III.1.1-) LENİN'E ELEŞTİRİ(LER)
“Büyük Geri Sıçrama“da bir “izm“ olarak Lenin'in (ya da Bolşevizm'in) “katkısı“ nedir ya da var mıdır?
Öncelikle bir “izm“ olarak Lenin'in yapıtları hakkında öncelikle ve önemle, Georg Christoph Lichtenberg'in, “Kitap bir aynadır: Yüzüne bir maymun bakarsa, elbette bir havarinin görüntüsünü yansıtmaz.“ “Gerçekten de, o kadar çok insan var ki, sırf düşünmeleri gerekmesin diye okurlar“; Mark Twain'in, “Klasik, herkesin okumuş olmak istediği, ama kimsenin okumak istemediği kitaptır“; Woody Allen'in, “Hızlı okuma kursuna gittikten sonra ’Savaş ve Barış'ı okudum: Olay Rusya'da geçiyor,“ sözlerini anımsatalım...
Evet, açık açık söylüyoruz: bir “izm“ olarak Lenin'in yapıtları, ona karşı çıkanlar tarafından ne yazıktır ki okunmamıştır bile...
Lenin'i okuyarak karşı çıkanlar ise, Onun dediklerini tarihsel bağlamından (ve somutundan) kopartırlar.
Unutulmasın, Lenin bir eylemciydi. “Lenin örgüt adamıydı; örgüt gerekliliğine Leninizm kadar dikkat ayıran başka bir öğreti yoktur.“[85]
Örneğin Semih Yakın'ın, “Bolşeviklerin yürüdükleri devlet yolu taşlı bir tarla idi. Onlar bu yolda yürümeyeceklerine atılmış olan taşları temizlemeye çalıştılar. Ve şu anlaşıldı ki devrim yolu devletten değil Komün'den geçer,“[86] demesi gibi...
İki küçük anımsatma bile bu “şematik karşı çıkış“ın anlamlı olmadığını ortaya koyar:
Birincisi: “Proletaryanın özyönetim örgütleri olarak konseyler“i[87] 1918 yılında V. İ. Lenin, “Proletarya diktatörlüğünün Rus biçimi“[88] olarak niteliyordu... Yani Lenin'in teorisinde proletarya diktatörlüğü ile sovyetler karşı karşıya konmaz; bu konuda bir düalizm yoktur..
İkinciye gelince, Marx'ın Komünü ile Lenin'in Ekim'i arasındaki süreklilik içindeki kopuş diyalektiğidir. “XIX. yüzyılın Marx modeli ile XX. yüzyılın başındaki Lenin modeli arasında, çoğu kez gözden kaçırılan bir farklılık söz konusudur. 1871 Paris Komünü olgusuna dek, Marx'ta, siyasal ile toplumsal arasındaki eşitsizliği giderecek etken nesnelliktir, nesnel gelişimdir. Lenin'in modelinde ise, aynı boşluğu kapatacak gelişme büyük ölçüde öznelliktir. Bunun, bu temel farkın nedeni de proletaryanın sınıf bilinci ve bilinçlenme süreçlerinin dinamiği konusundaki yaklaşımların farklıdır. Marx'ta, boşluğu kapatan proletaryanın fizik olarak gelişip büyümesi ve aynı doğrultudaki kitlesel bilinçken; Lenin'de aynı boşluk öncü müfrezenin iktidar aygıtına ve proletaryanın öncü kesimlerinin güvenine sahip bir kesim olarak giriştiği etkinlikler aracılığıyla doldurulur.“[89]
Dememiz o ki, “entel-dantel“ gevezelik ve maruzatlarla iştigal edenlerin kavraması mümkün olmayan Lenin, “11. Tez“cidir; tarihi yaratanlardandır; sadece yorumlamakla yetinenlerden değil...
Burası çok önemlidir: Politik İslâmcıların bile -saygılı- ciddi ilgisine[90] mazhar olan Lenin; elbette çarpıtılma ve istismara da açıktır! Örneğin “Bir yeni Lenin için“[91] deyip de “Kuvvayı Milliye(t)çilik“e soyunan Yalçın Küçük gibi...
Evet, evet tarihi yorumlamakla yetinenler için, “Leninizmin sonunda erimeye başlamasının nedeni anın felsefesi gibi düşünmeye çalışan bir pratik-kuramı oluşu“ydu![92]
Veya “Bolşevizmde Fransız Devrimi ve İslâmiyetin yükselişi birleşmişti... Bolşevizmin salt politik bir doktrin değil, geniş doğmaları ve ilhamlarıyla bir dindi...“[93]
Böyle bir şey var mı? Var diyenler bunu bir “iddia“ olmaktan öteye somutuyla ortaya koymalıdırlar! Ama hayır; onlar bunu yapmak yerine, “toptancılık“ı tercih ederler...
İşte tam da bu noktada, İ.Ö. IV. Yüzyılda yaşamış Chuanga Tse'nin dediklerini anımsamamak/ anımsatmamak mümkün değil: “Kurbağa kendi batağından çıkmamışken ben ona nasıl denizden söz edebilirim?“
IV. AYRIM: SORU(N) NE(REDE)?
Soru(n) ne(rede)? Bunu yanıtlamak için epeyce tartıştık, konuştuk, yazdık, çizdik...
Hemen hemen her konuda; örneğin Kuruçeşme'de olduğu gibi...
“Demokrasi Mücadelesi ve Devrim Perspektifi“,[94] “Demokrasi Mücadelesi ve Program Anlayışları“,[95] “Sosyalist Demokrasi“,[96] “Enternasyonalizm“,[97] “Türkiye'nin Toplumsal ve Sınıfsal Dinamikleri“,[98] “Birlik Düzlemleri ve Parti“[99] konularında..
Bunlardan geriye, pratik olarak bir ÖDP enkazı dışında ne kaldı?
Hemen hemen hiçbir şey!
Soru(n) ne(rede)?
Gayet açık: “Söz ve eylemin kopukluğu“nda![100]
Artık, sözü ve eylemi birleştirmeden yol alabilmek mümkün değil! Bunu herkes böyle bilmeli; bir de “İşlemeyen dişlemez“ diye haykıran Rus Atasözünü...
Bugün (ve gelecekte) ne yapılacak ise, ilk tartışmasız “olmazsa olmaz“, sözün ve eylemin, yani düşünce ve davranışın birliğidir; bunun bir adım gerisi mümkün değildir.
Bununla bağıntılı olarak, aynıların aynı yerde buluşmasını hedeflemek ve beş benzemezi yan yana getirme genişliğinden (eylem birliği ve cephe girişimleri haricinde) vazgeçmek gerekiyor...
Evet, aynılar aynı yerde olmalı; bu doğrultuda ikircimsiz ve hatta yalnız kalmayı da göze alabilen netliğe, kararlılığa, cürete sahip olmak gerek.
Karar vermek zorundayız: “Küreselleştirilen Türkiye“nin “Küreselleşmiş Solu“ olup, emperyalist projelerin sol ayağı mı olacağız; yoksa “küreselleşme“ alt başlıklı sömürgeleştirilmeye karşı mücadele mi edeceğiz?
Bu noktada kalın bir sınır çizerek ayrışmaya, bir direniş odağı yaratmaya cesaret edebilecek miyiz?
Yani devrimci Marksist bir hareketin inşası yolunda devrimin güncelliği sorununu asli gündem maddesi yapabilecek miyiz?
Devrimci eylemin devrimci teorinin neresinde durduğunu ve nasıl bir organik bağ içinde olduğunu kavrayıp/ kavratabilecek miyiz?
ÖDP deneyinde olduğu gibi “birlik adına“ tasfiyecilik illetinden kurtulabilecek miyiz?
“Aradığımız lider Biziz“;[101] yani halkız, mağdurlarız, emekçileriz, ötekileştirilenleriz, kadınlarız, Kürtleriz, kolektif işçi sınıfıyız... diyebilecek miyiz?
Bu yolda ne “eskici“ ne de “yenilikçi“yiz; devrimciyiz, radikal sosyalistiz, enternasyonalistiz... diyerek gündelik hayatı devrimcileştirmeyi bölgesel devrim eksenli iktidar hedefine bağlayabilecek miyiz?
Eskilerin toplamı değil, tarihsel birikimlerin yeni sentezini oluşturabilecek miyiz?
Avrupa-merkezci anlayışlara, modellere ve dayatmaya “Hayır“ diyerek karşı çıkabilecek miyiz?
Ya da Berstein'lıkta de, Gorbaçov'lukta ısrar edenlerle; ya da Soroscularla, “Sivil Toplumcular“la; veya “küreselleşme reformizmi“yla aramıza kalın duvarlar örebilecek miyiz?
İçinde debelenilen kriz(imiz)i aşmak için, V. İ. Lenin'in, “...’Özlemi duyulacak olan mücadele, mümkün olan mücadeledir ve mümkün olan mücadele belli bir anda verilmekte olan mücadeledir'. Bu, kendini edilgen olarak kendiliğindenliğe uyduran sınırsız oportünizm eğiliminin ta kendisidir,“[102] uyarısını artık ve nihayet anımsayabilecek miyiz?
Veya kriz üretmeye mahkûm olan ve krizlerini yeni krizler yaratarak aşmaya çalışan sürdürülemez kapitalizmin yarattığı ıstıraplara, ancak devrimcilerin üretken ve özgün müdahaleleriyle son verilebileceği; kapitalizmin yaşadığı krizin, onu aşmak için yeni dinamikler ve imkânlar barındırdığı; ya da V. İ. Lenin'in, “Tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır,“[103] uyarısı hatırlanabilecek mi?
Bizi işlevsizleştiren çok başlılığı ve parçalılığı aşabilecek miyiz?
Bunlar vd'leri, vb'leri yanıtını arıyor.
Özetlersek, Haluk Gerger'in formülasyonuyla, “Bugün Türkiye sosyalist hareketi esas olarak üçe ayrılıyor.
Bir grup ne yazık ki seyirci bir konumda bulunmaktadır. Bu seyirci konumundaki sosyalist hareketler sekter, dogmatik, son derece keskin ama hayata müdahale edemez durumdadır.
Öte yandan ise, ya liberalizme ya milliyetçiliğin kuyruğuna takılmış bir kuyrukçu sol var. Bundan da bir şey çıkmayacağını biliyoruz, bu çok açık.
Şimdi bize ideolojik, örgütsel ve sınıfsal, yığınsal konumlarını güçlendirmiş, dağınık ve güçsüz olmayan bir yeni, müdahaleci, devrimci, sosyalist güç ve iş birliği gerekiyor.“[104]
IV.1-) “KRİZ(İMİZ)“İN “NASIL AŞILACAĞI“ MESELESİ
Görülüyor: Krizin kendisi devrimci çözümleri dayatıyor.
Devrimci her koşulda “Ne Yapmalı?“ sorusunu sorar, yanıtını arar, bulur ve gereğini yapar.
Nesnelliğin bir parçası olmayı reddetmek için, nesnelliğin içindeki değişim damarını bulmak ve lehimize yöneltmek için müdahale etmek gibi...
Evet, “kriz(imiz)i“ aşmak için bize “ideolojik, örgütsel ve sınıfsal, yığınsal konumlarını güçlendirmiş, dağınık ve güçsüz olmayan bir yeni, müdahaleci, devrimci, sosyalist güç ve iş birliği“ gerek... Buna kuşku yok!
Ancak Perry Anderson'ın şu uyarısını unutmamak kaydıyla: “Marksist teori gerçek özelliklerini ancak devrimci bir kitle hareketiyle doğrudan doğruya ilişki kurarak kazanır. Devrimci kitle hareketi eylemden yoksunsa ya da yenilgiye uğramışsa, teori kaçınılmaz olarak bozulur, canlılığını yitirir. Bu yaygın fikrin öncülü, hiç şüphesiz, Marksist epistemolojinin geleneksel tanımı sayılan ’teori-pratik birliği' ilkesidir.“[105]
Buna bir ek de, “Doğru devrimci teori ancak gerçek bir kitle hareketinin ve gerçek bir devrimci hareketin pratik eylemiyle kurduğu yakın ilişkiyle son şeklini alır,“ diyen V. İ. Lenin'den...
IV.1.1-) NEYİN KRİZİ?
Yaşanan kriz(imiz), Marksizmin kendisinin değil, kendilerini Marksist olarak tanımlayan uygulayıcılarının krizidir. O hâlde Marksizmin değil, devrimci hareket(ler)in krizinden bahsetmek daha anlamlı olur.
Bu ön saptamadan hareketle kriz(imiz)i irdeleyip, tartışılırken “ideolojik-teorik-pratik kriz“ ayrımı yapılmalıdır. Kriz sorununa yaklaşırken böylesi bir ayrım yapmak yöntem bakımından doğru olduğu gibi, krizi çözümlememizi, anlamamızı, ve üstesinden gelmemizi, en azından ilk ikisini yapmamızı kolaylaştırır da.
Sözcük anlamıyla kriz, tehlikeli sonuçlar doğurabilecek durum, güç dönem demektir. Bir birey böyle bir dönemden geçebileceği gibi, bir toplum, bir ideolojik-politik akım, bir örgüt vb. de geçebilir. Örneğin, bir ideolojik-politik akım olarak komünizm kriz geçirmektedir dendiğinde anlaşılması gereken, onun tehlikeli sonuçlara yol açabilecek ve/ veya açmış bir dönemden geçmekte olduğudur.
“İdeolojik“ krizden ne durumda söz edilebilir? Marksizm'in teorik temelleri ve temel ilkeleri hakkında kuşku duyuluyorsa, bunları gözden geçirme ya da bunlardan vazgeçme eğilimi vb. varsa komünist hareket ideolojik kriz geçirmektedir.
İnşa hâlindeki bir tarih olan Marksizm açısından biz böyle bir soru(n) olduğunu düşünmüyoruz.
Gelelim “teorik kriz“e: Bir şeye bakmak anlamına gelen Yunanca ’theorein' sözcüğünden türeyen teori sözcüğü, bilimsel olarak maddi gerçekliğin insan bilincine düşünsel olarak yansıması anlamına gelir. Teori terimi gözlem tarafından desteklenen, pratikte doğrulanan bir varsayım, bilimsel bir varsayım anlamında da kullanılabilir.
Bu tanım kapsamında Marksist teorinin durmadan geliştirilmesi, onun devrimci özüne yaşamın yeşilinin katılarak, canlandırılması gerektiğini düşünüyoruz.
“Politik kriz“ meselesine gelince: Elverişli nesnel koşullara karşın, politik hareket olarak büyüyemediğimiz, hatta güç yitimine uğradığımız, yani işçi sınıfı hareketiyle kitlesel politik bağların kurulmasında önemli sorunlar yaşadığımız verili kesitte; politik gelişmeler karşısında edilgin kaldığımız bir “sır“ değildir.
Yani politik sınıf savaşımında ciddiye alınabilir bir politik güç durumuna gelemediğimiz koordinatlarda “politik kriz(imiz)“den söz etmemiz mümkündür. Bu durum politik hareket olarak büyüyememe krizi olarak da tanımlanabilir.
Nihayet “örgütsel kriz(imiz)“: Bu konuda yani tepeden tırnağa örgütsüzlüğümüz hakkında bir şey söylemeye gerek var mı?
Özetin özeti olarak ifade edersek: Örgütsel kriz(imiz)in temel bir öğesi, devrimci birleşik önderlikten yoksunluktur. O hâlde; Marksizmin sık sık vurguladığı “Devrimci Teori Olmadan Devrimci Pratik Olmaz“ ve “Marksizm Dogma Değil, Eylem Kılavuzudur“ deyişleri, bizler için yol göstericidir.
“Kriz“ dedik...
Aslı sorulursa krizlerin tarihi, devrimci hareketin tarihiyle özdeştir. Yani devrimci hareket bir yanıyla da krizlerinin ve aşılmasının tarihidir.
Belirtmeden geçmeyelim: Coğrafyamızda teorik-pratik bir akım olarak radikal sosyalist hareket, devrimci yükseliş veya devrim dönemleri gibi kısa zaman dilimleri dışında, genel bir kriz içinde oldu. On yıllardır sürmekte olan “güncel“ kriz(imiz) de, bu genelin en ağır örneklerini sergiledi.
Evet tarihimizde daha önce görülmeyen uzunlukta bir kriz sürecini yaşıyoruz; on yıllardır teorik, politik ve örgütsel olarak çok yönlü ağır bir kriz içindeyiz.
IV.2-) BİRLİK
Ne yazıktır ki, mevcut kriz durumunda, onu aşmaya yönelik güçlü bilinçli-planlı bir örgütsel bir müdahale de söz konusu değildir; olsa olsa “Sosyalist Forum“ örneğinde olduğu gibi bunun imkânlarından konuşulmaktadır.
V. İ. Lenin'in formülüyle, “Parçalanmayı kaçınılmaz kılan nedenleri anlamak ve onu önlemek için kararlı ve birlik içinde savaşmak, yaşadığımız dönemin Marksistlere yüklediği en önemli görevi“yken;[106] “Sosyalist Forum“ örneğinde olduğu gibi söz konusu faaliyetlerin asli amacı, elbette, öndersizlik krizinin aşılmasına yönelik olarak, arzulanan/ hedeflenen birliktir...
“Arzulanan/ hedeflenen birlik“, asla yeni bir sol fraksiyon değildir, böyle algılanmamalı ve sunulmamalıdır...
“Arzulanan/ hedeflenen birlik“ten kastımız, toplama ve yapıştırma değil, harmanlama ve damıtma işlemidir. (Tabii bunu aynadaki suretini arayarak anlamsızlaştırıp/ imkânsızlaştırmamak ya da Georg Christoph Lichtenberg'in, “Kendine aşık olan hiç değilse, bu aşkında karşısına bir rakip çıkmayacağı için talihlidir,“ sözünü anımsatmak kaydıyla![107])
Bu konuda bir çözüm önerisi olarak, TÖP (Toplumsal Özgürlük Platformu) II. Konferansı'nın (Haziran 2005) “Birlik Üzerine Kararı“nın bir bölümünde şunlar demektedir:
“Devrimci, Marksist ve yenilenmeci temelde bir yeniden örgütlenme (re-organizasyon) ihtiyacını tespit eder.
Kapitalizmi yıkma perspektifine sahip olma anlamında devrimci, o yıkıcı pratiğin öncü öznesi olarak işçi sınıfını görmesi anlamında Marksist ve içinde bulunduğumuz yeni tarihsel dönemin teorik-ideolojik-pratik ve örgütsel yenilenme ihtiyaçlarına devrimci-Marksist zeminde yeni bir sentez yaratmış olmasıyla yenilenmeci bir yeniden-örgütlenme.“[108]
Baran Anıl da şunları ekler: “Çözüm ise ancak, Marksizmin düşünce ve davranıştaki devrimciliğinin yeniden doğuşu -Rönesans- ve bunun bugüne özgü doğru örgütsel halkasının yakalanmasıyla elde edilebilir.“[109]
Elbette “Ne sağcıyım ne solcu/ Sadece evdeyim bu gece/ O umutsuz, küçük ekranda/ Kaybolmak üzere,“ diyen Leonard Cohen'in dizelerini andıran bir kesitten geçen Türkiye'de “Arzulanan/ hedeflenen birlik“ kolay değil; hatta önünde akıl almaz güçlükler var; ama imkânsız da değil.
Yapılması gereken yol almak için pedal çevirmektir; bu sistemli ısrarı sürekli gündem maddesi kılmaktır... Bilir misiniz, “Hayat pedal çevirmek gibidir. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz müddetçe düşmezsiniz,“ der Claude Pepper....
Gerçekten de Eric Hobsbawm'ın, “Nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, tarihin bizi bu noktaya neden getirdiğidir. Yine de açıkça görülebilecek bir şey var. İnsanlığın anlaşılır bir geleceği olacaksa, bu gelecek geçmişin ya da şimdiki zamanın sürdürülmesiyle olmaz. Üçüncü bin yılı bu temelde kurmaya çalışırsak başarısızlığa uğrarız,“[110] dediği “geçiş süreci“nde geçmişi kazanmak için yaslanmamız gereken şey -eleştirel olarak tanzim ve tasnif etmemiz gereken- devrimci mirasımızdır.
Gerek dünyadaki gerekse coğrafyamızdaki radikal sosyalist mücadele ve emekçi hareketi birikimleri, hata ve sevaplarıyla, gözbebeğimiz gibi koruyacağımız mirasımızdır; geçmişe karşı vefalıyız. Ama mirasyedi değiliz. Salt bu mirasla idare edemeyiz; günü tahlil etmek ve geleceğe uzanmak zorundayız.
Emekçilerin ve onların öncülerinin, XIX. yüzyılda Avrupa'da ve XX. yüzyılda tüm dünyada giriştikleri kapitalizmi aşma ve sosyalizm yolunda ilerleme pratikleri, hataları ve sevaplarıyla mirasımızdır.
Bu pratiklerden dersler çıkaracağız, ama geçmişe takılıp kalmayacağız.
Geçmişten bugüne kalan sorunların ve tartışmaların çözümü de, yüzümüzü geleceğe dönmekle, bugünü ve geleceği somut olarak analiz ederek yeni ve daha kapsamlı bir politikalar bütünü ve kuramlar üretmekle olanaklıdır.
Kendimizi geçmişteki tartışmalardan kaynaklanan saflarla tanımlamıyoruz.
Geçmişimizi miras kabul ediyoruz ve geleceğin sosyalizm pratiğine ve analizine yönelmeliyiz.
Tabii tüm bunları hayata geçirebilecek olgunluktaki kolektif liderlikle!
Ve birlik konusunda, “olmazsa olmaz“ son bir not daha: “Eğer demokratik halkçı ve anti-kapitalist hareketler, dünya kapitalist sistemine belirleyici bir darbe indirmeyi başarmaksızın, sürekli bir mücadele, kısmi zaferler bozgunlar ve geri çekilişler çemberi içinde hapsolup kalmayacaklarsa, birleşik bir örgütlenme ve etkin liderlik de, en azından esneklik, demokrasi ve içsel çoğulculuk kadar gereklidir.“[111]
IV.3-) PRATİK MESELE(LERİMİZ)
İçinden geç(eme)diğimiz sıkıntılı kesitte, giderek büyüyen çürüme pratik meseleler(imiz)i içinden çıkılmazcasına giriftleştiriyor!
Aslı sorulursa, “Çürümenin en önemli nedeni sosyalizmin uluslararası yenilgisidir. Ama yenilmiş olmaktan çok, yeniliş biçimi bu sonucu doğuruyor.“[112]
Bir tek mermi atmadan, direnmeden yenilince böyle oluyor; ya da sonuçları itibariyle 1971 ile 1980 arasındaki farklılık ortaya çıkıyor...
Emil Michel Cioran'ın, “Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık yoktur: En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar,“ sözlerinde betimlenen uzatmalı-kronik-hatta aşılmayan eski önderlerin sınır ve ufuksuzluklarını aşmak zorunda olan devrimci “Marksist politika anlayışı, verili bir toplumun hareket kanunlarını keşfetmekle ve buna ’uyarlanmakla' sınırlı değildir. Marksist politika bu hareket kanunlarını, belirli bir hedef için mücadeleyi, dünya ölçeğinde gelecek vaad eden bir mücadele hâline getirmek için anlamak demektir.“[113]
Bu da “nasıl bir sosyalizm“ sorusunu Rosa Luxemburg gibi yanıtlayabilmekle mümkündür: “Sosyalist toplum düzeninin gerçekleştirilmesi, dünya tarihinde belirli bir sınıfa ve belirli bir devrime düşen en büyük görevdir. Bu görev, devletin bütünüyle dönüştürülmesini ve toplumun ekonomik ve toplumsal temellerinin bütünüyle yıkılmasını gerektirmektedir.
Söz konusu dönüşüm ve yıkım, herhangi bir makamın, komisyon ya da parlamentonun kararıyla ilan olunamaz. Bu işe yalnızca halk kitlelerinin kendisi başlayabilir, bunu yalnızca onlar gerçekleştirebilir.“[114]
Eğer devrimci Marksist politikadan bunu anlar ve “nasıl bir sosyalizm“ sorusunu Rosa Luxemburg gibi yanıtlarsanız; bağımsız bir sınıf çizgisine sahip olup, yedeklenmezsiniz...
Şurası çok açık: Durmadan kendi sağındaki güçlere göz kırpmayı bir alışkanlık hâline getiren ve muhalefete angaje olmakla iktifa eden mevcut konum(suzluk)da “Sosyalist hareket kendisini büyütmek yerine sürekli kendisinden güçlü gördüğü kesimlere yedeklenme eğilimini sürdürdükçe, özgüvensiz ve silik kalmaya mahkûmdur.“[115]
Oysa şurası çok açıktır ki radikal sosyalist, devrimci olmak... Burjuva iktidarını devrimci tarzda alaşağı edilmesinin yolunu döşemektir. Her türlü burjuva ve gerici güç odağıyla ve devletle arasındaki sınırları kalın hatlarla çizmektir.
Verili durumdan hareketle açık konuşmak gerekirse, önümüzdeki dönemde radikal sosyalist hareketinin bir kez daha yükselen sınıf hareketinin üzerine oturup bu yoldan güçlenme olasılığı son derece düşüktür.
Görünür gelecekte sınıf, radikal sosyalist hareket açısından birincil önemini elbette yine koruyacaktır; ancak bu önemin öncü kesimlerin, hareketli sınıf önderlerinin ötesine taşınıp daha “kitlesel“ boyutlara oturtulması zorlama olacaktır.
Sınıf hareketindeki bu durgunluğun daha maddi ya da “yapısal“ denebilecek birtakım nedenleri olabilir. Esnekleşme, üretim süreçlerinin parçalanması, hızlı sirkülasyon, taşeronlaştırma, sendikaların güç ve itibar yitirmeleri, vb. bu nedenler arasındadır.
Ancak, sınıf hareketindeki durgunluğun, üretim sürecindeki maddi düzenlemelerin ötesinde daha “sosyolojik“ ya da “kültürel“ nedenleri olduğu da söylenebilir.
Radikal sosyalist hareket, kendini ihya edecek bir sınıf hareketliliğini beklemek yerine, genel olarak toplumu, oradan da sınıfı hareketlendirebilecek girdilerin neler olabileceğine kafa yormalıdır.
Diğer bir sorun ise, “kent yoksulu“ denebilecek kesimlerin bugünkü durumudur. Söz konusu kesimlerin, bugün için sosyalist hareketin uzanım alanının büyük ölçüde dışında kaldığı bir gerçektir. Ancak bu gerçek, radikal sosyalistleri, bu kesimlere ilişkin kolaycı kurgulara yöneltmemelidir.
Evet, sosyalistler, solun yeniden kurulması için gerçekçi ve radikal olmayı göze almalıdırlar.
Bu alandaki “Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz. Bugün en önemli görevimiz, bunalımın derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün Marksistleri bir çatı altında toplayarak, Marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan ’yol arkadaşlarının' çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır...“[116]
Bu da yenilenme ve sıçramayı gerektirirken; devrimci pratiğe yaslanmış devrimci teorinin önemi; hasılı her şeyin başlangıcının cüret ve isyan olduğunu hatırlatır bizlere...
V. AYRIM: HER ŞEYİN BAŞLANGICI: CÜRET VE İSYAN
İlk bakışta kimilerine çok bağıntısız gibi gelse de, Theodor W. Adorno'nun, “Bir zaman sanat olan sonradan kitsch'e dönüşebilir. Ama bu çöküş öyküsü belki de sanatın düzeltiliş tarihi, gerçek ilerlemesidir,“ sözünü anımsatarak ekleyelim: İçinden geçtiğimiz çürümenin (veya kitsch'in) çöküş öyküsü ve gerçeği, yeni bir düzeltiliş tarihinin, gerçek ilerlemenin de önünü açmaktadır.
Önümüzdeki kesitin başkaldırılarla karakterize olacağını gösterir; ancak buna cüret edilirse; ya da “Profesör dediğin adam, gerçekten profesörse, gazetelerde yazacak, alanlarda konuşacak, gösteri yürüyüşlerinin de önüne geçecek. Bence bilim budur; yoksa sararmış kitap sayfalarının arasında, kurumuş kitap kurdu değil,“[117] diyen Aziz Nesin gibi düşünülüp, davranılırsa...
Şimdilerde, küreselleşme çakılmışken, sürdürülemez kapitalizmin sistemi buhranıyla sarsılırken; bize Paulo Freire'in, “Nesneler olarak mücadeleye başlayıp, sonradan insan olamayız,“ uyarısındaki üzere -her zamankinden de çok- insan, başkaldıran insan lazımdır...
Açığımız ve temel sorunumuz budur, buradadır.
Sorunun çözümü için tekrar Frantz Fanon'nun anımsanması/ anımsatılması gerekiyor.
Anımsayın: Fanon sömürgelere yapılan baskıya ve Üçüncü Dünya'nın yaşadığı kültürel travmaya ancak şiddet kullanılarak yapılacak bir devrimle son verilebileceğine inanıyordu.
“Şiddet,“ diyordu, “tedavi eder. Halkı aşağılık kompleksinden, umutsuzluktan ve eylemsizlikten kurtarır; onu korkusuz kılar ve özgüvenini tekrar kazanmasını sağlar.“
Sömürülenler, diyordu Fanon, sömürenler tarafından insan olarak görülmüyorlardı; bu sömürülenlerin kabul etmeye zorlandıkları bir resimdi. Fanon bu kitapta ırk ve renk sorununun nasıl olup da bütün bir imgeler ve sözcükler dünyasıyla bağlantılı olduğunu gösteriyordu.
“Fransızca'daki Adalet, Gerçek ve Erdenlik kavramlarında her zaman yüceltilen beyaz olmanın simgeleri değil midir?“ derdi Fanon ’Yeryüzünün Lanetlileri'nde![118]
Beyazların sömürgeciliğinin küreselleşmesi yerküreyi Üçüncü Dünya'lılaştırıp, insan(lık)ın tümünü siyah kurbanlara tahvil ederken, şimdilerde Fanon bir kez daha anımsanmalıdır...
Nepal'den ETA'ya, FARC'dan ABD müdahalesinin boy hedefi hâline dönüşen Venezüella'ya kadar tüm başkaldırılar ve direnen Küba tüm başkaldırıların ilham kaynağı; “Umut İlkesi“ni canlandıran dinamik olmalıdır.
Unutmayın bir isyancının “Umut İlkesi“nde kayıtlı olan: Hâlihazır olanla yetinmeme, daha iyisini düşleme ve o düşün peşinde harekete geçmek, başkaldırmaktır...
Yani Che gibi imkânsızı isteme gerçekçiliğidir!
O hâlde şimdi Rahip Dom Helder Camara'nın, “Yoksullara yemek verdiğimde bana aziz diyorlar. Yoksulların neden yemeği yok diye sorduğumda ise komünist diyorlar,“ sözünü unutmadan “Yaratıcı Yıkımı“ ve gerekliliklerini anımsama, anımsatma zamanıdır!
Kimilerine çok “uçuk“ gelen önerimize, Eduardo Galeano'nun sözleriyle devam edelim: “Şimdi yeni baştan başlamalıyız; adım adım, kendi bedenlerimiz dışında hiçbir kalkana sığınmadan. Keşfetmek, yaratmak ve hayal etmek gerekiyor. Bugün düş kurmak her zamankinden daha gerekli. İnsanlığın bencilliğe ve iğrenç bir biçimde para peşinden koşmaya mahkûm olmadığına, sosyalizmin ölmediğine inanan birinin iddiasıdır bu...Bir dinozorun!“
Şimdi bize kazanmak için mağlupların bakış açısı, öfkesi gerek...
Burjuvaziden yeniden nefret etmeliyiz...
Onur, gurur, baş eğmemek, vicdan sözcükleriyle karakterize olan değerleri anımsarken; verili sıradanlaştırmanın değersizleştirme kastının karşı dikilmek gerek...
Kanımız odur ki, Walter Benjamin'in tarih tezlerindeki başlıca çıkış noktalarından “mağlupların bakış açısı“ kavramı, düşünce dünyamızda bugün de umulmadık derinleşmelere yol açabilir. Tarih tezlerinin her satırında içselleştirilmiş “mağlupların bakış açısı“, her şeyden önce tarihte yaşananların kefaretinin ödenmesini gerektirir.
Kefaretinse, tinsel anlamı büyük, ama somut sonuçları belirsizdir. Benjamin'e göre mağlupların ödedikleri bedelin kefareti için onların amaçlarının yerine getirilmesi gerekir. Belki bin yıl gerçekleşmesi olanaksız bir düş bu ya da yalnızca ideal, tasarım... ama tarih düşüncesi içindeki özgül ağırlığı da mağlupların kazanımları arasına yazılır.
Benjamin'in devrimci bir entelektüel oluşu, kendinden özveride bulunmayı yaşam biçimine dönüştürmüştür onda. Tarihi mağlupların tarihi olarak anlamaya çalışmak, bugün yaşayanların kendilerinden sonra gelecek olanlardan kazandıkları zaferler için minnettarlık duymalarını değil, mağlubiyetlerini hatırlamalarını bekler. Benjaminci tarih kavrayışı budur.
Sınıf savaşımını tarihin yapıcıları arasında sayan tezlerden “IV. Tez“, kapitalizmin ve üretici güçlerin gelişmesinin ve üretim biçimlerinin ileri doğru değişiminin değil, çıplak biçimde ezenlerle ezilenler, sömürenlerle sömürülenler arasındaki sınıf savaşımının tarihin yapıcısı olduğunu belirtir.
Bu geçmişe dönük tarih kavrayışı Benjaminci tarih kavramı'nın temel taşlarındandır ki, “V. Tez“ de, “Tarihin hakiki yüzü dörtnala uzaklaşmaktadır. Geçmiş, kendisinin tanınmasına izin verdiği anda bir daha görülmeyecek bir ışık saçan bir imge gibi akılda tutuluyor ancak,“[119] diye başlar...
Diyeceklerimizi toparlarsak; Cervantes'in, “Akıllı insan bütün yumurtalarını tek bir sepete koymaz“; Beydeba'nın, “Akıllı bir kimse, düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal etmez,“ uyarılarını göz ardı etmeden; eylem dönük “11. Tez“ci kolektif bir aklın yaratıcı yıkıcılığına muhtacız“
Hâlâ çok geç değil; malum ya, “Son dakika olmasaydı çoğu iş yapılamazdı,“ der Michael S. Taylor...
Özetin özeti: Evet, çok şey yaşadık, çok şey gördük, çok konuştuk - belki de çok fazla. İşin ilginci, her “çok konuşma“ dönemini yeni bir savrulma, yeni bir ayrışma izledi...
Küresel ölçekli bir savrulma döneminden geçtiğimiz; reel sosyalizmin çöküşünün elini serbestleştirdiği neo-liberal saldırganlığın emek cephesinin yaşam ve eylem alanını büyük ölçüde daralttığı, bir veri... Böylesi dönemlerde sol cephede “gerçekçi ol, mümkün olanı iste!“ diyen “ezber bozucu“ların sayısının arttığı da öyle... “Devrimci sosyalist“ tarafta kalanlar için, belli ki artık söylemi eylemle, teoriyi pratikle yeniden buluşturma zamanı geldi de geçiyor... “Hangi doğrultuda“ mı? İşte -kuşkusuz ki katkıya, eleştiriye açık olan- sözlerimizi toparlıyor ve diyoruz ki:
Devrimci sosyalistler,
* Kemalist rejimden bir kopuşu temsil ederler. Onların ne -tüm “ötekiler“: Kürtler, gayrımüslim azınlıklar, kadınlar ve de emekçiler için- bir baskı, tahakküm ve tektipleştirme rejimi demek olan “Birinci“, ne de neo-liberal bir talan projesi olan “İkinci“ Cumhuriyet'le bir işleri olamaz. Onların tahayyülü, Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Müslüman-gayrımüslim-ateist, kadın-erkek, tüm emekçilerin kardeşçe yaşayacağı bir özgürlük-eşitlik ülkesini yaratmaktır.
* Bu bakımdan işçi sınıfının tarihsel misyonuna bağlıdırlar. Ancak onun, neo-liberal “bozgun“ koşullarındaki aktüel durum ve koşullarına gözlerini kapatmaz, Kürt sorunu üzerinden geliştirilen milliyetçi konumlanışlarına teslim olmazlar.
* Yanı sıra, neo-liberal küreselleşmenin sömürünün çapını küreselleştirir, emek cephesini “deregülarize“ ederken, insanlığın büyük bölümünü bir “kolektif proletarya“ya dönüştürdüğünün de bilincindedirler. Bu nedenle devrimci sosyalistlerin çabalarının eriminde yalnızca örgütlü fabrika işçileri değil, marjinal(leştirilmiş), dışlanmış kesimler, işsizler, göçmenler, enformeller, kadınlar, çocuklar, kır yoksulları, kırsaldan kopmuşlar, iflasın eşiğindeki esnaf... da bulunmaktadır.
* “Ezber bozma“ adına geçmişini inkâr edip başkalaşma yoluna gitmez. Ama geçmişini fetişleştirmez de... İsyanın Spartaküs'ten Marx'a, Geronimo'dan Che'ye uzanan ve çeşitli biçimleri, renkleri içeren, güncel ve yerelle tüm emekçilerin, ezilenlerin özlem ve düşlerinin bir sentezi olduğunu, bu sentezin kopuş-süregenlik diyalektiği içerisinde devindiğini bilir. Bu nedenle Anadolu'nun devrimci tarihinin tüm deneyimlerini eleştirel bir tarzda sahiplenirler.
* Ve hepsinden önemlisi, devrimci sosyalistler, “İhtilalci duruş“ta ısrarlıdırlar. Onlar sömürü/baskı düzenlerini “diyalog/müzakere“ yoluyla “uyarlama“, “düzeltme“, “insanîleştirme“nin değil, kökten değiştirmenin peşindedirler. Bunun gerektirdiği araçlardan da kaçınmazlar...
23 Şubat 2008 09:56:06, Ankara.
N O T L A R
[*] Yeniden Kuruluş İçin Forum, Kitap 2, Eylül 2008.
1) Aurelio Alonso, aktaran: D. L. Raby, Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, Yordam Yay., 2007, s.93.
2) Temel Demirer, “Başlangıcından 1960'a Türk(iye) Sosyalizmi“, Uzun Yürüyüş, No:79, Kasım 2006; Uzun Yürüyüş, No:80, Ocak 2007; Uzun Yürüyüş, No:81, Şubat-Mart 2007;
3) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Soru(n)lar/ Çözüm(süzlük)ler...“, Kaldıraç, No:80, Ağustos 2007.
4) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “... ’Sol'dan Radikal Sosyalizme... Edilgenlikten Sınıf Hareketine...“, Kaldıraç Dergisi, No:56, Mart 2005; Kaldıraç Dergisi, No:57, Nisan 2005; Kaldıraç Dergisi, No:58, Mayıs 2005; Kaldıraç, No:59, Haziran-Temmuz 2005; Kaldıraç Dergisi, No:60, Eylül 2005; Kaldıraç Dergisi, No:61, Ekim-Kasım 2005... Coşkun Adalı-İlker Belek-Temel Demirer-Yücel Demirer-Hüseyin Kayabekman-Zeki Öçal-Sırrı Öztürk-Nihat Varol-Mustafa Zeyrek, Sosyalizmin Sorunları Üzerine Açılım Tartışmaları, Sorun Yay., 1992... Temel Demirer, T.B.“K“.P Program Taslağının Eleştirel Analizi, Sorun Yay., 1988...
5) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Marksizm ve Devrim“, Kurtuluş, No:7, Kasım-Aralık 2006; Kurtuluş, No:8, Ocak-Şubat 2007.
6) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Örgüt(lenme) Üzerine“, Kürt Solu, No:7, Mart 2002... Vehbi Ali-İlker Belek-Eriş Bilaloğlu-Temel Demirer-Yücel Demirer-Saltuk Ertop-Orhan Gökdemir-Hüseyin Kayabekman-Arif Şair-Sacit Şen-Songül Türkmen, Toplumsal Dinamikler ve Örgütlenme Eksenleri, Sorun Yay., 1992...
7) Cahide Sarı-Temel Demirer, “Proletarya, Sendikalar ve Sınıf Tartışmaları“, Uzun Yürüyüş, No:79, Kasım 2006... İlker Belek-Temel Demirer-Yücel Demirer-Orhan Gökdemir-Sırrı Öztürk-Müslüm Şahin, DİSK'in “Ören Tezleri“ ve Sosyalist Tavır, Sorun Yay., 1992...
8) Temel Demirer, “Olmaz“ Demişlerdi Oldu! 2007'de “İşte Taksim İşte 1 Mayıs“!, Kaldıraç, No:78, Mayıs 2007... Temel Demirer, Yeni Kapı, No:4, Ağustos 2007...
9) Temel Demirer, “Birliği Ne Üzerinden, Kimlerle, Nasıl Kuracağız?“, Kaldıraç Dergisi, No:67, Mayıs 2006.
10) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Seçim Sonrası Türkiye ve ÖDP“, Kurtuluş Dergisi, No:3, Haziran 1999... Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Elbette Aşk Yeniden... Ama Asla Unutmadan...“, Kurtuluş Dergisi, No:12, Mart 2002... Sibel Özbudun-Temel Demirer, “ÖDP'de ÖSP Darbesi...“, Uzun Yürüyüş Dergisi, No:57, Mart - Nisan 2002... Sibel Özbudun-Temel Demirer, “ÖDP ve Sonrası...“, Odak Dergisi, No:2002-05 (SN:7), 8 Mayıs 2002; Odak Dergisi, No:2002-06 (SN:8), 7 Haziran 2002; Odak Dergisi, No:2002-07 (SN:9), 5 Temmuz 2002... Temel Demirer, ÖDP'ye Kenar Notları, İnsancıl Yay., 1997... Temel Demirer, ÖDP: İmkânlar ve Soru(n)lar, Öteki Yayınevi, 1998... Nispet Atmaz-İlker Çayla-Temel Demirer-Yücel Demirer-Evrim Kubilay-Murat K.-Özgür Orhangazi-Nida K. Özpolat-Sibel Özbudun-Gökçer Özgür-F. Ayhan Özkaya-Tayfun Şen, ÖDP Yazıları, Ütopya Yayınevi, 2001...
11) Sosyalist Emek Hareketi Politik Bildirge Taslağı: Bir Çağ Dönümünün Eşiğinde, Çalışanlar Basın Yayın Kitap Dizisi: 1, 2003.
12) Tevfik Çavdar, “CHP“, Kızılcık, No:31, Kasım-Aralık 2007, s.14.
13) “Erdem: CHP Sağ Kuşatma Altında“, Radikal, 17 Kasım 2007, s.6.
14) Özdemir İnce, “Cumhuriyet, Cumhuriyet Devrimleri ve Sol“, Hürriyet, 4 Ağustos 2007, s.18.
15) Hikmet Çetinkaya, “SHP'ye Devrimci Soluk...“, Cumhuriyet, 25 Aralık 2007, s.5.
16) Ufuk Uras, “ÖDP Siyasetnamesi Üstüne“, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce-Sol, Cilt:8, İletişim Yay., 2007, s.779-789.
17) Geçerken bir itiraf: “ÖDP-SEP ayrışmasında yapıldığı gibi hukuk değiştirmek, hukukun kendisini ilga eden bir tavırdır. Ayrışmayı hukukileştirmek için hukuku değiştirmek, ayrışmanın siyasallaştırılmasını da engellemiştir.“ (Ecehan Balta, “Çoğulculuk Nimet mi? Hak mı?“, Yeni Yol Dergisi, No:27, Güz 2007, s.39.)
18) Ersin Ergun Keleş, “Yapıcı Olmak“, Radikal İki, 2 Eylül 2007, s.6.
19) Ufuk Uras, “Türkiye'nin Aydınlık Yüzüyüz“, Birgün Pazar, 29 Temmuz 2007, s.12.
20) Ayşe Sayın, “Ufuk Uras: Yerel Seçimler İçin Birlik Çağrısı“, Cumhuriyet, 23 Kasım 2007, s.4.
21) “Siyasi Rönesansa İhtiyaç Var“, Cumhuriyet, 13 Eylül 2007, s.5.
22) “Uras: 2008 Direncin Yılı Olacak“, Cumhuriyet, 1 Ocak 2008, s.5.
23) Halil Güven, “Çürüyen Solun Mezar Kazıcılığı mı?“, Radikal İki, 23 Eylül 2007, s.8.
24) “Tehlike Çanları mı Çalıyor? Yeni Fırsatlar mı Doğuyor?“, Yeni Yol Dergisi, No:27, Güz 2007, s.11-15.
25) Mehmet Merdan Hekimoğlu, “Liberal Sol ve Türkiye“, Radikal İki, 30 Aralık 2007, s.6.
26) Mehmet Merdan Hekimoğlu, “Sol Liberalizme Bakmalı mı?“, Radikal İki, 20 Ocak 2008, s.6.
27) Ferhan Şensoy, “Sol'un Resmini Çizemeyiz Artık“, Radikal, 14 Şubat 2008, s.22.
28) “Sosyal demokrasi“ye gelince o da ayrı bir konu; anımsayın şöyle demiş Başbakan Erdoğan: “Asıl sosyal demokrat biziz. Sosyalist Enternasyonal'e girmemize ramak kaldı. Ama önce CHP'nin oradan çıkarılması lazım“! (Tayyip Erdoğan, aktaran: Ahmet Hakan, “Sosyalist Tayyip“, Hürriyet, 23 Aralık 2007, s.4.)
29) Akın Evren, “Ahmet Hoca'nın Dersleri“, Radikal İki, 12 Ağustos 2007, s.5.
30) H. Gökhan Özgün, “Türkiye'ye Nasıl Bir ’OL' Gerekiyor?“, Radikal, 4 Ocak 2008, s.7.
31) N. Bobbio, Sağ ve Sol: Bir Politik Ayrımın Anlamı, çev: Z.Yılmaz, Dost Kitabevi, 1999
32) Halil Turhanlı, “Sağ ve Sol Arasındaki Ayrım Güncelliğini Koruyor“, Radikal, 14 Ağustos 2007, s.11.
33) Ellen Meiksins Wood, Sınıftan Kaçış-Yeni “Hakiki“ Sosyalizm, çev: Şükrü Argun, Akış Yay., 1992.
34) Deniz Adalı, Kapitalizmden Komünizme Geçiş, Kaldıraç Yay., 2'inci baskı, 1999, s.185.
35) Babür Pınar, “Uzlaşmak Kirlenmektir“, Damar, No:200, Kasım 2007, s.10.
36) Bekir Ağırdır, “Yeni Bir Proje ve Yeni Bir Parti Zamanı“, Radikal, 30 Ağustos 2007, s.8.
37) Selçuk Salih Caydı, “Sağ ve Sol Ayrımının Ötesinde“, Radikal, 13 Eylül 2007, s.11.
38) Erol Katırcıoğlu, “Nasıl Bir ’Sol' Siyaset?“, Radikal, 29 Eylül 2007, s.15.
39) D. L. Raby, Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, Yordam Yay., 2007, s.45.
40) Bertrand Russell, Sosyalizm, çev: Murat Belge, de Yay., 1965, s.94.
41) H. Gökhan Özgün, “Solun Solması Üzerine Bir Deneme“, Radikal, 3 Ağustos 2007, s.7.
42) Serdar Turgut, “Solda Hareket Zamanı“, Akşam, 2 Eylül 2007, s.11.
43) Tanju Tosun, “Merkez Sol, Yenilenme ve İktidar“, Radikal İki, 2 Eylül 2007, s.4.
44) Oğuzhan Müftüoğlu, “Liberal Değişim Sürecine Karşı Sol Politikanın Açmazları“, Birgün, 10 Şubat 2008, s.15.
45) Mehmet Bekaroğlu, “Merkez Sağ Tamam, Ya Sol?“, Radikal İki, 5 Ağustos 2007, s.5.
46) “DTP zemini ile sosyalist hareketin aynı kaba dökülmesini de; sosyalist hareketle bir zemin kurmaksızın tamamen insan hakları üzerinden hareket eden ve hiçbir toplumsal talebin tercümanı olmayan Baskın Oran'ın kampanyası ile sosyalist yönelişin bir arada olması ısrarını da yerinde bulmuyorum... Bence bu çalışmalar ayrı kulvarlarda gidecekler, örtüşemezler. Kapitalizme karşı duran bir halk oluşturma çabası olmadan, emek mücadelesini listenin en başına yazmadan, sol bir kampanyanın mümkün olmayacağını düşünüyorum.“ (Ertuğrul Kürkçü, “Emek Mücadelesi Liste Başıdır“, Birgün, 15 Ağustos 2007, s.8.) Biz de...
47) Ahmet İnsel, “Sol Sesin İçeriği Değişmeli“, Radikal İki, 5 Ağustos 2007, s.4.
48) Oral Çalışlar, “İyimserlik ve Karamsarlık Üzerine...“, Cumhuriyet, 1 Ocak 2008, s.4.
49) Seyfi Öngider, “... ’Daha Sol'a İhtiyaç Var“, Radikal İki, 30 Eylül 2007, s.5.
50) Seyfi Öngider, “Soldaki Boşluk“, Radikal İki, 19 Ağustos 2007, s.5.
51) Güray Öz, “Saklı Rönesans“, Cumhuriyet, 14 Kasım 2007, s.6.
52) Ergun Aydınoğlu, Türkiye Solu, Versus Yay., 2007, s.410.
53) Nuray Mert, “Sol, Kararlı Bir Çizgi İzleyemiyor“, Birgün, 24 Eylül 2007, s.8.
54) Sevim Belli, Boşuna mı Çiğnedik?, Cadde Yay., 2006.
55) Metin Çulhaoğlu, “Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Ararken Yolunu Yitiren Adam“, Toplum ve Bilim, No:78, Güz 1998, s.92-107.
56) Murat Belge, Sosyalizm Türkiye ve Gelecek, Birikim Yay., 1989, s.192-193.
57) Theodor W. Adorno, Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, çev: Orhan Koçak-Ahmet Doğukan, Metis Yay., 1998.
58) Tülin Öngen, “Maksist Sınıf Kavramının ve Sınıf Analizinin Ayırt Edici Özellikleri“, 2. Sınıf Çalışmaları Sempozyumu-Türkiye'yi Sınıf Gerçeğiyle Anlamak, SAV Yay., 2006, s.29.
59) Tülin Öngen, “Marx ve Sınıf“, Praksis, No:8, Güz 2002, s.27.
60) İlker Belek, Marksizm ve Sınıf Bilinci, Dipnot Yay., 2007, s.169-170.
61) Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Fuat Erciyes, 1950... aktaran: Ahmet Makal, Ameleden İşçiye, İletişim Yay., 2007.
62) Engin Ünsal, “Türk-İş ve Politika“, Cumhuriyet, 29 Kasım 2007, s.2.
63) Şadi Ozansü, “Dünya Durumu, Ortadoğu ve Türkiye“, Sosyalizm, No:38, Kasım 2007, s.19.
64) György Lukács, Lenin'in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Mehmet R. Zaralı, Belge Yay., 1979.
65) Immanuel Wallerstein, İki Kültürlü Yaşamak, çev: Aysun Babacan, Metis Yay., 2007.
66) Metin Çulhaoğlu, Bir Mirasın Güncelliği-Tarih Türkiye Sosyalizm, Gelenek Yay., 1988, s.58-59.
67) Masis Kürkçügil, “Devrim Önümüzde...“, Cumhuriyet Dergi, 4 Kasım 2007, s.6.
68) Serpil Çakır, “Batı Devrimi ve Kadın“, Cumhuriyet Dergi, 4 Kasım 2007, s.6.
69) Jean-Marie Chauvier, Sovyetler Birliği: Ekonomik ve Siyasi Gelişmeler, çev: Temel Keşoğlu, BDS Yay., 1990, s.24.
70) Rüçhan Akcan Selim, “Ekim Devrimi 90 Yaşında“, Cumhuriyet Dergi, 4 Kasım 2007, s.1-6.
71) Hakan Aksay, “Ekim Devrimi'nden 90 Yıl Sonra“, Cumhuriyet, 8 Kasım 2007, s.10.
72) Rosa Luxemburg, Siyasal Yazılar (1917-1918), çev:Zafer Üskül, V Yay., 1989, s.95-96.
73) Server Tanilli, “1917 Unutulmamalı, Unutulmaz...“, Cumhuriyet, 16 Kasım 2007, s.6.
74) Necip Fazıl Kısakürek, İhtilal, Büyük Doğu Yay., 2'inci baskı, 1977, s.270.
75) Alberty Camus, Resistance, Rebellion and Death Essays.
76) Aurelio Alonso, aktaran: D. L. Raby, Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, Yordam Yay., 2007, s.93.
77) Metin Çulhaoğlu, “Balık Baştan Kokunca!“, Cumhuriyet Dergi, 4 Kasım 2007, s.7.
78) Mehmet Yılmazer, Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu?, Alaz Yay., 2000, s.175-421.
79) Murat Belge, Türkiye Dünyanı Neresinde?, Birikim Yay., Tarihsiz, s.21.
80) İlker Aktükün, SSCB'den BDT'ye Nasıl Varıldı-Marksist Bir Tahlil İçin Saptamalar, Sorun Yay., 1995, s.160.
81) Ç. Can, Dünya Türkiye ve Sosyalizm, Odak Kitap., 2004, s.438.
82) Milovan Djilas, Yeni Sınıf, çev: Sedat Umran, İstanbul Kitapevi, 1982.
83) Ç. Can, Sosyalist Hareketin Sorunları, Odak Kitap., 2003, s.11-12.
84) Henri Alleg, Büyük Geri Sıçrama, çev: Kerem Kurtgözü, Evrensel Yay., 1988.
85) Marcel Liebman, Lenin Döneminde Leninizm-Muhalefet Yılları, C:1, çev: Osman Akınhay, Belge Yay., 1990, s.115.
86) Semih Yakın, Lenin Dönemi ya da Mutlaka Okunması Gereken Alıntılar Kitabı, Dipnot Yay., 2006, s.177.
87) Oskar Anweiler, Rusya'da Sovyetler (1905-1921), çev:Temel Keşoğlu, Ayrıntı Yay., 1990, s.87.
88) V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, C:26, s.266.
89) Metin Çulhaoğlu, Bir Mirasın Güncelliği-Tarih Türkiye Sosyalizm, Gelenek Yay., 1988, s.62-63.
90) Bkz: Ali Haydar Can, “XX. Yüzyılın En Büyük Devrimcisi: Vladimir İliç Lenin -1-“, Baran, No:57, 7 Şubat 2008, s.10-11; Ali Haydar Can, “XX. Yüzyılın En Büyük Devrimcisi: Vladimir İliç Lenin -II-“, Baran, No:58, 14 Şubat 2008-7, s.8-9.
91) Yalçın Küçük, Sol Marksizm, Akış Yay., 1998, s.260-266.
92) Semih Gümüş, “Düşünceyi Dogmadan Kurtarmak“, Radikal Kitap, Yıl:6, No:350, 30 Kasım 2007, s.54.
93) Bertrand Russel, Bolşevizm, çev: N. Sel, Habora Yay., 1967, s.9-11.
94) Çağatay Anadol-Zülfü Dicleli-Ertuğrul Kürkçü-Sezai Sarıoğlu-Sungur Savran-M. Emin Sert-Ahmet Ural-Oral Çalışlar-Umur Coşkun-Nurullah Ankut-İskender Savaşır-Zeki Tombak-Burhan Özkan-Mustafa Çubuk-Aydın Giritli-Şadi Ozansü-Selma Atabek-Gülnur Savran-Ahmet Zengin-Yaşar Yiğit-Hürriyet Karadeniz-Ayşe Deniz, Demokrasi Mücadelesi ve Devrim Perspektifi-Birlik Tartışmalar 1-Tartışma Tutanakları, BTDK Yay., 1989.
95) Yavuz Aloğan-Çağatay Anadol-Oral Çalışlar-Servet Z. Çoraklı-Metin Çulhaoğlu-Necmi Demir-Zülfü Dicleli-Devrimci Mücadele Dergisi-Emek Dergisi-Mehmet Gündüz-Gencay Gürsoy-Celal A. Kanat-Saim Koç-Orhan Koçak-Ertuğrul Kürkçü-Saruhan Oluç-Şaban Ormanlar-Şadi Ozansü-Celal Polat-Nail Satlıgan-Sezai Sarıoğlu-İskender Savaşır- Gülnur Savran-Sungur Savran-Zeki Tombak-Nesrin Tura-Ahmet Ural, Demokrasi Mücadelesi ve Program Anlayışları-Birlik Tartışmalar 2-Tebliğler, BTDK Yay., 1990.
96) Nurullah Ankut-Umur Coşkun-Gürdal Çıngı-Mustafa Çubuk-Metin Çulhaoğlu-Orhan Dilber-Saim Koç-Ertuğrul Kürkçü-Saruhan Oluç-Nail Satlıgan-İskender Savaşır-Gülnur Savran-M. Emin Sert-Zeki Tombak-Ahmet Ural-Ahmet Zengin, Sosyalist Demokrasi-Birlik Tartışmalar 3- Tartışma Tutanakları, Tebliğler, BTDK Yay., 1990.
97) Devrimci Mücadele-Emek-Gelenek-Hedef-İktidar Yolu-İşçi Sözü-Murat Gürol-Edibe Şahin Karasoy-Saruhan Oluç-Şadi Ozansü-Sungur Savran-Nesrin Tura-Ahmet Ural, Enternasyonalizm-Birlik Tartışmalar 4- Tebliğler, BTDK Yay., 1990.
98) Çağatay Anadol-Nurullah Ankut-Atilla Aytemur-Muzaffer Bal-Serhat Baysan-Oral Çalışlar-Ayhan Çelik-Gürdal Çıngı-Mustafa Çubuk-Metin Çulhaoğlu-Devrimci Mücadele-Orhan Dilber-Emek-Muzaffer Erdoğdu-Gelenek-Aydın Giritli-Gencay Gürsoy-Ahmet Kaçmaz-Hürriyet Karadeniz-Filiz Karakuş-Saim Koç-Ertuğrul Kürkçü-Saruhan Oluç-Şadi Ozansü-Burhan Özkan-Celal Polat-Sezai Sarıoğlu-Nail Satlıgan-İskender Savaşır-Gülnur Savran-Sungur Savran-Yüksel Selek-M. Emin Sert-Zeki Tombak-Mehmet Toruş-Nesrin Tura-Ahmet Ural-Kemal Ümitli-Yaşar Yiğit-Ahmet Zengin, Türkiye'nin Toplumsal ve Sınıfsal Dinamikleri-Birlik Tartışmalar 5- Tartışma Tutanakları, Tebliğler, BTDK Yay., 1990.
99) Çağatay Anadol-Atilla Aytemur-Muzaffer Bal-Oral Çalışlar-Devrimci Mücadele-Emek-Muzaffer Erdoğdu-Gelenek-Gencay Gürsoy-Hürriyet Karadeniz-Filiz Karakuş-Saim Koç-Ertuğrul Kürkçü-Saruhan Oluç-Şadi Ozansü-Celal Polat-Sezai Sarıoğlu-Nail Satlıgan-İskender Savaşır-Gülnur Savran-Sungur Savran-Zeki Tombak-Mehmet Toruş-Nesrin Tura-Ahmet Ural-Kemal Ümitli-Ahmet Zengin, Birlik Düzlemleri ve Parti-Birlik Tartışmalar 6- Tebliğler, BTDK Yay., 1990.
100) “Devrimci Hareket ve Nesnel Gerçekler“, Türkiye Gerçeği, No:2, Kasım-Aralık 2007, s.32.
101) Naomi Klein, No Logo, s.471.
102) V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yay., s.63.
103) V. İ. Lenin, Krizin Dersleri, 1917.
104) Haluk Gerger, “Aydınlığın En Yakın Olduğu An, Karanlığın En Koyu Olduğu Andır...“, Kızıl Bayrak, No:2007/01, 16 Kasım 2007, s.17.
105) Perry Anderson, Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler, çev:Bülent Aksoy, Birikim Yay., 2004, s.161-162.
106) V. İ. Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yay., s.145.
107) Alın size buna bir örnek: “Sosyalistlerin birliğinden anlaşılması gereken programatik temelde örgütsel birliktir. Ve sosyalizmin dünya planında hegemonyasını neden yitirdiğini sorgulamadan, bunun nedenlerini araştırmadan, bundan dersler çıkartmadan yapılacak bir birlik de değildir. Toplumun kıyısına itilmiş olmak, gündemlerin peşine takılarak sürüklenmek ve bu nedenle de ’bir kuvvet' olmak arzusuyla yan yana gelme isteği hiç değildir... İşte sosyalist harekette ’birlik' üzerine süren tartışmalarda kilit nokta burasıdır. Kurtuluşçuları diğer soldan farklı kılan da bu noktadır.“ (Kadir Akın, “Zihniyetler Değişmeden Sosyalistlerin Birliği İmkânsızdır“, Kurtuluş, No:11, Ekim-Kasım 2007, s.117.)
108) “Devrimci Kolektif Özne İçin Re-Organizasyon!“, Toplumsal Özgürlük, No:22, Aralık 2007, s.10.
109) Baran Anıl, “Türkiye Solu Dünya Soluna Nasıl Bir Katkı Sunacak?“, Toplumsal Özgürlük, No:22, Aralık 2007, s.11.
110) Eric Hobsbawn, Aşırılıklar Çağı, Kısa XX. Yüzyıl Tarihi, s.666.
111) D. L. Raby, Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, Yordam Yay., 2007, s.353.
112) Aslolan Devrimdir, Kaldıraç Yay., 1996, s.20-21.
113) Ernest Mandel, “Karl Marx'ın Düşüncesinde İşçi Sınıfının Devrimci Potansiyelinin Merkezi Konumu“, s.85... Ernest Mandel-Daniel Singer-Carlos M. Vilas-Oliver Macdonald, Sosyalizmin Geleceği, derleyen-çeviren: Fikret Başkaya, İmge Kitapevi, 1991 içinde...
114) Rosa Luxemburg, Spartakistler Ne İstiyor? Siyasi Yazılar, çev: N. Sarıali, Belge Yay., 1979, s.121.
115) Barış İnce, “Kürt Sorunu ve Solun Aczi“, Birgün, 21 Aralık 2007, s.8.
116) V. İ. Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yay., s.144.
117) Aziz Nesin, Tanin Gazetesi, 8 Nisan 1961.
118) Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çev: Şen Süer, Versus Yay., 2007.
119) Michail Löwy, Walter Benjamin: Yangın Alarmı “Tarih Kavramı Üzerine“ Tezlerin Bir Okuması, çev: U.Aydın, Versus Yay.
ReYazı'nın Devamı