştir. Bu şekilde, ciddiye alınabilecek hiçbir yerel hareketliliğe dayanmayan ya da yukarıda belirttiğimiz şekilde adı var kendi yok kurumlara dayanarak, 4-5 yıl önce gökten düşmüş gibi, birdenbire kurulan federasyon ise kurulduğu günden beridir anlaşılmaz bir şekilde yeni sorunlar, yeni polemikler üretmek; yoksa çıkartmak, çeşitli siyasi çevrelerle laf yarıştırmayı ciddiye alınma fırsatı olarak görmek, bu durum yoksa kendi içindeki birimlerle sürekli didişmek, şu kurumu üyeliğe alıp öbürünü atmak ya da şu şahsı aforoz edip öbürünü payelendirmek gibi anlaşılmaz uğraşlarla bütün enerjisini tüketip, sonuçta neredeyse 20 yıllık çürümüş dernekçilik geleneğine meşruiyet kazandırmakdan başka bir işe yaramamıştır.Kısacası bütün bu kurumlarımız, son 20 yıldır yaşanan süreçle, dilimiz, kültürümüz adına bir fırsat olarak yeniden aktualize olan bir sorular güzergahını sahiplenmek yerine, genel süreç sayesinde hasbel kader ortaya çıkan cevaplara abanmakla ancak ‘38 ağıtlarında dile getirilen kelepir kavgasında taraf olur duruma düşmüşlerdir. Çünkü tuhaf bir paradoks olarak Zaza dili ve kültürü adına verilen 20 yıllık kurumsal/bireysel mücadelenin tek kazanımı da, 2009 yılı UNESCO raporunda zazaca’nın   ’’ölmek üzere olan diller’’ listesine girmesini sağlamak olmuştur. İşte bügün ciddi siyasi hesaplara, küfürlü polemiklere konu edilen kavga ölmüş eşeğin miras kavgasıdır. Öyle görünmektedir ki, dilin, kültürün durumu, bu durumun yarattığı sorumluluklar hiç kimsenin gerçek sorunu değildir. Değerli Dersim Halkı, Dersim kimliği üzerine siyaset yapan yerel kurumlar ve federasyon gibi çatı örgütler her şeyden önce bulundukları bölgelerdeki dersimlilere kendilerini ispat etmek, kabul ettirmek durumundadır. Böylesi bir geçmiş ortaya koymadan, bu anlamda yerel ‘’temellere’’ dayanmadan, dersimliler arasında iltifat bulmadan tepeden inme yöntemlerle ‘’çatı’’ örgütler oluşturmak, üstelik hemen kendini ‘’Avrupa’daki 25-30 kurumun ve 300 bin Dersimli’nin temsilcisi’’ ilan etmek, insanları aptal yerine koymak değilse tam da yaşanan bir meşruiyet sıkıntısının, ‘’ben yaptım oldu’’ ucuzluklarıyla gizlenmeye çalışılmasından ibarettir. Bu durumda sayın Yaşar Kaya’ya ve 2. Başkan Mehmet Gülmez dostlarımıza soruyoruz; Değerli arkadaşlar bugün sizler de artık 40’lı-50’li yaşlarınızı yaşıyorsunuz. Ancak biz sizi 5-6 yıldır, bu meselenin içinde görüyoruz; öncenizi bilmiyoruz. Sayın Yaşar Kaya, sizin daha gelişinizle, ilk önce hemen ‘’Munzur Haber gazetesi Avrupa temsilcisi’’ sonra da, ‘’Federasyon Başkanı’’ olarak karşımıza çıkmanız bir oldu. Ondan önce neredeydiniz, ne iş yapar, hangi fikirleri savunurdunuz; federasyon başkanı olmadan önce örgütçülük, dernekçilik vb. konularda nasıl bir tecrübeniz oldu; Dersim meselesi hakkındaki fikriniz neydi; meseleyi kendinizce fark ettiğinizde nasıl bir eleştiri-özeleştiri muhakemesi yürüttünüz? Sayın Mehmet Gülmez, ‘’Yavuz Selim ve İdrisi Bitlisi’nin çocuklarının Dersim’i bitirme planını’’ fark etmeden önce sizin de bireysel olarak Yavuz’un ya da İdrisi Bitlisi’nin torunlarıyla mücadele arkadaşlığı, siper yoldaşlığı tecrübeniz oldu mu? Olduysa bu hatanızı kişisel olarak nasıl fark ettiniz; bir aydın, bir toplum ileri geleni olarak nasıl bir düşünsel tartışma evrimi geçirdiniz; bu fikirlerinizi nerede, nasıl tartışarak bu sonuca bağladınız? Sizler, ingilizceye çevirttiğiniz festival metninde bile adı türkçe yazılan bu ‘’dersimli’’ halkını ve ‘’dersimce’’ dilini ne zaman keşfettiniz; özgün Dersim dinini keşfetme yollu çabalarınız hangi aşamadadır; cem-cemaat idare etmek, tv programları yapmak, yerine göre sunuculuk yerine göre tiyatro oyunculuğu, yerine göre araştırmacı-derlemeci, gerekirse kameraman ve tabii federasyon yöneticiliği gibi bütün vitrin işlerde gördüğümüz kadarıyla on parmağında on marifet birikiminizle bu konularda bir kutsal kitap ya da ‘’das Kapital’’ de yazacak mısınız? Size Dersimcilik vahiyle mi bildirildi? Daha 3 kelime bile Zazaca yazmadan, hangi bilgiye, araştırmaya dayanarak, yıllardır Dersimlilerin bütün enerjisini tüketmek için kullanılan bu tartışmaya kurum olarak ‘’Dersimli’’ ve ‘’Dersimce’’ gibi yeni ‘’katkılar’’ yapma cüretini gösterdiniz; bu ‘’kimlik’’ tarifinizi kurum olarak hangi birimlerinizde tartışarak ve hangi verilere dayanarak federasyon görüşü olarak netleştirdiniz? Federasyon gibi bir sivil toplum örgütünün görevi, farklı fikir ve duruşlarına rağmen bu konuda çalışan insanları, kurumları yan yana getirmenin yollarını ve kapsayıcı genişliğini örgütleyecek bir çatı örgütü olmak mıdır, yoksa masabaşında ‘’biz kimiz’’ sorusunun cevabını kurmak, yeni kriterlerini deklere etmek, buna göre bizden olan dersimliler ve olmayan dersimliler ayrımcılığı ile itiş-kakış ortamını daha da körüklemek midir?Sayın Genelbaşkan Yaşar Kaya ve 2. Başkan Mehmet Gülmez; ‘38 gibi hiçbir aşiret, ocak, ham-has, hatta etnisite ayrımı yapmadan başta ağalar, beyler, ozanlar, seyidler, şairler gibi ileri gelenleri olmak üzere çoluk-çocuk, kadın-erkek bütün Dersimlileri ezip geçen, bu yüzden de bütün Dersimlileri ilgilendiren bir meseleyi dahi, (yıllarca tüketici bir özensizlikle internet sitelerinde imza kampanyalarına malzeme yapılıp ortada bırakılması yetmiyormuş gibi) neye dayanarak ‘’seyidlerimizin mezarı nerede’’ gibi bam-başka ve tuhaf bir başlık altında yeniden şahsi tercihlerinizin malzemesine dönüştürdünüz? İdam edilen, ölen-öldürülen onbinlerce aşiretli-aşiretsiz insanımızın hesabını kendine vazife yapacağınıza, meseleye en azından herkesin acısına saygı temelinde, bu bütünsellikle sahip çıkacağınıza, ‘’seyidler’’ başlığına toplamak hangi mantığın, hangi düşünülmüşlüğün ürünüdür? 38’de idam edilenlerin hepsi seyid miydi; 38 özel olarak seyidlere, ocaklara yapılan bir operasyon muydu? Peki bir başkası da çıkıp bu yaklaşımınızı temel alarak, meseleyi, ‘’38 hareketinde seyidlerin rolü’’; ya da ‘’asimilasyon sürecinde seyid-talib ayrımının yıkıcı etkileri’’ gibi bir başlık altında tartışsa ne tür sonuçlarla karşılaşırız; hele bunu bir de dernek ya da federasyon adına kurumsal karar olarak propaganda etse, sizler birey olarak bu yaklaşımı nasıl değerlendirirsiniz? Elbette bir seyidler meselemiz de var, bunların başında da seyidlikleri dolayısıyla bu dilin, inancın rituellerini, dualarını bize taşımak gibi bir sorumluluk duruyor... Sayın Yaşar Kaya, böylesi ‘’özel başlıklar’’ söz konusu olduğunda, siz bir seyid evladı olarak, ‘’seyidlerimizin duaları nerede’’ diye neden sormuyorsunuz; bu soruyu sorduğunuzda karşılaşacağınız cevaba hazır mısınız; başta kendi akraba çevreniz olmak üzere, temsil ettiğiniz kurumun imkanlarını bu konuların araştırılmasına neden ayırmıyorsunuz; dahası temsil ettiğiniz kurumu, neden bu sorumlulukları yerine getirecek bir temelde yapılandırmak yerine, aşiretçiliği körükler gerilikte açılımlarla sürekli yeni yeni gereksizliklerle meşgul ediyorsunuz?   Sayın yönetici arkadaşlar;5 yıllık federasyonumuz, bir kurum olarak neye, hangi plana göre çalışıyor; uzun vadeli ya da aylık, yıllık vs. gibi deklere ettiği, en azından kendi kamuoyu ile paylaştığı bir çalışma planı var mıdır; varsa nedir; bunun için neler yapılmıştır; yoksa federasyonumuz senede bir, üstelik organizasyon olarak her tarafından dökülen bir festival yapmak dışında, günlük siyasetin didişmelerine Dersimliler adına laf yetiştirmek için mi kurulmuştur; bundan sonra da bu şekilde mi var olmaya devam edecektir? Festival gelirleri ne olmaktadır; nerelere harcanmaktadır; harcamalar gerekli şekilde yazılı, çizili, faturalı belgelenmekte midir?                                                                                                               *** Değerli Dersim Halkı, Yukarıda federasyon yönetimi ile ilgili dile getirdiğimiz eleştiri başlıkları daha başından itibaren dost meclislerinde defalarca kendilerine söylendiği halde her şey olduğu gibi devam etmiştir. Ve bu sebeplerden kaynaklı, daha yerel seçimler gündem konusu dahi değilken federasyonun, başta festival olmak üzere yapacağı etkinliklere katılmayacağımız kendilerine de bildirilmiştir. Dolayısıyla federasyon programına katılmama kararımızın son yaşanan politik süreçle hiçbir ilgisi yoktur; son yaşananlar sadece bu işin tuzu-biberi olmuştur. Değerli Dersimliler, Bugün en büyük sorun Dersimli aydın ve kurumların kendi sorularının zahmetine katlanmadan kendi cevaplarının cengaverliğine soyunuyor olmasıdır. Bizim nazarımızda ise, bir kriter olarak, Dersim konusunda babasının annesinin sözünü kendi sözünün, babasının annesinin dil-bilgisi ve bilincini kendi bilgisinin, babasının annesinin sanatını kendi sanatının önüne çıkararak iş üretmeyen hiçbir kurum ve kişinin yaptıklarının bir sahiciliği ve kalıcılığı yoktur. En hafif deyimle, bütün bu çabaların altında ya küçük kişisel hesaplar, sıfat, rütbe, mevki düşkünlüğü ya da bir politik angajmanın körlüğü çıkar. Bu vesileyle, özellikle burada isimleri geçen sayın Haydar Işık, sayın Yaşar Kaya ve sayın Mehmet Gülmez ve onların şahsında temsil edilebilecek bütün Dersimli aydınlara son sözümüz şudur; Değerli Haydar Işık ve Mehmet Gülmez, sevgili abilerim... Değerli Yaşar Kaya, güzel kardeşim... Dersimlilerin, zazaların, zazacanın, Kızılbaş/Alevi/Hak Yolu inancının, akademik, sosyal, siyasal, kültürel kurumlara ya da temsilcilere bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır; buna şüphe yoktur. Ve sizler rahat olun bu süreç, eninde sonunda layık olduğu temsil düzeyine de kavuşacaktır.   Ancak sizler, bırakın artık bu işleri. Ayrıca bu konularda sizin değerli fikirlerinizi de artık biliyoruz; yıllardır yazıp-çiziyorsunuz; gerekirse döne döne okur yeniden nasipleniriz; artık yazıp çizmeyi de bırakın. Ama Dersimlilik duruşuna gerçekten katkı yapmakda samimiyseniz, en azından bu saatten sonra, gelin birer ucuz teyp ya da video kamera alın, fikirlerinizi savunmaktaki gayretkeşlik ve cengaverliğin onda biri bir çabayla, çevrenizdeki bir-iki yaşlıyı kaydedin. Zor olacak ama, kayıtlarınız sırasında müsaade edin en çok onlar konuşsun. Hatta siz hiç konuşmayın, teybinizi açın ve susun; hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapın yani. Tecrübeyle sabittir, yaşlılar o zaman daha çok şey anlatıyor, her şeyi açıklama gereği duyuyorlar.Bir de, yine zahmet olacak ama, kayıtlarınızı diline, şivesine dokunmadan olduğu gibi, deşifre edip birer yazılı belgeye de dönüştürürseniz, bugüne kadar yaptığınızı sandığınız katkının on katı iş yapmış olursunuz. Biz de daha kolay anlamış oluruz; dilimizin adı dersimce midir, kırmanci midir, kırmancki midir, kırdaşki midir; alevice midir, dımılki midir, zazaki midir; biz kırmanc mıyız, zaza mıyız, kürt müyüz, türk müyüz, kırdaş mıyız, urus muyuz, urum muyuz, alevi miyiz, hermeni miyiz; dımıli miyiz; neyiz, ne işe yararız? Kolay gelsin. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyoruz.                      Metin-Kemal Kahraman; 24.06.2009

Anonym (not verified)

Mon, 2009-07-06 02:42

Bîra Metin, Bîra Kémal, Wengdaisê sîma, Vatena sîma rasta. Delal a.Pak a. Zolal a. Dina ma de, rast ve çewt’tê lewe de’re. Jî we adîr û ué, jî roşt û tarî, jî welat û bê welaténî, aqîl û xeğeni, jî azad û koleti, Dersîm kî henio, pêrodais o rûtrupal o. Her çi’ra bê wuair mendena. Dilaketika Dersim,jî weşi û merdena. Rindi û xîravîn a. Perodais û zoniu ser mendena. Hu ver estena. Sîma mordemune mîlqî kerdu’ra, irfan wuazene. Dîzdu’ra tîrteni pers kene. Goneweru’ra raştié wuazene. Nu irfane sima wo. Mordemi kote tenge, ji awresu darune qawaxu koçene. Tij’ra, Tija ho’ra tersene. Roşt’ra vozdane. Tari berdo kerdo bara hu. Mîlqî yine bio, bastûna deşti.. Zûr bio pêsaré hermi. Muğurvo. Tario, zîlomotika. Vatena sîma sero qêsa mî çîn a. Sîma rînd zonene, verg bîze weno. Morr dano mordemi’de,ao khe azna nê zône kuno çem, xenekino. Jean Paul sartre kutku’ra zof haskerdene, vano, mî hondeke mordemeki naskerdi, mî honde kutku’ra haskerd. Hema taé Kutikê vere çeveri seveta lopi lawene, lûké, gérine, aspîzîne, oncia meimani yene sone çewu. Vatena sîma, tirkia, çîna’re eve zone dakîla ma nia? Sîma wess lawkû vané, beno khe sîma zône zof rîndek bî zône, bî nusné? Çîna’re tirkî nûsnene bîra? Na merdena zône ma nia, çik a? Ek he henio, Politika UNESCO, zône ma nê xelesnena. Prensibe bingéyé UNESCO, kîstena zône ma wa. Zone ma sero niadene (www.pen-kurd.org, ingilizi, fransizi,kîrmançki) Bava khe kotivi tewt hewnu vineno. Nîka pers kerime,Kérameta tewti çik a? Mî jovina nuste hode perskerdi vi çina’re “Bava Hémédé Vîroze Dewresi khe kotene adîr, adîr eve fêkê hu saine né we” eve zone am cereen Jarr û Darruma ver. Adîr jargen o,sîrre estena dina wa kerramete dôté adîria. Adîria dota. Misaise dina dôtia(dina metafizika). Ehke henio, Tewt ‘ra hewn çi mîsneno’ra ma? Zonais, tewt’ra zonais o. Eve raa Haqqî veng daéena sene zonaéné peida bena?, Sene misnaene? Bava Hémédé Vîroze Dewresi çi di vi? çî vat vi? Tewt te çi da wendene? Çûtîr beno Bava Hémédé Vîroze Dewresi qedere ma zôneno, wuaneno? Hesnéno? Eve vatena Bava Hémédé Vîroze Dewresi pê guretene, ra verdene, mîsaéné, mîsnaéne, mîsais, mîsnaisê ma çik o? Kamij methode rameme? Ma kata beno? Çinare Bava Hémédé Vîroze Dewresi eve zone am veng dane’ra Haqqi? Qedere ma nio, pêrodais o. Sarê ronais nio, hu ver estena. Qeso gîrso. Culxa zordari tîm erjia kelpê fêkhe gonin, laze colegio,hêgao oyî nê dio, torze gureto dara mûrié sîngîr keno. Bomo şao, eve aqîlo sipe fetelino. Firdewsî, Maxmude Gaznewîra vatif “ her kes Haqira terseno tu çinare helbeste mîra tersena?” Sadio neçar guret berd Fas’de kerd eskher. Hesir mend,roşia. Zu cuhudî herina ars Şam’de azad kerde. Sadi zotth dai ve dewleta Osmané tirk’ro, “ tirko, tu werlate m^kelepur kerd, çutur khe asiqune dizdu sinié’ra nu tîrt berd. Tu welate m^talan kerd qedena. tu a dina ca nê vine khe nime bî kerene.” Qesa kîlme, Avrançi, arée ué de guréno. Gavaré ué khe bîrna, Arée bé ué nê guréno. Cao khe arée çin o, dîstari esta. Eve dîstari, hev rînd hûrdî nê beno. No tirki, taé vatisê Avarnçi. ano’ra mî viri. Avrançi, tirkio sipe rînd zoneno, hema lîmenia tirki’ra ki, zone ma, vind nê beno, nê mîreno. Ma mîreme zone ma maneno. Aşira Demenu, Aşira Heideru’ra vatene.” Heidero herro, baré hu kemero, werde hu sîmero, ewike hu çeqero” Wess û wuar bî mane, jêdé, jêdé lawku Eve venge sîma zone hu hu vira nê keme. Paris, 27-06-2009 [email protected] Dr Ali KILIC, Demen Rowar

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.