Son dönemin en ilginç gelişmelerinden biri Kürdistan'ı çevreleyen kolonyal jeostratejik eksendeki kaymadır. Bu hattaki kırılmanın ilk dalgaları yeni konjonktürü okuyamayan Ankara'yı vurmuştur. Kürtlerin güçlü direnişlerinin çözülmesinde etkili olduğu Kemalist paradigmanın iflası ardından rejimin devamı için girişilen istikrarsız iktidar oyunları ülkenin dokusunu daha da bozmuştur. Sonuçta statükonun bir diğer mağduru muhafazakar/islami odak rejimin can simidi olmuştur. Ordu merkezli rakip odağın ağırlığını kontrol edilir seviyeye çeken AKP iktidara yerleştikten sonra Başbakan Erdoğan'ın kişisel tarzı ile de örtüşen, içerde ve dışarda labil 'regional power/bölgesel güç' siyaset uygulamaya başlamıştır. Bunun sonucunda Türkiye'nin geleneksel iç ve dış dengeleri sarsılarak kaçınılmaz çöküş hızlanmıştır. Gelinen aşamada ne sanıldığı ve yansıtılmak istendiği gibi Türk devleti içerde Kürt direnişini bastırabilecek ne de dışarda Ortadoğu'ya model parti ve ülke olabilecektir, ne yeni Osmanlı fantazileri hayat bulacak, ne de Türkiye ABD'nin gözdesi olarak eski pozisyonunu koruyabilecektir.
İkinci milenyumun ilk çeyreğinde Türkiye siyasal, sosyal ve kültürel kriterleri ile değil ancak olabileceği gibi dizi film ihracıyla, yani virtuel kültür sektöründe Ortadoğu'da lider ülke olmuştur! Elbett Mısır sineması toparlanıncaya dek! El Cezire televizyonunda AKP yanlısı Türk gazetecilerle tartışan Arap meslektaşları; 'Türkiye'yi model olarak istemiyoruz kardeşim, siz gidip kendi sorunlarınızı çözün önce. Biz kendimize gerekli modeli yaratırız' demekten yorulup, model olmakta ısrar eden Türk gazeteciler ile alay etmektedir! Mısır'ın Müslüman Kardeşleri İsrail ile komşu olmanın dayanılmaz hafif kıldığı iktidarın laik ve yumuşak koltuklarına kuruluverdiklerinde, Türkiye'nin en fazla Etopya'ya daha çok gazeteci tutuklama konusunda model olmaktan başka şansı kalmayacaktır!
Başkan Obama'nın geçtiğimiz hafta Washington'u ziyaret eden Irak Başbakanı Maliki'ye söyledikleri, ABD'nin şimdiye dek AKP ile oynadığı 'model ülke' oyunundan çalınan replikler olması açısından ilginçtir: ''Irak'ı bölgede bir demokrasi modeli haline getirme hedefindeyiz. Başarılı, demokratik bir Irak'ın, tüm bölge için bir model teşkil edebileceğini düşünüyoruz. Kapsayıcı nitelikte ve ulus inşasında Sünni, Şii, Kürd, toplumun her kesimini bir araya getirebilen bir Irak'ın, bölgede demokrasi yaratma arzusundaki diğerleri için de bir model olabileceği düşüncesindeyiz."
Türk siyasi eliti bu sözlerden ne anlar bilemem ancak Obama'ya göre ''kapsayıcı nitelikte ve ulus inşasında Sünni, Şii (Alevi), Kürd, toplumun her kesimini bir araya getirebilen bir ülke'' ancak model olabilecektir! Görünüşe göre bu tanım asla Türkiye'yi ifade etmemektedir.
Sıfırlı siyasetin sefaleti!
Dönemin en çarpıcı diğer gelişmesi de büyük resimde göze çarpan çatışma olgusudur. Sözünü ettiğimiz kolonyal jeostratejik ittifağın parçalanması, bu halkayı oluşturan ülkeler arasında bir ucu çatışmaya giden ciddi krizlerin doğmasına yol açmıştır. Türk devletini şimdiye dek tüm politik ve stratejik ayrışma ve farklı bloklardaki angajmanların yarattığı ağırlığa rağmen Kürdistan konfliktinin yönetilmesi ve Kürt direnişinin bastırılması ekseninde birarda durabildiği Suriye, İran ve Irak ile karşı karşıya getiren durum da aynı sorundan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında karşılıklı savaş tehditlerini de içeren yeni bir konjonktür oluşmuştur. Ankara'nın, Suriye'de rejimin çökmesine karar verilince olunca 'komşuluk hakkı' icabınca Şam'ın pastasına alelacele uzanması Tahran ve dolayısı ile Bağdat ile de karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Ankara pastanın ilk parçasının yani Batı Kürdistan'ın kendi payı olmasında ısrar etmektedir.
AKP hükümeti iktidarda kalma ve 'modellik yapma' ödülleri karşılığında, Washington'un desteği ve teşviği ile Şam, Bağdat ve hatta Tahran'da dizayn edeceği yeni rejimler ile yeni bir bölgesel jeostratejik denge oluşturmak gibi ancak filmlere konu olabilecek bir serüvene girişmiştir. Sonuçta 'sıfır problem' siyaseti Ortadoğu'nun tarih yutan vakumuna kaptırılmış, AKP 'sıfır dost' realitesine çarpmıştır!
Osmanlı-Safevi rekabetine dönüş mü?
Suriye çelişkisinin yanısıra Ortadoğu'da ABD'nin Tahran'a yönelik giriştiği ağır ve derin kuşatma İran sınırına dayanınca, Ankara da idareci tutumdan vazgeçmiş, İsrail'e yönelecek Şahap füzelerini Malatya'dan vuracak kalkana kılıç olmak zorunda kalmıştır! Elbette Tahran'ın Şii dünyasına sirayet etmesi, ABD işgali sonrası Bağdat üzerindeki hakimiyeti, nükleer silah üretme kapasitesinin artması gibi gelişmeler Türk yetkilileri İran konusunda geleneksel Osmanlı-Sefevi rekabetinin psikozuna sokmuştur.
Ancak, Şam'da İsrail ile iyi geçinen yeni bir komşu rejimin bulunmasından, Lübnan ve Filistin'de Hamas ile Hizbullah'ın da ıslah edilip silahsızlandırılmasının ardından Tahran rejiminin mevcut durumunu sürdüreceğini düşünmek için güçlü nedenler kalmayacaktır. Sıra kaçınılmaz olarak Tahran'ın niteliksel değişimine gelecektir. Mola rejimi ya ABD ve İsrail ile uzlaşacak veya çatışmaya girmek zorunda kalacaktır. Bu çatışma tüm dünyaya ciddi ekonomik zararlar verme ve uzun sürme potansiyeline sahiptir ve kaçınılmazdır. Bir diğer kaçınılmazlık da Türkiye'nin bu çatışmanın içine yuvarlanacağıdır!
Bu olası gelişmeler belki de nükleer bir saldırıya uğrama endişesi olan İsrail kadar Kürtleri de ilgilendiren boyutlara sahiptir! İran'ı hedef alacak bir saldırı halinde kesinlikle Malatya'daki füze kalkanı sistemini vuracaklarını' söyleyen İran Meclisi Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komisyonu Başkanvekili Hüseyin İbrahimi, Türkiye ve İran arasında gelinen aşamayı da net ifade etmiştir. 3 ay öncesine dek Sadabad ve Dolmabahçe saraylarında Kandil'i birbirlerine ikram ederek kolkola pozlar veren Türk ve Fars siyasetçiler bugün birbirlerini tehdit eder hale gelmiştir.
Yanlış hesap ve Bağdat!
Türkiye'nin Suriye'nin içine çomak sokması, İran dışında, Irak'ı da oldukça rahatsız etmektedir. İran'a yakın duran Şii ağırlıklı Maliki hükümeti, AKP'nin neo-Osmanlıcı siyasetinden en rahatsız olan liderlerin başında gelmektedir. Maliki, 12 Aralık'ta yaptığı Washington ziyareti öncesi Wall Street Journal ile yaptığı söyleşide Türkiye'nin Irak'ın içişlerine karıştığına dikkat çekmiştir: "Türkiye, bazı siyasi şahsiyetleri ve blokları destekleyerek Irak'ın içişlerine karışıyor, siyasi konularda kabul edilemez biçimde karışıyorlar." Maliki, bu sözlerin mürekkebi kurumadan Erdoğan'ın ''sıfır sorun'' siyasetine duyduğu 'sıfır saygıyı' da ifade etmiştir.
Dönemin ilginç gelişmelerinden biri de Obama'nın Washington ziyaretinde Irak Başbakanı Maliki'ye çektiği 'Irak'ın modelliği' söylevinden sonra Irak Başbakanının Sünni Lider Tarık Haşimi'yi tasfiye etmesidir. Maliki, Bağdat'a döner dönmez Türklerin 'Ankara'nın stratejik dostu' olarak adlandırdığı Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi'yi çizmiş ve hakkında 'terörist faaliyetlerden dolayı' tutuklama kararı çıkartmıştır. Tarihin garip cilvesi Sünni Irak İslam Partisi Lideri Haşimi, Irak'ta tarih boyuna Sünni rejimlerin ezdiği Kürdistan'a sığınmıştır. Bağdat'ta gelişen Şii zorbalığına karşı bu kez Kürtler ile Suniler aynı safa geçmek durumunda kalmıştır. Irak'ın, Suriye üzeri yapılan transit karayolu taşımacılığını Irak'a kaydırmak isteyen Ankara'yı redetmesi ile birlikte düşünülünce iki ülke arasında Kürtlerin duvar olacağı bir gerginliğin başladığı söylenebilir.
Kürtler için son asırdaki tarihlerinde ortaya çıkan bu altın fırsattan yararlanmaları; kimi sahalarda güven sorunu duymadan ortak hareket etme kültürü yaratabilmelerine, küçük hesaplar yapmayı aşmalarına ve ilişkilerinde demokratik tutumlar geliştirmelerine bağlıdır.
Türkiye Avrupalı mı Asyalı mı?
Ankara'nın dış siyasetinde yaşanan deprem sadece bu ülkenin doğu sınırlarını etkilemekle kalmamış, Türkiye, AKP iktidarı ile yeni bir politik kimlik bunalımına da sürüklenmiştir. Avrupa standartlarına yükselmek yerine Avrupa'yı kendi düşük profiline çekmeyi esas alan ve gazeteci hapsetmede Habeşistan'ın da gerisine düşen AKP hükümeti AB vizyonunu da yitirmiştir. Başbakan'ın son zamanlardaki tek dış başarısı İsrail'e kaptırdığı Heronlar yerine PKK'ye karşı ABD'den aldığı 4 predatör uçak ve 3 süper kobra helikopteri ile Ukrayna'ya Türk vatandaşların vizesiz girebilme anlaşmasıdır!
Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde geldiği aşamayı da Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçtiğimiz günlerde Le Monde gazetesinde yorumlamıştır. Sarkozy borç krizi sonrasında iki Avrupa'nın ortaya çıktığını söyleyip, ''Türkiye'nin ne yeni, ne de 27'ler AB'sinde yerinin olmadığını'' net olarak ifade etmiştir. Bu konuda ortağı Alman Başbakanı Angela Merkel'in de düşüncelerini dile getiren Sarkozy, Türkiye ile AB ilişkilerini kısa ve acımasızca şöyle değerlendirmiştir: "AB her şeyden önce Avrupa kıtası içindir. Bildiğim kadarıyla, büyük güç, büyük ulus olan Türk dostlarımız esasen Küçük Asya'dalar." Bu ifadeler ile de Erdoğan'a Asyalı ''barbarlığı'' konusunda ince göndermeler yapmıştır.
Sarkozy ile Erdoğan arasındaki gerilim yansıtılmak istendiği gibi Şam'ın şekerini Esad'ın elinden kapma yarışı veya Fransa'daki Ermeni ve Türk oylarını manipüle etme çabası değildir. Bu gerginliğin temel nedeni Avrupa'nın Erdoğan'a verdiği 'Türkiye'yi klasik statükodan çıkarıp liberalize ederek Avrupa'ya yaklaştırma' hedefinden sapmasına duyulan tepkidir. Ve Sarkozy esasında Erdoğan'a hitap ederken tüm Avrupa adına konuşmaktadır!
Öte yandan Ermeni soykırımının inkar edilmesine ceza öngören yeni yasanın Fransa parlamentosu tarafından kabul edilmesi sürecinde takındığı saldırgan tavır, geçtiğimiz gün 36 Kürt gazetecisinin tutuklanması olayında Türk polisinin uyguladığı 'Asya tipi barbarlık' AKP'nin en samimi Avrupalı dostlarının bile tepkisine yol açmıştır. Örneğin Alman Yeşiller Partisi'nin biri Türk (Cem Özdemir ile Claudia Roth) iki eş genel başkanı Türk hükümetine Kürt gazetecilerin tutuklanması konusunda alışılmadık sert bir tepki göstermiştir.
Erdoğan mı engel?
Avrupa hedefinden geri düşen, komşuları ile savaş noktasına gelen ve iç çelişkiler ile yeni bir siyasi krizin eşine dayanan AKP'nin Kürtlerle ilişkilerinde de çok daha ciddi hatalar yapması kaçınılmazdır. Erdoğan, Avrupa'da imaj ve dost yitirdikçe Kürtlere karşı daha da agresifleşmektedir. Gülen cemaati ile ilişkisinin soğuması da Başbakan'ın belirlenen hedeflerden sapılmasındaki kişisel sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
Öte yandan Erdoğan bir yandan yardımcıları Beşir Atalay ve Bülent Arınç'ın ağzını kullanarak 'iyi şeyler olacak, Kürtlerin hakkını vereceğiz' beklentileri yayarken, diğer yandan da İçişleri Bakanı İdris Şahin aracılığıyla 'BDP, PKK'nin uzantısıdır' diyerek bu partiyi kapatma ve yeni saldırıların işaretlerini vermesi, Başbakan'a duyulan güvensizliği pekiştirecektir. Yeni anayasa hedefinden vazgeçmesi, vahşi askeri saldırıların ve kitlesel tutuklamaların talimatlarını vermesi de Erdoğan'ın aslında demokratikleşme perspektifini yitirdiği anlamına gelmektedir.
Faysal DAĞLI
Her gün 8 Kürd tutuklaniyor!