بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 20 December 2011

APO NUN AVUKATLIĞINI İLK ÜSTLENENDİM,İŞBİRLİKÇİLİĞİ ORTAYA ÇIKINCA DA İLK ÇEKİLENDİM
Avukat Medeni Ayhan

BİR; ABDULLAH ÖCALAN NIN SURİYE DEN ÇIKARILMASI İLE TÜRKİYE YE GETİRİLMESİ VEYA ANLAŞARAK GELMESİNE KADAR GELİŞEN SÜREÇ

Abdullah Öcalan ve PKK nin diğer kurucuları hakkında,198O darbesinden sonra açılan ve Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde devam eden toplu bir dava vardı.Ancak faşist,sömürgeci,emperyalist Türk devleti söz konusu davanın çok sanıklı olması, iddianamesinin sonraki yılların olaylarını kapsamaması ve bazı sanıklarının da yakalanmamış olması nedeni ile henüz ifadelerinin dahi alınmamış olması karşısında,bu davayı kısa sürede bitirilmenin olanaksızlığı yanında, esasen söz konusu dava üstünden Apo nun tutuklanması halinde, Ankara da yargılamasının yapılmasının da zorunlu olacağı nazara alınarak, 1988 yılının Eylül ay başında, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde hakkında yeni(ikinci) bir dava açıldı.Bu dava sadece Apo hakkında açıldığından, TC nin kendisini Suriye den çıkartma yada getirme konseptini devreye soktuğunu,öte yandan süratle sonuçlandırılacak bir davayı hedeflediklerini göstermekteydi.Bu nedenle 16 Eylül 1988 tarihinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş,Hatay ın Reyhanlı ilçesinde yaptığı konuşmada Suriye yönetimini tehdit ederek,Apo nun sınır dışı edilmesini veya teslim edilmesini istedi.Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ise, Türk Meclisinin açılış yıl dönümü olan 1 Ekim 1988 tarihindeki konuşmasında,Suriye yi daha açıktan ve daha sert bir dille tehdit etti.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ise, aynı akşam Meclis'in açılış kokteylinde yaptığı açıklama ile TC nin tavrını bir daha ortaya koydu Başbakanı durumundaki Mesut Yılmaz ise, "Suriye'ye karşı Birleşmiş Milletler yasasının 51. maddesi bize meşru müdafaa hakkı vermektedir" sözleri ile Demirel gibi Suriye ye karşı savaş başlatacaklarını açık bir dille ortaya koydu. Yirmi yıla yakındır Apo Suriye de bulunmasına rağmen,Türk devletinin yetkililerinin ilk kez savaş tehdidine dayanarak; teslim edilmesini yada Suriye nin dışına gönderilmesini istemelerinin bir nedeni;2OO1 yılının başında açıkça somutlaştığı üzere,savaşın Türk hazinesini boşatması,ağır bir borç yükü altına sokması ve devam eden savaş durdurulmaksızın ekonomilerinin kendisini toparlama ihtimalinin de bulunmamasıydı.Ekonominin bu durumunun içerde sosyal patlamalara ve siyasi krizlere de yol açacağı açıktı.Zaten gerilla savaşı ile hiçbir devlet tarih sahnesinden kıldırılmamış,ancak her gerilla savaşı ekonomik siyasi ve sosyal krizleri doğuran patlamalara yol açarak hedeflerine gidebilmişti.Toparlanmak için savaşı bir şekilde durdurmak gerekiyordu.

Yunanistan'daki siyasi çevrelerle ilişki kurabilmesi için Rozerin kod adını kullanan Ayfer Kaya nın görevlendirilmiş olduğu, Apo nun TC ye getirilmesinden sonraki süreçlerde yapılan açıklamalardan anlaşıldı.Yunanistan daki PASOK milletvekili Kostas Baduvas Şam'a davet edildi. Ayfer Kaya nın açıklamalarına göre;6 Ekim 1998'de Şam'a gelen Baduvas ile bir görüşme yapıldı.Ayfer Kaya nın açıklamalarına göre; Kostas Baduvas,hükümetlerinin Apo nun Yunanistan a gelmesini kabul ettiğini ve gelmesi halinde Atina havaalanında karışlayacaklarını söylemişti.Nuseyri ağırlıklı Suriye Baas Hükümetinde, bir suni olarak cumhurbaşkanı yardımcısı durumunda bulunan,ancak daha sonra Esad tarafından tasfiye edilen Abdulhalim Haddam, Hürriyet Gazetisinin mensubu olan Muammer Elveren e vermiş olduğu 29 Nisan 2O11 tarihli röportajında;”Apo, Suriye de iken Türk askeri ataşesi ile aynı apartmanda kalıyordu” dedikten sonra, Türkiye nin yetkilileri ile savaş tehdidinde bulunması üzerine, kendisi ile bizzat görüştüğünü ve “Senin için Türkiye ile savaşamayız” demesinden sonra da, Abdullah Öcalan nın Suriye yi uçakla terk ettiğini açıkladı.Abdullah Öcalan, Suriye-Şam Havaalanı'ndan 9 Ekim 1998 tarihinde Atina'ya hareket etti.Öcalan'a, Ayfer Kaya'nın yanı sıra Suriye İstihbarat Teşkilatı Muhaberat üyesi olan iki kişi daha eşlik ediyordu.

Ancak aynı gün, yani 9 Ekim 1998 de Apo nun içresinde bulunduğu uçak Atina havaalanına indiğinde ise, havaalanında karşılama sözü veren PASOK milletvekili Baduvas ortalıkta yoktu Kostas Baduvas'ın yerine, Yunan İstihbarat Servisi olan EYP Başkanı Albay Haralambos Stavrakakis ile yardımcısı Binbaşı Sava Kalenderides vardı.Yunanistan da Simitis hükümeti Öcalan ı istemediğinden Kostas Baduvas karşılamada yoktu.Bunun üzerine aynı günde Öcalan, Kalenderides ve diğer refakatçileri ile birlikte Moskova'ya doğru hareket etti.O dönem PKK nin Rusya sorumlusu durumunda bulunan ve örgütün Merkez Komite üyesi durumunda olan Mahir Welat(Numan Uçar), Rüstem Broyi ile Rus Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski ve Duma Jeopolitik Komisyonu Başkanı Aleksey Mitrafanof Öcalan ve beraberindekileri karışladıktan sonra,kendisini önce Jirnovsiki nin,evine, sonra Moskova'nın 15 kilometrebatısında Odinsovo'daki Rusya istihbaratına ait özel bir eve, ve en sonda Aleksey Mitrafanof evine yerleştirmiş oldukları anlaşılmaktadır.Öcalan,Rusya'dan siyasi sığınma talebinde bulundu.Duma'nın Jeopolitik Komitesi önce Öcalan'a yönelik izlenen politikayı kınayan bir karar alarak,söz konusu karar Mitrafanov tarafından basına açıklamasından sonra, 4 Kasım'da Duma nın 298 milletvekili yeni bir karar daha alarak, Rusya'nın Öcalan'a siyasi sığınma hakkı tanınması için bir karar tasarısını onaylamış oldular.Ancak ABD dışişleri bakanı Madline Albirght ın adına sözcüsü James Rubin yaptığı açıklamada; bu duruma sert tepti göstererek,hiçbir ülkenin sığınma hakkı tanımasını kabul etmeyeceklerini dile getirerek;Rusya hükümetinin Abdullah Öcalan ın ülkelerinde bulunup bulunmadığını araştırdıktan sonra,iade etmesini, yada sınır dışı etmesini istedi.Mitrafanof, Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov ile görüşerek,Öcalan'ın ülkelerinde kalması için izin vermesini istediyse de,red yanıtı alındı.Bu nedenle olmalıdır ki; Rusya İçişleri Bakanı Sergei Stepaşin,Avrupa Konseyi'nde düzenlediği basın toplantısında, Duma'nın aldığı kararın hiçbir öneminin olmadığını belirtti. Öcalan ı,Moskova'ya geldiğinde karşılayan ve evinde konuk eden Jirinovski nin yanında, Mitrafanof ve Rusya nın güvenlik ve istihbarat yetkililerinden Heba Çili hep birlikte Öcalan'ın kaldığı eve geldiler.Öcalan a, Rusya yı terk etmesini söylediler.Rusya hükümetinin de Öcalan için ABD ve Batılı ülkeler ile var olan siyasi ilişkilerini gerginleştirip bozma sürecine sokmayacağı açıktı.Türkiye nin Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Ali İrtemçelik in başbakan Mesut Yılmaz ın mektubunu Moskova ya götürüp temaslarda bulunmasından sonra,Rusya defteri kapanmıştı. Bunun üzerine Belarus (Beyaz Rusya) yetkilileri(Dışişleri Bakanı, Parlamento Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Juri Aleseviç ve Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko'nun Özel Kalemi'nden bir yetkililer) ile Ekim ayının sonlarına doğru bir görüşme yapılarak,Öcalan nın sığınma talebini içeren mektubu sunulmuş ve ilk etapta Devlet Başkanı Lukaşenko, talebe olumlu yaklaşım gösterir gibi olmakla birlikte,10 Kasım'da İçişleri eski Bakanı İsmet Sezgin in Belarus'u ziyaret etmesi üzerine;Rusya nın kararlarını uygun bulmadığını gerekçe göstererek, kapılarını kapatmış oldular.Ruslar,Abdullah Öcalan nın Yunanistan a veya Kıbrıs a gitmesini istiyordu Öcalan,henüz Moskova'da iken, Yunanistan Parlamentosu'ndan 109 milletvekili, kendisini Yunanistan a davet eden bir bildiri yayınlamışlardı.Bildiriyi imzalayan kişiler içinde 1997 yılında bir grup milletvekili ile birlikte Öcalan'ı Şam'da ziyaret eden ve Yunan parlamentosu başkan yardımcılına gelmiş olan Panoyotis Sguridis de vardı. Ancak İtalya da Massimo D'Alema hükümetinde koalisyon ortağı olan partilerin Ekim ayı sonlarında, Öcalan a sığınma hakkı verilmesi ve ülkelerinde kabul edilmesi için bir açıklama yapmış olmaları göz önünde bulundurarak,İtalya da olanak araştırılması istendi.O dönem ERNK nin İtalya yetkililerinden olan Ahmet Yaman nın,İrfan Doğan a, “Uluslar arası Komplo” isimli çalışması için yaptığı açıklamalardan anlaşılacağı gibi,kendisi İtalyan hükümetinin başbakanı Massimo D'Alema ile görüştükten sonra,pek gönüllü olmasa da Öcalan nın ülkelerine gelmesini kabul etmişti.Bunun üzerine de Yeniden Yapılanma Komünist Partisi Milletvekili Romana Montavani ile birlikte Moskova'ya, Öcalan'ı almaya gittiklerinde; havaalanında Rus İstihbaratının yetkililerince karşılanmalarından sonra, Öcalan, Ayfer Kaya, Mecit Mamoyan ve Yeniden Yapılanma Komünist Partisi milletvekili Romana Montavani ile birlikte, 12 Kasım 1998 gününde uçakla Roma ya gelmiş oldukları anlaşılmaktadır. Öcalan, İtalya'ya geldikten sonra. davasını aynı zamanda Yeşiller Partisi'nden milletvekili olan Luigi Saracini, Demokrat Sol Parti'den milletvekili olan Giuliano Pisapia üstlendi. Massimo D'Alema hükümetinde koalisyon ortağı olan partilerinden iki milletvekilinin Öcalan a Rusya dan çıkarken eşlik etmesi ve vekilliğini üstlenmeleri bir tür güvence gibi görülüyordu.Ancak İtalya da Apo hakkında tutuklama kararı alındı.Bununla birlikte D'Alema,Öçalan nın ölüm cezası olan bir ülkeye(TC) iade edilemeyeceğini,kendi kanunlarına göre bir yargılama yapabileceklerini açıkladı.Bu durum karşısında Türkiye de, İtalyan mallarını boykot etme süreci başlatılarak, iç ve dış kamuoyu İtalya ya tepki göstermeye yönlendirildi.Bunun üzerine de İtalyan işadamları Apo nun iade edilmesini talep eden açıklamalarda bulunmaya başladı.O gün muhalefete bulunan Forza İtalia Partisi lideri Silvio Berlusconi de, Apo nun barındırılmasına tepki gösteriyordu. Bu durum bazı hükümet üyelerin de çatlak sesler çıkarmasına yol açmaya başladı.Bu baskılara rağmen D'Alema; Öçalan nın,(Ad Hoc mahkemesinde, yani sadece Öcalan'ın kişisel durumunu ele alacak bir mahkemede) davasının görüşülmesini,veya uluslararası bir mahkemenin kurulmasını,yahut da Apo'nun bir Avrupa ülkesine verilmesini seçenek olarak sunuyordu.

Bu süreçte ABD Dışişleri Bakanlığı Birinci Yardımcısı Strove Talbott, Roma'ya gelerek,mevkidaşı İtalyan Dışişleri Bakanı Lamberto Dini ile görüşerek,”PKK terör örgütüdür,Abdullah Öcalan ya Türkiye ye iade edilmeli, yada sınır dışı edilmelidir” görüşü ile baskı kurmaya başladı.ABD, İtalya ve Almanya nın kendi görüşleri ve bağımsız inisiyatifleri ile herhangi bir seçenek geliştirmelerine karşıydı.Türkiye de Cumhurbaşkanı Demirel,Uluslararası Kriz Grubu nun Sheraton Oteli'nde gerçekleştirdiği toplantıya sorunun uluslararası bir mahkeme ve konferansa konu edilmesi ihtimalini ortadan kaldırmak için,Özel Kalem Müdürü Rafet Ergünay aracılığı ile mesaj gönderdi.

İtalya Başbakanı Massimo D'Alema, Bonda, Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ile yaptıkları görüşmeden sonra, Türkiye nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini,ancak soruna bir çözüm bulabilmek açısından da uluslararası bir mahkeme tertiplenmesi gerektiğini açıkladılar.Bonn daki bu toplantı sonrasında, Almanya Dışişleri Bakanı Joska Fisher ile İtalyan meslektaşı Lamberto Dini, söz konusu toplantının devamı niteliğinde görüşmeler gerçekleştirdi.Roma da çalışmalarına devam etmek üzere, uzmanlar grubunu görevlendirdiklerini açıkladılar.Ancak Roma'da kurulan Almanya-İtalya ortak hukuk komisyonu, sadece üç gün çalışabildikten sonra fesh edildi.Bu çerçevede Almanya ve İtalya nın sorunun çözümünde başı çekerek etkili olma amaçlıda olsa kurdukları komisyon,Öcalan ı yargılayacak bir uluslararası mahkeme kurulmadı ve bunun sonucunda da sorunu görüşebilecek konferans planlaması da pratiğe geçemedi.

“Öcalan, İtalya daki Palestrina Hastanesi'nde gözetim altında iken, Almanya, Öcalan hakkındaki uluslararası tutuklama emrini, amacı iade olmayan yeni bir tutuklama emri ile değiştirdi. Alman hükümet sözcüsü Uwe-Karsten Heye, Bonn'da yaptığı basın toplantısında, Almanya'nın iade talebinden vazgeçtiğini açıklıyordu.Almanya'nın bu tutumu İtalya'nın da tutumunu değiştirmesine neden oldu. Almanya, bir anlamda İtalya'yı bu konuda yalnız bırakmış, elini taşın altına uzatmamıştı. Bunun üzerine, 20 Kasım 1998'de İtalya Adalet Bakanı Luciano Diliberto, Roma İstinaf Mahkemesi Başkanı Andreas Vella'dan, Abdullah Öcalan hakkındaki tutuklama kararını kaldırmasını istedi. Adalet Bakanlığı'nın istemini kabul eden İstinaf Mahkemesi, Öcalan'ın, Roma dışına çıkmamak kaydıyla bir evde ikametine karar verdi.”(Yenişafak online com(yenisafak com tr) yayımlanan;”Mit in 13O Günlük Apo Kovalamacası” başlıklı yazı dizisi)
Yenişafak online com(yenisafak com tr) yayımlanan;”Mit in 13O Günlük Apo Kovalamacası” başlıklı dizi yazısında;”Öcalan'nın Roma'ya gelmesinden bir gün sonra,kendisini ziyarete giden Sürgünde Kürt Parlamentosu Başkanı Yaşar Kaya nın;“Öcalan bana dedi ki: Hoca, galiba bu gidişin sonu Türkiye'dir." Şeklinde açıklamada bulunduğuna atıf yapılmaktadır.
Türkiye ve ABD ile İtalya daki iç muhalefetinin baskısına daha fazla dayanamayan D'Alema hükümeti, Öcalan'ı üçüncü bir ülkeye göndermek için arayışlara girdi.İtalya Dışişleri Bakanı Lamberto Dini, bu amaçla Moskova'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov ve Dışişleri Bakanı İgor İvanov ile bir görüşme gerçekleştiren Dini, Öcalan'ın tekrar Moskova'ya dönmesi teklifinde bulundu. Dini, görüşme sonrası düzenlediği basın toplantısında, görüşmede Öcalan'ın da durumunu ele aldıklarını ifade ettikten sonra şunları söylüyordu; "Moskova'ya ziyaretimin amacı bu konu değildi. Ancak bu mesele ile ilgili olarak görüş teatisinde bulunma imkanı oldu." Oysa, Dini'nin Moskova temasları ile ilgili İl Giorniale gazetesinde yayınlanan bir haberde görüşmenin merkezinde Öcalan'ın olduğu yazılıyordu. Gazetenin haberinde, Dini'nin Rusya'ya, "Öcalan'ı geri alın, size IMF'nin bloke ettiği 1998 yılı yardımının ilk bölümü olan 8 milyar dolarlık krediyi açtıralım" dediği ileri sürülüyordu.Öcalan ve ERNK temsilcileri Kani Yılmaz, Şemse Kılıç ve Ahmet Yaman'ında bulunduğu sekiz kişi ile kaldıkları evde; Senegal, Finlandiya ve Avusturya seçenekleri üzerinde de durdular.Ancak sonuç olumsuzdu..16 Ocak günü Öcalan, İtalya'dan ayrılmak üzere evden çıkarıldı.Öcalan evden çıkmadan önce, özel harekat timleri evin bulunduğu sokakta konumlanmış olan gazetecilere oyun oynayarak çıkarılma işlemini gerçekleştirdi. Öğlen vakti saat 12.00 sularında Via Male(cehnem sokağında) sokağından içerisi görünmeyen özel camlı bir araç. Önünde ve arkasında birer araçla sirenler çalarak ayrılır.Abdullah Öcalan 66 gün önce ayrıldığı Rusya'ya tekrar geri dönüyordu.Champigno havaalanından 16 Ocak 1999 tarihinde öğleden sonra kalkan uçak, içinde Öcalan ve yandaşları olduğu halde Rusya'ya geri dönüyordu.Öcalan'a, Ahmet Yaman'ın yanı sıra Kıbrıs ERNK yetkilisi Nucan ve ERNK üyesi Mehmet Balcı ile Mecit Mamoyan isimli Rusyalı bir Kürt şahıs eşlik ediyordu.Tarihler 16 Ocak 1999'u gösterdiğinde, Öcalan ve yanındakilerin taşıyan uçak Moskova yakınlarında eski adı Gorki olan Nijnongrudi havaalanına indi. Öcalan burada, sözde Sürgünde Kürt Parlamentosu üyesi Cemal, Mahir Welat, Rüstem Broyi ve Aziz Cevo ile Rus milletvekillerinin de aralarında bulunduğu bir grup tarafından çiçeklerle karşılandı”( Yenişafak online com(yenisafak com tr) yayımlanan;”Mit in 13O Günlük Apo Kovalamacası” başlıklı yazı dizisi)
Bu çiçekli karşılama kısa bir süre sonra tutuklamaya dönüştü.Rusya başbakanı Pirmakov,Öcalan nın izlenmekte olduğunu ve ABD dışişleri bakanın Rusya ya yakında geleceğini göz önünde bulundurarak,ülkesinden çıkarılmasını istedi.Öcalan,20 Ocak günü Aziz Cevo ile birlikte askeri bir uçağa bindirilerek Tacikistan'a götürüldü Bunun üzerine Öcalan, Ayfer Kaya ile diyaloga geçerek; Atina ya geri dönmek istediğini,olanak yaratılmasını söyledi.Ayfer Kaya, Amiral Andonis Naksakis ile görüştü.Bunun üzerine Amiral Andonis Naksakis,Öçalan nın Rusya dan Atina ya getirilmesi için özel bir uçak kiralayıp St Petersburg a giderek aynı gün kendisini burada alıp akşamleyin Atina daki uluslararası havaalanına inerler.
“Fakat Yunanistan İsithabarat Servisi EYP'nin her şeyden haberi vardır.Naksakis ve Öcalan havaalanından ayrıldıktan sonra Naksakis'i arayan EYP yetkilileri, nerede olduklarını sorarlar. Durumu anlayan Naksakis, Öcalan'ı ilk önce havaalanı yakınındaki bir tanıdığının yanına oradan da yazar Vula Damainako'nun Nea Makri'deki evine götürür.Naksakis, 46 yıllık arkadaşı olan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos ile görüşür ve Öcalan'ın Yunanistan'da kalması için izin vermesini ister. Pangalos ise Öcalan ile görüşmek istediğini söyler. Öcalan bu görüşme talebine sevinir fakat Pangalos görüşme öncesinde Başbakan Kostas Simitis'in yanına giderek, "Elimizde bir bomba var, ne yapalım?" diye sorar. Simitis de Öcalan'ın ülkeyi terk etmesini ister Naksakis, ikinci gün öğle vakti Vula'nın evine giderek, Öcalan'ı Pangalos ile görüşmesi için kendi evine götürür. Fakat Pangalos yerine EYP Başkanı Stavrakakis çıkagelir ve Öcalan'ı oradan alarak gider. Yunanistan'da kalma izni verilmeyen Öcalan, bu sefer Hollanda'ya gitme önerisini sunar. Ancak, Yunan yetkililer, Hollanda'nın bir Avrupa ülkesi olduğunu, aralarında Şengen Anlaşması olduğunu belirterek, Öcalan'ın buraya gitmesi durumunda Atina'ya iade edileceğini belirtiyor ve bu nedenle de Minsk'i seçtiklerini söylüyorlardı.Uçak, 31 Ocak 1999 günü saat 18.00'de Minsk Havaalanı'na iner, fakat Lahey'e gideceği söylenen uçak gelmez. Öcalan'ın özel bir uçakla Hollanda'ya geleceği CIA tarafından bu ülkeye bildirilir. Bunun üzerine saat 21.00'dan itibaren Hollanda hava sahası ulaşıma kapatılır. Uçakta bulunun Sava Kalanderides'i telefonla arayan Stavrakakis, Öcalan'ı orada bırakıp geri dönmelerini söyler. Fakat bu mümkün olmaz. Çünkü uçakta bulunan Öcalan ve Melsa Deniz uçaktan inmez. Kalenderides, durumu Stavrakakis'e bildirince, Stavrakakis geri dönmelerini söyler .”(Yenişafak online com(yenisafak com tr) yayımlanan;”Mit in 13O Günlük Apo Kovalamacası” başlıklı yazı dizisi)

“4 Şubat tarihinde Amerikan İstihbarat Merkezi CIA tarafından gelen bir haber üzerine Çankaya Köşkü'nde 23.10'da tarihi bir toplantı yapılır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Senkal Atasagun bir araya gelir. Gazeteci Tuncay Özkan, 4 şubat tarihli bu tarihi toplantının ayrıntılarını "Operasyon" isimli kitabında detaylarıyla anlatıyor. CIA'nın Ankara Temsilcisi MİT'in Yenimahalle'de bulunan merkezini ziyaret ediyor. CIA yetkilisi MİT Müsteşarı Şenkal Atasgun'a, Abdullah Öcalan'ın bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye'ye getirilmesini öneriyordu. Sonrasını Özkan, kitabında şöyle anlatıyor: "Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CIA yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye'ye Abdullah Öcalan'ı teklif ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan'ı niye Türkiye'ye verecekti? Amerika'nın şartı açıktı: 'Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye'ye sağ getirilecek, mahkemede adil yargılanacak ve öldürülmeyecekti.' Açıkça istenilen buydu." .”(Yenişafak online com(yenisafak com tr) yayımlanan;”Mit in 13O Günlük Apo Kovalamacası” başlıklı yazı dizisi)

Bunun üzerine,Öcalan,Yunan istihbaratı EYP nin elemanları tarafından ABD ve İngiltere nin askeri üslerinin bulunduğu Korfu adasına götürülerek,buradaki İstihbarat merkezinde tutulur.Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos, ABD Atina Büyükelçisi Nicolas Burns'ü arayarak, Öcalan'ın Yunanistan'da olduğunu bildirdiğinden, Burns, da; Yunanistan dan çıkarılarak, Kenya ya gönderilmesini ister.Bunun üzerine,Öcalan a uçakla Kenya ya gidileceği ve ondan sonrada Güney Afrika ya geçiş yapılabileceği söylenir. Öcalan,Melsa Deniz ve yanındaki diğer kişilerle birlikte, Mavroz Lazaros kimliği ile 2 Şubat 1999 tarihinde Kenya nın Nirobi kentine gelir. Kenya daki Yunan büyükelçisi olup, uzun yıllar NATO bünyesinde görev yapan Costorlas in evine götürülür.Burda Öcalan nın Şeşsel adlarına götürülmesi seçeneği de tartışılır Daha sonra Yunanistan nın içişleri bakanı Pangalos un büyükelçiye verdiği talimat ile büyükelçilikten çıkmaları istenir. Öcalan ve yanındakilerin kabul etmemesi üzerine, Yunanistan dan 4 kişilik bir tim gönderilir ve durum Kenya İstihbaratına da bildirilmiş olur.Costorlas, Kalenderides'i de yanına alarak,Öcalan'ın yanına gider. Kenyalıların kendisini istediği yere götürmeye hazır olduğunu söyler Büyükelçiliğin içine gelen Kenya İstihbarat şefi Noan Arap Ta da,konuttan çıkmalarını,aksi takdirde akşamleyin kendileri için kötü olacağını anlatırlar.Bu esnada Polisler kendi araçlarıyla götürmek için zorlamaya başlarlar.Bu nedenle Öcalan nın refakatçileri direnirken ve Kenyalı polisler arasında tartışmalar devam ederken, Öcalan;”O halde gidebiliriz” diyerek,refakatçilerinin tersine direnmeden konuttan dışarı çıkarak,beklemekte olan çipe biner.Konvoy halinde çiple ilerlediklerinde,Kenyalı güvenlik elemanlarının müdahale etmedikleri bir operasyon sonucunda da, diğer bir aracın Apo nun içresinde bulunduğu aracın arakasına geçip konvoydan koparılmasına yol açarak uçağa götürülmüş olduğu belirtilmektedir.Bu şekilde 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye nin Şam şehrinden çıkan Öcalan,15 Şubat 1999 tarihinde Kenya nın Nairobi kentinden alındı.

http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/sicakhaber/teror/dev.asp linkinde ve wordpress com sitesindeki;”PKK,Kironolojik Araştırmalar, Dev Operasyon” başlığı altındaki yazıda ise;”Operasyon ile ilgili koordinasyonu Korgeneral Yaşar Büyükanıt yaparken, hazırlıklar Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları ve MİT Müsteşarı dışında herkesten gizlendi. Operasyon timini Nairobi’ye götürmek üzere Cavit Çağlar’a ait Fransız Dassault imalatı Falcon 900 B uçağı dört gün önce kiralandı.Uçağı Etimesgut Askeri Havaalanı’na getiren pilotlar Sadık Sindal ve Yalçın Bal misafir olarak alıkonuldu ve aileleriyle bile görüşmelerine izin verilmedi.Uçağın boyanıp teknik bakımının tamamlanmasından sonra görevliler özel bir gezi görüntüsüyle Nairobi’ye gitti ve havaalanında özel bir aprona çekildi.Özel tim Nairobi’de Yunan Büyükelçiliği misafirhanesinin yakınında üslendi. Öcalan pazartesi akşamı, Yunan Büyükelçiliği misafirhanesinden çıkartılıp bir konvoyla hareket ettiğinde operasyon için düğmeye basıldı.Türkiye’ye gelen uçak sabaha karşı Bandırma’daki kötü hava koşulları nedeniyle 6. Ana Hava Jet Üssü’ne iniş yapamayarak İstanbul’a yöneldi. Uçuş planı bildirmeyen uçağa Atatürk Havalimanı kule görevlileri önce iniş izni vermedi. Genelkurmay Başkanlığı’nın devreye girmesinden sonra uçağa saat 03.00′te iniş izni verilip güvenilir bir yere park edip kapılarını bile açmadan yakıt ikmali yapıldı. Uçak 04.00′te yine uçuş planı bildirmeden havalanarak Bandırma 6. Ana Hava Jet Üssü’ne iniş yaptı.” Denmektedir.

Öcalan,Kenya dan 15 Şubat ta alındıktan sonra,16 Şubat 1999 tarihinde sabaha karşı Atatürk havaalanında uçağın yakıt ikmalini yapması üzerine saat 04.00 de Bandırma üssüne geçtiği bilinmek ile birlikte,Bandırma daki üsse geçişinden itibaren geçen iki günde ise,(yani 16 Şubat 1999 sabahından 18 Şubat 1999 sabahına kadar ) nerde olduğu belirsizdir Öcalan nın İmralı da bulunmaması nedeni ile kayıp olan bu iki günde; nerde olduğu konusunda bir kesinlik yoktur,bu hususta değişik rivayetler bulunmaktadır Mevcut iddia ve rivayetler içersinde, Bandırma daki jet üssünden Türk ordusunun hava kuvvetlerine ait bir uçak ile Ordunun özel Harb Dairesine bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığının Ankara Kirazlıdere deki Seferberlik Başkanlığına götürülerek sorgulanmış olması ve daha sonrada, “Demokratik Cumhuriyet “ olarak adlandırılan ideolojik politik çizginin burada kesinleştirilerek,örgütteki kültü kanlı ile PKK nin paradigmasına dönüştürülerek,Kürtlere de şırınga edilme sürecine başlandığıdır.Buradaki özel sorgulamaya ilişkin evraklar bilinmemektedir,gizli bırakılmıştır.Ancak buradaki özel sorgulamadan sonra APO nun İmralı ya götürülmüş olduğu anlaşılmaktadır.Yani Apo,18 Şubat 1999 sabahından itibaren İmralı da olabilmiştir.Burda Mit elemanları ile öğrenciliğinden beri var olduğu ortaya çıkmaya başlayan ilişkilerine ilişkin belgelerin açıklanmasının da kendisine karşı bir şantaj aracı olarak kullanılacağının söylenmiş olması mümkündür

O dönemde( yani 1998 ve 1999 yıllarında) Özel Kuvvetlerin Komutanı durumunda olan ve Şemdin Sakık ın yakalandığı operasyonu(Yarasa Operasyonu) yönettiği söylenen Albay Engin Alan nın, koordinasyonu yürüten Orgeneral Yaşar Büyükkanıt ın altında olmak üzere, Öcalan nın operasyonunu da yöneten kişi olduğu,ayrıca bizzat Apo nun sorgusunun bazı bölümlerinde de yer almış olduğu belirtilmektedir.Bazı elemanları(Soner Yalçın vs), Ergenekon operasyonu gerekçesi ile tutuklanan Oda tv.com sitesinin iddia ve yayınlarında ise;Öcalan nın nerde bulunduğu belirsiz olan söz konusu iki günde, aslında yeri Ankara da olan Özel Küvetler Seferberlik Başkanlığında bulunduğunu,özel kuvvetler ile Mit mensuplarından oluşan 11 kişilik bir ekip tarafından burada sorgulandığını,Emniyet İstihbarat ve polisin istemine rağmen, polisin sorgu sürecinde bulunmalarına imkan verilmediğini,bu nedenle de polisin yıllar sonra Başbakan yardımcısı Bülent Arınc a,Özel Küvetler tarafından suikast yapacağı bahanesi üretilerek,Özel Küvetleri ile kozmik odasının kapılarının zorladığı ileri sürülmektedir.

İKİ;ABDULLAH ÖCALAN NIN AVUKATLIĞINI ÜSTLENMEMNİ VE ÇEKİLMEMİN NEDENLERİ

Demokratik Cumhuriyetçilik şeklinde isimlendirilen işbirlikçi çizginin hazırlık aşamasının öncesine gitme ihtimali olmak ile birlikte, Türkiye ye getirildikten sonra kesinleştirildiği kesindir. Türkiye de koalisyon hükümeti(DSP-MHP-ANAP) iktidarda bulunduğundan, Mesut Yılmaz bir süre önce başbakanlığı Bülent Ecevit e devir etmişti.Bülent Ecevit,16 Şubat 1999 tarihinde Abdullah Öcalan nın Türkiye ye getirildiğini basın ve kamuoyuna açıkladı.Devletin çeşitli kurumları ve medya kanalı ile ortam gerdirildiğinden faşist bir provokasyon havası hakimdi.Bütün televizyon,internet sitesi ve yıldırım baskı yapan gazetelerde küfür hakaret tehditler vardı.Hep bir ağızdan idam çağrısı da yapılmakta idi.

Bu koşullar altında Ankara da HADEP tarafından avukatlara bir toplantı çağrısı yapılmıştı.Ankara İl Teşkilatında 19 Şubat 1999 tarihinde yapılan toplantıya ise, sadece ben gitmiştim.O dönemde yurtsever olduğunu söyleyen otuza yakın avukat Ankara da bulunmasına rağmen,gerdirilmiş ortam yanında, kişisel kaygı ve korkuları nedeniyle olmalıdır ki;Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenmeye gelen olmadı. Bunun üzerine, Türkiye ve Kürdistan daki avukatlardan kendilerini yurtsever olarak tanımlayanların, İstanbul da merkezi bulunan Toplumsal Araştırmalar Hukuk Vakfının(TOHAV ın) üyesi olmaları,Kürt avukat sayısının İstanbul da daha fazla olması, ve İstanbul unda Mudanya ya(İmralı ya) coğrafik olarak daha yakın olması gibi nedenler ile İstanbul da toplantı yapılarak, bu kenttin üzerinden çalışmaların yürütülmesi uygun görüldü.Bu nedenle İstanbul a gittim.

Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenmek için,İstanbul da merkezi bulunan TOHAV da 21 Şubat 1999 ve 22 Şubat 1999 tarihlerinde avukatlar olarak toplandık. Yapılan ilk toplantıya sadece 11 avukat katılım sağlayabilmişti.Ankara Barosuna üye avukatlar içinden yine sadece ben vardım.İzmir Barosuna üye olan avukatlar içinden de sadece Av Hatice Korkut gelmişti. Diyarbakır Barosuna üye olan avukatlar içinden ise, sadece Av Mahmut Şakar ve Av Osman Baydemir toplantıya katılmıştı Diğer katılımcı avukatlar ise, sadece İstanbul Barosunun üyeleri durumundaydılar.Diğer Barolardan ise,avukatlığı üstlenmeye gelebilen olmamıştı.İstanbul Barosuna bağlı avukatlarda da avukatlığı üstlenmek için gelenler; Av Ahmet Avşar, Av Mükrime Tepe Av Filiz Köztak,Av Aysel Tuğluk, Av Doğan Erbaş, Av Ümmihan Yaşar, Av Gül Altay gelmişti 22 Şubat 1999 tarihinde İstanbul DGM ye Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenenler yönünden dilekçe fakslayıp vermeden önce Av Eren Keskin,Av Selim Okçuoğlu, Av Ahmet Zeki Okçuoğlu,Av Av İmam Şahin,Av Cihan Erbaş Av Derya Bayır da Abdullah Öcalan nın avukatlığını müdafi olarak üstlendiğinden, sadece 16-17 avukatın adını barındıran dilekçe ile DGM ye başvurduk. Toplantıya bizzat katılan avukatlar içinden ise,ben, Av Ahmet Avşar, Av Mükrime Tepe Av Filiz Köztak,Av Aysel Tuğluk,Av Mahmut Şakar ve Av Osman Baydemir hemen DGM ye başvurarak, Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlendiğimizi deklere ederek, bir gün sonra da İmralı ya 3-4 avukatın görüşmek üzere gitmesi düşüncesini savunuyorduk.Diğer avukatlar ise, ortamın biraz yumuşamasını bekledikten sonra, avukatlığını üstlendiğimizi deklere edip 3-4 kişinin İmralı ya gitmesinin daha doğru olabileceğini düşünüyordu.Sonuç itibari ile ben, Av Osman Baydemir ve Av Hatice Korkut İmralı ya giderek ilk görüşmeyi sağlayacak kişiler olarak saptandı. Dördüncü kişi olarak da Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenmeye pek istekli olmadığı söylenen, ve evine gidilerek ikna edilmesi halinde katılacak olan Av Ahmet Zeki Okçuoğlu olacaktı.Çünkü toplantıya gelen avukatlar, genelde mesleklerinin ilk yıllarında olan avukatlardı,daha tecrübeli bir avukatın da bulunmasında yarar görüldü. Sonuç itibari ile 22 Şubat 1999 tarihinde gözaltısı devam eden Abdullah Öcalan nın kardeşleri Hava Keser ve Mehmet Öcalan dan alınmış yetki ile DGM Başsavcılığına başvurarak, 23 Şubat 1999 tarihinde 16-17 avukat adına dört avukatın Abdullah Öcalan ile ilk görüşmeyi yapmak üzere, Mudanya ya gideceğini bildirdik. Bu durumda Ankara Barosundan ben,Diyarbakır Barosundan Osman Baydemir, İzmir Barosundan Hatice Korkut ve İstanbul Barosundan da Ahmet Zeki Okçuoğlu İmralıya gidecek ilk avukat grubu oldu. Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu, gözaltındaki kişi ile en fazla 3 avukatın görüşebileceğini düzenliyordu.Ancak biz ilk görüşme yönünden 4 avukat belirlemiştik.Avukatlar olarak İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi(DGM) Nöbetçi Savcısı Ali Yorulmaz a dilekçe verdik.DGM savcısı kanunda en fazla üç kişinin görüşebileceğini,ancak mevcut durumda sadece 1 avukatın görüşmesine imkan verebileceklerini söyledi. Buna rağmen 4 avukat olarak İmralı daki Abdullah Öcalan ile ilk görüşmeyi yapmak üzere, İstanbul dan Mudanya ya gitme kararımızda bir değişiklik yapmadık.

İstanbul DGM nin önünde İmralı ya gidecek 4 avukat olarak bir basın açıklaması yaptık.Basın açıklamasını, Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenen 16 avukatın adını basına deklere ettik.Basın mensupları Av Zeki Okçuoğlu na ideolojisini sormamış olmasına rağmen,liberal olduğunu ve Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlendiğini beyan ediyordu.Ahmet Zeki Okçuoğlu nun bir ideolojisi vardı, ve benim algıladığım kadarı ile TC nin ve Avrupa Birliğinin bireysel haklar konsepti ile dil kültür hakları yerine,o günün koşullarında ABD nin desteğine dayanacak bir özerklik çözümünden yanaydı.Hatice Korkut un ise, bir ideolojik birikimi de, ideolojik çizgisi de görünmüyordu.Duygusal düzeyde de olsa samimi bir yurtsever olduğu için geldiği sonucuna varıyordum.Benim ideolojim ise,geçmişten beri bilindiği gibi vardı,sosyalistim. Kürdistan ulusal sorununda da bugün olduğu gibi; bağımsızlık dışında hiçbir çözümü nihai olarak devrimci görmüyordum.Osman Baydemir ve Mahmut Şakar ın da ideolojik açıdan bir bilgileri,birikimleri ve tercihleri yoktu.Ne söylenebilecekse,ona aykırı söz söylemeyecek yapıdaki kişilerdi.Osman Baydemir, davranışlarını belirlerken,büro ortağı Mahmut Şakar ın gözlerine bakan bir tipti.Banlar;PKK deki Apo sisteminin aradığı tipin söylenecek söze aykırı söz söylemeyecek yapıdaki tip olduğunu bilebilecek durumdaydılar.Bu şekilde davranmaya ihtiyaçları da vardı.Mahmut Şakar, İnsan Hakları Derneğinde yönetici olduktan sonra ,Av Feridun Çelik, Av Abdullah Akın,Av Cebbar Laygara Mehmet Selim Özalp ve diğer klikdaşlarının perde önündeki klikleşmelerine karşın,güç olmak ve etkili olabilmek için kendi avukat bürosu ile İHD üstünden kliğini oluşturmaya çalışıyordu.Mahmut Şakar ın avukatlık bürosunun ortakları Av Osman Baydemir,Av Metin Kılavuz,Av Muharrem Erbey,Av Ayla Akat ile daha sonra bunlara katılacak olan bugünkü BDP genel başkanı Av Selhattin Demirtaş yanında, Nazmi Gür,Av Bengi Yıldız,Av Doğan Erbaş,Av Aysel Tuğluk gibi kişilerden oluştu.Bu iki klikteki kişilerin sadece avukatlardan oluştuğu düşünülmemelidir.Ayrıca üçüncü bir klik olarak Ahmet Türk-Sırrı Sakık kliği de hep vardı.Diğer iki klik köylü-feodal ve burjuva tarz ile kültürü karma olarak temsil ederken,Mahmut Şakar ların kliğinde ise davranış şekilleri itibari ile burjuva tarz daha egemen olduğu gibi,kendisini riske etmeden hareket etme,uluslararası güçlerle diyaloga girme ve risklerden kendisini sıyırarak kilit noktaları alma özellikleri daha belirgindir.Mahmut Şakar kanalı ile Osman Baydemir in belediye başkanı olması ve ABD ye gitmesi, yine Mahmut Şakar aracılığı ile Nazmi Gür ün BDP nin ABD deki temsilcisi olarak gönderilmiş olması üzerine;Abdullah Öcalan nın huylanmış olduğunu düşünüyorum.Bir televizyon kanılında Osman Baydemir, Abdullah Öcalan nın on yıldır söylediklerini tekrarlamış olmasına rağmen,Apo nun büyük tepki göstererek;”Diyarbakır daki gençler senin ağzını yırtar. Git çocukların düştüğü çukura iki traktör kum doldur. Senin görevin budur” demesi, ve hemen akabinde ise; bir belediye işçisine sorgulandığının,yanına amir olarak bir komiserin konulduğunun savlanması ile her yerde küçük düşürme amaçlı olarak;”Ciguli” türü şeyler söylenmesi ne ile ilgilidir? Elbette bazı Kürt internet sitelerinde algılanıp yansıtıldığı gibi;Osman Baydemir in herhangi bir ideolojik ve örgütsel birikiminin,önder özeliliğinin,iradesinin, Apo dan farklı bir düşünceyi geliştirme yada söyleme gücünün yahut da ağırlığının olabildiğinden kaynaklanmamaktadır. Apo,siyasi mesaj verme tekelinin sadece kendisinde bulunduğunu anlatmak,legal alandaki kişilerin hiçbir temsil niteliğinin bulunmadığını göstermek yanında, bazı merkezlerin bu tür kişileri hazırlayıp güncelleyerek geliştirme ihtimalini düşündüğü için tepki göstermiştir. Oysa Apo nun bu kişileri algılaması da, tepkisi de abartılıdır.

Abdullah Öcalan Türkiye ye getirildiğinde, Av Feridun Çelik Diyarbakır belediye başkanıydı ve killiğinde bulunan diğer kişilerin bütünü de değişik şehirlerde belediye başkanı veya il-ilçe teşkilatının yöneticisiydiler.Bu klik ilk mahalli seçimlerde el alırken,sonraki iki mahalli seçimler ile genel seçimlerde ise aday yapılmadılar.Aynı zamanda Av Feridun Çelik üstünden(kendisinin şahsında)teşhir de edildiler.Bu nedenle Av Mahmut Şakar ve killiğindeki kişiler kendi büroları ile İHD yönetimi dışında hiçbir yerde yoktu.Abdullah Öcalan nın Türkiye ye getirilmesinden sonra,Av Feridun Çelik ve killiğindekiler avukat olarak aktör olmayınca,inisiyatifi tümden kaybetme,yani Av Mahmut Şakar killiğine kaptırma gerçekleşti. Ahmet Türk-Sırrı Sakık kliği ise,diğer iki kilitken hangisi başat hale gelirse gelsin, bir ölçüde yolunu bulmuştur.Bu üç klikteki bütün kişilerin avukat olduğunu düşünmemek lazımdır,avukat olmayanlarda bu killiklerde vardır. Bu killiklerdeki bütün kişiler yanında, Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenmiş kişiler içinde aslında PKK ile örgütsel ve hiyerarşik ilişkisi olan kimse yoktu.Fakat Medya nın yarattığı hava nedeni ile sanki Apo nun avukatlığını üstlenenler PKK nin örgütsel ve hiyerarşik yapısına dahilmiş gibi bir intiba oluştu. Bu klikler deki insanların hiç birisi, PKK nin örgütsel ve hiyerarşik yapısına dahil olmamak ile birlikte,aynı zamanda örgüt yönetimindeki killiklerin yasal alandaki bir yansıması olarak düşünülmeleri de yanlış olmaz.Geçmişte Ahmet Türk-Sırrı Sakık kliği, genel kurmaydan bazı yetkililerle görüştükleri gerekçe gösterilerek,bizzat Apo nun beyanatları ile teşhir edilmişti. Daha sonra aklanarak sisteme yeniden alındı. Av Feridun Çelik bir dönem belediye başkanı olduktan sonra,belediye başkanı olan diğer arkadaşları ile birlikte bir daha aday olmasının önünü kapattılar, ve çuvalını doldurduğunu söyleyerek teşhir ettiler. Yani sadece Feridun Çelik değil,kendisinin killiğinde bulunup belediye başkanı veya başka bir konumda bulananların bütününe yakını bir daha aday yapılmaksızın, sistemin kenarına bırakıldılar.Bunlar da bir gün yeniden sisteme alınıp işlerlik kazanmayı beklemektedir. Zaten sistem bir kliği teşhir edip kirliliğine atıf yaparken, diğerini kullanıp aklayıp pullamaya başlamaktadır. Teşhir edilen klik efratlarının ilke veya kişisel gurur adına da olsa,geçmişte dedikodularla teşhir edilmiş ve dıştalanmış olmaları nedeni ile bir tavır aldıkları görülmemiştir.Tam tersine herhangi bir nedenle ve herhangi bir kavşakta affedilip sisteme yeniden alındıklarında,yada bir parmak işareti ile kovuldukları sistemin içerisine davet edildiklerinde,bir anlamda iadeyi itibar kazanıp yeniden toplumda bir nebze de olsa saygınlık elde etmeyi ve bir ölçüde de olsa menfaatlerini gerçekleştirmeyi esas aldıklarından,balıklama atlayabilmektedirler.Bütün klikler bu durumdadır.Üç klikte; her şeye he diyerek, yada he demiş gibi görünerek,bedellerle ortaya çıkmış olanaklardan kişisel ve ailesel olarak yararlanma,birlikte güç odağı olma,şahsını örgütleme ve birbirine karşı olan sürtüşmelerde etkili olmak açısından da bir üsteki odağa sığınma mekanizmalarıdır.Klikler bazen birbiri ile çatışıp etkisizleştirerek,bazen de uzlaşarak etkili olma ve olanaklardan yararlanma mekanizmalarıdır.Bu tür amaçlara dayanan klikleşmeler, sosyo-politik yozlaşma dışında bir şey getirmezler. Bu nedenlerle bu kliklerden hiçbirine dahil olmayı tercih etmediğim gibi,kendim de bir klik oluşturmaya hiç yönelmedim.Kendime yakıştırmadım.Benim için yurtseverlik;kişinin,”ne alabilirim, ne yiyebilirim” sorusunu sormadan, bir annenin çocuğuna karşılıksız süt verebilmesi gibi, düşünsel inançları doğrultusunda maddi ve manevi fedakarlıklarda bulunması ve ne verebilirim sorusu ile yaklaşmasıdır.

22 Şubat 1999 tarihinde DGM önünde basın mensuplarına Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenen 16 avukatı deklere ederek,yarın İmralı ya gitmek üzere Bursa nın Mudanya ilçesine gideceğimizi deklere ettikten sonra,23 Şubat 1999 sabahında ben, Osman Baydemir, Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Hatice Korkut ile taksi şoförlüğünü yapan bir arkadaş ile birlikte,İstanbul dan Yalova ya, oradan da Mudanya ya geldik. Yolda bazı televizyon,ajans ve gazete muhabirleri araçları ile içinde bulunduğumuz taksinin arkasına takılmaya başladı.Henüz İstanbul şehir merkezinden çıkmamışken,aracımızın kırmızı ışıkta durduğu anda bir şahıs kaportaya vurarak tükürdü.Bunun Türk polisinin bir provokasyonu olabileceğini düşünerek,araçtan inip herhangi bir karşılık üretmedik.Mudanya ya geldiğimizde, başlangıç itibari ile ortam sakindi,esnaf kendi işi gücü ile uğraşmakta idi. Denize ve İmralı adasına cepheden bakan Mudanya adliyesi önünde saat 11 3O da aracımızı park ederek, Mudanya Başsavcısı ile görüşmeye gittik. Ancak yerinde yoktu. Mudanya jandarma komutanlığına gittik,makamında bulunmadığı söylendi. Kaymakamlığa gittik, makamında olmadığı söylendi.İlk görüşmenin sağlanmasına izin verilmesini ve feribot tedarik edilerek,bizi Mudanya dan İmralı adasına götürmelerini istiyorduk. Ancak mevcut durum muhatap olmak istemediklerini gösteriyordu.Yeniden Mudanya adliyesinin önüne gelmeye başladığımız esnada, medya mensupları;”Girişimlerinizin sonucu nedir,bugün Abdullah Öcalan ile görüşebilecek misiniz” şeklinde soru sormaları üzerine,Osman Baydemir;”Muhatap bulamıyoruz,CMK gereğince 3 avukatın görüşmede bulunma hakkı var,ancak bizden 2 avukatında görüşmesini kabul edebiliriz” dedi Biz avukatların bu tür demeçleri anında veya kısa sürede televizyon rodyo ve internet sitlerine yansıyordu.İlk görüşmedeki en önemli amaç; gidiş geliş yolunu açmak ve Abdullah Öcalan nın durumunu görmek olduğundan,aslında tek avukatın görüşmesi şartını dahi koysalardı,daha fazla avukatın görüşmeye girmesini dayatmayacaktık.

Yeniden adliyenin önüne geldiğimiz ana kadar sakin olan Mudanya esnafı birkaç sivil giyinimli polisin;”Apo teröristtir,onu savunacaklarda onun gibi teröristtir” diyerek hakaretlere başlayarak, halkı galeyana getirmeye çalışmaları üzerine,esnaftan kimi insanlar ellerine taş,sopa ve demirler alarak üzerimize gelmeye başladılar. Bu linç girişimi karşısında araca atlayarak yola doğru geldik. Bu esnada aracımız birkaç darbe alabilmişti. Mudanya Yalova ve Bursa ya giden yolların kesiştiği göbeğe(kavşağa) varmak üzere iken, şoför arkadaşa;”Bursa ya sür,orda Başsavcıya gidip çözüm isteyelim” dedim. Ahmet Zeki Okçuoğlu;”Zorlamayalım,İstanbul a dönelim, ne zaman devlet yetkilileri bizi arayıp koşulları oluşturduk, gidebilirsiniz derlerse öyle gideriz..Bursa da da linçle karşılaşmayacağımızın garantisi nedir:? Ben canımı çöpte bulmadım.Eğer bugün Bursa Başsavcılığına da gitmeye kararlıysanız, beni burada indirin.” Dedi.Bu durum karşısında; Hatice Korkut ve Osman Baydemir ise olumlu olumsuz bir tepki vermedi.Arkamızdan araçları ile bizi takip eden medya mensupları vardı,daha iylk günde avukatların kendi içerisinde tartışma ve ayrışma yaşıyormuş gibi bir görüntü vermek de doğru olmazdı. Bu nedenle İstanbul a gelmek için Yalova yoluna döndük.Yaklaşık 2-3 saat sonra Yalova da PTT nin önüne vardığımızda,Adalet Bakanlığından bir yetkili ile Osman Baydemir ile telefonda görüştü.Adalet Bakanlığından aradığını söyleyen yetkili; CMK da kanunen gözaltındaki kişi ile en fazla 3 kişinin görüşmeye gidebileceğini, ve olayın niteliği itibari ile en fazla 2 kişinin görüşmeye gitmesine izin verebileceklerini söyleyerek,25 Şubat 1999 tarihinde Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Hatice Korkut un görüşebileceğini söylüyordu.

Gerek Kürdistan şehirlerinde, ve gerekse Türkiye metropollerinde kendilerini yurtsever yada devrimci veya demokrat olarak nitelendiren avukatlar fazlaydı.Ancak Medyadaki yayınlar ve devlet yetkililerinin açıklamaları eşliğinde yükseltilen faşist hava ve provokasyon vardı. Bu neden ile Kürt avukatların çok büyük çoğunluğu korkmakta olduğundan, Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstelenmeye gelmiyorlardı. Bu korkuyu kırmak ve çok sayıda kişinin sahiplendiğini göstermek açısından da birkaç gün sonra yüz kişinin üstünde bir avukat adı Med Tv de sayılarak, bunların Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlendiği konusunda asparagas bir haber yapıldı. Ankara daki bazı Kürt avukatlar bu listeyi benim hazırlayarak haber yaptırdığımı düşünecek ve sitem edecek kadar saftı.Çünkü bu tür oldu bittiye getirme tarzları benim tarzımın dışındaydı.Bu durumun Bursa Cezaevinden tetiklendiğini düşünüyorum.

Özgür Üniversite bünyesinde çıkardığımız ve genel yayın yönetmenliğini yapmış olduğum Özgür Bilim Dergisinde 1992 yılında yayımlanan;”Değerlendirmeyen ve Aşamayan Temsilciler” başlıklı yazım nedeni ile Ankara 2 Nolu DGM de Terörle Mücadele Kanununun 7/2 maddesinde düzenlenen örgüt propagandası gerekçesi 2 yıl hapis cezası ile cezalanılmama karar verilmiş olduğundan ve bu cezanın infazı içinde bana tebligat çıkarıldığından,1994 yılında çeşitli konuşmalarım ile bir yazımdan dolayı 17 ay a yakın tutuklulukta geçirdiğimden, bu sürenin yatacağım 2 yıllık süreden mahsup edilmesi ve ayrıca ¼ oranındaki infaz indirimi olan 6 aylık süreninde indirilmesi için yaptığım başvuru kabul edilmişti.Buna karşın bakiye kalan 1-2 aylık süreyi yatıp tamamlamam açısından da,avukat olarak iş ve dosyalarımı rayına koymak açısından 3 ay süre istemiştim.1O Aralık 1999 tarihinde İnfaz Savcılığına kanunen yaptığım bu başvuru kabul edilmiş olduğundan, 2 yıllık hapisten bakiye olarak yatmam gereken 1-2 aylık süreyi 3 ay sonra, yani 1O Mart 1999 tarihinde yatmaya başlamama karar verilmişti..Ancak hükümlü durumda olmama rağmen,avukatlıktan ihraç edilmek üzere hakkımda bir soruşturma açılmadığından ve ihraç kararı da bulunmadığından,Ankara Barosuna bağlı avukat olarak avukatlığa devam ediyordum. Bu tür bir soruşturma başlatılsaydı dahi, Ankara Barosu Yönetim Kurulu ve Disiplin Kurlularının ve daha sonra Barolar Birliği ve ondan sonrada Adalet Bakanlığının avukatlıktan ihraç kararları olmaksızın avukatlık yapmamı engelleyici bir durum da yoktu.Yani Cezaevine gireceğim 1O Mart 1999 tarihine kadar diğer mahkemelerde avukatlık yaptığımdan, avukatlık yapmam önünde hukuki bir engel yoktu. Öte yandan DGM nin benim hakkımdaki kararının Yargıtay’ca onadığının tebliğinden sonra,derneğin kapatma davası ile karşı karşıya kalmaması için,başkanı olduğum Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin kayıtlarına bir istifa dilekçesi eklemiş olmamak ile birlikte,derneğe uyarı yazısı gelene kadar filen faaliyetlerime devam ediyordum.Bu nedenlerle hükümlü pozisyonunda olmam, derneğin başkanı olmam,siyasi bir kimliğimin olduğunun düşünülmesi ve Abdullah Öcalan a gözaltında kabul etirilmiş veya öncesinde ettirilip gözaltında kesinleştirilmiş işbirlikçi çizgiye karşı,herhangi bir korku ve kaygı hesabına girmeden, kendisine uyarıcı telkinlerde bulunarak,sorun yaratacağımı düşündüklerinden ilk görüşme dört kişi yerine iki kişi ile sınırlandırıldı.İkinci görüşmeye ise ben cezaevine alındıktan bir gün sonra izin verildi.Osman Baydemir inde devlet tarafından İmralı daki ilk görüşmeye gönderilmemesinin nedenin de;İnsan Hakları Derneğinin Başkan Yardımcısı olması ve kendisini de politik bir kişiliğinin varılabileceğinin düşünülmesiydi:Dört avukattan 3 kişinin görüşme hakkı varken, devletin 2 avukat ile görüşmeyi sınırlaması, ve basın mensuplarına liberal olduğu konusunda demeç veren Ahmet Zeki Okçuoğlu yanında, ideolojik politik bir temeli ve tercihi olmayan,ancak duygusal düzeyde yurtsever olan Hatice Korkut ile ilk görüşmenin sınırlanmasının nedenini budur. Ancak o gün hiçbirimiz Abdullah Öcalan nın dönüştürüldüğünü ve ideolojik-politik inkar sürecini başlatarak açıkça işbirlikçiliğe başladığını da bilebilecek durumda değildik.

22 Şubat 1999 tarihinde Med(Medya) Tv nin araması üzerine bir gün önceden el yazmalı olarak hazırladığım 5 sayfadan ibaret metin üstünden gözaltı sürecindeki bazı hukuka aykırılıkları sıralayarak, avukat olarak taleplerimize ilişkin açıklalar yaptım. Ayrıca 23 Şubat 1999 tarihinde İmralı dan gelişimizden bir gün sonra,yani 24 Şubat 1999 tarihinde de de yazılı olarak hazırladığım açıklamayı Medya ya aktardım.Açıklamalarımda özetle;Abdullah Öcalan nın en geç gözaltındaki 4. gününde avukatlar ile görüştürülmesi gerekirken,15 Şubat 1999 tarihinden beri yakalanmış olmasına rağmen, görüşmeye gitmiş 4 avukatının geri çevrildiğini,linçle karşı karşıya kaldığımızı,medyanın yaptığı haberlerde sürekli Abdullah Öcalan a hakaret edilerek kişilik haklarına saldırı yapıldığını,henüz dava açılmamış olmasına rağmen,devlet yetkililerinin idam edilmesi gerektiğini beyan ederek,bağımsız yargının oluşumunu peşinin sakatladıklarını,Hürriyet gazetesinin;”dava Nisan da ,karar ise Mayıs ta” şeklinde manşet atarak, davanın sürecinin peşinen politik kararla saptandığını,DGM lerin hukuk dışı mahkemeler olması karşısında bu mahkemede yargılama yapılamayacağını,Abdullah Öcalan na isnat edilen suçun niteliği itibari ile uluslar arası bir mahkemede yargılanması gerektiğini,yargılamanın Nazi kampı görüntüsündeki İmralı yerine Ankara da veya İstanbul da yapılması gerektiğini,İmralı da yapılacak yargılamada yargılamanın aleniyeti kuralının da ihlal edilmiş olacağını,yargılamanın aceleye getirilmeden savunmasını yapabilmesi için uygun koşullar yanında, makul bir sürenin olması gerektiğini, İmralı yerine diğer tutukluların bulunduğu bir cezaevine alınması gerektiğini,Ankara da Abdullah Öcalan ve PKK yöneticileri hakkında açılmış dava ile yeni açılacak davanın arasında fili ve hukuki irtibat bulunması nedeni ile birleştirilmeleri gerektiğini,özelilikle ilaçlı ve işkenceli sorgulama yöntemlerinin hukuken yasak olmasına rağmen bu tür yöntemlerin gözaltına alınış tarihinden itibaren kullanıldığından kuşkulandığımızı,İdam cezasının uluslararası mevzuatta yasaklanıp, Türkiye de de 14 yıldır uygulanmamasına rağmen, bütün medya kuruluşlarının yayınlarında bu çerçevede karar dahi kurulduğunu dile getirerek, bu hukuka aykırılıkların ilk etapta ortadan kaldırılmasını talep ettik Bu çerçevede el yazmalı olarak hazırladığım metnin tamamını MED Tv de okuduktan sonra, 24 Şubat 1999 tarihinde Türk Medyasına da dağıttım.

Devlet yetkilisinin 2 avukat sınırı çerçevesinde iki gün sonra,yani 25 Şubat 1999 tarihinde Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Hatice Korkut bir daha Mudanya ya gittiler ve feribot ile İmralı ya götürülerek,ilk görüşmeyi sağladılar.Ahmet Zeki Okçuoğlu dönüşte;”Abdullah Öcalan,kar maskeli adamlar içinde on dakika gibi bizimle görüştürüldü.Abdullah Öcalan bitmiş,Başbakanlık Kriz Merkezinin istemlerine göre savunmalarımı vereceğim, Avukatlığımı üstlenecekler de buna göre hareket etsin.” şeklinde konuştuğunu söylüyordu.Benim avukat olarak buna göre hareket etmeyeceğim de açıktı,deşifre edip kamuoyu önünde eleştirerek teşhir edeceğimde tartışmasızdı..Çünkü bu tür bir durumun ortaya çıkması halinde,işbirlikçiliğin aleti olmak,Kürt halkına kurulan komplonun bir parçasına dönüşmek yerine,bir aydın olarak yurtsever-devrimci sıfat ve duruşumuzun zorunlu kıldığı sorumluluğu yerine getirmek esas olacaktı.Ancak Av Ahmet Zeki Okçuğolu nun bu anlatımı bile bende Apo nun işbirlikçiliğe başladığı konusunda kesin bir düşünce yaratmadı.Apo nun, Ahmet Zeki Okçuoğlu nun söylediği şekilde işbirlikçi bir duruş ve anlayışının ortaya çıktığının kesinleştirilmesi için; ya benim içinde bulunduğum bir heyetin İmralı da görüşmeye girmesi, veya içerisinde olmasam dahi ikinci bir avukat heyetinin yapacağı bir görüşmeden sonra,söz konusu durumu ve hali ile de tavrımı belirleyip deklere etmeyi uygun buldum.Çünkü Ahmet Zeki Okçuoğlu,nu bir haftadır tanımıştım,ayrıca geçmişte defalarca Abdullah Öcalan tarafından ajan olarak ilan edilmişti.Bununla birlikte,Ahmet Zeki Okçuoğlu nun anlatımını tümden de önemsiz bulmadım.Üzerinde düşündüm.

Bu nedenle Apo nun, Kürtlere mesaj olsun diye Avrupa ya çıkış ile birlikte devletleşmeye atıf yapan cümleleri yanında, öbür taraftan;”Bizans hükümdarı Diyojen,Selçuklu Sultanı Alpaslan a yenildi,teslim oldu,bazı şartlar karşılığında da öldürülmedi,af edildi,bugün faizim çığırtkanlığı yapanlar,kendi faşizmlerini aşıp tarihlerine bakarlarsa,bu durum tarihlerinde var” şakilindeki cümlelerindeki amaçlarının Türk devletinin faşist niteliğine vurgu yapmak olmayabileceğini,aksine idam edilmemek karşılığında teslim olma mesajı olabildiğini de daha fazla düşünmeye başladım. Ortaya çıkan durum doğru ise, varolan uyuşmazlığın işbirlikçi tarza ortadan kaldırılmasını mı hedefleyecekti.?Benim; duruş, anlayış ve kişilik özeliklerim itibari ile Türk devletinin kurumlarının istemlerine göre dizayn edilip,sergilenecek oyunda figüran olmayı tercih etmeyeceğim ve muhalefet edeceğim açıktı. Ortaya çıkan durum bağımsızlık hedefini içeren PKK programına ve bir iki hafta önce yapılıp basına yansıyan PKK nin kongre kararları yanında,Apo nun;”Türkiye den Kürdistan a geldik partileştik,Ortadoğu ya çıkmakla ordulaştık ve Avrupa ya gelmekle devletleşeceğiz” söylemine de tümden aykırıydı. O zaman ikinci bir avukat heyetinin görüşmesine kadar bekleyip,Apo nun yeni heyet ile yaptığı görüşmenin durumuna göre tavrımı kamuoyuna açıklamayı esas aldım.

Ancak devlet,25 Şubat 1999 tarihinde yapılan bu ilk görüşmeden sonra, 11 Mart 1999 tarihine kadar kimseyi Abdullah Öcalan ile görüştürmedi.Benim bakiye 1-2 aylık hapis süresini yatmam için cezaevine alınacağım tarih ise; 1O Mart 1999 tarihiydi. Vekili olduğum kişilerin mağdur olmaması için duruşması olan dava dosyalarımı özetleyen birer bilgi notu, ve yaptığım tevkil vekaleti ile birlikte avukat arkadaşlarıma dağıttım.1O Mart 1999 tarihinde Ankara Kapalı Cezaevine girdim.Yani Türk devleti ilk görüşmeden sonraki görüşmeyi benim cezaevine girişimden bir gün sonra,yani 11 mart 1999 tarihinde yaptırdı. Daha sonra da 16 mart,19 Mart,23 Mart,26 Mart,2 Nisan,6 Nisan,8 Nisan,12 Nisan,15 Nisan,19 Nisan ve 22 Nisan tarihlerinde haftada bir ve düzenli olarak avukat görüşmeleri yapılmış olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. 24 O4 1999 tarihinde Abdullah Öcalan nın davasına başlandığından,bu tarihte ilk duruşması yapılmış oldu.Davası 29 O6 1999 tarihinde idam kararı ile sonuçlandırıldı. Yargıtay 9 Ceza Dairesi de 22 kasım 1999 tarihinde almış olduğu,ancak 25 Kasım 1999 tarihinde tefhim edip açıkladığı kararla, DGM nin kararını onadı.

Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine girdiğimde, Adalet Bakanlığına dilekçe göndererek,Abdullah Öcalan nın cezaevinde bulunması ve yargılamanın da cezaevinde yapılacak olması karşısında, yargılama başlamadan önce hukuki yardımda bulunmak ve avukatlığını cezaevinde yapmak açısından,İmralı cezaevine naklimin yapılması talebini içeren dilekçe yazdım.Daha sonraki süreçte 25 O4 1999 tarihli olup, daktilo yazmalı 5 sayfalık dilekçemin de,sadece başlık kısmını değiştirerek;Cezaevi Savcılığı kanalıyla hem Başbakanları Bülent Ecevit e,hem de Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel e gönderdim.Bu dilekçelerde 22 Şubat 1999 tarihinde Med Tv nin telefon ile bağlantı kurması üzerine dile getirdiğim ve 24 Şubat 1999 tarihinde de Türk Medyasına basın açıklaması olarak dağıtmış olduğum açıklamalardaki bütün hukuka aykırılıkları özetledikten sonra,gerek benim ve gerekse Abdullah Öcalan nın müdafiliğini üstlenmiş diğer avukatların karşılaştıkları hukuksuzluk ve saldırıları sıralayarak, bunların devlet politikasının ürünü olduğunu,faili meçhul olarak isimlendirilen siyasi cinayetlerin köy yakma ve boşatmaların, Kürt kırsal nüfusunu göçertmelerin de devletin resmi politikasının ürünü olduğunu,klasik faizimden farklı olarak Türk usulü faşizmin devletin yapısında ve kuruluşunda cisimleştiğini,devlette sistematik olarak cisimleşip kurumlaşan faizim ve sömürgeciliğin bütün sorunların temeli olduğunu, var olan faizim ve sömürgecilik ortadan kaldırılmaksızın sorunların çözülemeyeceğini,eğer işe faşizmlerini terk etmekle başlamayacaklarsa, Alman ya daki gibi;Hidenburg un,Gobles in,Papen nin ve Hitlerin rolünü paylaşacaklarını yazdım.

11 Mart 1999 tarihinde Abdullah Öcalan ile yapılan ikinci görüşmeye giden avukatların İstanbul da bulunmaları, ve buna karşın benim de 10 Mart 1999 tarihinden itibaren Ankara da cezaevinde bulunmam nedeni ile Av Ahmet Zekiokçuoğlu nun anlatımlarını teyit etme imkanım olmadı.Ancak 24 Nisan 1999 tarihinde Abdullah Öcalan nın davasının ilk duruşması yapıldıktan bir iki gün sonra,Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine el yazmalı olup, 3 sayfadan oluşan bir metin geldi. Çeşitli konularda alt alta sıralanmış cümleler ve saptamalardan oluşan bu metinin,Apo nun yazdıktan sonra Mahkemeye sunacağı savunmasının mahiyetini yansıtan temel başlıkları oluşturduğu söylenmekteydi.Aynı zamanda bu üç sayfalık metnin,diğer cezaevlerine de dağıtıldığı söylenmekteydi.Metini okuduğumda, Kemalist Devletin kabul ve referansları ile istemlerine uygun olan saptamalar ile cezaevindeki Kürtleri sürece alıştırma seansı çekildiği sonucuna vardım.”Devrim yolu ile gelişme bitmiştir,evrim yolu ile gelişme esastır” gibi çeşitli başlıklardan oluşan bu metnin cezaevlerine dağıtılmasından sonraki süreçte de gelen bu metinin de aşağısına düşmek kaydı ile savunmasını verdi. Abdullah Öcalan nın cezaevlerine dağıttırdığı el yazmalı ve üç sayfadan oluşup,ilerde mahkemeye vereceği yazılı savunmasının mahiyetini gösteren başlıklardan oluşan metni okuduktan sonra,sekiz daktilo sayfasına yazılı bir mektup yazarak,hem saptamalarının ideolojik politik açıdan eleştirisini yaptım,hem de Drayfus gibi yakalandıktan sonra,uzlaşma ve işbirlikçilik tavrına gitmesi yerine,Fidel Kastro gibi ;”Tarih beni berat ettirecektir” duruşu üstünden kesin kopuş tavrına giderek,Kürtlerin siyasal taleplerini ortaya koyması gerektiğini yazdım.Ankara daki Ulucanlar Kapalı Cezaevindeki kimi PKK üyeleri açısından,bir anlamda kendilerine tanrı yaptıkları Abdullah Öcalan nın eleştirilmesine cüret edilmesini ve üstelik kendisine perspektif verir rolünü üstlenmeye başlamamı tuhaf buluyorlardı. Bense ideolojik-politik inkara gitmiş birini sorgulamaya gitmemeleri karşısında onları tuhaf bulmaktaydım.Abdullah Öcalan nın eline geçen her hangi bir kitabı özetleyip, Kürtlerin bağlamına indirme yüzeyselliği dışında bir ideolojik derinliği olmadığı, ve üstelik korkaklığı ve teslimiyetçiliği ile bir ülke ve halkın haklarını, kişisel olarak yaşam şartlarına kurban ettiği açıklığa kavuşuyordu.Yurtsever devrimci bir aydının açığa çıkmaya başlayan bu durum karşısındaki görev ve sorumluluğu neyse onu yapmaya çalıştım.Söz konusu mektubu Ankara da iken iadeli taahhütlü olarak gönderdim,bir süre sonra Çankırı E Tipi Cezaevine nakil olduğumda cevap yazması halinde bana ulaşabilmesi için Çankırı Cezaevinden iadeli taahhütlü olarak bir daha gönderdim.Yurtsever devrimci bir aydının sorumluluğunu yerine getirdim.Bana dönen iadeli taahhütlü kartında;İmralı Cezaevi müdürlüğünün görüldü kaşesi ile yazmalı olarak Abdullah Öcalan adı altında da imzası vardır. Yani Abdullah Öcalan 8 sayfadan ibaret eleştiri ve uyarı mektubumu almış görünmektedir.Abdullah Öcalan nın saplandığı Kemalist ideolojik-politik çöplükten yüzde bir de olsa çıkabilme ihtimalini düşünerek, söz konusu yazım ile eleştirerek uyarmaya ve güç vermeye de çalıştım.Küçücük bir ihtimal de olsa,belki son anda hazırlayacağı savunmasında bir değişikliğe gidebilirdi.Tabi bu tutumum ile tavrımın ne olduğunu da açıkça ortaya koymuş oldum.Bu iadeli taahhütlü mektubumdan sonrada söz konusu işbirlikçi ideolojik politik çizgisini aralıksız olarak eleştirerek, 12 yıldır karşı durdum.

Hiçbir dönemde PKK nin örgütsel ve hiyerarşik yapısına dahil olmadım.Dahil olmak istemememin nedeni;1994 Yılında Diyarbakır E Tipi Cezaevinde ve Çankırı E Tipi Cezaevinde PKK koğuşlarında bulunduğum sırada ve önceki tarihlerde bazı konularda yaptığım eleştirilerdi.Koğuşlarda bulunan broşürlerinde diğer Kürt örgütlerinin tümüne yakınına karşı yaptıkları silahlı saldırıları(birakuji pratiklerini) haklı görmeleri ve ulusal bağımsızlıkçı bir çizgileri bulunan söz konusu diğer örgütlerin bütününü ajan işbirlikçi sıfatları ile damgalamış olmalarıydı.Eleştirdiğim diğer bir husus PKK de ideolojik ve teorik birikim ve derinliği olan herkesin “ajan,hain,prövaktor,işbirlikçi” gibi sıfatlarla damgalanarak,sistematik tarzda kadro kıyım ve tasfiyesinin yapılmış olması yanında, aynı anlayışın devam etmesiydi.Elbette her örgüte ajanlar sızar,her örgütte sonradan ajan işbirlikçi röle geçmeyi tercih edenlerde olur. Hatta mücadeleye ve kendisine inancını yitirip, başka bir hayata atlamak için gerekçe oluşturmak için,kirli gerçeklerinin yerine,uydurmadan ibaret başka gerekçeler koymaya çalışarak kopmaya gideceklerde olur.Tabi ki bu durumları ispat edilenlerin,örgüt mantığı gereğince cezalandırılmaları gerekecektir.Ancak APO nun ürettiği ajan sayısı o kadar çoktu ki,gerçek ajanlar bile o sayılar içerisinde kayboluyordu.En önemlisi örgüt işleyişinde kongrelerde bile demokrasi olmadığı anlaşılıyordu.Bu nedenle bir örgüt adına tek kişi düşünüyordu.Örgüt dışında da Kürtlerde düşünce çeşitliliğine tahammülleri yoktu,ideolojik açıdan kendilerine güvensizdiler.Bu durumlarda Kürdistan da modernizasyon ve rönesansın gerçekleşmesine engeldi.Öte yandan her şey Apo ya kült oluşturmak ve kişi kültünü büyütürken,ülke olarak Kürdistan ı,Kürdistan ulusunu,bağımsızlık hedefini ve partilerinin kongre ile kurumlaşmasını ifade eden tüzel kişiliğini silip hiçleştirmeye gidiyordu.Bu sistem çerçevesinde de kadro yerine,koşullandırılmış,hiçleştirilmiş,korkuları ile iradesizleştirilmiş,yahut müride dönüştürülmüş kişilik şekillenmesi gerçekleşmekteydi.Bu hususlarda Abdullah Öcalan ve PKK sini açık eleştiriyordum.Bu hususlar dışında ise,hiç eleştirmiyordum.Benim ulusal bağımsızlıkçı bir çizgim vardı,ve PKK nin ulusal bağımsızlıkçı çizgisi ve radikal mücadelesini de kendime paralel buluyordum.Ancak gelinen aşamada( 1999 yılında) Apo nun işbirlikçiliği ortaya çıktığından,kendisine 8 sayfadan ibaret eleştiri ve uyarı yazımı gönderdikten sonra,birkaç husustaki eleştirilerimin ötesine geçerek, tümde red ettiğimi deklere ettim.PKK yi red edip etmememin de,Apo nun devletin direktifleri çerçevesinde seslendirmeye başladığı demokratik cumhuriyetçilik adlı ideolojik politik çizgiyi,duruşunu ve kendisini red edip etmeyeceğine bağladım.PKK bir süre sonra Apo nun istemine uygun olarak, yeni yapılmış kongresinin kararlarını iptali için yeni kongre yapmaya hazırlanarak,kongre karalarını ortadan kaldırdı,programını inkara giderek işbirlikçi demokratik cumhuriyetçilik çizgisi temelinde yeni bir programı strateji olarak kararlaştırdığını ortaya koydu.İki hafta içinde dünyanın koşulları,güç dengeleri,Ortadoğu ve Kürdistan nın koşulları değişmemişti.Değişen tek şey Apo nun cezaevine alınmış olması ile Türk devletinin istem ve ihtiyaçlarını yerine getirmekti.Fakat PKK de Apo nun kişisel koşullarının değişmesi dünyanın bölgenin ve ülkemiz Kürdistan nın koşullarının da değişmesi kabul edildiğinden,tutsak durumda olan bir kişinin sözü ile kongre karalarını ve programını red edebilecek bir yapılanma olduğundan,Apo nun tek özne ve diğerlerinin tümünün ise, nesne olduğunu ortaya koymaktaydı.Bu durum PKK nin çağdaş bir örgüt olmadığını,şeyh-tarikat-mürit yapılanması içresinde bulunduğunu göstermekteydi.Apo,keyfi olarak parti programına, bir iki hafta önce yapılmış kongrenin kararlarına ve hata birkaç hafta öncesinde;”Avrupa ya çıkmak ile devletleşeceğiz” söylemine aykırı düşüp,sömürgeci devletin bütün referanslarının düdüğüne dönüşmesine rağmen,bu duruma inanmayan kadrolar dahi tek bir söz söylemeye cesaret edemiyordu.Apo nun bu olgulara rağmen,artık her kavramının önüne demokratik kelimesini ekleyerek,altı aylık periyotlar ile oyalamak amaçlı olarak demokratik cumhuriyet,demokratik komala sistemi,demokratik özerklik,demokratik konfederalizim,demokratik ekolojik sistem gibi birleşik kavramlar üretmesi ise,esasen demokratik değerleri taşımamanın yol açtığı bir kompleks ve kamuflajdı.Bu kavramlarını her zaman demokratik soğan,demokratik domates,demokratik patates,demokratik kabak,demokratik pırasa şeklinde okuyup algıladım.Sebze isimlerinin önüne nasıl ki demokrasi ve demokratik kelimesi eklenmek ile demokratik bir sebzenin muhtevası olmayacaksa,aynı şekilde Apo nun işbirlikçiliğini süsleyip kamufle etmek için kullandığı demokratik kelimeleri de işbirlikçiliği dışında bir şey ifade etmez.Bu kavramlar altında anlatılan saçmalıkların ortak yanı ise;sömürgeci Türk Fars ve Arap devletleri yerli yerinede kalırken, Kürdistan ulusuna siyasal iktidarın yasaklanması,sorunun ulus sorunu olmadığının savlanması,kolektif siyasal hak talebinin olmadığının söylenmesi,Kürdistan nın satışa çıkarılarak ulus sorunun toprağa bağlı olmadığının ve bir toprak sorunlarının bulunmadığının sayıklanmaya başlanmasıydı.Bunlar sömürgeci devletlerin statüko ve referansları ile istemlerine uygun düşmekteydi.Bu nedenle de söz konusu saçma sapan ve uşak söylemler yüceltilirken,esas değerlerimiz olan ülke-ulus-bağımsızlık(siyasal iktidar) ise red edilmeye başlandı.Sonuç olarak devlet ile Apo nun İmralı daki istemine göre,jet hızı ile yeni bir kongre yapıldığından ve PKK ideolojik Politik çizgi olarak yozlaşmayı tercih ettiğinden,bu örgütü de tümden red ettim.Apo ve demokratik cumhuriyetçi PKK sini red tavrımı da hiçbir zaman örtük olarak ortaya koymadım.Cezaevinde ve PKK nin koğuşunda ortaya koyduğum red tavrımı, 1999 yılının Mayıs ayının başından itibaren her yazımda ve her konuşmamda açıkça sürdürdüm.Apo nun PKK deki sistemi ve demokratik cumhuriyetçilik ideolojik politik çizgisinin eleştirisi mahiyetinde,çeşitli yıl ve tarihlerde yazdığım makalem www.kurdistana-bakur.com sitesinde toplu olarak asıldır,isteyen okuyucular bu yazılarımı da okuyup değerlendirebilirler.Ayrıca,www.gelawej.net,www.rizgari.org,www.kurdistanaktuel.org,www.nasname.com… gibi sitelerde de yayımlanan bazı yazılarım vardır.

Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde çeşitli yerlere dilekçe ve Abdullah Öcalan a iadeli taahhütlü mektup göndermemden sonra,koğuşumuzun temsilcisi Nevzat Özgen, Cezaevi Savcısının tanışmak ve konuşmak için koğuşa gelip bir çay içmek istediğini söyledi.Cezaevi Savcısı ile koğuşun havalandırmasında birkaç kişi ile birlikte oturduk.Savcı birkaç cümle havadan sudan ve hukukçuluk mesleğinden konuşup merak ettiklerini sorduktan sonra, sadede gelerek,aslında geliş amacını ifade eden sözü de söyledi.Savcı;”Bu şekilde her yere dilekçe ve mektup yazarsan, bir daha zor cezaevinden çıkarsın,rahat dur. Rahat durursan, yazdığın kitap nedeni ile yeni kesinleşen 1 yıllık hapis cezası belki 3 ay ertelenebilir ve tahliye oyabilirsin.” dedi Ben de cevaben;”Ben her zaman kendim gibi hareket ederim,istediğim yere, istediğimi yazmaya devam edeceğim,gerisi önemli değildir.” Dedim. Savcı kalkıp gitti. En geç 1O mayıs 1999 tarihinde tahliye olacaktım. Ancak,”Kürdistanlı Filozof Ehmede Xani” adlı kitabım nedeni ile Ankara 1 Nolu DGM nin hüküm etiği 1 yıllık hapis cezasına ilişkin dosya da onanmış ve cezaevi savcısı olan bu diyalogumuzdan sonra da infaza sokulduğundan, cezaevinde kalma sürem uzamış oldu. Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde ya tutuklu durumda bulunanlar, yada sağlık sorunu nedeni ile diğer cezaevlerinden gelenler bulunmaktaydı.Benim gibi hükümlü pozisyonunda olanlar hükümlü cezaevlerinden birine nakil edilmekteydi.Ben de; hem Ankara ya yakın olması, hem de 1994 yılında da aynı cezaevinde yatmış olmam nedeni ile Çankırı E Tipi Cezaevine nakil olmayı tercih ettim.

Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde bulunduğum sırda, Ankara 2 Nolu DGM nin ;”Değerlendirmeyen ve Aşamayan Temsilciler” başlıklı yazım nedeni ile hüküm ettiği hapis cezasının infazı yapılmış, ve Adalet Bakanlığının gizili ibareli olarak Ankara Barosu Başkanlığına gönderdiği yazıda;aldığım hüküm gerekçe gösterilerek; Avukatlık Kanunun 5/a maddesi gereğince, avukatlıktan ihracıma ve avukatlık ruhsatımın da başka bir Baro ya bir daha kayıt olmamak üzere iptaline karar verilmesini,bu çerçevede Baro nun soruşturma başlatıp gereğini ivedilik ile yapılmaması halinde ise,bizzat Bakanlık olarak söz konusu kararı alacaklarını bildirmişlerdi.Ankara Barosu da emir kulu olarak bana ifade almak için gelecekleri günü tebliğ dahi ettirmeksizin bir soruşturmacı avukatı cezaevinde savunma ve ifademi almak üzere göndererek, süreci hızlandırma görevini yerine getirdi. Kişilerin düşünceleri nedeni ile DGM gibi hukuk dışı bir mahkemenin verdiği politik bir karar ile cezalandırılmasının,uluslararası hukuk kriterlerine aykırı olduğunu,bu sebeple de Disiplin Kuruluna sevk ve avukatlıktan ihraç nedeni yapılamayacağını ileri sürdüysek de,Ankara Barosu Yönetim Kurulu tarafından jet hızıyla Disiplin Kuruluna sevkime karar verildi.Nede olsa emir yüksek yerden gelmişti.Disiplin Kurulu tarafından da avukatlıktan ihracıma ve avukatlık ruhsatımın süresiz iptaline karar verildi.Bu karara avukatımın itiraz etmesi üzerine de, Barolar Birliği kararın hukuka uygun olduğuna karar vererek onadı.Daha sonra Adalet Bakanlığı da aynı kararı onadı.Bu yolla 1994 yılında kamu haklarından yasaklanırken,1999 yılında ikinci kez avukatlık yapma imkanım elimden alındı.

Daha önce Abdullah Öcalan ile müdafi olarak özdeşleşmekten hiçbir sıkıntı duymuyordum.Ancak ortaya çıkan işbirlikçi duruş ve anlayışı karşısında ise, kendisinden utanç duymaya başladım.İşbirlikçilik olarak nitelendirdiğim anlayışı nedeni ile de,bazı kişilerin artık söz arasında olsa, “Apo nun Avukatı” demesinden de rahatsızlık duymaya başladım.Aslında Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstleneceğimi daha Ankara da deklere etmiş olduğumdan,avukatlığını ilk üstelenen kişiydim.Ancak işbirlikçiliği ve ideolojik politik inkarı ortayı çıkınca da;avukatlığından ilk ayrılan,ilk eleştiren ve ilk red eden avukat oldum.Beni Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenmeye götüren tek şey; yurtsever devrimci duruşum anlayışım ve aydın sorumluluğumdu.Ancak Apo nun işbirlikçi bir duruş ve anlayışı temsil etiğinin ortaya çıkması karşısında ise,yine yurtsever devrimci anlayışmı,duruşumu ve sıfatımı kirletmemek,öte yandan işbirlikçi bir çizginin unsur ve aletlerinden olmamak açısından da avukatlığından ilk çekilen ve eleştiren kişi oldum.Benim için önemli olan kişinin kendi iç dünyası, değer yargı sistemi ve inançları ile tutarlı kalabilmesiydi.Koşullar ne olursa olsun;değer yargı sistemlerini,çizgi bağımsızlıklarını ve hareket özgürlüklerini korumayan kişiler çöplüğe dönüşür.Toplumumuzda çok büyük çoğunluğu oluşturan siyasetçi ve aydın tiplemeler gibi;Apo nun arkasındaki PKK nin ve devletlerinin gerek fiziki saldırı ihtimallerini, ve gerekse de yalan ve iftiralara dayalı dedikoduları üreterek geliştirecekleri manevi saldırıları(kişilik saldırıları) korku dehlizi sayarak,suskun kalmayı siyasi namussuzluk saydım.Söz konusu olan;ülkemiz Kürdistan,ulusumuz Kürdistan ulusu ve bağımsızlık çizgisi ise;istisnasız herkese karşın, geriye kalan her şey bir detaydır.

İlk etapta faizim ve ırkçılığın Tük medyasında ve devlet yetiklilerinin demeçlerinde tavan yapması nedeni ile Kürt avukatlar Apo nun avukatlığını üstlenmekten kaçınırken,Türk kamuoyunun gazı alınıp boşaltıldıktan sonra ve Apo da dışarıya gönderdiği her demecinde, Türk devletin resmi ideolojik-politik çizgisini temsil edercesine Kemalistleştiğini ilan ettikten sonra,ortam yumuşamıştı. 25 Şubat 1999 tarihinde yapılan ilk avukat görüşmesinden sonra, 11 Mart 1999 tarihinde ikinci avukat görüşmesine izin verildi.Bu tarihten sonra da davanın İmralı da karara bağlanmasına kadar her hafta düzenli olarak devlet tarafından feribot tedarik edilerek, avukat görüşü sağlandı.Her hafta da asgari bir sata yakın veya daha fazla bir sürede avukat görüşmeleri yaptırıldı. Ortam bu çerçevede yumuşayınca, Apo nun avukatlığını üstlenmekten kaçınan veya korkanlar hızla avukatlığını üstlenmeye yanaşmaya başladı.Devletin ideolojik politik kabul ve referansları Apo ya kabul ettirilmiş olduğundan, her hafta kendisinin ağzından özelde PKK ye, ve genelde de Kürtlere şırınga edilmesi için düzenli olarak avukatlar üstünden dışarıya demeç vermesi sağlanıyordu.Avukatlığından ayrılmayanlar kişiler ise, Apo yu kendisine getirmek için sarsıcı eleştiriler yapmak yerine,işbirlikçiliğin birer unsuru durumuna gelmişti.Kimi avukatlar Apo nun avukatlığından ayrılınca ve bakiye de kalanlardan bir bölümü de Apo nun vekaletini belediye başkanı veya milletvekili olmada kullanıp filen avukatlığı bırakınca,işi; hukuk fakültelerinden yeni mezun olmuş, ideolojik-politik ve mesleki olgunlaşması olmayan genç avukatlar ile idare etmeye başladılar. Bu durumdaki avukatlar sorgulamadığından, yada devletin resmi ideolojisi ile bir sorunları bulunmadığından her zaman için kullanılabilme özeliliği göstermektedir.Apo nun avukatlığına ilişkin vekaletname ve hatta yetki belgeleri sadece milletvekili ve belediye başkanı olmada kullanılmadı,aynı zamanda o çevreden dava alıp palazlanmada da kullanıldı.Belediyeler, yeme özeline sahip tipler için bir yem deposuna dönüşmüştür.Apo nun vekaletnamesinden kötü bir reçelin dahi çıkmayacağı açık olmasaydı,kuşkusuz kimleri reçel yapımında dahi kullanabilirdi. Ne de olsa her ideolojik-politik çizgi, aynı zamanda bir insan tip ve kişiliğine de tekabül eder. Demokratik Cumhuriyetçilik çizgisi ile “ne verebilirim çizgisi” tümden öldürülmüş, ve yerinede en kaçkın ve en düşkünlerin;”ne alabilirim, ne yiyebilirim çizgisi” revaçtaki hat haline gelmişti.Artık gün; sömürgeci devlete paralel düşünen, ve yakın olanların günü olmaya başlamıştı.

Benim Abdullah Öcalan nın avukatlığından çekilip eleştirmemden sonra,Av Ahmet Zeki Okçuoğlu çekildi. Daha sonra Abdullah Öcalan nın avukatlığından çekildiğini deklere ederek,”Abdullah Öcalan ve devlet arasında bir uyuşmazlık olmadığından avukatlığa da gerek yoktu, bu nedenle çekildim.” dedi Av. Ahmet Zeki Okçuoğlu nun ilk yapılan avukat görüşmesinden sonra;;”Apo bitmiş,Başbakanlık Eşgüdüm Merkezinin istemi çerçevesinde savunma yapacağım,avukatım olacaklarda buna göre savunmalarını yapsın” dediğini aktarmasına rağmen,uzunca süre Abdullah Öcalan nın avukatlığına devam etmesine ise anlam veremedim.Ortam yumuşayınca Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstelenen kişilerden biri de Av Hasip Kaplan dı.Hasip Kaplan, bütün Kürt avukatlar içerisinde Kürdistan i algılayıştan en uzak, en reformist ve en oportünist tiplerden biridir.Apo buna rağmen söz konusu avukatın(Hasip Kaplan nın) yaptığı savunmayı dahi aşrı bulduğundan,ilgili avukatın yaptığı savunmaya katılmadığını beyan etti. Bunun üzerine, Av Hasip Kaplan da ,Apo nun avukatlığından çekildiğini deklere etti. Ancak Hasip Kaplan daha sonraki süreçte milletvekili koltuğunu kapabilmek için sisteme tekrar geri döndü.Av Ercan Kanar da sonradan Apo nun avukatlığını üstelenen kişilerden biriydi, ve vakiliğinden çekildiğini deklere etti.Buna karşın Abdullah Öcalan nın avukatlığını üstlenen ilk grupta bizimle birlikte yer alan Av Mükrime Tepe de İmralı daki şahsın avukatlığından çekildi.Yine Apo nun avukatlığını üstlenmiş ilk avukat grubunda yer alan Av Ümmihan Yaşar ın ise,kendisi ile görüşmeye gittiği İmralı daki Apo nun;”Benim doğum günüm kutlanırsa nasıl olur?” şeklindeki sorusuna;”Ortadoğu daki liderlerin tamamı neden Saddam a veya Hafız Esad a benzemeye çalışır” şeklindeki eleştiriel yaklaşımı karşısında,Apo nun hoşnutsuz kaldığı söylenmektedir.Bu nedenle de:;”Bu defa avukatlar olarak çok zayıf gelmişsiniz” diyerek, Av Ümihan Yaşar ı artık istemediğini yansıttığı ileri sürülmektedir.Bu avukatlar dışında,Apo nun avukatlığını bırakan başka avukatlarda olmakla birlikte,onlar herhangi bir açıklama yapmadan sessizce köşelerine çekilmeyi tercih etmiştir.Ancak Apo nun müridi olan Demokratik Cumhuriyetçiler,bazı avukatların Apo nun avukatlığını bırakmasını hazım edememekte ve bir anlamda kendi Apo larının aşağılanma sebebi gibi düşündüklerinden ya bu durumları örtbas etmekteler, yada gerçeği kendi yalanları üstünden çarpıtarak farklı sunmaktadırlar..Bu işbirlikçilere göre,estağfurullah Apo nun avukatlığından kim çekilebilir ki,kim çekilmiş ki? Nitekim bir süre sonra, Apo nun her sözünü talimat olarak bellemeye alışmış PKK ,doğum gününü Kürt halkına kutlatmak için çalışmaya başladı.Kürt halkının iktidar istemini aşağılayan,iktidarı gericilik olarak ilan edip yasaklamaya çalışan Apo,kendi kişisel iktidarını,kült oluşturma ve büyütme ve ayakta tutma çalışmalarını ise, büyük bir ihtiras ile İmralı daki koşullarda dahi sürdürmektedir.PKK dışında bütün Kürt örgütlerine silahlı saldırı yaptıran ve PKK içinde de alternatifleri ve kadroları tüketmek için merkez komitedeki kadroların önemli bir bölümünü dahi “ajan ve hain” ilan ederek öldürten, yada kaçırtan Apo değimlidir?Apo,İmralı dan PKK lilere,Hasan Sabah ın askerleri gibi kendisine feda edebilmelerini salık verirken,doğum gününü bir patiye ve halka kutlamayı önerirken,tutuklu olduğu koşullarda dahi örgütün bir iki hafta önce yaptığı kongre kararlarını ve programını değiştirtirken,her hafta yeni talimatlar ile politikalarını saptarken,manevi lider olmayı red ederken,en büyük ihtirasla iktidar tutkunu olduğunu ispatlamıyor mu? Kürtlerin iktidar istemi ise,sömürgeci devletlerin kırmızı çizgisi ve yasağı olduğundan,Apo nun ağzına da Kürtlerin iktidar isteminin gerici olduğu pelesenk edilmiştir.APO kişisel iktidarı için çırpınırken,Kürdistan ulusunun kendi kendisini bağımsız yönetme ve kurumsallaşarak uluslararası kurumlarda özne olmasına yol açacak iktidar olgusunu gerici ilan etmesinin nedeni budur.

Çankırı E Tipi Cezaevine nakil olduğumda da,Abdullah Öcalan ın duruşunu, ve seslendirdiği işbirlikçi söylemlerini kabul etmediğimi,Kemalist ordunun kabul ve referanslarına uygun olarak konuşturulduğunu,devlete karşı hiçbir iradesinin bulunmadığını otaya koydum.Çankırı E Tipi cezaevinde Türk solunun bir koğuşu,buna karşın bağımsızların koğuşu bir koğuşu ile PKK davalarından yargılanan kişilerin de 5 koğuşu bulunmaktaydı.PKK davasından hükümlü olarak bulunanların mevcudu 15O kişinin üstündeydi.İstendiğinde,5 koğuşu bir tek koğuşta toplayarak görüşebilmekteydiler.Bu nedenle Apo nun yeni söylemlerini değerlendirmek üzere,bir koğuşta toplantı düzeni yapılmıştı..Toplantıyı yönetmek üzere de PKK ye 198O darbesinden önce katılmış kişilerden olan Davut Utkun,Divan da duruyordu.Davut Utkun,Öcalan nın Türkiye ye getirilmesinden sonra ortaya koyduğu yeni görüşleri tartışmak için toplantı yaptıklarını belirterek,Apo nun yeni görüşlerine katılma veya katılmama yönünde düşüncelerini oluşturmuş arkadaşlardan değerlendirmelerini sunmalarını beklediklerini söyledi.Toplantıda bulunan kişilere hitaben;”Başkan Apo nun görüşlerine katılma yönünde görüş ifade etmek isteyen arkadaşlar buyursun.” Dedi.Ancak Apo nun İmralı da ortaya çakın görüşlerinden yana ve katılım yönünde hiç kimse elini kaldırmadı.Çünkü PKK Başkanlık konseyindekiler henüz Apo nun, devletin kabul ve referanslarına göre dile getirdiği görüşleri kabul edip etmediğini netleştirmemişti.Daha önemlisi koğuştakiler bağımsız bir Kürdistan kurmak üzere dağa çağrılmış olduğundan,bu değer yargı sistemi içerisinde de yılarca düşünerek açılık ve bin bir türlü zorluk içinde ağır bir emek ve bedel sürecinden geçerek zindana geldiklerinden ortaya çıkan söylemleri sindirmeleri de mümkün değildi.Bu defa Davut Utkun;”Peki, Başkan Apo nun görüşlerini eleştirmek üzere söz almak isteyeler buyursun.” Dedi.Apo nun işbirlikçi görüşlerinin eleştirisini yapmak için sadece bir kişinin eli havadaydı, ve sadece bir kişi söz istiyordu.Yani sadece benim elim havadaydı ve eleştirisini yapmak üzere söz istiyordum.Havalandırma da volta atarken,yanıma gelip;”Ben de Demokratik Cumhuriyet Çizgisine katılmıyorum” diyip, ancak ikinci ve üçüncü kişilerin yanında bu yaklaşımını dışa vurmayan kişiler bile söz istemiyordu.Çünkü havalandırmada bulunanlar;Apo nun ortaya attığı görüşlerin PKK tarafından red edilmemesi halinde,söyleyecekleri cümlelerden dolayı suçlanacaklarını,konumlarının alınacağını,ve hatta teşhir edilebileceklerini biliyorlardı.Kendilerini kuşatan Apocu sistemi biliyorlardı.Kısacası bir kişinin örgütün programına,bir iki hafta önce kendi istemine de uygun olarak alınmış kongre kararlarına ve hatta “Avrupa ya çıkmakla devletleşeceğiz” nutkuna rağmen,keyfi olarak söyleyebileceği tam tersi bir düşüncenin dahi,örgütlerinde kabul görme ihtimalinin yüksek olduğunu biliyorlardı.Yani kişisel korku ve kaygılar konuşturmuyordu.İç demokrasiyi tüketen ve kadro yerine koşullandırılmış ve şartlandırılmış insan yaratan sistem zorluyordu.Kimisi ise zaten mürit durumundaydı, ve her mürit gibi,şeyhlerinin en sapkın girişimlerinde bile bir hikmet olabileceğini düşünebilecekti.PKK nin program ve kongre karalarına tümden aykırı söylemlerine rağmen,Apo nun görüşlerini eleştirir, yada destekler mahiyette hiç kimsenin söz alamaması, demokrasinin yokluğu açısından trajik ve açınacak bir tabloyu ortaya koyuyordu.Davut Utkun,görüşlerimi biliyordu,bir eleştiri nutku atmam halinde,ilerde buna zemin sunmak ile de suçlanması mümkündü.Davut Utkun;”Arkadaşların olumlu yada olumsuz değerlendirme yapmak için hazır olmadıkları anlaşılıyor,henüz yoğunlaşmadıkları anlaşılıyor.Sadece Medeni Arkadaş söz istiyor,bir arkadaşın değerlendirmeleri ile toplantı olmaz. Zaten Medeni arkadaş sözü alsa, tek başına uzun uzun konuşacaktır. Bu toplantıyı daha sonraki süreçte yapalım” diyerek,bir refleks ile toplantıyı ilerde yapma adına” erteleyelim” dedi. Ancak tahliye olduğum 3 Eylül 1999 tarihine kadar söz konusu husus ile ilgili toplantı yapılmadı.Bir süre sonra ise,Apo Başkanlık konseyinden kimi kişiler ile teflon ile görüştürülmüş olmalı ki,artık söylemelinin ilaç,işkence yada zorlama nedeni ile değil,bir anlaşma üzerene ve kendi tercihi ile yaptığı kabul edildiğinden,bütün cezaevlerine talimat dağıldı. Artık davası usulen bozulan ve talimat ile ifadesi alınmak üzere, Adliye ye çağrılan kişilere bile duruşmada;”Yaşasın Demokratik Cumhuriyet” demeleri emir ediliyordu.PKK yapısındaki kişiler inanmadıkları ve hatta ne olduğunu bilmedikleri bu çizgiye;”Talimattır heval” zorunluluğu altında,”biji-yaşasın” çekip geliyordu.Apo nun PKK de cisimleştiği görülen şeyh-tarikat –mürit sistemi içerisindeki en iyi mürit;Şeyhi bütün kural ve kaideleri yerle bir ettiğinde dahi;”Şeyhin yaptığında anlamadığımız bir keramet vardır,şeyh ne yaparsa ve ne söylerse yeridir” algılayışında olanlar açısından düşünmeye bile gerek yoktu.Sistem geçeğince Apo ne derse desin ve beş dakika ara ile söylemleri birbirine tümden ters düştüğünde dahi,görev son söyleneni tekrar etmekti.Ancak mürit rolü oynamak ile birlikte mürit olmayı başaramayan ve kafasında bazı soruları sormadan edemeyen tiplerde vardı ki;bunlar iki dinli ,iki ruhlu ,iki kişilikli bir biçimlenme sürecinden geçmek zorunda kalıyordu.Çünkü bir taraftan uğruna dağa çıkıp bedel ödedikleri bağımsızlıkçı düşünce ve inançları vardı,bir taraftan da hiç inanmasalar dahi, bunu dile dahi getirme imkanı vermeyen örgütsel iç sistem vardı.Sonuç itibari ile değer yargı sistemi,çizgi bağımsızlığı ve hareket özgürlüğü çöktü,laçka bir yapı ortaya çıkmaya başladı.

Apo nun davası Şeyh Sait in idam edildiği tarihin yıl dönümü olan 29 Haziran da sonuçlandırılmıştı. Demirel tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söylüyordu Dosya temyiz edilmiş ve Yargıtay 9 Ceza Dairesine gitmişti.Sömürgeci Türk devletinin cezaevlerinin de düşüncelerinden dolayı zindanlar alınmış kişilerin ve Avrupa Konseyi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin baskısı karşısında,düşünce suçlusu olarak tabir edilen kişiler yönünden bir tür af niteliği taşıyan Basın Davalarının İnfazını Erteleme Yasası çıkarıldı.Bu yasa çerçevesinde benim davalarım yönünden de infaz ertelendiğinden,3 Eylül 1999 tarihinde tahliyem geldi.PKK koğuşunda tahliyesi gelen her kişi için, koğuştakilerin bütünü bir sıra dahilinde dizilerek, uğurlama töreni yapardı.Tahliye olan herkes de birkaç cümlelik konuşma yaparak sloganlarını sıralar ve herkes ile tokalaşarak,alkışlar içinde çıkardı.Demokratik Cumhuriyetçi PKK lilerden tahliye olanlar kanıksanan gelenekleri olduğu üzere;”Yaşasın Apo,Yaşasın PKK ve Yaşasın ARGK “ diyerek slogan atarlardı.Tahliyem geldiğinde de aynı töreni yaptılar.Koğuştaki bütün arkadaşlar ile havalandırmada tek tek tokalaşarak vedalaştık.Konuşmamda;Demokratik Cumhuriyetçilik, Kemalist devletin kabul ve istemelerine göre oluşturulmuş bir çizgidir,bu çizgiyi kabul etmiyorum,red ediyorum,Kürdistan da bağımsızlıkçı çizgi dışında yurtsever ve devrimci bir çizgi yoktur,Yaşasın Kürdistan,Yaşasın Kürdistan Ulusu ve Yaşasın Bağımsızlık” diyerek farklı olan sloganlarım ile bitirdim.Çünkü lider hangi konum ve durumda olursa olsun,ülkenin,ulusun ve temel nihai hedef olan bağımsızlık amacının üzerine çıkarılamazdı Hatta parti tüzel kişiliğinin üstüne çıkarılması dahi düşünülmemesi gerekirdi.Oysa Apo PKK de bu değerleri kendi kültünü şişire şişire hiçleştirmişti.Bu da ulusal bilincin gelişmesine değil, kirlenmesine yol açmaktaydı.Lider ulus,ülke bağımsız iktidar ve parti tüzel kişiliğinden sonra ve üstelik bu değerlere hizmeti esas aldığı sürece bir anlam ifade ederdi. Liderler bu değerlerin önüne geçirilemez.Bu değerler lider ve birey için tahrip edilemez,tersine liderler lider olabildikleri ölçüde kendilerini bu değerleri için feda edebilenlerdir.Üstelik mevcut durumda birkaç hafta önce söylediği cümlelere,kongre kararlarına ve örgütünün programına dahi tümden aykırı düşerek,işbirlikçilik faaliyetine açıkça başlamış bir kişinin sloganını atmak ise, beynini yeme faaliyetiydi. Yurtsever Devrimci noktada durmuş olmak kaydı ile aynı örgüttekilerin liderlerini sloganlaştırması gerektiğinde dahi;Ülke, ulus, bağımsızlık değerleri ile Parti yi sloganlaştırdıktan sonra olabilirdi.Ülke ulus ve bağımsızlık değerlerini sloganize etmek,bir ulus projesi ile paradigmasının,ulusal bilinç ile iradenin bir yansıması olacağı gibi,uluslaşmanın gelişimine de katkısı olurdu.Cezaevinden PKK nin bir iki hafta önce yapılmış kongresinin karaları ile manifestosunu devletin istem ve ihtiyaçlarına göre değiştirme talimatları veren,zayıf olduğu için kült oluşturup büyütme çalışmasına devam ederek;”Kürtler doğum günümü kutlasın” diyebilen,ayrıca,“Hasan Sabah ın Alamut Kalesindeki fedaileri gibi fedaileşin” diyerek, kendisi için Kürt gençliğini kendilerini yakmaya çağıran,ancak daha sonra ise, sanki bu eylemlerin çağrısını kendisi yapmamış, yada etten doymuşçasına;”Artık bu tür kendini yakma eylemleri yapılmasın” diyebilen bir unsur için temel değerleri hiçleştirmek,gülünç olduğu kadar dramatiktir.

Tahliye olduğumda Ankara Barosuna dilekçe vererek,Basın Davalarının ve İnfazın Ertelenmesi Yasası çerçevesinde,Avukatlıktan süresiz ihraç edilmeme ve avukatlık ruhsatımın iptaline ilişkin kararın askıya alınmasını talep ederek,ilgili yasa çerçevesinde avukatlığa geri döndüm.

İstanbul da Abdullah Öcalan nın Avukatlığına devam eden kişilerin büro olarak kullandığı Asrın Hukuk Bürosundan Av Aysel Tuğluk bana telefon açtı.Geçmiş olsun girizgahından sonra,Av Doğan Erbaş ve Asrın Hukuk Bürosundaki diğer avukatlar ile konuştuklarını,22 Kasım 1999 tarihinde Yargıtay da görüşülecek olan Abdullah Öcalan davası ve Ankara da 198O lerden beri devam eden diğer davası ile Yargıtay daki davasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidişi sürecinde başvuru dosyası oluşturma çalışmalarına katılmamı istediklerini söylediler.Kendisine, bugüne kadar herhangi bir davadan ve sorumluktan kaçışım olmamıştır,ancak ideolojik politik çizgim var, kendi ideolojik politik çizgim ve değerlerim ile çelişip çatışmaktan kaçarım.Size bir savunma taslağı göndereyim,göndereceğim savunma taslağında Asrın Hukuk Bürosu hemfikir olursa,katılım sağlayabilirim.Ancak aynı yaklaşım ve savunmada hem fikir olmayacaksak,katılım sağlamayacağım, Apo nun avukatlığı için yeniden sorumluluk yüklenmeyeceğim dedim.Kendilerine aynı gün bir savunma taslağı hazırlayıp faksladım. Bugün BDP milletvekili olan Av Aysel Tuğluk,o gün cevaben bana telefon açarak;”Gönderdiğin savunma taslağında,hukuki savunma kısmı güzel,ancak son bölümde siyasal bağımsızlığa açık bir federasyondan bahsediyorsun ki,bu tür yüksek siyasal talepler Öcalan nın savunmasında yok Bizimde onun savunmasına paralel davranmamız gerekir” diyince,yanıt olarak;”İdam zaten 14 yıldır Türkiye de uygulanmamaktadır,Uluslararası hukuk ve dünyadaki süreç de idama imkan tanımamaktadır,uygulanma imkanı olmayan idam kararının onanacağı da bellidir.Bu durumda hukuk tekniği anlamında yapılacak savunmalar,esasen öylesine yapılacak savunmalardır.Meselenin ve davanın bir kişinin durumuna, koşularına ile geleceğine indirgenmesi yanlıştır. Dava Yargıtay aşamasında da olsa;Ulus sorununun çözümü ile birlikte tartışılmasının zemini yapılabiliyorsa, bir anlamı olacaktır Eğer Yargıtay aşamasında dahi bu yapılamayacaksa,devlet ile ortada bir uyuşmazlık kabul edilmemektedir.Uyuşmazlığın bulunmadığı yerde de avukata ve davaya ihtiyaç yoktur.Bu davada siyasal bir talep ve çözüm tartışılmayacaksa, dava hangi işe yarayacaktır? Öcalan, bir siyasal talep ve çözüme vurgu yapmıyorsa, devletin ideolojik politik kabul ve ihtiyaçlarını dillendiriyorsa,avukatlara da buna göre savunma yapma zorunluluğu olacaksa,içerisine girdiği tutum ve anlayışta değişikliğe gitmeyecekse;yurtseverlik değerleri olan hiçbir avukatın savunmasında yer almaması lazım.Yaklaşımlarımız arasında görülen fark ile ideolojik politik değerlerim,Öcalan nın avukatlığını yeniden üstlenmem önünde engeldir, dedim.Aslında Asrın Hukuk Bürosundan Av Aysel Tuğluk kanalı ile yapılan telefon görüşmesindeki amacın ne olduğuna bakıldığında;”Medeni Ayhan ı yeniden ikna ederek,kazanmak” olabilirdi.Buna karşın benim bir siyasal talep ve çözümü içeren bir savunma taslağı göndermemin nedeni ise,oradaki avukatların bilinçlerine bir soru işareti sokmak,etkilemeye çalışmak,onların Apo ya paralel olarak değişen anlayış ve yaklaşımları karşısında,ortaya koyduğum yaklaşımı kendilerine tartıştırmak ve bir anlamda da avukatlığından çekiliş gerekçelerimi anlamalarını sağlamaktı.Onlar, kendilerini politik zannediyordu,oysa ideoloji ve politikada hepsinin toplamından daha fazla derinliğimin olduğunu düşünüyordum.Söz konusu avukatların yurtsever devrimci ideolojik-politik çizgiden,bilinç derinliğinden,siyasi irade ve olgunluktan uzak olduklarını düşünüyordum.Abdullah Öcalan nın birey olarak kendi davasındaki rolünün dahi bir detay olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştı.Çünkü devletin istemlerini tekrar etmekteydi.Mevcut durum ve koşullarda avukatlarının rolünün ise bir detay dahi olmadığı ve işbirlikçi çizginin bir aracı oldukları açıktı.

Apo nun ve avukatlığını sürdürenlerin en küçük bir siyasal istem ve çözümden bahsedemeyeceklerini de önceden biliyordum.Çünkü Abdullah Öcalan nın kolluk, mahkeme ifadeleri ve bildirge başlığı ile verdiği ilk savunmasına bakıldığında;”Bağımsızlık, Konfederasyon, Federasyon ve özerklik istemiyoruz, gerekli de değildir,,,,Emperyalist devletler Şeyh Said ve Seyit Rıza yı da, bizi de kullandılar, Kemalizm ilericidir,Şeyh Sait gericidir,,,,,Kemalizm’in kültür milliyetçiliğini savunuyorum,Kemalizmi güncelleyip güçlendirmek gerekir” gibi düşürülmüşlük ve saptırmacılık dışında hiçbir şeyi ifade etmeyen safsataları dilendirmesi karşısında, ne rolü olabilirdi ki? Kendisi kullanılan bir araç iken,Avukatlarının bu işbirlikçi çizgi çerçevesinde kullanılan ikinci bir araç olma dışında ne tür bir işlevi olabilirdi ki? Hangi siyasal sorun ve çözümü dile getirebilirdi ki? Kendimi bir istisna olarak çıkardığım takdirde,hangi avukat bunları bir kıstas olarak arayabildi ki,hangi avukat dayatabildi ki? Bu veya benzeri kıstas ve kriterler ile yaklaşabildiğini söyleyebilen herhangi bir avukatı varsa ses versinler, susmasınlar, olgu ve delilleriyle ortaya koysunlar.Kriterleri olmayanlar ölçüsüz ve ideolojisizdir.Teorik anlamda ideolojisi olmayanların da politik çizgisi ve tarzı yoktur.

ÜÇ; PKK NİN DEMOKRATİK CUMHURİYETÇİ İDDEOLOJİK-POLİTİK İŞBİRLİKÇİLİĞİ KABUL ETMESİ VE DEĞERLERİN HİÇLEŞTİRİLMESİ SÜRECİ

PKK ,sömürgeci devletin elinde bulunan ve dikte ettirileni de tekrar eden Apo nun istemine uygun olarak;yeni bir kongreyi de apar topar toplayarak,demokratik cumhuriyetçilik olarak kavramlaştırılan işbirlikçi ideolojik-politik çizgiyi strateji ve manifesto olarak kabul edip,hem örgüt programını,hem de Öcalan nın Türkiye de sorgulanmasından birkaç hafta önce yapılmış kongresinin kararlarını ortadan kaldırdı.Bu şekilde çizgi bağımsızlığını,hareket özgürlüğünü ve değer yargı sitemini tümden kaybetti.Çünkü Ortadoğu bölgesi,Kürdistan ve Sömürgeci devletler ile ulusumuzun koşul ve durumları değişmemişti;sadece Abdullah Öcalan nın fiziki koşulları ve devletin dayatmalarına göre şekillenen istemleri esas alınarak,her şeyin inkarına gidildi.Müritlerine göre;Apo nun fiziki koşularının değişmesi demek,dünyanın,Kürdistan nın ve Kürdistan ulusunun durum ve koşullarının kökten değişmesi anlamına geldiğinden,değişen durum karşısında dünya,bölge ve Kürdistan nın yeni bir tahlilini yaparak,apar topar bir kongre yapıp,”yeni strateji ve manifestoyu” deklere de ettiler.Nasıl olsa PKK de gerçekte kadro niteliğini taşıyanların bir bölümünü Apo tasfiye etmiş olduğundan ve diğer bölümünü de devlet katıl etiğinden,ayrıca hem PKK nin hem de devletin saldırıları karşısında bağımsızlıkçı bir örgütte kalmadığından,yani alternatifsizlik hakim olduğundan,genel anlamda da Kürt aydın ve siyasetçileri devletten daha çok PKK nin yaftalamaya ilişkin manevi sadırları ve fiziki saldırılarından korktuklarından,öte yandan acılarının peşinden duygusalca giden Kürdistan ulusunun eğitimsel geriliğinden ve duygusallından da yararlandıklarından,ellerinde de güç,medya,para,sivil kurumlar ve bolca da mürit bulunduğundan işbirlikçi çizgiyi herkese kabul ettireceklerdi.Kabul etmeyenlerde en fazla iki sohbetlerde konuşacak,ancak genel anlamda Kürt aydını ve siyasetçisi kişiliksizleştirildiğinden, kitleye açık toplantılarda ve yazım çalışmalarında eleştiri götürmeyecekti.Hatta PKK tahammülsüzlük ile sekterliğini aştığında şurada burada cılız eleştirilerde bulunan bu tür Türkiyeci çizginin sahipleri olan tipler ve eğilimler ise,bir tek parmak daveti ile Türkiyeliliği bayrak edinip,Kürdistan ı, Kürdistan ulusunun altından çeken PKK nin ortamına bile atlayacaklardı.

3 Eylül 1999 tarihinde Çankırı E Tipi Cezaevinde tahliye olduktan bir iki hafta sonra,Çankırı dakilein selamlarını Bursa daki arkadaşlarına aktarmak,geçmişte avukat olarak pek çok defa görüştüğüm Sabri Ok ve Muzaffer Ayata nın son bir kez görüşerek,Demokratik Cumhuriyetçilik ideolojisine nasıl yaklaştıklarını birebir görerek kendi yaklaşımımı ortaya koymak ve İsmail Beşikçi yi de ziyaret etmek için, Bursa E Tipi Cezaevine gittim.İsmail Beşikçi nin yargılanmış olduğu davalar daha çok olduğundan ve değişik DGM ler ile kentler de de davaları bulunduğundan,Basın Davalarını ve infazlarını Erteleme Yasası çerçevesinde hepsinin ele alınıp tahliyesinin gelmesi bir iki hafta uzamıştı.Beşikçi Hocanın bugünde Yargıtay da davası vardır ve onlarca kez yasalar değiştirilip kaldırılmasına rağmen,41 yıldır, aynı paraleldeki düşüncelerinden dolayı soruşturmalara konu olarak, yargılanmaktadır.Düşüncelerimden dolayı hakkımda açılan ilk soruşturma öğrenci olduğum 1991 yılındaki konuşmalarımdan,o dönem Ankara Temsilciliğini yaptığım Özgür Halk Dergisinden ve daha sonra da genel yayın yönetmenliğini yaptığım Özgür Bilim Dergisindeki yazılarımdan başlamakta olup, bugün dahi hakkımda devam eden bir dava Yargıtay da bulunduğundan,21 yıldır çok sayıdaki davada aynı paraleldeki düşüncelerimden dolayı yargılanmaktayım.Bu durum; temel sorunlarından bir tanesinin Kemalist Devlet ile Türklerin zihniyetinin değiştirilmemesi sorunu olduğunu göstermektedir.Apo nun İmralı daki ifade, savunma ve avukatlar ile görüşme notları diye isimlendirilen haftalık demeçleri yanında,PKK nin dönüştürülen işbirlikçi ideolojik politik çizgisi ise, var olan zihniyete vurup değiştirme yerine,Kürdistan’a ve Kürdistan ulusuna şırınga etme özelliği taşımaktadır.Statükonun rötuşlanarak devamını savunmaktadırlar.Apo ve müritlerinin her parçada toprağa ve siyasal iktidar ile ulusun kolektif haklarına dayalı bir çözümü dışlayarak sahte bir çözümden bahsederek, halkımızı oyalamaları ve en genç,en dinamik kesimini de hedefsiz,işbirlikçi ve Kemalist bir çizgide doğramaya götürmeleri bundandır.Çözülme sürecindeki Başçılığı ayakta tutmak için Apo nun talimatı ile iş görmeleri bundandır.Kemalizmi şırınga etme,güncelleme ve yenileyerek güçlendirme misyonunu yüklendiklerini ve büyük işbirliği sürecini hayata geçirdiklerini ilan eden Apo ile müfretleri Kemalist olduklarından, sadece Kemalist olmak ile de kalmadılar,aynı zamanda Basçı ve İran mollası da oldular.Çünkü Kürdistan daki sömürgecilik bölgesel ve uluslararası anlamda bir sistemdir ve her hareket bir parçada savunduğunu diğer parçalarda da aynı paralel de savunmak durumunda kalmaktadır.Apo ve müritleri,(yani Demokratik Cumhuriyetçi PKK) resmi ideolojilerin Kürdistan daki kanalı olarak,beslenme- besleme misyonunu yerine getirmektedir.

Bursa E Tipi Cezaevine girdiğimde,avukat görüşme formuna Beşikçi nin,Sabri Ok un ve Muzaffer Ayata nın adlarını yazmıştım.Üçü ile birlikte ve toplu olarak görüşmemizi yaptık.Sabri Ok a, Demokratik Cumhuriyetçilik çizgisini nasıl değerlendirdiklerini sordum,mimikleri ve yüzü aynı paralelde gözükmese de, katıldıklarını söylediler.Ayrıca İmralı ya gidebileceğimi,öte yandan da Aydın E Tipi Cezaevinde idare ile PKK davasından yargılananlar arasında bazı sorunlar bulunduğunu,bunların çözümlenmesinde yardımcı olmam için Aydın a gitmemin iyi olacağını söyledi.Demokratik Cumhuriyetçilik denilen ideolojik politik çizgiye katılmadığımı,katılmadığım bir şey ile de özdeşleşmek istemediğimden, gitmeyi düşünmediğimi söyledim.Aynı gün Beşikçi Hocanın tahliye kararı gelmiş olduğundan, tahliye işlemleri tamamlandıktan sonra,kendisini karşılayıp almaya gelen ve kitaplarını yayımlayan yurt yayınlarının sahibi Ünsal Öztürk ün aracı ile Bursa dan, Ankara ya dönmek için yola koyulduk.Anakara da Beşikçi nin evlerinin önüne vardığımızda,gece yarısı olmasına rağmen, balkonda oturarak hocanın yolunu bekleyen vefakar eşi vardı.Yol boyunca Apo nun duruşunu ve devletin kabul,ihtiyaç ve ideolojik kod ile referanslarına paralel durumda olan söylemlerini konuştuk.Beşikçi Hoca az konuşan bir tabiata sahip olduğundan,daha çok ben konuştum.Analiz ve eleştirilerimi ortaya koyuyordum.Beşikçi Hoca da,Apo nun duruşunu ve söylemlerini eleştiriyordu.Ancak kişisel sohbetler de eleştirmesine rağmen,uzunca bir süre, herhangi bir yazısında veya kitleye açık bir toplantıda görüş ve eleştirilerini dillendirmedi.

Buna karşın Beşikçi Hoca,Abdullah Öcalan nın duruşu ve söylemleri hakkında gerek yazılarında ve gerekse kitleye açık toplantılarda eleştirilerini dile getirmeye başlayınca da,önce Abdullah Öcalan nın tepkisine maruz kaldı, ve daha sonra da bu şahsın her söylediğini talimat sayıp,tarzını daha da uç noktalara götüren müritlerinden ikisinin Halk Savunma Güçleri(HPG) (www.hpg-online.com) sitesinde Adil Kutay ve Kasım Engin nin yayımlanan iki ayrı yazıda tehdit ve şatlaşmalarına maruz kaldı. Bu yazıların yayımlanmasından sonra Ankara daki Düşünceye Özgürlük Girişimi Aktivistleri ile Özgür Üniversite nin çevresinden 30 yakın aydın;”Dr. İsmail Beşikçi ye Yönelik Tehdit ile İlgili Sosyalist Kamuoyuna Duyuru” başlığı ile yapılan basın açıklamasında ;”Dr. İsmail Beşikçiye ağır hakaretler yapılmakta, utanç verici, aşağılayıcı ifadeler kullanılmakta, imalarda bulunulmakta, daha da ötede, “ancak hoca'nın yaklaşımları giderek çizmeyi aşıyor”denilerek açıkça tehdit edilmektedir.Bir entelektüel misyonu her koşulda doğruyu söylemektir” diyerek,haklı olarak PKK lilerin tavırlarını kınadılar.Bunun üzerine Ankara da Özgür Üniversite ve Düşünceye Özgürlük Platformu çevresinden bir grup aydın,eleştirel düşünceleri nedeni ile Beşikçi ye yöneltilen bu tepki,sataşma ve tehdide karşılık bir kınama metni basın açıklaması olarak çok sayıda aydına tarafından imzalandıktan sonra, kamuoyuna deklere edildi Demokrasinin hiçbir türüne tahammülü olmayan,eleştiriden ve farklı düşünceden korkan,bütün kriter ve ölçüler aykırı olarak keyfi söylemler geliştiren,hatta yarım saat önceki konuşmalarına aykırı cümleler söylediğinde dahi,geçmişteki hiçbir cümlesinin nazara alınmaksızın, son cümlesinin doğru kabul edilerek ,ona göre söz sayıklayan mürit kişilikleri öğütüp üreten bir sistem oluşturan,bu durumun doğurduğu bir kompleksle yada kamuflaj ihtiyacı üzerinden de her kavramının önüne demokratik sözcüğünü ekleyerek birleşik sözcükler üstünden kavram üretemeye itina gösteren Abdullah Öcalan,Beşikçi nin konuşması için tepkisini dile getirdikten sonra,Rizgarici olduğunu da saptırma temelinde savlıyordu.Oysa Otuz yıldan fazla bir süredir Beşikçi Hoca nın Rizgari örgütü ile herhangi bir yakılığı kalmamıştı:Daha doğrusu Rizgari diye bir örgütün fili olarak varlından dahi bahsedilemezdi.Beşikçi nin zindana atılmasına dayanak yapılan pek çok davada, PKK propagandası yaptığı ileri sürülmekteydi.Öte yandan Apo,Beşikçi nin, Ziya Gökalp ile aynı olduğunu ve Gökalp gibi milliyetçilik yaptığını da uydurduktan sonra, sömürge ve ezilen ulusun eşitliğini aramaya dönük milliyetçiliğinin devrimci niteliğini inkar ederek,ezen ulusun faşist-sömürgeci, statükocu ve gerici milliyetçiliği ile eşitliyordu.Bütün sömürgelerde temelde yurtseverlik üstünden mücadele yapılmış ve yapılmaktadır.Ancak yurt ve ülke olarak Kürdistan ı inkara giden bu işbirlikçiler elbette Kürdistan yurtseverliğini de inkar edip gerici olarak yaftalayarak, ulusumuzun üzerinden mücadele edebilecekleri hiçbir referans bırakmak istemeyeceklerdir.Kendilerine kabul ettirilmiş olan kirli ve işbirlikçi bilinçlerini her yere taşımaya çalışacaklardır.

Beşikçi Hoca ile Ziya Gökalp arasında aynılık bir tarafa, bir benzerlik dahi yoktur.Gerek Apo ve gerekse müritleri işbirlikçi çizgilerine ve sistemlerine eleştir yapanların foyalarını açığa vurduklarını düşündüklerinden,eleştiriden ödleri koptuğundan ve tahammülsüz kişilikler olduklarından,bazen eleştirenleri tehdit ederek,bazen fiziki yada yalan ve iftiraya dayanan dedikodular yapa yolu ile susturabileceklerini zannetmektedirler.Ziya Gökalp,ezilen ulusun bur ferdi olarak;Kürt milliyetçisi olarak işe başlayıp,hemen sonrasında ise,Türk ırkçılığının üretimine dönmüştür.Beşikçi nin bu tür bir durumu yoktur.Bütün hakları elinden alınmış Kürt ulusunun durumunu anlamaya,gözlemleyip analiz etmeye ve bazı tespit ile çözümlere ulaşmaya çalışarak işe başlamış ve söz konusu tutumunu da geliştirerek devam ettirmiştir.Ziya Gökalp Kürtçenin Zazaca lehçesini konuşan bir Kürt olmak ile birlikte,ezilmekte olan ulusunun yurtseverliğinin ideologluğunu yapma yerine,ezen ve egemen olan Türk ırkçılığının ideologluğuna soyunmuştur.Turancılık olarak ifade edilen ırkçı çizgiyi de Gökalp oluşturmuştur.Hem İttihatçıların,hem de İttihatçılığın kendisi ve devamı olan Kemalizm de cisimleşen faşizminde fikir babasıdır. Beşikçi ise,ezilen ulusun hak ve özgürlüğünden yana ve ırkçılık ile faşizme karşı duran bir düşünüş tarzının temsilcisidir.Ziya Gökalp,sırtını egemen otorite olan sömürgeci devletin temsilcilerine,(yani İttihatçı hükümete ve daha sonra da Kemalist hükümete) dayayıp,kendilerinden ödüllendirme mahiyetinde para alırken,Beşikçi ise, egemen devletin sömürgeciliğinin tahribatlarını ve niteliklerini ortaya koyduğundan olgusal çelişkilerine dikkat çektiğinden,yani bilim yaptığından dolayı sürekli cezalandırılmaktadır.Beşikçi Hoca da, hiçbir zaman kendisi ile Ziya Gökalp arasında bir benzerlik ve paralellik kurmamıştır.Ancak Abdullah Öcalan nın İmralı daki savunmalarına bakıldığında,Ziya Gökalp in bir kitabında Kürt Aşiretleri konusundaki Tetkiklerine aynen katıldığını söylemekte,ayrıca “Atatürk kültür milliyetçisiyim” demekte ve Kemalizmi yenileyip güncellemekten,hata güçlendirmekten dem vurmaktadır.

Kendisini Türk imiş gibi yansıtma çabası veren,ordu ve darbe dalkavuğu kesilen ve herkese de Sebatay demekle birlikte, aslında kendisi Sebatay dönmesi olan,öte yandan İttihatçı ve Kemalist iken, sosyalist olduğunu savlayarak sosyalizmi de Doğu Perinçek ve Mihri Belli gibi saptırıp kirleten Prof Yalçın Küçük de,Beşikçi ile Ziya Gökalp arasında bir paralellik kurmuştu.Diğer bir Kemalist olan Apo nun da, aynı saptamanın üstüne atlayarak tekrar etmiş olması,aynayı kendilerine çevirmeyi bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.Hatta bunlar, aynanın başkaları tarafından kendilerine çevrilmesine ve gerekçelerinin açığa çıkarılıp bilinir hale getirilmesinden de korkmaktadır. Bu dört Kemalistin ortak özeliği ise; Ergenekoncular ile bağlarının olduğu konusunda ciddi iddiaların bulunması,yine Ergenekoncular ile aynı Kemalist ideolojiye sahip olmaları,süpüklasyoncu,uydurmacı ve saptırmacı olmalarıdır.Beşikçi ise,çalışmalarında ortaya çıkan olgular ile her türlü Kemalizimin dışında ve karşısındadır.Beşikçi,bilimsel çalışmada ve duruşta bu toprakların en namuslu değeridir.Apo ve müritleri ise,sırf Kemalist düşüncelerini tekrar etmediğinden veya ölene kadar susmayı tercih etmediğinden dolayı tepki göstermişlerdir.Apo ve müritlerini esas alırsak; aydınların ve bilim adamlarının düşünsel özgürlüğünü öldürmek gerekecektir.Beşikçi, Kürdistanlıların önemli bir değeridir,Apo ve müritleri ise bütün değerlerimizi tahrip etme çizgisi izlediğinden,bu değerimize de saldırmaktan çekinmemişlerdir.

Yılmaz Güney sinema da yaşadığı yüzyılının en büyük birkaç sinemacısından biri olduğu gibi,Paris konuşmasını internetten indirip dinleyen herkes; net bir bağımsızlıkçı olduğunu,Kemalist Türk solculuğunu eleştirdiğini ve Bağımsız birleşik Kürdistan çizgisini haykıran yurtsever-devrimci bir Kürdistanlı olarak kendisini tanımladığını görecektir.Yılmaz Güney in Paris’te yaptığı konuşmada;”Bağımsız birleşik özgür bir Kürt ülkesi istiyoruz.Kürdistan’ın çocukları olmak işitiyoruz.Kendi bayrağımız altında özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz” demekteydi.Yılmaz Güney in Kürdistan ulusal sorununa bakışını ortaya koyan bu yaklaşım daha öncesine ilişkin makalelerinde ve Kayseri konuşmalarında da vardır.Sanatında ve politik duruşunda bu kadar istisna bir kişilik, ve önemli bir Kürdistan değeri olmasına rağmen,Yalçın Küçük ün Apo ile yaptığı ilk görüşmede, bu Kemalist ikilinin kendi aralarında yaptıkları dedikodunun kurbanı yapıldı.Eşi Fatoş Güney in, Paris Kürt Ensitütüsü Başkanı Kendal Nezan ile ilişkisi olduğunu gazetelerine yansıttılar. Yılmaz Güney Yoldaş, Kürdistanlıların önemli bir değeridir,Apo ve müritleri ise bütün değerlerimizi tahrip etme çizgisi izlediğinden,bu değerimize de saldırmaktan çekinmemişlerdir.

Şivan Perwer,Kürt müziğinin doruk notlarındandır,sanatsal üretim ve faaliyeti ile tek başına bir örgüt kadar ulusumuzun yurtsever duyarlılık kazanmasında etkili oldu.Kürt kültürünü içerde ve dışarıda en fazla tanıtan ve yükseltenlerdendir.Bununla birlikte Apo ve müritlerinin yalan ve iftiraya dayanan dedikodularından ve saldıranlarından yirmi yıldır kurtulamamıştır.Çünkü mürit olmayı kabul etmemektedir,Apo nun işbirlikçi çizgisi ile yer yer de olsa çelişkileri ortaya çıkmaktadır.Şivan Perwer in paragöz olduğunu,özel yaşamında kadına karşı zaaflı olduğunu,kullanıldığını ve adam olmayacağını yirmi yıldır iki ayaklı dedikodu makinesine dönüşmüş müritleri ile sayıklamaktadırlar.Şivan Perwer paragöz olsaydı,sistem içinde kalır,devletin resmi olan Türkçe ile söyler ve bu durumdaki Kürt sanatçılar gibi de Kürtçe ezgi ve türküleri egemen ulusun dilline peşkeş çekerek, en büyük para ile şöhrete de kolayca ulaşırdı.Apo İtalya ya geldiği süreçte,Şivan ziyaretine gittiğinden ve o günün duygusal ortamına kapılarak,bir talihsizliğin neticesinde de olsa,Apo ya bir türkü yaktığından,bu klipini döndürmeye başlayarak,”adam olduğunu” söylediler.Apo ve müritlerinde adam olmanın ön şartı;Apo yu sloganize etmek,her şeyi ile işbirlikçi çizgisini her koşulda tekrarlamaktır.Bu nedenle bir süre sonra Şivan Perwer in bazı eleştirilerini duyduklarından ve Apo lu türkülere devam etmediğinden,”hiçbir zaman adam olmayacağını ve aynı tas aynı hamam” olduğunu tekrar söylediler.Bunun ile de yetinmediler,konserini basıp sazını kırma densizliğinde bulundular,provoke ettiler.Abdullah Öcalan;”Devletten bir on başı ile de görüşmeye hazırım” derken, ve ateşkesler; dünyanın her yerinde çift taraflı,kamuoyuna açık bir süreç ve uluslararası kurumların arabuluculuğuna ve denetimine açık olarak yapılırken,ne zaman bir on başı göndermişlerse,ateşkes ilan ettirip komplo ve tahripkarlık zemini olarak kullanmayı başardılar. Şivan Perwer ise bir sanatçı olmasına rağmen,basına ve kamuoyuna açık olarak Türkiye nin bakanı ve başbakan yardımcısı, veya genel başkan yardımcısı durumundaki Bülent Arınç ile görüştüğünden, başta APO ve sonrada kendisini tekrar eden müritleri Şivan Perwer i bir çocuk durumuna sokarak, Türkiye ye gelmesi halinde kullanılacağını deklere ettiğinden,daha doğrusu Şeyhlerinin düşüncesini taşımayan bir Kürdün düşüncelerinin sorulmasına, tartışılmasına, gündemleşmesine tahammül göstermediklerinden,hemen “hain” de ilan ettiler. İftira ve yalanlara dayanan dedikoduları ile teşhir etmeyi yoğunlaştırıp güncellediler.Hatta iki ayaklı müritlerinin toplum içresindeki iftira ve yalanlara dayanan teşhir kampanyasının ötesinde,Serhedo adı ile bilinen bir tiplemeye küfür dahi ettirdiler.Serhado denilen kişi Roj Tv de yayımlanan şölende;”Şivan köpeği geliyor” dedikten sonra;”Biz Güney Kürdistan’a gitmiştik,elimizde Başkan Apo nun posteri vardı.Peşmergeler bize indirin dedi.Biz indirmeyince ateş açtılar.Bunlar namusuzdur” demekteydi.Serhado gibi “Biji Apo “ diye şarkı türkü söylemeye çalışan kişilerden hiçbirisi sanatçı niteliğine sahip değildir,bunlar basit slogancılar oldukları gibi,Kürt sanatını estetik açısından düşürüp kirletmektedirler.Bunlar PKK ve Apo nun sloganlarını seslendirdiğinden ve bunun karşılığında da ilgili örgütün televizyonları ile şölenlerinde sahne alabildiklerinden karşılıklı olarak birbirilerini kullanmaktadırlar.Bu türden biji Apo lu şarkı ve türkü söyleyenler işbirlikçiliği ortaya çıktığı için toplumda herhangi bir saygınlığı kalmamış bir kişiliğin kültünü ayakta tutmak için kullanılan birer piyondur.Bu piyonlarında bu şekilde kullanılmaya kabul etmeden,kendilerini var etmeleri mümkün değildir.Çünkü bir sanat güçleri olmadığın kendileri de bildiğinden,var olmanın başka bir çaresini bilmezler.Şivan Perwer de “hain” ilan edilmesine karşılık yaptığı basın açıklamasında;”Birileri çıkar,ben kralım,ben sultanım,benim izinim ve onayım olmadan hiçbir Kürt konuşamaz derse,hayır ve yok deriz.Arkadaşlarını öldüren,şuraya buraya saldıran bu kişileri de uyarıyorum.Bize saldırmanız ayıptır.Ben dün ne isem bu günde aynı Şivan ım.Bize selam verene selam veririz,konuşmak isteyen ile konuşuruz,ama her yerde kendimiz oluruz, değerlerimizi de koruruz.Eğer ortada bir hain var ise,o da sizsiniz” demekteydi.O günün koşullarında da Şivan Perwer i destekledim.Apo nun ve müritlerinin tek sorunu,Kürtlerde Şeyh Apo ları dışında hiç kimsenin düşünmemesi,konuşmaması,özgür iradesinin oluşmamsı,özne olmaması ve herhangi bir konuda düşüncelerinin tartışılmamasıdır.Apo dışında hiç kimsenin gündeme gelmemesi gerekmektedir.Devlette,sanki bütün Kürtlerin tek düşüncesi varmış ve Apo nun düşüncesi dışında da düşünce yokmuş gibi bir yanılsama yaratmaya çalışmaktadır Çünkü Apo ya kabul ettirilmiş işbirlikçi çözüm tarzı devletin ihtiyaçlarının ürünüdür.Şivan Perwer, Kürdistanlıların önemli bir değeridir,Apo ve müritleri ise bütün değerlerimizi tahrip etme çizgisi izlediğinden,bu değerimize de saldırmaktan çekinmemişlerdir.

Apo sürekli ve en sıradan ajanlar ile dahi görüşmüş bir kişiliktir.Karısı Kesire,kayın babası Ali Yıldırım,PKK nin ilk Merkez komitesi içinden üç kişilik merkez yürütmeye alınan yardımcısı Şahin Dönmez,kendisini ve eşini uçak ile Ankara dan Diyarbakır a getirerek Fis köyünde yapılacak PKK nin kuruluşu toplantısı için getiren ev para veren Necati Kaya,Suriye de kaldığı apartmanda komşusu olarak kalan Türk askeri ataşesi,kendisi ile gazeteci kılığında görüşenler yanında, İmralı da ve Ankara da sorgulayanlar,çeşitli ateşkesler ilan etmesi için diyaloga girenler,bir ülkeden diğer ülkeye geçerken kendisine eşlik eden görevliler hepsi ajan olduğundan,ajan kolik ve ajan sever durumundadır.Bununla birlikte sitsem gereğince,yaşamını yitirdiği ana kadar her PKK li bile potansiyel ajan ve bazı yanları ile zaaflı sayılırken,birkaç dakika ara ile birbirine tümden aykırı söylemler kullanan Apo nun her zamanki gibi programı,kongre kararlarını,hatta daha önceki cümlelerini dahi tartmadan son cümlelerini tekrar etmek ve hiçbir şüphe duymadan kendisine teslim olmak esastır.Oysa ilişkileri incelendiğinde ajanlar dışında kimseyi muhatap almadığı gibi,kendisini de yeryüzündeki ajanlar dışında hiç kimsenin muhatap almadığı görünmektedir.

Musa Anter,kendi kuşakları içende en bilgili ve en mücadeleci ve en saygın Kürt aydınıydı.Ancak Apo,Musa Anter i aşağılayan mektuplar ve söylemler ile işe başlamıştı.Apo nun müridi olan PKK iller ise, daha düzeysiz iftira ve yalanlar üstünden Musa Anter i teşhir etme dedikodularını yaymaktaydılar.Ben onların söylemlerini önemsemedim.İkimiz de Nusaybinli olduğumuzdan çaba ve çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmakla birlikte Hukuk Fakültesi öğrencisi olduktan sonra şahsen tanıştık.Musa Anter in kendi kuşağındaki aydınlar içersinde en mücadeleci ve en birikimli aydını olduğunu,kendisine güvenmesi nedeni ile bazı konulardaki düşünsel farklılığına ve eleştirilerine tahammül gösterilmediğini,bu nedenle de teşhir edilip susturulmak, yada teslim alınmak istendiğinin farkındaydım.PKK dek bu tarzı benimsemiyordum. Akarsu daki evine bir kez, ve daha sonra İstanbul Maltepe deki evinde de bir kez olmak üzere ziyaretine iki kez gittim.Şahsen tanıştıktan sonra sohbet ettim,bir hususta ise tartıştık.Musa Anter e,Ehmedê Xanî nin felsefesi,yurtseverliği,edebiyatı,yaşamı ve eserleri üzerine bir kitap yazma projem olduğunu söylediğimde,iç çekerek;” Ehmedê Xanî nin mezarındaki toprağa kurban olayım,çok iyi olur” dedi.Pek çok konuda düşünsel olarak anlaşıyordu.Ancak Behrem Dergisini bana uzatıp;” ulus sorunun çözümü konusundaki görüşlerim burada var.Ben federasyon ile çözümden yanayım,İstanbul,İzmir Antalya gibi güzel ve zengin yerlerden neden yararlanmayalım ” dediğinde ise,aramızda tartışma başladı.Sömürgeci devletlerin merkezi yapısından kopmamış bir statü ile ülkemizi bölünmüş şekilde bırakamayız.Ülkemizin güzelliklerini görüp,bağımsızlaştığında ise, daha da güzelleştirebileceğimize inanmak zorundayız” çerçevesi içinde karşılık verdim.Musa Anter de Apo ve müritlerinin uydurmadan ibaret söylemlerine gerekli karşılığı üretmekte gecikmemişti.Musa Anter,Apo ya gönderdiği cevabi mektubunun bir fotokopisini bana okuttu.Apo nun mektubunda; “Siz hiçbir şey yapmadınız,hiçbir işe yaramıyorsunuz” diyerek aşağılamaya dönük açıklamalar yapan Apo ya;”Ben her zaman kendi halkımın emrinde bir generalim,sen benim yanımda asker dahi olamazsın” demekteydi.Apo ve PKK Musa Anter in ölüm emrini aldı,tehdit ettiler,iftira ve yalana dayanan dedikodular üzerinden yanındaki yeğeni ile cinsel ilişki yaşayan bir sapık olduğunu dahi uydurarak yaydılar.Musa Anteri,İstanbul a kaçırttılar.İstanbul’daki evine üç adet kapı takması güvenlik ihtiyacından kaynaklanmaktaydı.Bir süre sonra Diyarbakır da PKK ile örgütten kopmuş bazı kişileri barıştırmak için arabulucu olacak diye çağrıldığında ise, Türk kontrgerillası tarafından şehit edilmiş oldu.Musa Anter öldürülünce,her hangi bir nokta ve kavşakta Apo ve PKK si ile muhalefete düşme olasılığı kalmadığından,yani ölüden de zarar gelmeyeceğinden;”Şehidimiz” diyerek cesedinden yaralanmaya başladılar.Musa Anter in adına gazetecilik ödülleri tertiplediler,adını parklara,sokaklara,gerilla birliklerine verdiler.İsmail Beşikçi ve Şivan Perver fizikken bu dünyadan göçtüğünde,Apo ve müritlerinin cesetlerinden yararlanmaya çalışmayacaklarını kim söyleyebilir ki? Bu Apo nun, PKK ye yerleştirdiği sistemin bir özeliğidir. Sonuç itibari ile Musa Anter, Kürdistanlıların önemli bir değeridir,Apo ve müritleri ise,bütün değerlerimizi tahrip etme çizgisi izlediğinden,bu değerimize de saldırmaktan çekinmemişlerdir.

Ülke,ulus,bağımsızlık gibi Kürdistan ulusal mücadelesinin temel değer ve ihtiyaçları sloganlaştırılmadan,hata tümden hiçleştirilirken,sadece;”Yaşasın Apo” diye slogan attırılması,en önemli bilim adamımızın,en önemli aydınımızın,en önemli sanatçılarımızın susturulması,veya sisteme teslim alınabilmesi açısından her türlü iftira ve yalana dayanan manevi saldırılara maruz bırakılarak hiçleştirilmek istenmesinin nedeni nedir?Buna karşın Apo efendinin işbirlikçi ve tahripkar söylemlerini ahmakça tekrar eden söz de aydın ve siyasetçilerin, yada söylem ve şarkılarında Apo ya methiye düzüp müziği sloganize ederek düşürenlerin Apo nun PKK deki sistemine uygun görülmesinin nedeni nedir?Apo nun PKK deki sisteminin özelikleri gereğince Kürdistan nın bütün değerlerinin tahrip edilmesi,önceki tarihimizin yok sayılması,bütün tarihin Apo ile başlatıldıktan sonra kendisinin işbirlikçi çizgisi ile de bitirilmesi gerekmektedir.Apo dışında gerek kişisel ve gerekse genel anlamda Kürtleri herhangi bir değerinin ve düşeninin olmaması gerekmektedir.Yani “adam” hem tarihin başı hem de sonu diye sunulmaktadır.Bu PKK de bir sistemdir,çünkü PKK deki her gerilla ve her yöneticide yaşadığı sürece zaaflı ve potansiyel ajan sayılmaktadır.Bu nedenle de herhangi bir kavşakta ajan,provaktör,yada hain veya hırsız olma ihtimali vardır.Açlığı yaralanmayı ölümü gerilla yaşamak ile birlikte,yaşadığı süre boyunca bir değeri yoktur,bir özne değeri görmez, tersine sistemde koşullandırılmış bir nesne durumundadır, yaşamlarını yetindiklerinde ise,yine ölüden zarar gelmez mantığı üzerinden ölünün hiçbir hatası söylenmez ve “güneş “olarak kabul edilen Apo nun arkadaşı olur,yoldaşı ilan edilirler.Yaşamını yitirmeye başlandıktan sonra,Güneş in(Apo nun) yoldaşı denilmesinin nedeni,Abdullah Öcalan nın kültünü şişirmektir.Çünkü Apo yaşamını adayanlarında üzerinde sayılmaktadır.Yaşamını adayanlar Apo nun kültünü şişirmek ve bu kült kanılı ile bakiye de kalanlar üstünde daha ağır bir baskı mekanizmasına dönüştürmek için kullanılmaktadır.Bu da kirli bir bakışı ortaya çıkarmaktadır.Yani o durumda dahi gerillaya büyük değer verildiği söylenemez Sistemde herkesin hakkında soru işaretleri vardır,ancak en çok soru işaretini arkasında yığmış kişilik hakkında ise,kimse soru soramaz,tartışamaz,eleştiremez Bu sistem ve yaklaşım ile bakiye de sadece Apo nun kültü bırakılıp şişirilerek,ülkemiz Kürdistan nın,Kürdistan ulusunun ve bağımsızlık hedefinin, PKK içindeki kadrolar ile diğer örgütlerdeki kadroların,bunun yanında en önemli sanatçı, akademisyen ve aydınlar tüketilip hiçleştirilmesi sürecinin esas alınırken,bakiyede sadece Apo diye Kemalist bir isim bırakılmak istenmektedir.Bu durumda Apo ve kendisini esas alan Demokratik Cumhuriyetçi PKK si,Kürdistan Siyasal-Ulusal Mücadelesinin ihtiyaçlarının tüketme mekanizması olarak işlev görmektedir.Bu bir açıdan sömürgeci devletin de en önemli ihtiyacıdır.Kürdistan Ulusal Mücadelesinin ihtiyaçları ve temel değerleri tüketilirken,sömürgeci devletlerin ihtiyaçları ise,karşılanmış olmaktadır.Bu yaklaşım ile Apo nun Demokratik Cumhuriyetçi PKK si; Kürdistan ulusal-siyasal mücadelesinin ihtiyaçlarını tüketme mekanizmasına dönüştürülmüştür Bu bir açıdan da Apo nun kendisini çarpıkça var etme biçimidir Diğer açıdan bu durumun Apo nun çocukluğu ile de bir ilişkisi vardır,çocukken sürekli annesinin boğazına çökmesi nedeni ile anne şefkatinden mahrum büyütülmüş bir kişiliğin, toplumun bütün ilgisini üstüne çekerek,çarpıkça pişisik açığını kapatmaya yöneldiği de aşikardır

Biz bütün değerlerimiz ve siyasal ihtiyaçlarımızı Apo için tüketemeyiz Liderler liderse ölümden korkmazlar,kendi şahsi koşulularının pazarlığını merkeze almazlar,bir ülkenin ve ulusun siyasal haklarını merkeze alırlar,ülkeyi ulusu ve siyasal iktidar hakkı olan bağımsızlık ile her alandaki kadroları kendi kültlerinin ve kişisel ihtiyaçlarının kurbanına dönüştüremezler.Öne çıkarılması gereken;Apo nun koşulları ve geleceği değildir,ulusumuzun ve ülkemizin koşulları ile geleceğidir.Eğer Kürdistan sorunu çözüm yoluna girerse,kimsenin Apo nun turşusunu kurmayacağı ve cezaevinde tutmayacağı da açıktır.Bu nedenle Apo nun hayatı ve koşulları üstünden yaratılan gündem,sarsılan ve toplamda anlamsızlaşan kültünü ayakta tutma çalışmasından öteye gitmemektedir.Eleştirdiğim yanlarına rağmen,1999 da PKK nin program ve kongre kararlarını tutuklu durumdaki Apo nun devletin istemleri çerçevesinde red ve inkara gitmesine kadar, modern bir örgüt sayıyordum.PKK modern bir örgüt mü, tarikat mı olmak istemektedir? Modern ve yurtsever bir örgüt olacaksa;her hafta İmralı nın yolunu bekleyip, gelebilecek söylemine göre ne yapacağına ve ne düşüneceğine takılı kalmamalıdır.Tutsak edilmiş,işbirlikçiliğe çekilmiş,kendi yaşam koşulları üstünden pazarlık yapan bir kişiyi kendisine irade yapmaya devam edeceğine,kendi yapısından bir lider çıkarmalıdır.Yok eğer lider özelik taşıyan kadroların bir bölümünü devlet, ve diğer bölümünü de Abdullah Öcalan nın tarafından çeşitli gerekçeler ile katıl edilmiş olması sebebi ile lider özelilik taşıyan adam kalmamışsa,kuralları ile karar alıp hareket etmeleri gerekmektedir.Aksi takdirde çizgi bağımsızlığını,hareket özgürlüğünü ve değer yargı sistemlerini bir nebze dahi olsa korumalarının mümkün olamayacağı aşikardır.Bu değerler yaratılamadan ve korunmadan ilerleme sağlanması,ideolojik politik yozlaşmanın dizginlenmesi mümkün değildir.O zamanda PKK bütün değerlerimizi hiçleştirmeye ve tüketme çizgisini sürdürdüğü sürece,hiçleşecektir.

DÖRT; KADROLARIN TASFİYESİNE DEVAM EDİLMESİ,APO NUN; ŞEMDİN SAKIK IN,CEVAT SOSYAL İN,HAMİLİ YILDIRIM”IN YAKALANMASINDAKİ RÖLÜ VE ŞEMDİN SAKIK IN DA APO NUN GELİŞ SÜRECİNE KATKISI İLE BİRBİRLERİNE ETKİLERİ

Çankırı E Tipi Cezaevinde bulunduğum sırada ve 23 Nisan 1999 tarihinde,PKK nin Avrupa sorulusu olarak Türk televizyonlarında lanse edilen Cevat Sosyal in yapılmış bir operasyon ile Moldovya da yakalanarak,Türkiye ye getirildiğini öğrendik.Bilahare de televizyonlardaki görüntüsünün bitkin ve yürüyemez durumda olması,iki polisin koluna girerek taşınmasından da işkenceli sorguya maruz kaldığını ve direnmiş olabildiği kanısı edinmiştim.3 Eylül 1999 tarihinde tahliye olduktan sonra ise,mahkeme kaleminde ayaküstü de olsa dosyasına baktım.Direndiği sonucuna vardım. Bu nedenle de Ankara Ulucanlar Kapalı cezaevine gittim ve tanıştık.Apo nun İmralı daki duruşu ve söylemlerine ilişkin eleştirilerimi temel hatları ile ortaya koydum,ayrıca kendisinin nasıl değerlendirdiğini sordum.Cevat Soysal,Abdullah Öcalan nın duruş ve söylemlerini benimsemediğini ortaya koydu.Cevat Sosyal devam ile;”Bazen avazım çıktığı kadar bağıracağım diyorum,ama yine de bazı şeylere takılı kalıyorum” diyordu. Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde bulunup da PKK davasından tutuklu olanların sayısı toplam olarak on veya on beş kişiydi.Genelde fiziksel anlamda sağlık sorun olanlardı.Cevat Sosyal haliyle bilinç açısından onlardan ilerdeydi, ve daha eskiydi.Ayrıca gözaltında direnmişti.Bu nedenler ile zindana alındığında cezaevindeki diğer arkadaşları başlangıçta inisiyatiflerini kendisine bırakmıştı.Ancak Cevat Sosyal in işkenceye rağmen direnmiş olması,buna karşın mahkemede bir fiske yemedim diyen Öcalan nın çözülmüş bir itirafçı durumunda olması,Sosyal ın davasının da basında güncel olması Abdullah Öcalan nın kişiliğini eziyor olmalıydı.Ayrıca Türk basınında Cevat Sosyal ın PKK nin Avrupa Temsilcisi olarak lanse edilmesi ve sınır dışı bir operasyon neticesinde Moldovya dan Türkiye ye getirilmiş olması nedeni ile medya da da güncelliğini koruyordu.Abdullah Öcalan ise,PKK de kendisi dışında hiç kimsenin adının tartışılmasını ve gündeme gelmesini dahi istemeyen bir kişilikti.Ayrıca Abdullah Öcalan,PKK illerin her şeyinde haberdar olduğu gibi,Cevat Sosyal in, dillendirmeye başladığı yeni söylemi ile de düşünsel çelişkisinin ve rahatsızlığının bulunduğunu duymuştu.Bu nedenle on onbeş kişinin içresinde dahi inisiyatifsizleştirilmesine başlanmıştı.Cevat Sosyal in davası bitiğinde ve Ankara daki Sincan F Tipi Cezaevine nakil olduğunda ise,tümden yalnızlaştırıldı.Cevat Sosyal in direnmiş olması ve Abdullah Öcalan nın devletin kabul ve referanslarına göre şekillenen söylemlerinde sindirmediğini ortaya koymasını nazara alarak, 1999 yılında avukatlığını üstlendim.

Duruşma gününde Ankara daki yurtsever Kürtler davaya ilgi göstermiş ve desteklerini ortaya koymak açısından da epey insan Ankara 1 Nolu DGM deki duruşma salonuna gelmişti.Cevat Sosyal in sözlü ve yazılı savunmasını yaptım.Sözlü savunmasını yaparken,hukuki savunmayı bitirdikten sonra, özce ve kısaca siyasi bir analizde yaptım.Bütün sorunların kaynağında; Türk devletinin kuruluşunda, yapısında,kurumlaşması ile üzerinde oturduğu statükoda cisimleşen faşist-sömürgeci ideolojik-politik harcın bulunduğunu,bu harç ve beton ortadan kaldırılmaksızın hiçbir siyasal-tarihsel ve toplumsal sorunun çözülmeyeceğini,eğer devlet barışçıl demokratik çözüm istiyorsa,Kürt ulusal sorunun 5 yıllık bir hazırlık,örgütlenme ve özgür propaganda sürecinden sonra, yapılması gereken referandum ile barışçıl ve demokratik çözüme kavuşacağını dile getirdim.Hukuk tekniğine ilişkin savunmamın hemen ardından, yapmış olduğum bu siyasi değerlendirme nedeni ile Ankara 1 Nolu DGM nin başkanlığını yapan Orhan Karadeniz i rahatsız olmuştu.Bu nedenle benim savunmam bittikten hemen sonra kızgın bir şekilde Cevat Sosyal e dönerek;”Avukatının savunmasının son bölümüne katılıyormusun ” dedi Cevat Sosyal,bir anlık duraksadıktan sonra;”Mevcut koşullarda avukatımın yaptığı savunmanın son bölümündeki siyasi değerlendirme kısmına katıldığımı söylemek lüks olur” diyerek,Abdullah Öcalan nın demokratik Cumhuriyetçilik diye kavramlaştırdığı görüşlerine paralel olarak sözlü bir savunma verdi.Cevat Sosyal kişisel sohbette katılmadığını ortaya koyduğu Abdullah Öcalan söylemlerine paralel bir söylem ortaya koyduğundan,bir daha kendisi ile görüşmek için cezaevine gitmediğim gibi,daha sonraki duruşmalarına da katılmadım.Cezaevine gitmediğimden ve bir sonraki duruşmaya da katılmadığımdan,bir sonraki duruşmadan sonra,bir avukat kanalı ile bana mesaj göndererek,”neden gelmediğimi ve görüşmek istediğini” bildirmişti.Ben de kendisinin duruşmadaki cümlesine paralel bir cümle ile cevabi mesajını yanıtladım.Yanıtım;Cevat Sosyal; cezaevindeki kişisel sohbette Apo nun söylemlerine katılmadığını söylerken,duruşmada aynı paralel de konuşan bir kişi ile görüşmek,ideolojik-politik değerlerim nedeni ile mevcut koşullarda lüks ve gereksizdir ,şekelindeydi.Cevat Sosyal Sincan F Tipi Cezaevine nakil olduktan sonra ise,tümden yalnızlaştırıldı. Cevat Sosyal in eşi Kürt medyasına açıklamada bulunmuş ve beyanları www.kurdistana-bakur.com, www.Peyamaazadi.com ,ile www.nasname.com,www.gelawej.com sitelerinde yayımlanmıştı.Cevat Sosyal in eşi,Cevat ın Sincan E Tpi Cezaevinde zor koşullarda yaşadığını, ve kendisinin yalnız bırakıldığını,Kürt kamuoyundan destek beklediğini ortaya koymaktaydı.Bu sitelerin birinde yazar olan bir arkadaş bana mesaj atarak ve Cevat Sosyal in eşinin açıklamasına atıf yaparak,durumu ile ilgilenmemi ve destek olmamı önermişti.Ancak cevabi mesajımda gerekçemi de izah ederek,cezaevine gitmeyeceğimi,herhangi bir destekte bulunmayacağımı yazdım.Doğrusu vicdanen ve duygusal açıdan destek olma duygum dürtse de,Apo nun savunmasına aykırı bir savunmayı lüks bulması,ve inanmamasına rağmen,savunmasına paralel bir söylem ile duruşmada konuşmuş olmasını düşünerek; cezaevine gitmedim,herhangi bir destekte bulunmadım.

Avukatlar,savunmanlığını yaptıkları kişilere kendi siyasi inançlarına göre bir savunma yapma zorunluluğu getirmezler.Ancak yargılanan kişiler de; ideolojik-politik çizgisi ve değerleri bulanan bir avukata; farklı yada değişen ideolojik politik söylemlerine rağmen,avukatlarına devam etme ve avukatların katılmadıkları söylemleri ile özdeşleşme zorunluluğu getiremezler.Avukatlar bu durumda vekillikten ayrılma hakkını kullanmalıdır.Benim yaptığım da budur.Buna karşın politik davalarda para karşılığında giren ve hata bu tür olaylara tüccar niteliğinde yaklaşan kişiler ise,elbette kişinin değişen söylemi hangi yöne saparsa sapsın, sorun etmeyecek ve avukatlıktan çekilmeyecektir.Yine ideolojik politik çizgisi olmayan,duygusal yaklaşan veya mürit bir yapıya sahip olan kişiler de; bu tür durumlarda dahi avukatlıktan çekememektedirler.Bu durumlardaki avukatlar ile aynı olmadığım gibi, benzeştiğimi de sanmıyorum. Aynı ve benzer olmamaktan da memnunum.Çünkü politik davalardaki avukatlığı siyasi düşüncelerimden kaynaklanan bir zorunluluk ve maddi ile manevi fedakarlığı içeren yurtsever-devrimci bir kamu hizmeti olarak yaptım.Politik davalardaki avukatlığı, para kazanma algısı ile yapmadığım gibi,devlete,PKK ye ve diğer gurup ve kişilere rağmen,bugüne kadar hiçbir tavizde bulunmayacağım ideolojik- politik bir çizgimde vardı.Bu nedenle ideolojik-politik çizgim ve değerlerim ile çelişen vede özdeşleşmek istemediğim söylemleri ortaya çıkan kişilerin avukatlığından çekildim.Nitekim bugüne kadar geçen 12 yıllık sürede de Demokratik Cumhuriyetçi çizgiye sahip PKK den yargılanan hiçbir insanın avukatlığını üstlenmedim.Demokratik Cumhuriyetçi PKK nin çizgisi üstünden hakkında dava açılmış kişiler adına yaklaşık 12 yıldır,siyasi davlardaki tecrübe ve birikimimi nazara alıp başka avukatlara önerdikleri parasal miktarda daha fazlasını önerenler her süreçte bulunmasına rağmen,hayatta ilkeli duruşu esas aldığımdan,ideolojik-politik değerlerime ters olan bu çizginin hiçbir davasına avukat olarak katılmadım.Mesele; değerlerim ve kendim ile çelişip çatışmamak yanında,taviz vermemektir.

Abdullah Öcalan nın İstanbul Daki Atatürk Hava alanından Bandırma Hava Üsune ve ordan da Ankara da Akıncı Üssüne getirilerek Özel Kuvvetler Komutanlığının mensupları(Albay Engin Alan ve Diğerleri) tarafından 16 Şubat 1999 sabahından 18 Şubat 1999 sabahına kadar sorgulanıp,sabah İmralı ya varana kadarki kolluk ifadeleri dava dosyasına yansımadığından ve bunlar gizli tutulduğundan bilinmemektedir. Ancak İmralı Cezaevinde Albay Atilla Uğur ve albay Cemal Temizöz gibi kişiler tarafından sorgulanmıştır.Bu ifadeleri daha her şeyi ile çözüldüğünü ve bir itirafçı durumuna düşürüldüğünü göstermektedir.Apo nun ilk önce İmralı ya gelmiş gibi bir durum yaratılmasının sebebi, orasının taşra olması nedeni ile soruşturma ve denetimin askerin uhdesinde bırakılması ve polisin soruşturmaya dahil edilmemesinin sağlanması ile Ankara da Özel Kuvvetler Komutanlığınca alınmış ifadelerin gizli bırakılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır.Gizli tutulan ifadelerinin ise çok daha berbat olacağından kuşku duyulmamalıdır.Abdullah Öcalan dan alınan bilgiler ve kendisine dikte ettirilen demokratik cumhuriyetçilik söylemi ağır tahribatlara yol açmıştır.

Bu makale ile ilişkisi bakımından Abdullah Öcalan nın www anadoluajansı.com ve daha sonra da www.nasname com sitesinde yayımlanan kolluk ifadelerine bakıldığında; çözülmüş bir itirafçı olduğu ve Cevat Soysalı eli verdiği görülmektedir. Apo İmralı da alınmış kolluk ifadelerinde Avrupa daki eğitim çalışmaları ile faaliyetlerin başında Cevat Sosyal in bulunduğunu ve talimatları kendisine verdiğini söylerken,dağ kadroları içresinde merkez komite üyeleri olan Hamili Yıldırım ve İsa nın Dersimli olduğunu ve o alandan çekilmeyeceklerini,yani kendisine kabul ettirilmiş işbirlikçi çizgiye onların uymayabileceğini söylemektedir.Cevat Sosyal, Apo nun bu ifadelerinden 4-5 ay sonra Moldovya dan getirildi.Buna karşın devlet özellikle Hamili Yıldırım ve İsa nın bulunduğu Dersim alanına büyük bir operasyon ile bindirme yaparken,PKK başkanlık konseyindekiler ve APO bunları provaktör ilan ederek halkın herhangi bir destek vermemesi gerektiğini kendi basınları aracılığı ile deklere ettiler.Operasyon neticesinde İsa nın yaşamını çatışmada yitirmesi ve Hamili Yıldırım ın da örgütten uygulamaya alınıp uzaklaştırılmasından bir süre sonra ise, Apo avukat görüşme notlarında,”PKK Hamili Yıldırım a Akdeniz de görev versin” demekteydi. Bu söylemden bir iki hafta sonraki avukatlar ile görüşme notlarında ise, avukatlar Apo ya;”İsteminiz Hamili ye iletilmiş,çok sevinmiş” dedikleri görülmektedir.Hamili Yıldırım, tamda Apo nun söylediği gibi Akdeniz e gelip geçiş yapmak isterken yakalandı.Yakalanmaması garip olurdu.Çünkü devlet Apo nun ve avukatların her söylediğini kamera ve dinleyici ile kayd etiği gibi,avukatların Apo ile görüşme notları yazıldıktan sonra bir örneğinin Cezaevi idaresi tarafından alınarak,devletin istihbaratı tarafından değerlendirildiği bilinmektedir.Yani haftalar öncesinden Hamili Yıldırım ın görevli olarak Akdeniz e,yani Amanoslara geçiş yapmaya geleceği devlete duyurulmuş olmaktadır.Hamili Yıldırım yakalandıktan sonra verdiği ifadede;”Yaşamımın bundan sonraki bölümünde, Demokratik Cumhuriyet in için çalışacağım “ demektedir.Bu durumda Hamili Yıldırım,atıldığı zindan da inanmadığı demokratik cumhuriyetçilik çizgisi için çalışmaya devam ederek,oportünistleşmenin cezasını çekmektedir.Apo nun, Hamili Yıldırım ve İsa da; ideolojik birikim ve liderlik özelikleri görmesi yanında,kendisine dikte ettirilmiş demokratik cumhuriyetçilik çizgisine katılmayacaklarını düşündüğünden,kendilerine cezaevinden bir tasfiye yönelttiği anlaşılmaktadır.

Apo nun İmralı daki ifadelerine bakılırsa,kendisinin cezaevine alınmasından sonra,PKK de lider olma ihtimali olan ve bu nedenle de geriye çekmek istediği kişi ise,1978 deki kuruluş toplantısında kendisi ve Şahin Dönmez den sonra üçüncü merkez yürütme kurulu üyesi olarak belirlenen Cemil Bayık tır. Mehmet Karasungur Siverek te görevli olduğunda dolayı PKK nin kuruluş kongresine katılmamış olmak ile birlikte,toplantıya katılanların çoğunluğunun istemi üzerine,üç kişilik merkez yürütmeye seçilmiş,hemen sonra bu görev yönünden yeterince uygun olmadığının ve Cemil Bayı kın uygun olduğunun söylenmesi üzerine de,Bayık ı adına çekilmişti Bu nedenle ilk üç kişilik merkez yürütme Apo,yardımcısı Şahin Dönmez ve Cemil Bayık tan oluşturulmuştur Ayrıca Kamışlı dan olduğu söylenmekle birlikte,Cizre den gitme bir aileden olan Feyman Hüseyin nin adının Türk medyasında çok konuşulması nedeni ile, kendisini de bir tasfiyenin bekleyip beklemediğinin düşünülmesi gerekmektedir.Murat Karayılan nın KDP ile biraz yakınlaşması ve özelikle de bir parça da olsa siyasal taleplerden bahseder duruma gelmesi halinde tasfiye edilebilecek ilk üç kişi içerensindedir.Diğer PKK Başkanlık Konseyi üyelerinin olasılık dahilinde bile,tasfiye edilme ihtimalleri gözükmemektedir.

Apo nun devletin temsilcileri yerine,her defasında Türk devletinin ajanı olan istihbaratçılarla görüşerek,istemlerine uygun olarak ateşkesler ilan etmesi ve üstelik ilan ettiği ateşkeslerinde tek taraflı ve herhangi bir uluslar arası kurumun temsilcilerinin arabuluculuğuna ve bağımsız denetmenliğine dayanmamasına rağmen,hatta ilan edilmiş her ateşkesi sonrasında bir planlama ve saldırı yapılması ile birlikte,sürekli olarak aynı türden uyduruk ateşkeslerin tekrardan yapması,isteme uygun olarak PKK nin savaş gücünü zamana yayarak tasfiye etme çabalarıdır.Bu ateşkesler dışında,PKK de en yetenekli komutan ve asker olarak bilinen Şemdin Sakık ın,önce Abdullah Öcalan tarafından sorguya alınarak,eleştiri ile ilişkisi olmayacak tarzda aşağılanması,kişilik ve gururunun tüketilmesi,hatta MED TV adına röportaj yapan bir kişinin dahi kendisini azarlayarak soru sorması süreçleriyle,yaptığı işe inancı tüketildi.Bir gün asker bir gün komutan öbür gün uygulamaya alınarak,kişiliği öğütülerek en ağır hakaretler ile hiçleştirilen bireylerden kadro çıkmaz,şartlandırılmış ve koşullandırılmış insan çıkar.Söz konusu koşullandırılmışlıkların alan ve zemininden çıkıldığında ise,o bireyler daha önce hiçleştirilmiş oldukları şekilde,bir hiç olarak kendilerini görmeye başlarlar.Şemdin Sakık(Şemo) yaptığı işe yabancılaştırılıp,bu süreçler ile savaşa inancı tüketildikten sonra,Apo nun talimatı ile bütün cephe ve alanlarda gezdirilerek, savaşın bitirilmesi gerektiği konusunda konuşmalar yapması sağlanmıştır.Bu süreçten sonra da,Apo tarafından öldürülebileceği kendisine his ettirilerek,örgüt karşısında kaçak ve suçlu duruma sokularak, “katli vacip kişilik” durumuna sokulmak istenmiştir. Bu koşullar altında da 18 yıl dağda başarılı şekilde savaşmış olmaktan dolayı,yapıda etkinlik kurmuş ve hatta diğer üst düzey kadroları bile sindirmiş olan Şemdin Sakık ın,hem Abdullah Öcalan sonarsında geri de bırakılmaması,hem de savaşı tasfiye etmenin ciddi bir göstergesi yapılması açısından; gerek PKK den, gerekse savaş alanından koparıldığı anlaşılmaktadır.

Şemdin Sakık, tümden hiçleştirilmiş,gururu ve değerleri parçalınmış bir hale sokulduğundan,her şeye inancını yitirmiş duruma getirilerek herhangi bir iddiası da kalmamış olduğundan,olası öldürülme tehdidinin kendisini hissettirilmesi karşısında,15 Mart 1998 de Güney Kürdistan daki Gere dağında iken, PKK saflarından kaçarak ayrılmakta ve KDP ye sığınmaktadır.6 Şubat 2O11 tarihinde,www sercavan com sitesinde;”Şemdin Sakık ın Yakalanma Anı” başlıklı yazısında;”15 Mart 1998 de,Kuzey-Irak ın Gere Dağı nda,silahımı ve örgüte ait ne varsa üzerimde her şeyi bırakıp,tek bir arkadaşıma söylemeden ve bir not da bırakmadan örgüt saflarından kaçtım.” demektedir.Bu cümleleri bile, can korkusu ile kaçtığını, tek bir insanı bile kendisi ile örgütlemeye yeltenmemesi karşısında da hiçbir iddiasının kalmadığını göstermektedir.Özel Kuvvetler Komutanlığın mensuplarından Albay Mithat Işık ın www sabah com tr sitesinde yayımlanan;”Şemdin Sakık ı Yakalayan Komutan Anlatıyor” başlığı altında verilen fotoğraflı röportajında,”Şemdin Sakık ı KDP den istediklerini,ancak;”Tabanımıza Anlatamayız” denilerek verilmediğini,bunun üzerine kendisini bir operasyon ile getirmeyi planladıklarını,”Yarasa Operasyonu” adını verdikleri operasyon çerçevesinde,13 Nisan 1998 tarihinde sabah saat O5 OO te kardeşi Arif Sakık ve bazı kişiler ile birlikte iki araç şeklinde,Duhok tan Hewler e hareket ettiklerine ilişkin bilgiyi aldığını,üç araç ile kendisine bağlı elemanların kendisini takibe aldığını,Hewler e varmadan askerlerinin içinde bulunduğu açlardan birinin Şemdin nin içerisinde bulunduğu aracın önüne geçtikten sonra, yan dönerek araçlarının önüne kapatırken arkadan gelen iki araçlarından inen personellerinin ise Şemdin i yakalamaya gittiğini,ancak Şemdi nin kaçmaya çalışması üzerine,personellerinin uzun namlulu silahlarını doğrultarak ihtar çektiğini ve kaçmak ile kurtulamayacağını anlayan Şemdin nin de silahını atıp ellerini kaldırarak teslim olduğunu,13 Nisan 1989 da saat O8 25 te uçak ile Silopi ye indirildiğini,önce kendisinin sorguladığını ve ardından gelen talimat üzerine de aynı gün uçak ile kendisini ve kardeşi Arif Sakık ı Diyarbakır a gönderdiğini,araçtan alıkoyarak Silopi ye getirdikleri iki peşmergeyi ise serbest bıraktıklarını,buna karşın Şemdin nin içerisinde bulunduğu taksinin şoförüne ise dokunmadıklarını ve Kuzey Kürdistan dan getirmediklerini,gerek Şemdin Sakık ın ve gerekse kardeşinin,aynen Abdullah Öcalan gibi;”Ben Devlete hizmete hazırım,yanlış yaptım” dediklerini belirtmektedir.

Buna karşın Şemdin Sakık ın kendi sitesinde yayımlanan yazılarında, www sercavan com sitesinde;”Şemdin Sakık ın Yakalanma Anı” başlığı ile yayımlanan yazısında,Tuncer Günay nın 2OO5 yılında;” Şemdin Sakık tan Mektuplar” başlığı altında yayımladığı kitabında,www haber7 com sitesinde muhabir Ferit Aslan nın ;”Şemdin Sakık;Beni Yeşil Yakaladı” başlıklı haberinde,ayrıca Şemdin nin avukat Vedat Erten nin röportajındaki iddiaya göre,Şemdin Sakık ı Türkiye ye getiren kişi Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım dır, 16 Mayıs 2OO1 yılında Malatya da düşen askeri uçaktaki Yeşil ile kendisini getiren diğer elemanlar da ölmüştür. Şemdin Sakık ın anlatımları nazara alındığında;KDP ye o güne kadar kimseyi Türkiye ye teslim etmemiş olması nedeni ile sığındığını,daha önce gerilla saflarında bulunan ve kendisinden önce KDP ye sığınan Aziz adlı arkadaşı ile karşılaşması sonrasında çok yardımlarını gördüğünü,Aziz in kendisinin teslim edilmesinde sorumluğu bulunmakla birlikte,söz konusu yardımları nedeni ile Azize kızgın olmadığını,ara sıra Duhok ta tepeye çıkarak telefon görüşmeleri yaptığını,KDP yetkililerinin kendisine;oluşturacakları askeri bir birimin başına geçmeyi önerdiğini,ayrıca Türkiye ye yönelik örgüt kurma fikrinin olması halinde ise, buna da yardımcı olabileceklerini söylediğini,ancak kendisinin şimdilik evlenmeyi düşündüğünü söyleyerek geçiştirdiğini,bir süre sonra KDP nin Duhok temsilcisinin bugün yada yarın Başkan Barzani nin yanına gidip görüşebileceğini ilettiğini,bunun üzerine hazırlanıp süslenerek,Başkan Barzani ye ne söyleyeceğini tasarlamaya başladığını,saat sabah O5 de yola koyulduktan bir süre sonra da şoförlerinin aracının hava yaptığını söyleyerek aracı durdurduğunu,bu esnada küçük bir su dökeyim düşüncesi ile araçtan biraz uzaklaştığını,ancak araçlarının arkasına bir aracın yanaşıp durduğunu ve iki kişinin silahlı şekilde üzerine gelirken,3 kişinin de araçlarının üzerine yürüdüğünü, kendisine;”Korkma seni götüreceğiz,ama öldürmeyeceğiz. “ denmesi üzerinde tabancasına davrandığını,fakat kafasına aldığı darbe ile yığıldığını,kendisine darbe vuranın Yeşil olduğunu, iğne yapılmasından sonra uçağa bindirildiğini, ve uçağa bindikten sonra rahatladığını söylemektedir. Şemdin Sakık ile Albay Mithat Işık ın anlatımları birbirini tutmamaktadır.Mithat Işık, Şemdi Sakık ın iki araç ile seyir ettiğini söylerken ve arkasından üç araç ile takibe aldıklarını belirtirken,Şemdin Sakık tek araç ile yola çıktıklarını, ve bir tek aracın yolda duran araçlarının arkasında durarak araçtan inmiş olması neden ile kendisine müdahale ettiklerini anlatmaktadır.Ayrıca Mithat Işık özel kuvvetler komutanlığında komutası altında çalışan resmi elemanlarının operasyonu yaptığını söylerken,Şemdin Sakık ise,Yeşil in operasyonu gerçekleştirdiğini söylemektedir.Yeşil kod adını kullanan Mahmut Yıldırım ın olayda yer aldığının ispatlanması halinde,özel kuvvetler komutanlığına bağlı olarak çalıştığının da kabulü gerekmektedir. Yakalanış şeklini de farklı anlatmaktadırlar.

Albay Mithat Işık ile Şemdin Sakık ın beyanları arasında çelişkili olmayan(yani örtüşen) tek şey ise,Şemdin nin yakalanarak getirilmiş olduğudur.Oysa Şemdin Sakık ın(Şemo nun) yakalanarak getirilmesi yerine,öldürülmemek ve idam edilmemek yanında pişmanlık yasasından yararlanmak üzere bir anlaşma dahilinde gelmiş olduğu sonucuna varıyorum Şemdin Sakık ın bir anlaşma dahilinde geldiğini ileri sürmemin nedeni;bir tek gerillayı örgütlemeye çalışmadan PKK saflarından kaçması olgusu ile hiçbir iddiasının kalmadığının ispatlı olması,KDP nin saflarında kurulacak bir birliğin komutanı olma, veya yeni bir örgüt kurma önerlerini de evlenme söylemiyle geçiştirerek red etmesi, ve PKK nin suikast yapma ihtimali karşısında da can derdine düşerek, TC ye teslim olmayı tercih etmiş olmasıdır.Şemdin Sakık açısından PKK nin suikast ihtimali karşısında TC ye sığınmış olmak bir korunak olmuştur.Apo Şemdin Sakık ı kaçırtma ve örgüt karşısında öldürülecek suçlu konuma sokma sürecini hazırlarken,kendisinin bir Mehmet Şener olmaması,örgütsel ve ideolojik politik derinliğinin bulunmaması karşısında, herhangi bir alternatif yapı yaratmasının da mümkün olmadığını ön görebilecek durumdadır. Şemdin Sakık ın pişmanlık yasasından faydalanmak için başvurduğunu ise; sitesindeki yazılarında;”Pişmanlığıma pişman oldu” şeklinde sömürgeci devlete sitemini dile getirmiş olmasıdır.Öyle görülüyor ki, anlaşma gereğince Şemdin Sakık operasyonun sürecinde ve sonrasında öldürülmemiş,idam kararı üzerinden de yaşam hakkı elinden alınmamış,ancak yargılamadan bir süre sonra tahliye edilme vadi de yerine getirilmemiş olmaktadır Şemo nun sitemi bunadır.Şemdin Sakık ın bu vaatler karşılığında ve PKK suikastından kurtulma korkusu ile teslim olduğunun diğer verilerini şu şekilde aşağıda sıralıyorum.

Birincisi,Şemdin kendisinden önce PKK saflarından kaçıp KDP de komutan olan Aziz isimli arkadaşının da, kendisinin Türkiye ye teslim edilmesinde rolü bulunduğunu ileri sürmek ile birlikte,kendisine yardımlarının olması karşısında Aziz e hiçbir tepkisinin bulunmadığını yazmış olmasıdır.Gelmek istemeyen insan,kendisini satmış insan ile geçmişe ilişkin hukuk ne olursa olsun tepki duyacakken,Şemo nun bir tepkisi bulunmamak ile anlaşmalı olarak gelmiştir.İkincisi,TC elemanlarının kendisini uçağa bindirmeleri üzerine,yıllarca kaçtığı bu uçaklardan birine binmek üzerinde rahatlamış olduğunu yazmış durumdadır. Bu rahatlama PKK nin yapacağı bir suikasttan kurtulmanın doğurmuş olduğu rahatlamadır.Üçüncüsü,gerek PKK nin ve gerekse devletin Şemdin Sakık ı KDP den istemesine rağmen,geleneksel uygulamalarına aykırı olması gerekçesi ile vermemiş olduklarını açıklamış olmalarıdır.Mithat Işık ın, taleplerine rağmen,KDP nin vermeye yanaşmamış olduğunu belirtmesi bu durumu doğrulamaktadır.Daha önemlisi ise KDP; Mehmet Şener,Sarı Baran,Osman Öcalan,Nizamettin Taş,Halil Ataç gibi merkez komite üyelerini vermediğinden,Şemddin Sakık ı teslim ettiği yolundaki söylemi gerçekdışıdır.? Şemdin Sakık ın anlatımlarına göre dahi,KDP tarafından kendisine kurulacak yeni bir birliğin kuruluş çalışmalarını başlatıp komutanlığını yapma,yada Türkiye nin hakimiyetindeki Kürdistan parçasına yönelik bir örgüt kurabilmesine yardım etme önerilmesine rağmen,kendisinin evlenme istemini gerekçe göstererek red etmesine rağmen,bilahare Barzani nin görüşmek üzere davet etiğini de yazdığından,Güneyli güçlerin kendisini Kürdistan siyasetinde tutma çabasında olduklarını ispatlamaktadır.Güney Kürdistanlı güçler Şemdin Sakık a bu önerilerde bulunmasına rağmen,neden kendisini teslim etisin ki?Bu olgular Şemdin Sakık ın,PKK nn suikast hedefi olmaktan korktuğunu ve T.C. nin bazı vaatleri karşılığında da teslim olmayı tercih ettiğini göstermektedir.Beşincisi,Güneyliler Şemdin Sakık a daha fazla koruma önermelerine rağmen,kendisinin istemediğini belirtmiş olmasıdır.Yanında sadece iki peşmergenin bulunduğunu söylemektedir.İsteseydi daha fazla korumanın verileceği de açıktır.Altıncısı;Duhok tan Hevler e (Erbil e) yola çıkış saatinin sabah O5 OO olduğu açık olduğuna göre,Şemdin Sakık ın yolun çok tenha olacağı bu tür bir saati tercih etmesinin nedeni nedir? Yolda ulaşımın sıklaşmaya başladığı bir saate Şemdin Sakın alınmasının mümkün olmayacağı, yada çok zor olacağı açıktır.Ayrıca Duhok tan Hevler e olan yol hızlı gide bir araç ile bir buçuk saati alırken,yavaş yol alan bir araçta ise,en fazla iki saat alabileceği açıktır.Mithat Işık,Şemdin Sakık ı yakalamalarının 3 dakikayı aldığını ve Silopi ye getiriliş ile birlikte toplam bir saati aldığını söylemektedir.Bu durumda Şemdin nin aracının yavaş yol aldığını varsaydığımızda dahi Hevler de olması gerekirdi.Oysa Mithat Işık, Şemdin nin tenha bir noktadan ve yoldan alındığını söylemektedir.Her halükarda Şemdin nin aracının yavaş yol aldığı açık olduğuna göre,hem yolun tümden tenha olduğu bir saatte,hem d sabahın köründe yola giderken,aynı zamanda çok yavaş bir hızla yol alınmasının nedeni nedir?Şemdin Sakık saat O5 OO te yola çıkarken,Hevler in hızla yol alan bir araçla sabah O6 3O da ve yavaş seyir eden bir araç ile de saat O7 OO de varacağı açıkken ve bu saatlerde de Barzani nin makamında olmayacağı da tartışmasız iken,yolun bu kadar tenha olduğu bir saati nedeni tercih etmiştir,neden aracı yavaş seyir etmiştir,evden çıkmasına rağmen kısa bir süre sonra ulaşacağı Hevler de su dökmek yerine,yolda su dökmek için neden araçtan inmektedir?Neden korumalar istememiştir? Bütün bunlar yoldan alınmak için oluşturulmuş koşullara ilişkindir,bir amacı kalmamış olduğundan,bazı vaatler karşılığında ve Apo nun yönlendireceği bir suikast ile vurulmamak için(can korkusu için) anlaşmalı olarak gelmiştir.

Şemdin Sakık,PKK nin suikast ile kendisini öldürmesinden korkmakta olduğu gibi,tümden amaçsız duruma düştüğünden,TC tarafından öldürülmemek ve pişmanlık yasası çerçevesinde bir süre sonra tahliye edilmek vaadi ile Türkiye ye gelmiş gözükmektedir.Şemdin Sakık ın da,Albay Mithat Işık ın da bir operasyon ile yakalayıp getirilmişliğe ilişkin söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır. Faşist-sömürgeci ve emperyalist Türk devletinin 1996 yılında hazırlayıp,ancak suikast öncesinde olayı bazı elemanları kanalı ile Apo ya bildirerek sonuçsuz bıraktığı Mercedes ile suikast olayı esasen PKK yi silahsızlandırmasını,aksi takdirde Suriye de güvencede olmayacağını yansıtmak içindir.Aynı zamanda bazı elemanları kanalı ile öldürme amacı taşımayan bu olayı kendisine bildirerek,güvenini sağlama,kendilerine bağlamak içindir 198O darbesinden 4 ay önce MİT ten ilişkili olduğu kişilerin artık hüküm ettikleri sınırlar içerisinde korumasını sağlamanın imkansız olduğunu,ayrıca darbenin geleceğini çıtlattıktan sonra,Suriye nin hakimiyeti altındaki topraklara geçirilirken,gelinen aşamada güvenliğinin Suriye de sağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesi ile getirilmiş görünmektedir.Abdullah Öcalan bu olaydan sonra PKK deki ordulaşmayı ve savaşı tasfiye etme çalışmalarına başladıysa da,örgütsel yapının kısa sürede bu duruma alıştırılıp getirilebilmesi ise,mümkün değildi.Ardı arkası kesilmeyen ve her zaman bir istihbaratçının kanlı ile iletilen istem çerçevesinde, kamuoyunun önünde çift tarafın kabulüne dayanmayan ve denetleyici olarak uluslararası bir arabulucuyu de gözetmeyen dış yönlendirme ve kullanılmışlığa dayalı sahte ateşkesler yoğunlaştırıldı.

Ayrıca Apo tarafından,savaş pratiğinin en başaralı elemanı olarak gözüken Şemdin Sakık,her tülü eleştiri çerçevesinin dışında kameraların önünde aşağılanıp kişiliksizleştirilme sürecine alınarak,yaptığı işe ve mücadelesine yabancılaştırılıp,inancı tüketildi.Bir muhabir dahi Şemdin in karşısına oturtulup kendisini aşağılamaktaydı.Şemdin Sakık ölüm korkusu karşısında ses bile çıkaramamaktaydı PKK bir tür Apo nun kişisel malı olarak algılandığından,istediği kişiyi istediği konuma sokabilme keyfiliği içindeydi.Bu nedenle her kadroya potansiyel olarak ajan olabilecek kişilik olarak bakılırken,bütün şüphelerini ve soruların dışında tutulup yüceltilen tek kişi Apo almaktaydı Kadroların bütün bir gün ajan provaktör veya başka bir şey ile suçlanıp kirli pabuca dönüştürülüp tecrit edilmiş düz asker rütbesine indirilirken,sisteme ve APO ya teslim olduğunda ise,güçlendiği ve hatlarını bilince çıkardığı savlanarak jet hızı ile en üst yetkilerle donatılmaya başlanırdı. Bir gün asker, öbür gün komutan ve bir sonraki gün ajan diye yansıtılan her kadro kişiliksizleştirilme sürecinden geçirilmekteydi.En makbul özeleştiriler;”Ben alçaklık yaptım,düşkün durumundayım,ajan pratik yaşadım” gibi kavramlar ile kendisini ağır derecede aşağılayarak,hem bütün grubun daha ağır cümlelerine maruz kalmanın önüne geçmek,hem de yanlışlarını bilince çıkardığını da bu yolla kısa yoldan ispatlamış olmaktı.Çünkü sistemin eleştiri özeleştiri kıstası, bunu istemektedir.Çeşitli zaman ve kavşaklarda farklı kişiler,ama toplam zamanda da bütün şahıslar bu süreçlerde geçirilmiş olduğundan,özneden çıkarılıp nesneye dönüştürüldüğünden tahrip edilmemiş tek bir kişilik bırakılmamıştır.Bu sistemin sahibi Apo,sadece kendisini bu uygulamanın dışında bırakmıştır.Bu süreçlerinden geçirilen Şemdin Sakık,Apo nun talimatı ile bütün alanları gezerek;savaşın çare olmadığı ve gereksizleştiği konusunda konuşması sağlandı.Ayrıca Apo tarafından suçlu konuma sokulup aşağılanma ve sorgulanma süreçlerinden sonra,kendisinin öldürüleceği hissi verilerek örgütten kaçması sağlandı.Apo nun kaçırtma taktiği,örgütte ve halk arasında belli bir etkinliği olan ve tanınan kadroları direk öldürerek yöntemlerini tartıştırma yerine,onları öldürebileceğine ilişkin hissi vererek,veya verdirerek, örgütten kaçırttırdıktan sonra,örgüt hukukunda ;”katli vacip” sonucuna yol açmaktı.Apo nun yaratığı bu tablo neticesinde Şemdi Sakık da örgütten kaçırtılmış ve PKK nin örgütsel tarzında;”katli vacip” olmuştu.

Apo,Şemo yu bu şekilde kaçırtırken,patiği ve etkinliği ile örgütteki diğer kişileri sindirmiş bir kişiden kurtulacağı gibi,sömürgeci devlete de;”Şavaş ı adım adım tasfiye etme görevimi parça parça yerine getiriyorum,işte en çok savaşan komutan hiçleştirip, bütün alanlarda da savaşa karşı gezdirdikten sonra,önünüze atmış olmakla samimiyetimi ortaya koyuyorum.” diyordu.Kişilik olarak bitirme ve kaçırtma işleminden sonra ya Apo PKK lerden birilerine öldürtecekti,yada devlet öldürtecekti.Yani Şemdin Sakık ın kaçırtılması sömürgeci Türk devletine aynı zamanda bir göstergeydi.Apo,Şemo nun ideolojik-politik ve örgütleme açısından bir özeliğinin bulanmadığını, ve örgütten kaçırtıldıktan sonra ya PKK nin bir suikastı ile öldürüleceğini,yada suikast ile öldürülme korkusu nedeni ile teslimiyete gideceğini de öngörebilecek durumdaydı.Apo ve Şemdin birbirlerini iyi tanıyorlardı.Yani Apo,Şemdin Sakık ın Türkiye ye itilmesinde rol sahibidir.Şemdin Sakık da bazı vaatler karşılığında Türkiye ye gelmeyi kabul ettikten sonra,itiraf ve anlatımları ile Apo nun Türkiye ye taşınması sürecine katkısını sundu. İfadelerinde Apo nun çok iradesiz olduğunu,kişilik olarak zayıf ve zaaflı olduğunu,yemeği yarım saat geciktiğinde dahi kıyamet koparan bir tip olduğunu beyan etti,kişilik özelliklerini anlattı.Şemdin Sakık, Türkiye ye öldürülmemek, ve bir süre sonra da pişmanlık yasası çerçevesinde yararlanmak vaatleri karşılığında anlaşmalı olarak geldikten sonra,Türklerin hapishanelerindeki mahkumlar içinde leptopu olan ve interneti kullanma olanağı bulunan tek mahkum oldu.Pişmanlık yasası çerçevesinde başvuruda bulunmuş bir itirafçı olarak,yazılarında gönüllü ve zora dayalı sevişmelerini,aşklarını anlatıp kendisine acındırma çalışmaları yapmaktadır.On yaşındaki Küçük Emrah tiplemesini 5O li yaşlarda oynamaktadır.Sanki 18 yıl o dağların zor koşullarında savaşan o değil de,bir ilizyon ve yansımaydı.

Şemdin Sakık,PKK den kaçtıktan bir süre sonra, BBC ye verdiği röportajında;”Benim bir hatam varsa,o da Apo yu tanrılaştırmamdır” derken, Apo da gazetesi kanalı ile verdiği cevapta;”Tamam da kendini de peygamberim ilan ettin” demekteydi.Gerçekte bunlar PKK nin tanrısı ve peygamberiydi,ancak ikisi de uçağa bindikten sonra;”devlete hizmete hazırım,devlet fırsat verirse hizmet edeceğime de inanıyorum” demişti. Bu kadar zavalı bir duruma düşen kişiliklerden tanrı ve peygamber çıkmayacağı açıktı. Ancak bu durum PKK de kadro olmadığını, çevre ve süreçler ile sınırlı koşullandırılmış şartlandırılmış birey olduğunu ve değişen koşullar ile şartlar altında tam tersi bir kişilik olarak gerçekleştiklerini,sistemin öğütmesi nedeni ile iki kişilikli iki düşünceli,ve iki ruhlu olduklarını ortaya koymaktadır Bu durumları ikisinin de gerçek tanrı ve peygamberlerinin sömürgeci devletleri Türkiye ve Mustafa Kemalizim olduğunu, ve bu tanrılarını hiçbir zaman beyin ruh ve kişiliklerinden çıkaramadıklarını da göstermektedir.Yani bunlarda Kürdistan dan yana hiçbir şey içselleşmemiştir,içsel kalan Türkiye dir.Kaidesiz kuralsız ilkesiz ve keyfi olup kendi ölçülerine bile bağlı olmayan her birey,gücü ele geçirdiği anda bulunduğu alanın tanrısı rolüne bürünerek despotik veya diktatör kişilik olur.Ancak her despot kişilik ve diktatör. daha büyük diktatör ve despotun yanında kişiliksizleşmeyi kabul ederek hükümsüzlüğünü kabul ederek,bulunduğu alandaki hakimiyetine cevaz verilmesini sağlayarak,taklitçisi olmaya çalışır.Feodalite de her ağa; bulunduğu alan veya yörenin bir tür tanrısıdır,muhitindeki halka karşı da amansızdır;keyfidir,ölçüsüzdür,kuralsızdır.Ancak lokal yerde hükmü olan her ağa daha büyük güce sahip olan ve daha geniş alana hüküm eden ağanın ise yanaşması durumundadır,hükümsüz olduğunu kabul ederek yaşamayı tercih etmektedir.Apo ve Şemo nun PKK nin dışına düştükten sonra, Türk devletini tanrı olarak kabul etmeleri ve zavallı bir kişilik durumuna düşerek görüntüye çıkmaları,bir ölçüde bu ağa ve despot tiplemesinde özetlediğim kişilikleri ile ilgilidir.Ayrıca tanrıları olarak da, Türk devletini beyin, ruh ve kişiliklerinden silmemiş olmalarıdır.

PKK nin programında son iki yüzyıllık süreçte dört sömürgeci devlete karşı kırka yakın ve sadece Türk egemenlik sistemine karşı 29 ayaklanma çıkaran Kürt ulusu,”düşürülmüş” olarak nitelendirilerek,”utanç verici” durumda bulunduğu vaz edilmekteydi.Eğer somut bir düşürülmüşlük örneği görülmek isteniyorsa;Abdullah Öcalan,Osman Öcalan ve Şemdin Sakık gibilerin düştüğü duruma bakılmalıdır.Eğer somut bir düşürülmüşlük görülmek isteniyorsa,Demokratik Cumhuriyet-Demokratik Özerklik kavramları altında devletin Apo ya kabul ettirdiği işbirlikçi çizgiyi tekrar ederek,bedel ödeme gerekçesi yapılmış hedefleri,çizgi bağımsızlığını,hareket özgürlüğünü ve değer yargı sistemlerini red ve inkar ederek, siyasi yozlaşma sürecinin aleti ve ortağı olan PKK nin başkanlık Konseyi nin üyelerine bakılmalıdır.Uluslararası ve bölgesel koşullar ile konjöktür her zamankinden daha fazla bağımsız bir devlet kuruluşuna gitmek için var iken,ulusal bir stratejiden ve kesin kopuş çizgisinden soyutlanmış olup,Türkiye nin AB ye girişine bağlı olarak gerçekleşebilecek kişisel dil kültür haklarına ve siyasi yetkiler hariç olmak üzere sınırlı bazı yetkilerin Vali ve Kaymakamların vasiyet denetimine tabi Belediyelere ile devletin memurlarından oluşan İl Özel İdarelerine aktarılması ve af için fit olmaya hazır olanların bütünü durum ve anlayışları utanç vericidir.Türkiye nin Avrupa Birliğine irişi sürecinde yapılacak bazı yasal değişiklikler çözüm ise,PKK ye hiç ihtiyaç yoktu,ayrıca mücadeleleri sonrasında devletin her alanda yaptığı hak ihlalleri olmasaydı,daha erken AB ye girmiş olacakları da açıktı. Mücadeleye başlamalarından önce bir af sorunu da yoktu.Dağdakilerin ve liderlerinin af dilemesi;kendilerinin gayrimeşru ilan ederken,sömürgeci devleti meşru görmektir.Ancak Çankırı E Tipi Cezaevinde bulunduğum sırada Abdullah Öcalan nın PKK yi tasfiye etmek için;”Devlet pişmanlık yasasını yada topluma kazandırma yasasını çıkarsın,isterse pişmanlık yasası desin,buna karşın PKK de bu aftır der,gelir yararlanır” demekteydi.Bu söylemi cezaevlerine ve her yere dağıtıldı.Ancak örgüttekilere buna hazır olmadığından sindirilemedi.AB ye girişteki kimi yasal değişiklikler çözüm ise,burada PKK nin bir iradesi yoktur,çünkü önce sömürgeci devletin girmek istemesine bağlıdır,daha sonra da Fransa ve Almanya nın girişlerine onay verip vermeyeceğine bağlıdır. AB ye giriş şartı olan kimsi yasal değişiklikler çözüm ise,bu PKK nin dışında başlayıp devam eden bir süreç olduğundan,bu örgütün bütün dünya devletleri gözünde hem kendisin hem de diğer Kürt örgütlerini gereksiz anlamsız modunda ve kodunda yansıtmaktadır.Buda uluslararası meşruluk bulmaya engeldir.Sömürgeci devletin ideolojik politik tarihsel kabul referans ve ihtiyaçları üzerine oturtulmuş bileşik bir çizgi ve yapının gereksiz ve anlamsız modunda ve kodunda yansıyacağı tartışmasızıdır.

BEŞ;ABDULLAH ÖCALAN NIN,TÜRKİYE NİN PROJESİ OLAN AVRUPA BİRLİĞİNİN KİŞİSEL HAKLAR KONSEPTİ ÇERÇEVESİNDE ÇÖZÜM BULMAK VAATLERİ KARŞILIĞINDA GELMEYİ KABUL ETMESİ,GÖTÜRÜLÜŞ(ÇIKIŞ) VE GELİŞ SÜREÇLERİNDEKİ İLİŞKİLERİ

Bu durumda tartışılması gereken diğer bir husus da;gerçekte Öcalan yakalanıp getirildi mi,yoksa Türkiye ye teslim edileceğini öngörmesine rağmen,dağı ve savaşı tercih etmemesi nedeni ile bazı vaatler karşılığında Türkiye ye teslim olmak üzere bazı vaatler karşılığında geldi mi? Eğer bazı vaatler karşılığında gelmiş ise,gelişinin hangi süreçte,kimler aracılığı ile hangi vaatler karşılığında gerçekleştiğini,ilişkilerinin Türk Egemenlik sisteminin hangi çizgisinin elemanları üstünden geliştiğini, davasının Yargıtay da sonuçlanmasından sonra çeşitli tarihlerde ortaya çıkan evraklar,açıklamalar ve olgular üzerinden tartışmak gerekmektedir.

Abdullah Öcalan, Avrupa da olduğu ortaya çıktığında ve özelikle de Türkiye ye taşındığında ortam olabildikçe gerdirilmişti, Kürtler yönünden ise duygusal bir ortam yaratılmıştı, Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya nın Nirobi kentinde yanında bulunan refakatçiler gibi direnme yerine,bu kentteki Yunan büyükelçilik konutundan çıkıp, kapıda bekleyen cipe binerek teslim olma sürecini pratik olarak başlatmayı tercih etmişti.Ancak özelde biz avukatların ve genelde Kütlerin o günün koşullarında bunu tespit etme ve bilebilme imkanları yoktu.Bu olgu Abdullah Öcalan nın yanında bulunan refakatçilerinin konuşmalarından,mahkemesi başladıktan sonra gün yüzüne çakmaya başlayan ifade ve savunmalarından ve kimi devletlerin yetkililerinin açıklamaları ile devletin kabul ve referanslarına uygun şekilde savunmalar vererek,Türkiye ye taşınmasından bir hafta on gün önce yapılan kongre karalarının geçersiz olduğunu savlayarak, savunmalarına (İşbirlikçi Demokratik Cumhuriyetçilik çizgisine) paralel şekilde yeni bir kongre yapılmasını ve devletin istemelerine göre PKK nin programının da değiştirilmesini istemesi yanında,Ergenekon ve Mit ile diyaloglarını gösteren bulguların ortaya çıkmaya başlaması ile ortaya çıkmış oldu.

Abdullah Öcalan,16 şubat 1999 tarihinin ilk saatlerinde İstanbul daki Atatürk havaalanına uçak ile taşınıp uçağa yakıt ikmali yapıldıktan sonra, Bandırma daki hava üssüne getirildi. 16 Şubat 1999 tarihinde sabaha doğru İmralı ya getirilmiş gibi yansıtılmış olmakla birlikte,gerçekte İmralı ya getiriliş tarihi 18 Şubat 1999 sabahıdır.Bu durumda aradaki iki günde nerde olduğu dava dosyasında belirsizdir.Bir kısım yazarı Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu olan Oda tv.com sitesinin 2O11 yılındaki yazı ve iddialarına göre,Bandırma hava üssüne getirildikten birkaç saat sonra,uçak ile Ankara ya götürülerek,Ordunun Özel Harb Dairesine bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığının Seferberlik ve İstihbarat Birimi bölümünde, belirsiz görülen bu iki gün boyunca Albay Engin Alan nın içinde bulunduğu 11 kişi tarafından sorgulanma ihtimali yüksek görünmektedir..Ankara da Özel Kuvvetler Komutanlığındaki sorgulamaya ilişkin ifade tutanakları dava dosyasında yoktur,gizli tutulmaktadır.İmralı daki sorgusunda ise,Apo Suriye de bulunduğu süreçte, kendisinin kaldığı apartmanın bir üst katında Türkiye nin askeri ataşesi olarak kalan ve Ergenekon davası belgelerine göre Kürşat ismini de yer yer kullanan albay Atilla Uğur ile albay Cemal Temizöz bulunmaktaydı.2O11 yılında Suriye nin eski Başbakan yardımcısı Hadam, Hürriyet Gazetesi muhabirine verdiği röportajda, Abdullah Öcalan nın ülkelerinde bulunduğu sırada Türkiye nin askeri ataşesinin bulunduğu binada ikamet ettiğini açıkladı.Abdullah Öcalan ın ciple hava alanına gittikten sonra, bindiği uçaktaki Türk komutanlardan birisi albay Levent Göktaş idi.Buna karşın o dönemde Bursa havalisinin tümünden sorumlu orgeneral ise, Hürşit Tolon du.O dönem İmralı nın da tabi olduğu Bursa ilinin Jandarma Komutanı ise,Tuğgeneral Levent Ersöz idi.Bu komutanların bütünü Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanmaktadır.Bunlar,Cemal Paşa Talat Paşa ve Enver Paşa nın temsilcisi olduğu İttihat ve Terakki çizgisinin kendisi ve davamı olan Mustafa Kemal in Kemalist çizgisinin ve dolayısı ile katı merkezi devlet yapılanmasının temsilcileridir.

İttihatçı-Kemalist Orducular, ABD ile işbirliği içinde iken,ABD nin Ortadoğu daki statüko da değişiklik yapmaya dönük bir politikaya gelmesi üzerine, 2OO2 yılında Rusya-Çin eksenine kaydıklarından dolayı, Amerika tarafından deşifre edilerek, sistemin dışına atılanlardır Bir anlamda ABD oyunun ortasında kural ve taraf değişikliğine tahammül göstermemiştir.Bu nedenle de Türk egemenlik sistemi içerisinde yüz yıldan fazla bir süredir bulunup,esasen Prens Sabhattin nin önderlik ettiği liberal ademi merkeziyetçi çizgi ile başlayan, Menderes ve Turgut Özal dan sonraki temsilcisi AKP üzerinden devam eden kanada destek vererek, iktidarda bulunun kanadı tasfiyeye yöneldi.Uluslararası sermaye,katı merkeziyetçi ve totaliter devlet yapılanmalarını bizzat kurup, istikrar adına yüz yıla yakın bir süredir darbelerle ayakta tutmasına rağmen, gelinen süreçte bu yapılanmaların sermayenin dolaşımı ve yatırım akışı ile istikrarı açısından verimli olmadığı sonucuna varıldığından,ayrıca emekçi devrimlerin tetikleme özeliği daha fazla olduğundan,her yerde liberazisyonu gerçekleştirmek için tasfiyeye yönelmiştir.Abdullah Öcalan nın,Türk ordusunun Özel Harb Dairesine bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığının elemanları ile bağlantılı olduğu ve Demokratik Cumhuriyetçilik diskurunun da bunlar tarafından kurgulanıp,Apo ya kabul ettirdiği anlaşılmaktadır. Bunların bir bölümü cezaevlerinde de olsa, orduda güçlüdürler. Bunlar tümden tasfiye olduğunda, ve Türk egemenlik siteminin tek temsilcisi olarak, yeni Osmanlıcı liberal muhafazakar AKP çizgisi kaldığında ise,Apo nun bunlara da payanda olacağından kuşku duymuyorum.

Abdullah Öcalan nın 2OO8 Ekim ayı başındaki Avukatlar ile Görüşme Notlarına bakıldığında;”Atilla Uğur,Emre Taner(bugünkü Mit müsteşarı) ayrı ayrı İmralı da ilk dönemde benimle görüşmüşlerdi” dediği görülmektedir. Abdullah Öcalan nın 2OO8 yılının Temmuz ayının ikinci haftasındaki Avukatları ile Görüşme Notlarına bakıldığında ise;” Ergenekoncularla görüştüm,,,,,,Operasyon(onlara yönelik operasyon)Amerikan nın doğrudan operasyonudur Buraya gelenlerden biride tutuklanmış.”Ben onlarla defalarca görüşmüştüm. Bunlar radikal bir gruptu.Aslında bana bir şeyler söylemek istiyorlardı,biraz farklıydılar.2OO2 den sonra buraya gelmediler.” Demektedir.Bu görüşme notlarından bir hafta önce tutuklanan kişi Albay Atilla Uğur du. Asılında Abdullah Öcalan Türk egemenlik sisteminin hangi kanadı ile bağlantılı olduğunu ortaya koyarken, bir ölçüde de bunlardan medet beklemekte, ve bunlar en gerici olmasına rağmen, daha farklı olduklarını savlamaktadır.Apo nun bunlar ile defalarca görüştüğünü açıklamaya başlaması ise,Ergenekon davasında görüşmelerine ilişkin bazı kayıtların ortaya çıkması ve AKP medyasını da bunu işleyebileceği düşüncesinden kaynaklı olarak yapılmış bir açıklamadır.

Abudullah Öcalan nın Suriye den çıktığı tarihten itibaren,Türkiye nin istihbaratı(Mit) yanında,İsrail in istihbaratı(Mosad) ve ABD nin istihbaratı(Cia) nın hem filli ve hem de teknik takibine alacağı sır değildir Buna rağmen pek çok kaynak Abdullah Öcalan nın sürekli uydu telefonlarıyla pek çok yer ve kişi ile uzun uzun konuşarak,bulunduğu yeri belli ederek,izlenmesine ve yakalanmasına yol açtığını ortaya koymaktadır.Hürriyet Gazetesinin Waşigton muhabiri Kasım Cindemir in,ABD nin Nasa görevlilerinden eski ajan olan Wayne Madsen ile yaptığı ;”NSA nın Türkiye de 2 Gizli Üssü Var” başlıklı röportajında; ‘Öcalan, çok geveze biri, cep telefonundan konuşmadan edemezdi ve biz de nerede olduğunu hemen belirlerdik.Rusya’dan başlayarak, Korfu Adası dahil her noktada dinledik. Öcalan’ın izlenmesinde İsrail’in de katkısı oldu.Öcalan, çok aptalca davrandı. Dinleneceğini bilmesi gerekirdi’ demektedir.Apo bu şekilde Suriye yi terk ederken, her gerilla liderinin tersine, gittiği her yere izini bırakmak için uçak ile gittiği,sürekli uydu telefonu ile konuşmalar yaptığı ve bir ülkenin istihbarat elemanlarınca diğer ülkenin istihbarat elemanlarına teslim edildiği anlaşılmaktadır.

1998-1999 yıllarında PKK nin Rusya temsilcisi durumunda bulunan ve Merkez Komite üyesi olduğu anlaşılan Mahir Welat ın www.kurdistan-post.com sitesinde yayımlanan röportajında ise;Abdullah Öcalan nın yerinin tespit edilmesinin ve yakalanmasının nedenin uyarılarına rağmen,uzun uzun telefon görüşmeleri yaparak bulunduğu noktayı deşifre etmesi olduğunu ortaya koymaktadır.Hülya Yetişen nin, 1O O4 2O11 tarihinde Mahir Welat(Numan Uçar) ile yaptığı ve Kürdistan –post sitesinde;”Mahir Welat ile Röportaj” başlığı altında yayımlanan röportajında ise;”Öcalan, Jirinovski ye ait eve yerleşti Bir kaç gün sonra Öcalan,”telefon konuşması yapabilirmiyim?” diye sordu.Ben, telefonda konuşmasına karşıydım. “Kıyamet kopuyor Başkanım, biraz bekleyelim” dememe rağmen, Jirnovski,”Her türlü çalışmanı yapabilirsin, Suriye de yürüttüğün çalışmaların aynısını burada da yapabilirsin” dedi O da bana,”Bak adam diyor hiçbir sorun yok Ama sen bana konuşma,diyorsun” dedi Ben de Jirinovski işin ciddiyetinde değil,dedim,telefonda uzun bir konuşma yapınca da; Mosad ve Cia yerimizi tespit etti.” Demektedir.Nitekim Mosad,Apo nun Rusya ya gidişinin dördüncü gününde,Rusya da bulunduğunu açıkladı.Ancak Abdullah Öcalan,kendi eylemlerinin bütün sonuçlarını dahi hata yapmaz bir kişilik görünümünde kalmak için, her zaman başkalarına yüklemeyi tarz edinmiş bir kişilik olduğundan,esasen kendisine güvensiz ve sorumluluğunu dahi almaktan kaçan bir tip durumunda bulunduğundan, yakalandıktan sonraki sürçlerde sorumluluğu Mahir Welat e yükleyerek,kendisini ajan ilan ederek,meseleden sıyrılmaya çalıştı.Apo nun temel tarzlarından bir tanesinin;”Ali yaptı, Veli yaptı, Meli yaptı” diyerek, gerçeği kamufle ederek sıyrılmaya yönelmesidir.Apo nun Suriye den çıkışından, Kenya da yakalanışına kadar,sürekli uçaklar ile seyahat ettiği ve gittiği her yerde de bir ülkenin istihbarat elemanlarınca,diğer bir ülkenin istihbarat elemanlarına teslim edildiği,sürekli uydudan telefon görüşmeleri de yaptığı aşikar ve ispatlı olarak ortaya çıktığından, bilinçli olarak izini bırakarak hareket ettiği ve kendisini kamufle etmek istemediğini açığa çıkarmaktadır.Bu da Apo nun hem izlenmesine, hem de gittiği her ülkeden istenmesine imkan vermektedir.

Abdullah Öcalan nın üç kıtada çeşitli ülkelere uçak ile yolculuklar yaptığını düşünmüyordum.Ya Kürdistan nın herhangi bir parçasında kırda saklandığını, veya kendisine güvence veren bir ülkede inkar edilen ve bilinmeyen bir noktada saklanabildiğini düşünüyordum. İtalya nın Abdullah Öcalan ı gözaltına aldığı ve daha sonrada idam cezasının Türkiye de var olması nedeni ile iadesini kabul etmeyeceklerini açıklamaları üzerine ise,Avrupa ya gittiği açıklığa kavuşmuştu.Ancak yinede üç kıtada pek çok ülkeye istihbarat elemanları eşliğinde yolculuklar yaptığını bilmiyorduk. Abdullah Öcalan,Avrupa da bulunduğu süreçte,Medya(Med) Tv de yayımlanan programa telefon ile bağlanmıştı. Apo bir taraftan “Ankara dan Kürdistan a gelerek partileştik,Ortadoğu ya çıkarak ordulaştık,Avrupa ya gelerek devletleşeceğiz.” Diyordu. Diğer taratanda Med Tv deki bu programda;”Bizans hükümdarı Diyojen, Selçuklu Sultan ı Alpaslan ile yaptıkları savaşta; Alpaslan a yenildi.Diyojen yenilince, teslim oldu.Alpaslan da bazı koşullar karşılığında, Diyojeni af etti. Kendi ideolojilerinden kaynaklanan faşizmlerini aşıp tarihlerine bakarlarsa, bu tarihlerinde de var” şeklinde konuşmaktaydı.Abdullah Öcalan nın, Kenya dan taşındığı tarihten bir hafta- on gün önce yapılan PKK kongresinde ise;Apo nun raporuna uygun olarak,bağımsız Kürdistan hedefi doğrultusunda mücadelenin her alanda yoğunlaştırılıp, daha geniş alana yayılması,kurtarılmış bölgelerin ilan edilmesi kararları alınmıştı.Ayrıca PKK nin programında nihai hedef bağımsız Kürdistan dı, programda yerinde duruyordu. Bu resmi belgeler karşısında, Abdullah Öcalan nın Diyojen nin savaşı kaybedip teslim olması ve af edilmesi ile ilgili yaptığı açıklamada ki amaç; Türk devletinin faşizmine atıf yaparak;devletin harekete geçirtip yükselttiği ırkçılık ve saldırganlığı bir nebze olsun dindirmek miydi.? Yada Abdullah Öcalan Kürtlere ve örgütüne ayrı bir mesaj,buna karşın devlete ise, tam tersi bir mesaj mı veriyordu.? Yani Apo bazı vaatler karşılığında teslim olmayı mı dillendiriyordu? Abdullah Öcalan nın demeç ve konuşmalarındaki bu çelişki karşısında, o anda kendime bu soruları sormak ile birlikte,PKK nin programı ve Apo nun raporu ve istemi çerçevesinde kendisinin Türkiye ye getirilişinden bir hafta on gün önce yapılan kongrede bağımsız devlet hedefini içeren kararlar alınmış olması karşısında, teslimiyet ve işbirlikçiliği tercih etmesi şeklinde bir anlama götürmedim.

Türkiye ye getirildikten sonra,devletin istemlerine uygun olarak PKK programını ortadan kaldırıp yeni bir program yapmaları,kongre karalarını da tam tersi ile değiştirmeleri,ulus sorununu inkara giderek toprak isteminden ve siyasal iktidar talebinden bağımsız bir sorun varmış gibi saptırmaları,ifadelerinde çözülmüş bir itirafçı durumunda olduğunun açıklığa kavuşması,Yaşar Kaya nın, Apo daha İtaya da iken, “Bundan sonraki Durak Türkiye” dediğini davanın bitmesinden çok sonra açıklamış olması karşısında,”Diyojen nin teslim olduktan sonra bazı koşullar karşılığında af edilmesi” söyleminin Türk faşizmine vurgu yapmak amaçlı olmadığı, aslında Apo nun ülkesi Türkiye ye dönmesindeki pazarlık konusu olduğu anlaşılmaktadır.Yani aslında Apo, “öldürülmemek,idam edilmemek karşılığında teslim oluyorum” demekteydi.Tarihsel materyalist bakış,gelinen noktada ortaya çıkan olgu ve veriler miktarı üstünden geçmişe yeniden bakarak değerlendirebilmenin ürünüdür.Bu durumda Abdullah Öcalan nın asgari daha İtalya da bulunduğu süreçte,savaş ve silahı,örgütsel anlamda PKK yi ve siyasal iktidar istemli ideolojik politik çizgiyi tasfiye etmek,idam edilmemek(öldürülmemek),koşulları oluştuğunda aşamalı olarak tahliye edilmek ve Avrupa Birliğinin Bireysel Haklar olan dil kültür hakları ile Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Yasasındaki özerklik şartı çerçevesinde; bazı merkezi devlet yetkilerinin belediyeler ile il özel idarelerine verilmesi hududunda kalmak kaydı ile sömürgeci devlet Türkiye nin AB ye giriş sürecindeki taahhütleri referans olmak üzere,Apo nun gelmede anlaştığı anlaşılmaktadır.Bu özerklik; siyasal statü içeren bir özerklik değildir,sadece kısmi ve önemsiz bazı merkez yetkilerinin valinin ve kaymakamların vasiyet denetimi altındaki Belediyeler ile İl Özel İdarelerine aktarımıdır.Sömürgecilik statükosu ile statüsünde hiçbir değişiklik olmamaktadır.Yani Türkiye 1963 te imzaladığı Ankara Antlaşması gereğince,Avrupa Birliğine giriş sürecinde Avrupa Biriliği müktesebatını kendi devlet politikası çerçevesinde kabul etmiş olduğundan,giriş yolu üstünde yapılacak yasal değişiklikler esas olmak üzere(devletin kabul ve referansları esas olmak üzere) sahte bir çözüm ile ayak bağı olan Kürdistan sorunundan kurtulmayı öngörmüştür

PKK Başkanlık Konseyi üyelerinin,”tümden hedefsiz gözüktüğümüz için artık gerillalar ayrılmaktadır,bu gidiş ile kimseyi tutama imkanız kalmaz” diyerek Demokratik Özerkliği dilendirmesi karşısında dahi,Apo nun bunun “zamansız bulduğunu deklere etmesi” ve üstelik “Demokratik Özerkliliğin siyasal bir talep içermediğini” bir daha belirtme ihtiyacı duyması da açıkladığımız olguların bir yansımasıdır.Kolektif ulusal haklara,siyasal iktidara ve ülke topraklarının istemine dayanmayan sahte bir çözüm ile Kürtleri aldatma, ve mücadelelerinin hedefini saptırma çalışması yapmaktadır.Kürdistan nın dört ülke arasında bölünmüş olması yeterli gelmemiş olmamış olmalı ki,Kürtlerin yakalarının bir daha bir araya gelmemesi için Türkiye nin denetimi altındaki Kuzey Kürdistan nın 7 idari bölgeye ayrılmasını bir buluş olarak ortaya atacak kadar işbirlikçidir,ajan pratik içindedir.

Abdullah Öcalan,Suriye de bulunduğu sırda bir planlama dahilinde ve Demokratik Cumhuriyetçilik denilen çerçevede anlaşma kurulduğunun, ve sürdürülen dolaylı denetimin de doğrudan denetime dönüştürüldüğünün kanıtlayıcı olgularından bir tanesi;Suriye Baas Hükümetinde, bir suni olarak cumhurbaşkanı yardımcısı durumunda bulunan,ancak daha sonra Esad tarafından tasfiye edilen Abdulhalim Haddam, ın, Hürriyet Gazetesi nin mensubu olan Muammer Elveren e vermiş olduğu 29 Nisan 2O11 tarihli röportajında;”Apo, Suriye de iken, Türk askeri ataşesi ile aynı apartmanda kalıyordu” demiş olmasıdır.Ayrıca Apo nun korumalığını yapmış olmak ile birlikte,daha sonra örgütten ayrılıp 2O1O yılı içerisinde www nasname.com gibi Kürt internet sitelerine açıklama yapan bazı eski PKK liler de Türk askeri ataşesiyle aynı binada ikamet ettiğini açıkladılar.Türk askeri ataşesi ve Apo, Suriye de kalacak başka bina mı bulamamışlardı.? Gerek PKK içerisindeki alternatif kadrolar, ve gerekse bu örgütün dışındaki bağımsızlıkçı siyasal örgütler tümden tüketildikten sonra,Demokratik Cumhuriyet denilen çizginin duygusal bir seremoni sonrasında kabul ettirilmesinin planlandığı anlaşılmaktadır.Apo nun askeri ataşe ile ilişkilenmesinden önceki süreci ise;kendilerini sosyalist olarak nitelendirmelerine rağmen, birer ittihatçı-Kemalist-orducu-sömürgeci burjuva devletlerinin sosyalizmi kirleten unsurları olarak; Yalçın Küçük,Doğu Perinçek ve bu sıfatları ile ölen Mihri Belli ve diğer bazı gazeteciler mi hazırlamıştı? Çünkü Yalçın Küçük;”Şimdi tam zamanı” diyordu.Bir süre sonra da atletizmdeki tavşan koşucunun misyonunu üstlenmiş gibi,Apo dan önce Avrupa dan çıkıp,Cumhuriyetin ilan edildiği günde devlete mesaj verircesine teslim olmaya geldi.Atletizmde tavşan koşucu,gerçekte koşma ve yarışı kazanma gibi bir amaç taşımamak ile birlikte,başka bir koşucuya kazandırmak için önce ve süratle çıkar,yarışçıların ve yarışın dengesini bozarak,dikkatleri dağıtarak,adına koştuğu kişiye ise beklediği mesaj verir.

Yalçın Küçük e düşüncelerinden dolayı verilen cezanın infaza verilmesine birkaç hafta kala,cezaevinde bir süre yaşamaktan kaçarcasına;” Süleyman Demirel in Cumhurbaşkanı,Tansu Çiler in başbakan ve Manukyan nın da vergi şampiyonu olduğu bir ülkede yaşamak istemediğim için Türkiye yi terk ettim” şeklinde yazmaktaydı.Ancak geldiğinde de Demirel Cumhurbaşkanı idi,ayrıca Yalçın nın döndükten sonraki yazılarında daha önce yazılarında sık sık yer verdiği;“katır sülo” kavramlarına hiç yer vermediği,ağzı hipo suyu ile yakınmış gibi sürekli;”Süleyman Bey Hazretleri” söylemini kullanmıştı.Öte yandan Yalçın, 1993 yılında dedesi ve babasının 1937 yılına kadar Hatay da Fransızların adamı olmasından miras kalan Fransız vatandaşlığına dayalı olarak bu ülkeye gidişinden önce; Gündem gazetesindeki makalelerinde sürekli Tansu Çiler in “kalçalarının deforme olduğunu” yazacak kadar müstehcen ve seviyesiz bir dille eleştirirken,faili meçhul siyasetine karşıymış gibi bir görüntü çiziyordu. Yalçın,1999 yılının başında Avrupa dan jet hızı ile döndükten sonra ise,Yeni Harman gazetesinde yayımlanan röportajında ise;”Biz Çiller e mecburuz, Çileri arıyoruz” demektedir.Yalçın Küçük,Apo nun davasının bitmesinden bir süre sonra yayımlanan “Aydınlık Zindan” adlı kitabına düştüğü dipnotta;”PKK kamplarına keşif kolu olarak gittim” demektedir. Yalçın nın bir köçek dansçısına taş çıkartacak hızda, sürekli birbirine ters taraflara kalça kırmadaki yeteneği karşısında Mankuyan ile bir karşılaştırmasını yapmak, hem yanlıştır, hem de adaletsiz olacaktır.Yalçın Küçük pek çok konuşmasında ise,”Demokratik Cumhuriyet kavramı bana aittir,Demokratik cumhuriyet diskurunu ben hazırladım” dedi.Keşif kolu kavramının ne olduğu yetirence açıktır.devletinin bir unsuru olarak gittiğini yanıtlamak istemektedir.Gelinen noktada konum ve durumunu açığa vurmaktadır.Mevcut ortamda bu konum ve durumun açığa vurarak her zamankinden daha fazla ittihatçı-Kemalist ve orducu bir söylem tutturarak hareket alanını genişletti.Yalçın;”Yazı ve konuşmalarında sürekli;”Biz büyüyemezsek küçülürüz,Musulu almazsak Diyarbakır ı kaybederiz” diyerek emperyalist ve sömürgeci devletinin yayılmacı ve saldırgan niteliklerini kaşımaya çalışıyordu.Bu yol ile Beka ya gidişlerini Türk ırkçıları açısından da devlet bürokrasisi gözünde de meşrulaştırıp,konjoktürel olarak daha da yükselen faşist atmosferde ilgi çekmeye çalıştı.Şimdi Ergenekonculuktan tutuklu bulunmaktadır.Askeri ataşe albay Hasan Attila Uğur da Ergenekon ve balyoz davalarından tutuklu bulunmaktadır.Albay Hasan Atilla Uğur,Öcalan nın İmralı ya alındığı süreçte sorgusuna giren kişilerden biri olduğu gibi,daha sonra da pek çok kez bu şahıs ile görüşme istemini bildirdiğinden,kendisiyle çeşitli görüşmeler yapmıştır.Apo nun ziyaretine gazeteci kılığında giden diğer bir kişi de Ergenekon davasından tutuklu olan Doğu Perinçek tir,Ergenekon davasında verdiği ifadelerde,Beka kampına Kemalizmi telkin etmek ve bölücülük düşüncesinden vazgeçirmek için gittiğini beyan etmektedir.PKK nin, Suriye nin denetimindeki Lübnan nın Beka kampına giden diğer bir kişi de;İttihatçı-Kemalist-orducu olan, ve Güney Kürdistanlı güçleri “emperyalizmin işbirlikçisi” diye yaftalarken,emperyalist ve sömürgeci ve de faşist devletini maruz gören, hatta resmi ideolojisi ile birleşen ve bir Ergenekon şakşakçısı olarak toprağa giden Mihri Belli idi.Bunların dışında sömürgeci Türk devletinin günlük gazetelerinden giden gazetecilerde vardı.

Mehmet Şener in Apo nun PKK sinden ayrılmasından sonra kurduğu PKK Vejin örgütünün belgeleri ile Mehmet Şener in o dönem cezaevinde bulunan Mustafa Karasu ya yazdığı mektup; 2009 ve 2010 yıllarında www.sosyalist-kurt.com,www.nasname.com ve www.kurdistan-aktüel.org gibi sitelerde yayımlandı.Mehmet Şener in 1991 yılında Zaho dan yazdığı anlaşılan mektupta; 4 kongreyi yaptıklarını,ancak Apo nun kongre karalarını dahi kabul etmediğini,kişisel iradesini kongre iradesinin üstüne çıkardığını,kardeşi Osman ile hiçbir pratik mücadele sürecine katılmadıklarını,örgütün bir üyelik sistemi ve bütçesinin bulunmadığını,parti kurumsallaşmasının istenmediğini,her şeyde keyfiliğin esas alındığını,Apo ile birlikte merkez komite içinden seçilen üç kişilik merkez yürütmede olmasına rağmen,gazeteci kılığında gelen kişiler ile görüşürken kendisini dahi dışarı çıkartarak tek başına görüştüğünü,Basçı Saddam ın Kürdistan nın güneyindeki halkımıza saldırırken,savaşmalarına izin verilmediğini,Beka kampına gelen bu gazetecilerin çantasında devletin istem ve planlamasının bulunduğunu yazarak,bu nedenler ile ayrılmak durumda kaldıklarını belirtmektedir.Olgu ve bulgular Mehmet Şener i doğrulamış gözükmektedir.Mehmet Şener 4 Kongre de istediği kararların çıkmasını sağlamıştı.Kongre kararlarını Cemil Bayık ve Osman Öcalan kendisine götürdüğünde ise;”Bu kongreyi kabul etmiyorum,bunlar partiyi ele geçirmiş” diyerek Mehmet Şener i uygulama neden ile sorgulama sürecine aldırdı.Mehmet Şener in mektup ve yazılarından anlaşıldığı kadarı ile Apo nun işbirlikçiliğini ve devlet ile olan gizli ilişkilerini ve örtük olarak geliştirilen işbirlikçilik ve tasfiyeciliği üç kişilik merkez yürütme kurulunun bir üyesi olarak his etmiş olup,sorumluk içinde önel almaya çalışmaktadır.Belki Mehmet Şener in gördüğü ve hissettiklerini gören ve his eden kadrolar fazlaydı.Ancak ajan veya hain şeklinde teşhir edilip fiziksel açıdan da öldürülmemek için sisteme teslim oldukları anlaşılmaktadır. Mehmet Şener in yurtseverliğini, dürüstlük ve samimiyeti ile yiğitliğini taşıyabilecekler onunla yürüyebilirdi Bu özelikleri taşıyanlar sınırlı olduğundan,aslında Mehmet Şener yalnızdı Apo nun kendisini sorgulama sürecine aldırmasından sonra,her zamanki gibi Mehmet Şener ve arkadaşlarına da öldürülebilecekleri kendilerine his ettirildiğinden ve bir kaçış kapısı da açık bırakıldığından,ayrıldılar.Bu yolla PKK hukukundan kaçan kişiler olarak suçlu ve “katli vacip” kişilikler durumuna getirilmiş oldular. Ancak buna rağmen Mehmet Şener,Sarı Baran(Hüseyin Cihangir) gibi bazı arkadaşları ile Güney Kürdistan da bulunduğu süreçte PKK-vejin örgütünü kurduğunu açıkladı .

Alternatif bir yapının ortaya çıkma durumunun var olduğunu gösteriyordu.Bu nedenle Mehmet Şener ile bağlantı kurularak,uzlaşıp anlaşmak için bir araya gelmeyi önerdiler.Mehmet Şener bunun bir komplo olacağını hesaba katmadan Kamışlı ya gitti Bulunduğu eve gelen PKK liler tarafından arkadaşları ile birlikte katıl edildi.Bu katliamda Türk İstihbaratının ve Suriye istihbaratının da yer alıp almadığının,yardım verip vermediklerinin araştırılması gerekmektedir.Çünkü sömürgeci devletlerinin Kemalist ve Basçı devletleri Apo yu kendi konseptlerini uygun bulduğundan,kendilerinden bağımsız hareket edebilecek alternatif bir Kürdistani çizgi istemiyorlardı.Nitekim 1982 yılında bağımsız Kürdistan programına sahip olup,Türkiye metropollerin de zemininde ortaya çıkmak yerine, Kürdistan zemininde ortaya çıkan ve kendisini Kürdistan tarihinin ikonlarına dayandırıp KUK ile birlikte büyük bir tabana ulaşmış olan KAWA örgütünün merkez komite üyeleri silahlı mücadele sürecini başlatmak için toplandıkları evde Türkiye ve Suriye nin kontrgerillaların ortak operasyonu ile bir baskın neticesinde toplu katliama maruz bırakıldılar.Eğer KAWA ,PKK den bir gün önce silahını patlatmış olsaydı,hiç kuşkusuz daha küçük bir tabana sahip olan ve daha çok Kürdistan ın sınır kentlerinde var olmaya çalışan PKK olmayacaktı.Çünkü PSK hariç geri kalan 7 Kürt örgütü bağımsız Kürdistani kurmak için silahlı mücadeleyi esas alan programlara sahip olduklarından ve 1937 den sonra da Kürt ulusu yeniden sinerji kazanmış olduğundan,kısa bir sürede her örgüt yüz binlerce kişilik tabana ulaşabilmiş olduğundan,bütün örgütlerin tabanını kendinde toparlama imkanına kavuşacaktı.Merkezinde sömürgeci devletlerin istihbaratı ile ilişkili kimsenin bulunması nedeni ile bu yapının imha edilmemesi halinde yükselen sinerjiyi kendi denetim ve kontrolleri altında sonuçsuz bırakılmaları ,konsept ve paradigmalarına uygun bir çizgiye taşımaları da mümkün olmayacaktı.Bu nedenle KAWA ya operasyon yapılırken,Apo ve PKK sine oluşum aşamasında hiçbir operasyon yapılmadığı gibi,Beka da ve Şam da yerde verildi Bu makaledeki değerlendirmelerimizden PKK üyelerinin ve gerillanın ajan olduğunu söylediğimiz sonucuna varılmamalıdır.Çünkü PKK deki gerillalar bağımsız bir Kürdistan kuruluşu için dağa çağırılarak kendisini feda etmeye çağrıldı.Ancak dağa çağırılış nedenlerine ihanet edildi Devletlerin istihbaratları bir örgüte yaklaşırken,tümünün ajan olmasını şart koşmazlar,kilit noktadakilerden bazıları ile ilişkilerinin bulunup bulunmadığına ve bunlar aracılığı ile de örgütü denetim ve kontrol altına alarak yönlendirme durumlarının bulunup bulunmadığına bakarlar.PKK de de daha çıkış aşamasında Abdullah Öcalan,eşi Kesire Öcalan,Pilot Necati Kaya ve ilk kuruluş kongresinde merkez komite içerisinden belirlenen üç kişilik merkez yürütmedeki Şahin Dönmez ile var olan ilişkileri denetleyip yönlendirmek için yeterlidir.Ancak örgütün kitle dinamiklerine bakıldığında 2 milyonun üzerindeki oy göz önünde bulundurulduğunda halk dinamikleri olduğu tartışmasızıdır.Demokratik Cumhuriyetçilerin tümünün ideolojik politik yozlaşma sürecinden kurtulması mümkün değildir,ancak üzerinde oturdukları kitle dinamikleri ve geçmişte bedel ödemeye çağırış gerekçelerinin bir noktadan sonra da bunların yakasına yapışıp kendilerini Kürdistani bir çizgiye çekebilme olasılığı vardır.Buna karşın Türkiyeli bir çizgide,yani sömürge devletten kesin kopuşu içermeyen bir çözümün temsilcisi olan diğer eğilimler ile kişilerin ise dönüşme olasılığı dahi yoktur,çünkü bunların üzerinde oturduğu kitle dinamiği ve bedel yoktur.

Mehmet Şener,işbirlikçi çizginin kendisini örtük olarak ortaya koyduğu süreçte bu çizgi ile dayandığı sistemi ortadan kaldırıma mücadelesinde yenilmiştir.Kurduğu örgüt PKK-vejin fesih olmuştur Mehmet Şener in yenilmesinin nedeni ise,kendisinden sonra PKK den tasfiye edilenlerin,öldürülenlerin kendisine ve tavrına sahip çıkma ve güç verme cesaretinden yoksun olması ile kendisini yalnız bırakmış olmalarıdır. En yakın arkadaşlarından da destek beklerken,siteme ve korkularına teslim olmaları karşısında hiçbir yerden destek alamamıştır.Mustafa Karasu ya yazdığı mektup nazara alındığında,gördüğü gerçekleri anlatarak cezaevinden destek almaya çalışmıştır.Ancak alamamıştır.Nişanlısı Sakine Cansız dahi destek vermek yerine,onursuz bir duruşu tercih ederek,sisteme teslim olmayı, korkularının tutsağı olmayı ve sistemin dişleri arasında kişiliksizleşmeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır.Ne kadar sisteme ve korkularına teslim olduysa da,sistem kendisini öğütüp bitirdikten sonra, kenara bıraktı. Şu anda PKK den ayrılmış ve Avrupa da yaşamaktadır.Sakine Cansız dan, özeleştiri ve Mehmet Şener değerlendirmesi istenmişti.PKK ya paralel yayın organlarına yansıdığı kadarı ile;”İki tane Mehmet Şener tanıyorum. Birincisi;dürüst samimi devrimci olan ve nişanlım olarak kadınlığımı verdiğim Mehmet Şener,ikincisi ise sonradan farkına vardığımı ve önderliğin(Apo nun) tarif etiği Mehmet Şener” demekteydi.Tabi Apo nun tarif etiği Mehmet Şener,PKK merkez yürütme de bulunan üç kişiden biri olmakla birlikte;”Tasfiyeci,provaktör,ajan,hain ve gerilla bayanların çayına dahi ilaç koyup uyutarak,yada uyuşturucu vererek birlikte olan kişiliksiz bir tip” olarak yansıtılmaktaydı.Mehmet Şener in düşüncelerinin tartışılması için,imajının iftira ve kokuşmuş yalanlar ile konuşulmasının sağlanmak istiyorlardı. En yakın arkadaşlarından Selim Çürükkaya ise;”Mehmet Şener in tasfiyeciliğini cezaevinde görmemiş olmam siyasi körlüktür” diyordu.Ancak kısa bir süre sonra sistem kendisin de üstüne gitmiş,uygulamaya alınmış ve PKK den kaçarak ayrılabilmişti.Bu defada Apo nun sistemi Sait Çürükkaya dan ağabeyi Selim Çürükkaya nın kişilik özeliklerinin aşağılanmak kaydı ile ortaya konulmasını istemiş olmalı ki;5 yaşından itibaren Selim Çürükkaya nın kişiliğini analiz ederek,”çocukken pis boğazdı” diyerek aşağılıyordu.Bir insan dier bir insanın 5 yaşındaki durumunu nasıl hatırlayabilir,5 yaşında hiç pis boğazlık yapmamış kaç çocuk olmuştur,5 yaşında pis boğaz olup olmamanın kırk yaşının üstündeki bir kadronun siyasi örgütteki durumu ile ne kadar ilişkisi kurulabilirdi ki? Bu süreçler yaşanırken hem Özgür Halk Dergisinin Ankara Temsilcisiydim,hem de hukuk fakültesi öğrencisi olarak yirmili yaşın başındaydım.O dönemde fazla bir politik derinliğim ev olgunluğu olmamak ile birlikte,yinede kendi kuşağım içresinde olaylar yönünden olgu arayarak tanımlamaya çalışan,bilimsel bir şüphecilikle tarafsız yaklaşarak gerçeğe ulaşmaya çalışan bir niteliğim de vardı.Ancak tasfiye edilenlerin düşüncesinin ne olduğunu bilmiyordum,bildiğiz tek şey; en yakın akraba ve arkadaşlarının da Apo yu doğrulayarak konuştuklarıydı.Bu nedenle de Mehmet Şener olayını dahi o yıllarda anladığım,önemsediğim,hakikatinin farkına vardığım söylenemez.Anlaşılan Apo un sisteminde tasfiyeciliğinin anlaşılmaması ve kabul görebilmesi için, her tasfiye sonrasında tasfiye edilenin en yakın akraba ve arkadaşları istendiği şekilde konuşturulduktan sonra,kendileri de hem kişiliksizleştiriliyor,hem de tasfiye ediliyordu.Çünkü sistem daha sonra Sait Çürükkaya nın da üzerine giderek,kendisini de sistemin dışına attı.Apo nun sistemine teslim olup,Mehmet Şener e destek vermeyen,ancak bizzat kendileri tasfiye edilip de PKK nin alanın dışında yaşamaya başladıklarında ise; Mehmet Can Yüce,Şükrü Gülmüş ve Selim Çürükkaya nın kurdukları internet sitelerinde Mehmet Şener in belgelerini yayımlamaya başlamaları üzerine,söz konusu belgeleri öğrenme imkanına kavuşunca, gerçeğin ne olduğunu da anlamış olduk.Mehmet Can Yüce,Şükrü Gülmüş ve Selim Çürükkaya nın bu çalışmalarını geçmişe ilişkin oportünist tutumlarından dolayı Mehmet Şener den bir özür dileme olarak kabul etmelidir.Mehmet Can Yüce nin bunun dışında da bir özre, ve özeleştiriye ihtiyacı olduğu kesindir,oda 1999 yılında;”Doğudan Yükselen Güneş” adıyla bir kitap yazmış olmasıdır.Bu tutum Apo ya kült oluşturma ve bu kültü yeniden üretme çalışmasının bir aktivist olduğunu göstermektedir.Güneş simge olarak tanrı ile özdeştir.Ancak bu güneş İmralı da sırdan bir sempatizanın bile düşmeyeceği kadar utanç verici bir duruma düştükten sonra,Mehmet Can Yüce,Bursa Cezaevindeki Sabri Ok a;”Öcalan a sahip çıkmaya devam edelim,yalnız bırakmayalım,ama söylediklerini de tartışalım” şeklinde yazması ve bu beyanın Apo ya bildirilmesi üzerine;”Mehmet Can Yüce,bundan sonra düşüncelerini bir aydın olarak söylesin” diyordu.Bu cümlenin anlamı; bundan sonra örgütsel ilişkisi ve herhangi bir konumu yoktur,demekti.Çünkü PKK bütün üyelerin örgütü yada kurumu olmaktan öte,Apo nun kişisel malıydı,yeni gördüğü bir kişiyi komutan yapmak,yada merkez komite üyelerinin örgütsel konum ile ilişkisi kesmek sadece bu yönlü bir cümlecik söylemesine bağlıydı.Mehmet Can Yüce nin koparılış süreci de özce böyledir.Tabi sistem gereğince, bu cümleler ile ilişkisi kesilmiş Mehmet Can Yüce ye sert karşılık verilmeden ve hatta hakaret ve küfür etmeden sistemde kendisini korumak zor olduğundan,birlikte çalıştıkları cezaevi arkadaşlarına küfür ederek Apo ya bağlılıklarını ispatlamaları mümkün olduğundan,Sabri Ok da Mehmet Can Yüce ye hakaretli yazışmaları gönderecektir.

PKK ye mensup olanlar kategorilere ayrıştırılacak olursa;demokratik cumhuriyetçilik ilan edildikten sonra da örgüt ortamında muhalefet etmeden duranları, müritler ve iki dinli iki ruhlu ve iki kişilikli şeklinde iki farklı kategoriye ayırmak mümkündür.Buna karşın Apo ve sistemi ile çelişkiye düşüp ayrılanları da üç kategoride değerlendirmek mümkündür Birincisi PKK den ayrılıp köşesine çekilerek ve kamuoyuna açık şekilde hiçbir eleştiri yapmadan canın bağışlanması ve yalan ile iftiralara dayalı dedikodular ile manevi saldırılar yanında fiziki saldırılara maruz kalmama korkusu ve esası ile yaşayanlardır.Bunlar gerek demokratik cumhuriyet çizgisinin ilanından önce ve gerekse daha sonra ayrılmış olan binlerce eski PKK li den oluşmaktadır.Demokratik Cumhuriyetçiliğin ilanından sonra binlerce PKK li,dağa çıkış ve mücadele gerekçeleri ile ilişkisi olmayan bu çizgiye inanmadıkları için ayrılmış olmalarına rağmen,hiçbir eleştiri getirmeden Güney Kürdistan daki inşaat ve çeşitli iş alanlarında veya Avrupa da yahut Türkiye de sesiz sedasız yaşamaktadırlar.Bunlar hiçbir anlam ifade etmeyen, örgütün dışında dahi sisteme teslim yaşayan, sorumluluk duyguları işlemeyen kişiliklerdir.Bunların dışında PKK kamplarında veya cezaevinde,yani PKK ortamında öldürülmek,yada teşhir edilmek korkusu ile gerek Apo nun çizgisine ve gerekse sistemine herhangi bir eleştiri getirmemiş,tutum almamış olmalarına rağmen(yani o süreçte oportünist olmalarına rağmen),hiç olmazsa dıştalandıktan,yada ayrıldıktan,yahut kaçmak durumunda kaldıktan sonra Avrupa ya ulaştıklarında tahripkar yanları açıklayıp eleştirme cesareti göstererek, yurtsever çizgide kalabilenler de vardır.Bunlar sınırlı sayıdadır,yayımladıkları belgeler ve yaptıkları açıklamalar ile Apo nun ve PKK de kurumsallaştırdığı sisteminin deşifre olması açısından çabaları olmuştur.Bu kategoridekilere örnek olarak Selim Çürükkaya,Şükrü Gülmüş,Mehmet Can Yüce ve Sait Çürükkaya yı göstermek mümkündür.

2OO4 yılına kadar PKK yönetiminde bulunup, Demokratik Cumhuriyetçiliği de bu tarihe kadar savunmalarını rağmen,ideolojik politik değerlerin farklılığından öte,iç sorunlar ve iktidar mücadelesi neticesinde 2OO4 yıllında koparak PWD yi kuran Osman Öcalan,Nizamettin Taş,Halil Ataç,D Ali Küçük,Hıdır Yalçın,Şehnaz Altun,Faysal Dunlayacı (Kani Yılmaz),Hasan Atmaca,Selahattin Gün,Hıdır Sarıkaya,Ümit Beyazdağ,Sevda Çelik,Tahsin İnanç,M.Kobal Aryali,Sabri Tori,Hüseyin Kaytan, ve diğer arkadaşlarının da,PKK nin alanından çıkabildikten sonra Apo nun ideolojisine ve sistemine bazı eleştirileri dile getirdikleri bilinmektedir.PKK nin yönetiminde iken ayrılıp PWD yi kuranlar,Türk genelkurmayının Apo dan istemi çerçevesinde bütün gerillaları Türk devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan çıkartıp,Güney Kürdistan a çekmeyi kabul etmişlerdi Ancak Türk devletinin bazı unsurları Apo dan 5OO gerillanın içerde kalmasını istedi.Çünkü istedikleri zaman bir operasyon yapma gerekçesi elde etmek,arada bir zayiat verdirmek,savaşı da Odunun siyaset ve hükümet üstündeki vesayetinin devamı için kullanmak,ayrıca gerillanın operasyon sonrasında sınırı geçerek Güney Kürdistan a geçiş sağladığını gerekçe göstererek,istendiğinde buraya yayılıp müdahale etmek,tehdit aracı olarak kullanmak açısından 5OO kişini kalmasını istiyorlardı.Buna karşın gerillanın büyük bölümünün dışarı çıkarılmasını istemelerinin nedeni ise,mevzilerini allak,girmedikleri alanlardaki stratejik noktalarda karakollar kurup termal kamera ve diğer ağır silahlar ile donatmak,bu çerçevede gerillanın araziye dönüş ve yayılma imkanını ortadan kaldırmak,lojistik değiştiğini kesmek,ordulaşmayı dağıtmak ve anlamsız kılmak amacı ile istiyorlardı.Apo nun gerillanın Kuzey Kürdistanı terk etmesini istemesi üzerinde bu hedeflerinin tümüne ulaştılar Ayrıca Türk askerleri çekileceklerini bildikleri gerillanın çekiliş güzergahındaki noktaları tutarak 5OO gerillanın yaşamına son verirken,bir o kadarını da yaralayıp sakatlama imkanını elde ettiler. 2OO4 yılında yapılan PKK kongresinde ise Demokratik Cumhuriyet olarak tarif edilen ideolojik politik çizgileri için savaşın gerekmediği sonucuna varılmıştı.Çünkü Demokratik Cumhuriyet diye ifade edilen sahte çözüm tarzı Türkiye nin Avrupa Birliğine girişi sürecinde yapmak zorunda olduğu şartlardan oluşmaktaydı.Yani eğer çözüm bu ise,PKK nin varlığına dahi gerek yoktu.Ancak Türkiye nin Avrupa Birliğine giriş projesi üzerine oturtularak devletin istem ve kabullerine dayalı bu sahte çözüm ve ideolojik politik çizgiye rağmen,2OO4 Yılında yapılan kongreye Apo tarafından gönderilmiş bir avukat kameraları kapatıp;”Ben İrade Apo adına söylüyorum Bu savaş çıkarmak zorundadır” demektedir Yani Apo efendi bir dahi tek başına kongre de oluşan kararı tek başına ve gönderdiği bir avukat kanlı ile değiştirmektedir. Tabi örgüt Apo nun kişisel malı olduğundan ve örgütteki bütün kişiler istendiğinde atılabilecek kiracı olduğundan,örgüt yönetiminde bulunanlar söz konusu avukatın gelip iradelerine terbiyesizce müdahale etmesi karşısında,İstanbul a kadar tokatlaya tokatlaya getirmeyi tercih etmeleri gerekirken,önce isteneni kabul edip boyun eğmişler, ve daha sonrada iç sorunlardan ve patlayan iktidar mücadelesinden dolayı ayrılıp PWD yi kurmuşlardır.Ancak PKK den ayrılarak PWD yi kuranlar da demokratik cumhuriyetçilik denilen işbirlikçi çizgiyi altı yıl savunma şerefine(I) sahiptir.PKK de bulundukları sürece bu işbirlikçi çizginin yanında Apo nun örgütte kurduğu her değeri hiçleştiren,anti demokratik,keyfi ve ölçüsüz sisteme de hiçbir eleştiri götürmemişlerdir PKK den ayrılıp Güney Kürdistan da PWD yi kurduktan sonra ise,kısmı olarak bazı eleştirileri olabilmiştir.Ancak Apo ve PKK sini eleştiren her kişinin doğru çizgi ile değerlere sahip olduğunu düşünmemelidir.Osman Öcalan gerek değerleri ve gerekse politik yaklaşımları itibari ile ağabeyi Abdullah Öcalan dan farksızdır,bir taklitçisi olduğundan fotokopisi olarak düşünülmelidir.Nitekim PWD de bile barınamamış ve tek başına kalmıştır.Bu durumda koşulları oluşursa yeniden PKK ye dönüş imkanına bakacaktır Daha doğrusu Osman Öcalan Türkiye ye döndüğünde Apo tarafından legal alandaki partinin başına oturtularak sisteme tekrardan alınacaktır

Resul Atınok,Dilaver Yıldırım ve Mehmet Şener ise,PKK nin Beka kampında Apo daki ideolojik politik sapmayı önce gördüklerinden,anlayışına,sistemine ve kendisine örgütsel ortamda tavır alan yurtsever devrimci tutumun sahibi olanlar vardır.Dilaver Yıldırım cezaevinde dirinmiş,gerek direnişi gerekse birikimi ve kişiliği ile insanların saygısını kazanmış bir kadro olarak tahliye edildiği gün askeri alındığından,firar edip Bulgaristan sınırından içeri girdikten sonra aldığı kurşun darbeleri neticesinde yaralanmış ise de,söz konusu ülkedeki bir hastane ye yetiştirilmiştir.Apo,PKK nin aranabilecek lideri olduğunu nazara almaksızın,Türk devletinin operasyon yapmayacağından ve teslim edilmeyeceğinden de emin olarak; bizzat Bulgaristan a gelerek ağır yaralı bulunan Dilaver Yıldırım ın;”önderliğin(yani kendisinin) sistem ve çizgisine tam biat edip etmediğini” sormaktadır.Anlaşılan Apo,Dilaver Yıldırım ın direnişçiliğinden,birikimden bilincinden lider özeliklerinden,saygınlığından ve etkileme gücü ile sitemi ile çatışabilmesinden çok korkmaktadır.Birikimli ve lider özeliği olan kadrolardan çekindiğinden dolayı da,Dilaver Yıldırım Bulgaristan daki hastaneden çıkıp Beka kampına gittiğinde de,kendisini uygulama denilen suçlanma,sorgulanma ve cezalandırma sürecinde bulmaktadır.Buna rağmen Apo nun sistemi ve daha önceden gördüğü anlayışı ile uzlaşmadığından,öldürülmüştür.Resul Aktınok un hakkında internet sitelerinde çıkan yazılardan;”PKK deki her sorunun kaynağında Abdullah Öcalan ve eşi Kesire Yıldırım Öcalan vardır” değdi anlaşılmaktadır.Apo nun Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan aracılığı ile kendisini ağır işkenceli sorgu süreçlerinden geçirtmesine rağmen,bu söyleminden taviz vermemiştir.Çırılçıplak soyulup cinsel organına yaş sopa ile her vurulduğunda da;”Yaşasın Kürdistan” demesine rağmen,kaıl edilmiştir.Ölen ve öldürülen sadece Resul Altınok değildir,Apo nun talimatları çerçevesinde işkence yaparak bir insanımızı öldüren ve bu yolla da suç ortakları durumuna gelen Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan da kişilik olarak ölmüşlerdir.Mehmet Şener ise,tohumlarını gördüğü işbirlikçi anlayışı red etmekten de öte,örgütsel olarak yurtsever devrimci çizgiyi dayatabilmiştir.Bugün dahi PKK içinde birden fazla PKK den bahsetmek mümkündür.Birden fazla PKK tarih yazımı da vardır.En bilim dışı ve gerçek dışı olan PKK tarih yazımı Apo nun söylem ve yönlendirmelerine göre yazılmış tarih yazımlarıdır.Haki Karer,Kemal Pir Mazlum Doğan,Ferhat Kutay,Mahsum Korkmaz,Hayri Durmuş,Mehmet Karasungur,Resul Atınok,Dilaver Yıldırım ve Mehmet Şener aynı çizgi ve değerlerin temsilcileridir.Bunlardan kimisini devlet ve kimisini de Apo ile şürekası katıl etmiştir.Buna karşın Kesire Yıldırım Öcalan,Osman Öcalan,Pilot Necati Kaya,Şahin Dönmez ve Abdullah Öcalan, ile demokratik cumhuriyetçi ideolojik politik çizgisini kabullenip merkez komite ve başkanlık konseyi üyesi olanlar ise,işbirlikçi PKK nin temsilcileridir.

Bu durumda Apo nun PKK nin henüz bir çekirdek olarak örgütlenmeye başladığı anda bile,sömürgeci devletin İttihatçı-Kemalist kandı ile ilişkili olduğunu söylemek mümkünmüdür ?Kesin olmamak ile birlikte, gelinen noktada ortaya çıkan bazı veriler vardır,daha fazla araştırmayı gerektirmektedir.Eğer Apo nun daha öğrenci bulunduğu süreçte devletin içindeki bazı unsurlar ile ilişkili olarak harekete geçirilmiş olduğu kesin olarak ispatlanırsa,sömürgeci Türk devleti ile birlikte kült oluşturarak ve Apo dışında hiçbir mekanizma bırakmayarak,içerde ve dışarıda bütün alternatifleri tükettikten sonra,Kürdistan ulusunun yükselen enerjisi ve kabaran öfkesinin denetim ve kontrol altında dağın en yüksek noktasına çıkarıldıktan sonra,çukura boşaltılarak sonuçsuz bırakma sürecinin geliştirildiğini söylemek mümkündür.Bu durumda Türk derin devletinin elli yılık bir süreci kurgulayıp planlayarak, yönlendirme ve ağır tahribat ile sonuçlandırmayı başarmış olduğunu kabul etmek gerekecektir.Bu son ihtimal açısından ise,Resul Altınok un işkenceli sorguda ölmesine kadar sürekli;bütün problemlerin sorumluluğunun Apo da ve eşi Kesire Öcalan da bulunduğuna ilişkin söylemi bir veridir.

Abdullah Öcalan nın davası bittikten sonra Avrupa Mahkemesine gönderdiği,”Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” başlıklı savunması 2OO1 yılının Ekim ayında Mem yayınevi tarafından yayınlanmıştı.Apo nun Avrupa Mahkemesine gönderip 2 ciltlik kitap olarak basımını yaptırdığı bu kitap,kendisinin teorik yüzeyselliğini,formasyonsuzluğunu ortaya koyduğu gibi, bir iki kitabı okuyup Kürdistan koşullarına indirgeme dışında hiçbir özeliğinin bulunmadığını göstermektedir.Onlarca kez tekrara dayanan ve bir sistematiği dahi olmayan kitap yazımından bilgilerin dahi bir iki kitabın eklektik özeti olduğunu göstermektedir.Ayrıca upuzun olan bu çalışmada bazen kendisini mitolojik tanrılar ile bazen Hz.İbrahim,Hz. Musa ve bazen de Hz. İsa ile eşitleyip öderleştirmesi tuhaf bir durumdur.Çünkü en sırdan ve zavallı bir sempatizanın dahi girmekten utanacağı bir duruşun sahibidir. Bununla birlikte hala kült oluşturma ve büyütme çalışması yapmaktadır.Kitaplaştırdığı bu savunmasında,uzun uzun örgütten kopmuş,yada öldürülmüş veya tefsiye edilmiş, yahut ta hala örgüt yönetiminde bulunan kişilerden ve özeliklerinden bahs etmesinin nedeni nedir? İmralı da kolluk olarak alınmış ifadesinde sakladığı bir şey yok. Ancak Türkiye ye getirildiği ilk iki gün,İmralı da değil Ankara da Özel Kuvvetler Komutanlığında sorgulandığından ve buradaki sorgulamaya ilişkin ifadeleri gizli bırakıldığından,ilerde ortaya çıkması halinde;”savunmamda da biraz değinmiştim,zayıflıktan söylemedim” demek içindir.Apo nun davası başladıktan sonra,her şeyi öttüğünün çeşitli yetkililerce medyaya demeç olarak verilmesi sonrasında,Apo nun Hürriyet Gazetesine yansıyan demecinde ”Bu şekilde etkili olmaz” diyordu.Yani devlete işbirlikçilik yapan,”hain” duruma düşen kişi olarak yansıtmanız,birlikte Kürtlere uygulayacağımız ideolojik politik çizgiyi etkisiz kılar,boşa çıkar demek istemekteydi.

Bu savunma ve kitabının 2 cildinin 178 sayfasında;”Kesire nin gruba dayanması,dur işareti anlamına geliyordu,adeta ”Kürt sorunu ,sol sorunu,benden sorulur,sahibi biziz ”dercesine bir havası sezilebiliyordu,,,,,,,Ailenin durumu yeni koşullarda bir avantaja dönüştürülebilirdi,,,,,,,erkenden bir evlilik düşünce ve teklifi geliştirdim.Konu hassastı.Tarihin zembereğinin acıyla çalındığı anlardı.Bu eğilim büyük bir çekişmeye dönüştü,,,,,Tam bu sırda,”ya benimle,ya grubun başka bir öğesiyle nişanlan” sürecine girilmesi,grubu dağılmayla yüz yüze bırakmıştı.Bir ara grubu bırakma duygusallığına girdiğimi hatırlıyorum,,,,,Bir alanımıza mal olan yapay bir nişanlanma,süreç içi tam bir provokasyondu.Kürt inadı veya namus diyebileceğimiz tortu özellikler,ben vazgeçmemeye zorladı.Yapay nişanı bozdurup,işi bilinen evlilikle sonuçlandırdım. Yıl 1987 idi. Ardından Diyarbakır e ilk uçuşla inme,aynı yılın sonlarında resim PKK ilanı için Fis Köyü toplantısı gerçekleşti,,,,,,Kesire nin babası Ali yıldırım tecrübeli bir devlet hizmetçisiydi” demektedir.Aynı kitabının aynı cildinin 181 sayfasında ise;”Pilot Necati Kaya,ordunun ilk defa devreye girmesine örnek teşkil edebilir.Beslemediği grup üyesi yok gibidir,,,,,,,,,Bu dönemin gözde militanı ise,Şahin dönmezdir,yardımcılığıma oynuyordu,,,,,,,Büyük ihtimalle devletin Kesire ve Necati yoluyla grubu,ve en çok beni denetime almak istediğinden,geleneksel yöntem olan kadın ve para yoluyla bunu sağlamaya çalıştığı söylenebilir” demektedir.

Abdullah Öcalan nın kitaplaştırdığı savunmasından alıntı olarak bir üst paragrafa aldığım cümlelerini biraz araştırdım.İsmet,örgütün ilk çekirdeğinde yer alan kişilerdendir, aynı zamanda örgütsel yapıda öne çıkan biridir,Kesire ile de nişanlı olduklarından aynı evde yaşamaktadırlar.Apo;Kesire ile nişanlı oldukları için aynı evde yaşayan örgütteki arkadaşı İsmet e, nişanlısı ile nişanını bozmasını istemektedir.İsmet tin bu duruma tepki göstermesi üzerinde,örgütte bir ahlak krizi ortaya çıkmaktadır.Örgütsel yapı bunun ahlaki olmadığı gerekçesi ile kazan kaldırmaktadır.Apo nun deyimiyle örgüt dağılma noktasına gelmektedir.Ancak buna rağmen Apo o ana kadar örgütteki tek bayan olan kadın, başkasının nişanlısı durumunda olsa da,nişanın bozulmasını ve kendisi ile evlenmesini istemektedir.Apo nun ihtiraslarının ahlaki kaide,yoldaşlık ilişkisi, yada örgütte yol açacağı dağılmayı dahi dinlemediği görülmektedir.Bu da daha başlangıçta bile, kendi kişisel ihtiyaçları için üzerinde tasarrufa gitmeyeceği,herhangi bir değer yargı sisteminin olmayacağını göstermektedir.O dönem Gaziantep birimi en eylemci birim olduğundan,kendilerine güvenmeleri nedeni ile de en fazla kazan kaldıranlardır. Apo, buna da örgütü sindirerek sonuç alma yaklaşımını geliştirir.Ankara dan gönderilen birkaç kişi,Örgüttün Gaziantep biriminde bulunanlara yoldaşça olarak konuşmak üzere,şehrin dışındaki araziye çıkmayı önerirler.Burada komplo neticesinde öldürülürler.Bunun üzerine kazan kaldıran ve susmayan herkes sindirilirmiş ve susturulmuştur.Yani kendi özel ihtiraları için, sadece yoldaşının nişanlısını isteyen bir tip değildir,bu durumu eleştirip kabul etmeyen en eylemci yoldaşlarını da komplo neticesinde öldürtmüştür.Bu olay sonrasında İsmet te örgütten ayrılmıştır.Apo bu yolla Kesire ile evlenmiştir.Apo, Kesire Yıldırım Öcalan,Pilot Necati Kaya birlikte olmak üzere,partiyi kurmak için uçak ile Diyarbakır a gitmişlerdir.O tarihte uçakların yolcu kayıtları tutulmaktadır,ancak otobüslerin yolcu kayıtları tutulmamaktadır.Apo, devletten emin olmalı ki gözlemi ve denetimi altında parti kurmaktan, öte yandan toplantı yapmaktan kaçınmamaktadır.

Diyarbakır ın Fis köyündeki parti kuruluş toplantısına sadece bu üç kişi birlikte olmak üzere uçak ile gitmiştir.Türk basının da uzun süredir, Apo nun karısı Kesire Yıldırım, Öcalan nın Türk istihbaratının kadrolu elamanı olduğu ve Pilot Necati Kaya nın da askeri istihbarattan olduğu tartışılmaktaydı.Gazeteci Uğur Mumcu, Abdullah Öcalan nın askerlik durumunun 8 yıl süre ile 1979 kadar ertelenmesi,bursunun kesilmemesi,ayrıca 1984 yılına kadar Siyasal Bilgiler Fakültesinden kaydın silinmediği gerekçesi ile Mit ile ilişkisi olup olmadığını araştırmaya başlamıştı.2O11 yılında Aksiyon Dergisinin o dönemin savcısı Baki Tuğ ile yapılmış röportajdan Uğur Mumcu nun, Apo nun Mit ile ilişkisine dair soruyu kendisine de sorduğu ve iki gün sonrada öldürüldüğü anlaşılmaktadır. Baki Tuğ, iddianamede Abdullah Öcalan nın Doğu Perinçek in örgütünün üyesi olması nedeni ile örgüt üyeliğinden cezalandırılması için dava açmış iken,duruşmada sadece bildiri dağıtmaktan dolayı 3 ay ile cezalandırılmasını, ve içerde kaldığı süre nedeni ile de tahliyesini istemektedir.Ayrıca Ramazan Özcan ile Abdullah Öcalan isminin daktilodaki yazım hatası nedeni ile de karıştığını söylemektedir.Abdullah Öcalan yukarıya aldığımız cümlelerinde karısı Kesire nin devletin ajanı olduğunu bildiğini de ortaya koymaktadır.Ayrıca da devletin para ve kadın ile kendisini ve örgütü denetlemek için Kesire nin kendisi ile evlendirildiğini ve Pilot Necati nin de para verdiğin söylemektedir Pilot Necati nin örgütteki herkesi beslediğini söylemektedir.Oysa Abdullah Öcalan ı yoldaşlarının nişanlarını bozup boşa çıkarılan bayan ile de evlenme isteminde bulunması üzerine, örgüttün dağılma noktasına geldiğini söylerken,ayrıca en eylemci yoldaşlarını ördürterek,bir diğerini de örgütten kaçırtarak ihtiraslarının kölesi olan bir kişiliktir Devlet onu bu eylemlere zorlamadığına göre devletin kendisini kadın ile denetim altına almak istediğini iddia etmesi anlamsız kalmaktadır.Bunları kendisi istemiş olmasına rağmen, devletin kendisini ve örgütünü ajan olan kadın ile denetlemek istediğini söylemesinin bir anlamı var mıdır? Eğer ille de bir alamı var olacaksa,devletin istihbaratı ile baştan beri ilişkili olan Apo ile Kesire nin evlenmesini istemiş olduğu, ve örgütü daha parti kurulmadan önce, ilk katliamın doğurduğu dehşetengiz iç infaz nedeni ile de denetimlerine aldırdığı düşünülebilir.Örgüttün her bireyini Pilot Necati beslediğine göre,Apo bu beslenmeyi neden kabul etmektedir.Neden Pilot Necati ve Kesire ile birlikte parti kuruluşu için uçak yolu ile Diyarbakır a gitmektedirler.

Kesire Yıldırım Öcalan 198O yıllarda PKK de Abdullah Öcalan dan daha fazla inisiyatif sahibiydi.Daha fazla etkiliydi.Apo nun ideolojik politik formasyonunun zayıf olması karşısında Kesire nin güçlüydü.Kesire Yıldırım Öcalan, Apo nun da yukarıda belirttiği gibi ”her şeyin sahibi benim,tek karar verici ben olacağım” noktasına gelince, ikili arasında iktidar mücadelesi başlamış görünmektedir.İktidar mücadelesini de Abdullah Öcalan kazanmıştır Apo,iktidar hırsı ve ihtirası ile yüklü bir kişilik olduğundan,iktidar mücadelesi yapama niyeti ve koşulları zere kadar olmayanları dahi, kendisinin konum karşısında bir tehdit olarak gördüğünden hep öldürtmüştür.Kesire öldürülmemiştir.Ancak açık iktidar mücadelesine rağmen, Avrupa ya giderek yaşaması ve her hangi bir açıklama yapmaması ile eleştiri götürmemesi karşılığında anlaşma kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.Kesire Yıldırım 25 yıldır hiçbir eleştiri ve açıklama yapmamaktadır.Basın da Kesire Yıldırım Öcalan nın kardeşi olduğu söylenen Hüseyin Yıldırım,2O11 yılı yazında Avrupa dan Türkiye ye döndü.Bir iki ay önce katıldığı bir televizyon TVNET Televizyonunda bayan sunucu;”Siz Avrupa dan gelmenden önce,Eğer Kesere konuşursa Apo biter” dediniz,Niçin konuşmuyor.Apo yu bitirecek şeyler nedir” diye sorunca,herhangi bir cevap veremedi Sunucu bir daha soruyu yelemense rağmen yine bir yanıt gelmedi.Bunun üzerine yayını yarısında kesip kapattılar.Hüseyin Yıldırım, kız kardeşi Kesire Yıldırım Öcalan nın eşi Abdullah Öcalan nın ilişkileri hakkında konuşması halinde biteceğini bildiğine göre,APO yu bitirecek olan bu hususların ne olduğu da kendisine söylenmiştir.O zaman Yıldırım kardeşler neden susmaktadır?Hüseyin Yıldırım,bağımsız Kürdistan dan yana olduğunu söyleyerek yurtsever olduğunu yansıttığına göre,yetmiş yaşına yakın bir kişi olarak kız kardeşi ile birlikte hala öldürülmek korkusu ile mi konuşmamaktadırlar? Gerçek bir yurtsever için saldırıya uğrama korkusu,Kürdistan ulusunun geleceğin tahrib eden bütün durumlar ortaya koymamanın gerekçesi olur mu?Bu durumda konuşmayan kişiler o tahribatların bir parçası değil mi? Yoksa konuşmaları sonrasında sadece Apo değil, bileşik kaplar misali aile olarak kendilerinin de toplumda teşhir olup biteceklerinden mi çekinmektedirler? Yoksa kişisel olarak iktidar mücadeleleri çözümlenmiş olmaları nedeni ile konuşmak devletin çıkarına aykırı düştüğünden dolayı mı konuşulmamaktadır?Yani konuşmamak;Kesire nin devlete karşı gönüllü bir görevi, veya zorunluluğumudur?

Mustafa Kemal in 1921 yılında Sakallı Nurettin Paşayı Sivas a göndermesi üzerine,Kürt Kızılbaşlarının(Kürt Alevilerin) 3OO köyü yakılıp yıkılır,bunun yanında kadın, çocuk, yetişkinler katıl edilir. Kaçabilenler ise, zorunlu olarak Sivas tan kaçar ve dağılmak durumunda kalır.Nurettin Paşa, gelip bu katliamlara başladığından,Sivas Valisi olan Tepeyran,Mustafa Kemal e Nurettin Paşa nın talimatlarına uymadığını, ve sürekli katliam yaptığını yazarak,ya kendisinin Sivas tan alınmasını, yada başka bir yere naklinin yapılmasını ister.Mustafa kemal de Tepeyran ı Trabzon a göndererek,Nurettin Paşa ya katliama devam işareti vermiş olur.1937 de ise, Nurettin Paşanın oğlu Abdullah Alpdoğan, yine Mustafa Kemal tarafından devletin merkezi otoritesine bağlanmamış Dersim in, bağlı hale ettirilmesi için hareket yapılmak üzere görevlendirilir.M Kemal in manevi kızı Sabiha Gökçen, Ermeni soykırımdan arta kalmıştı.Osmanlı da aileden koparılıp saraya getirilen, yani anne ve babasını bilmeyen çocukların devlete bağlı olması için devlet yöneticisi,yada sadrazam veya komutan olarak yetiştirilirdi.Sabiha Gökçen de bu nitelikte bir devşirme olarak devlet kucağında yetiştirilmiş ve Müslümanlaştırılmış olup, Atatürk ün manevi kızı ve ilk pilot olarak Dersim deki halkı bombalamak üzere görevlendirilirken,manevi babası tarafından kendisine bir tabanca da hediye edilir.Uçağı düşüp de ele geçme durumu ortaya çıktığında,intihar edebilsin diye.Mustafa Kemal,harekat başladığında, Trabzon a gelerek talimatlarını buradan verir, ve harekatın aşamaları konusunda sürekli bilgi alır.Trabzon a gelmeden önce de Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayını toplu imha sürecinde yer alması için görevlendirir.Sabiha Gökçen harekatın nedenini açıklarken;”Atatürk oraları çağdaşlaştırmak istedi” demekteydi.Yani makineli tüfekle taramkının uçaklar ile bombalamanın ve zehirli gazlar atmanın nedeni çağdaşlaştırmak olmaktadır.Dersim Soykırım sürecinde çıkarılan kanunlar ve Dersim lilerin evlerinin nasıl yıkılacağı konusunda çıkarılan yönetmelikler de çoluk çocuk kadın ve yaşlı demeden 80 binin insanın toplu imha sürecinden geçirilmesinin ve geride kalanların da göçertilmesinin merkezi devletin planlayıp tasarlayarak soykırım yaptığını göstermektedir Bu soykırımda Atatürk başta olmak üzere İsmet İnönü,Celal Bayar ve diğer devlet yöneticileri sorumludur.Anti Kemalist Alevilere hiçbir diyeceğim yok.Aleviliğin tarihi kültürel ve felsefi niteliklerine değer de veriyorum.Kürt ve Kürdistan nın ulusal inancı olan Zerdüştülüğün kendisi ve devamı durumdaki Ezidilik Alevilik Kakailik(yarisani),Dürzilik,Mazdikilik,Manilik ülke ile ulusu kültürümüzün özünü oluşturur.Bu ininçların bütünü Kürdistan sınırları içiresinde doğmuş ve istisnasız bütün Kürtler tarafından yaratılmıştır.Ancak Kemalist olan Alevilerin köydeki ağanın tecavüzüne uğradıktan sonra,direnme yerine tecavüzcüsüne sığınıp tecavüzün tekar edilmesi karşılığındaki bir yaşamı tercih etmesine benzer bir durum ile kendi tecavüzcülerini sığındıkları görülmektedir.Bu durumları nedeni ile de, Cumhurbaşkanı olan Mustafa nın iki yıl boyunca bütün gazetelerin gün gün yazdığı bir katliamdan habersiz olduğu yalanını düşkünlükleri nedeniyle söyleyebilmektedirler.Bunu söylemeksizin sistem içersinde kendilerine bir yer edinmeleri,yada soykırımcının soykırımcı partisinde yer alıp avanak avni gibi kullanmaları mümkün olmazdı.Bir Kürt ulusal önderi olduğu kadar, alevi inancının bir piri olan Şey Rıza nın asılacağı gün Elazığ’a gelir ve soykırımcılarını kutlar.Asılanda bu hakaretler 1915 yılındaki Ermeni,Pontuslu Rum,Asuri(Kildani Nasturi,Suryani) ve Kürt Ezidilerin soykırımdan geçirilmesinin bir devamıydı.Çünkü İttihatçılığını kendisi ve devamı olan Kemalizimin temsilcileri etnik alamda Türk ve dini anlamda da Müslüman olan faşist bir ulusal devlet kurmak istiyorlardı.Türkler; ticaretin,zanaatkarlığın,esnaflığı ve tarımın dışında olduğundan ve Türk olan bir burjuvazi yaratılmak istendiğinden,ayrıca 13 milyonluk nüfus içinde Türk nüfusu 3 milyona yakın olması nedeni ile de azınlıkta olduklarından,ideolojik politik çizgilerinin bir sonucu olarak devlet çarkı üzerinden soykırımları kararlaştırıp bugüne kadar geliştirdiler.1937 deki Dersim soykırımı sürecinde Mustafa Kemal in görevlendirdiği Abdullah Alpdoğan nın istihbaratçısı ise,Kesire Yıldırım Öcalan nın babası Ali Yıldım dır. Kesire Yıldırım Öcalan nın babası Ali Yıldırım, Kürt Alevilerin soykırımında devletin bir ajanı olarak çalıştığından,hem insanlığına,hem de etnik anlamda Kürtlüğüne ve öte yandan da inancı açısından da alevi aidiyetine ihanet etmiş bir tiplemedir.

Şahin Dönmez de, Kesire Yıldırım Öcalan ve Abdullah Öcalan ile Pilot Necati Kaya gibi Ankara ekibi içresindedir.Üç kişilik merkez yürütmenin ikinci adamıydı.Örgütteki bir arkadaşını ajan olmak ile suçlayarak Ağrı da diri diri gömerek öldüren kişidir.Bu tür tüyler ürpertici yöntemler ile militanlığını ve inancını ispatlamaya,yansıtmaya çalışmıştır.Ancak bu tür eylemler aynı zamanda kişinin inançsızlığını yansıtan bir kompleks ve kamuflaj olmaktadır Nitekim yakalandığında;”devlete hizmete hazırım” diyerek sorulan her soruyu yanıtlamış ve istenen her bilgiyi vererek itirafçı olmuştur.Bilahare de PKK tarafından öldürülmüştür.

Avni Özgürel üç makalesi ile televizyondaki konuşmalarında;”Ben 1993 te Panorama Dergisinin yazarı olarak Beka kampına gitmiştim.Apo yu görünce de, ben bu yüzü daha önceki süreçlerde görmüştüm diye baktım.Bu esnada Apo yanıma geldi ve bana eğilerek;”Öğrencilikte gittiğimiz yeri ben söylemeden, sen açıklamayasın.Ben açıklayacağım ”dedi.Bunun üzerine öğrenci olduğumuz süreçte Apo nun Milli İstihbarat Teşkilatının bir kuruluşu olan Fikir Ajansında, çaycılık ve götür getir işi yaptığını ve bursumu almaya giderken kendisini hep orada gördüğümü hatırladım” demişti.Yazar Özgürel nin makalesine ve televizyondaki konuşmalarına yansıyan bu açıklamasına rağmen,APO nun henüz bu hususta bir açıklama yapmadığı bilinmektedir.Yine Abdullah Öcalan nın,Suriye nin eski başkan yardımcısı Hadam ın, röportajında;kendisinin Türk askeri ataşesi ile aynı binada ve bir alttaki dairede kaldığını açıklamasına rağmen bir açıklama yapmamaktadır.

Faruk Mercan nın, eski cumhuriyet savcısı Baki Tuğ ile 27.10.2003 tarihinde yaptığı,ve Aksiyon Dergisi yanında, www.aksiyon.com sitesinde yayımlanan röportajında,”Uğur Mumcu eğer 24 Ocak 1993 günü öldürülmeseydi, üç gün sonra 12 Mart 1971 döneminin askeri savcısı Baki Tuğ ile randevusu vardı. İki gün önce, Baki Tuğ’un Meclis’teki odasında bir araya gelmişlerdi,ve Tuğ’a, “Abdullah Öcalan’ın MİT’le ilişkilerini ortaya çıkardım” demişti. Baki Tuğ, o tarihte DYP Ankara Milletvekili ve Meclis Milli Savunma Komisyonu Başkanı’ydı. Mumcu’ya, “Bana bir hafta zaman ver. Dosyalarıma bakıp sana cevap vereyim” dedi…….Abdullah Öcalan ve PKK’yı konu alan geniş bir kitap çalışması yapan Mumcu’nun Baki Tuğ’a başvurmasının sebebi açıktı. 1972’de, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) 1. sınıf öğrencisi olan 22 yaşındaki Abdullah Öcalan, fakültede bildiri dağıtmak ve dersleri boykot etmek suçundan gözaltına alındığında, Askeri Savcı Baki Tuğ’un önüne getirilmişti.Tuğ, soruşturmasını bitirdiğinde, boykotçu öğrenciler içinde en ağır cezayı Abdullah Öcalan ve iki arkadaşı için isterken, dava sırasında mahkemede görüş değiştirmişti ve Öcalan üç ay hapis cezası ile kurtulmuştu. …..Mumcu’nun ölümü ile yarım kalan ve “Kürt Dosyası” ismi ile yayınlanan kitabı, işte bu olayla başlıyor. Son olarak eski milletvekili Abdülmelik Fırat’ın “Mezopotamya Sürgünü” ismiyle yayınlanan anıları Öcalan’ın öğrencilik yıllarını yeniden gündeme getirdi.Melik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis—boy’du” dediğini öne sürdü.Bunun üzerine Avni Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis—boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü söyledi…..Mumcu’nun ölümü ile yarım kalan ve “Kürt Dosyası” ismi ile yayınlanan kitabı, işte bu olayla başlıyor. Son olarak eski milletvekili Abdülmelik Fırat’ın “Mezopotamya Sürgünü” ismiyle yayınlanan anıları Öcalan’ın öğrencilik yıllarını yeniden gündeme getirdi.Melik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis—boy’du” dediğini öne sürdü. Bunun üzerine Avni Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis—boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü söyledi…..” açıklamalarına yer verdikten sonra,Baki Tuğ a kendisine Apo nun Mit ile bağlantılı olduğuna ilişkin bir bilgi gelip gelmediğini sorması üzerine;”Abdullah Öcalan, Ali Yıldırım’ın kızı Kesire ile evlenmişti. Bizde bulunan bilgi bu kadardı. Ben o konudaki bilgileri derledim, toparladım, ama Uğur Mumcu’nun ömrü vefa etmedi. Bana gelip gitmesinden iki gün sonra da öldürüldü. Ben de kendisini ziyaret edecektim” yanıtını vermiştir..Faruk Mercan nın; o dönem Savcı olan Baki Tuğ un iddianamesinde Ceza kanunun 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinden Apo nun cezalandırılmasını isterken,duruşma sırasında ise görüş değiştirip sadece bildiri dağıtmaktan dolayı 3 ay ile sınırlı olarak cezalandırılmasına karar verdirerek tahliyesi yönünde mütalaa vermiş olması nedeni ile;”Görüşünüzü değiştirirken şu gerekçeye dayanmışsınız; Öcalan aleyhine ifade veren tanığın aslında Ramazan Özcan isimli bir öğrenciyi kastettiğini, ancak daktilo hatası ile Ramazan Özcan yerine Abdullah Özcan yazıldığını, Abdullah Özcan’ın da iddianameye Abdullah Öcalan olarak yanlışlıkla geçtiğini belirtiyorsunuz.”sorusuna karşılık olarak, Baki Tuğ;”Orada bir daktilo hatası vardır. Katip yazarken Ramazan Özcan yerine Abdullah Özcan yazmıştır. İddianamede de Abdullah Öcalan olmuştur. Bu maddi hatadır. Ondan sonra da daktilo ile üzeri vurulmuştur (karalanmıştır). Bu maddi hata nedeniyle başka şeyler düşünmenin manası yoktur.” Şeklinde cevaplamaktadır.

25 03 2011 tarihli Taraf Gazetesinde ve aynı gün bu gazeteyi kaynak gösteren www.kurdistan-report.com sitesinde Neşe Düzel in gazeteci Avni Özgürel ile;”Apo nun Mit İlişkileri” başlığı altında yayımlanan röportajındaki bazı ilginç soru ve yanıtları aşağıya alıyorum:
NeşeDüzel: Bu yayınların size devletten geldiğini biliyor muydunuz?
Avni Özgürel: Tabii. Bu yayınları veren kuruluşlardan biri de Refik Korkut’un Fikir Ajansı’ydı. Bu tür neşriyatı dağıtmak için kurulmuştu. Ankara’da İzmir Caddesi’nde bir binanın bodrum katındaydı.
NeşeDüzel:Siz oraya niye gidiyordunuz?
AvniÖzgürel: Hem dağıtacağımız neşriyatı almaya gidiyorduk, hem de bildirilerimizin çoğaltma işini orada yapıyorduk. Bizim yaşlarda bir genç vardı. Ajansa gittiğimde onu orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış. Yıllar içinde Abdullah Öcalan’ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993′te Öcalan’la yüz yüze geldiğimizde bende birtakım çağrışımlar oldu.
NeşeDüzel:Bu yerin MİT’e ait bir yer olduğunu nereden biliyorsunuz?
Avni Özgürel: Biliyoruz. O dönem sadece bu ajanstan değil, başka kurumlardan da bu nevi yayınları alıyorduk. Milliyetçi gençliğe her biri farklı amaçla el atmış başka kuruluşlar da oldu o dönemde. Mesela Türkiye Çiftçi Teşekkülleri Federasyonu gibi birtakım kuruluşlar kuruluyor ve bunlar komünizme karşı özel yayınlar çıkarıyordu.
NeşeDüzel: Daha sonra Öcalan’la, o PKK’nın başındayken karşılaştınız mı?
Avni Özgürel: 1993′e kadar hiç karşılaşmadım. 1993′te gazetecileri Bekaa’ya basın toplantısına davet etti. Panaroma’nın genel yayın yönetmeni olarak ben de gittim. Bizimki haftalık dergi olduğundan, basın toplantısından sonra Öcalan’la dergi için özel söyleşi de yaptım. O özel görüşme sırasında kendisine sordum. ‘Ankara’da İzmir Caddesi’nde Fikir Ajansı diye bir yer vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama birden bir şey çağrıştırdı. Bende seni orada gördüm gibi bir his uyandı’ dedim. Bana, ‘Yoo, doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım’ dedi.
NeşeDüzel:Peki o ajansta bulunan biri mutlaka MİT elemanı mıdır?
Avni Özgürel: En azından MİT’le irtibatlıdır. Türkiye’de güvenlik birimlerinin kurduğu bir organizasyonun içine, bir insan, hangi amaçla olursa olsun gelip gidiyorsa ve onun orada oturup kalkmasına kimse ses çıkarmıyorsa, o insan ya güvenilir biridir ya da görevli biridir. Başka ne olabilir ki? Başka şey olamaz.
Neşe Düzel: Öcalan, eski eşi Kesire’nin babasının MİT’le ilişkisi olduğunu söylemişti. Öcalan’ı siz MİT’le irtibatlı bir büroda gördüğünüzü söylüyorsunuz. PKK’nın kuruluşunda rol alan pilot Necati’nin MİT ilişkisinden gene Öcalan söz etmişti. PKK’nın kuruluş aşamasında bu kadar çok MİT bağlantısından söz edilmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Abdullah Öcalan ideolojik formasyonu zayıf biri. Ama Türkiye’de o dönemde İbrahim Kaypakkaya diye ideolojik formasyonu çok güçlü biri de vardı. Eğer Kürt hareketi düşünce planında onun gibi radikal bir kadronun kontrolünde olsaydı, Türkiye’de çok ciddi sıkıntı yaşanırdı. Onunla mücadele etmek zorlaşırdı. Oysa Öcalan her türlü işbirliğine gelen pragmatik biri. Onun, Kürt hareketinin başında olması bizim devletin de işine geldi.
AvniÖzgürel: Uğur’la Ankara’da evlerimiz çok yakındı. Bekaa’dan döndükten sonra Uğur’a gitmiştim. ‘Öcalan’ın MİT’le irtibatlı olabileceğini öteden beri yazıyorsun, bende de böyle bir bilgi var, bunu da bil’ dedim. Uğur’daki bilgi, Öcalan’ın iki bağlantısına ilişkindi. Biri Kesire’nin ailesiyle alakalıydı. Eski eşinin ailesinin MİT’le ilişkisini Öcalan da kabul etmişti. Diğeri, Öcalan’ı Ankara’dan Diyarbakır’a götüren pilot Necati’nin MİT ilişkisiydi. Ki bu ilişkiyi Öcalan da daha sonra açıkladı. Hatta Uğur’un öldürülmesinden sonra bir söyleşisinde Öcalan, MİT’in parasıyla devlet aleyhine bir eylem hazırlanmasını komik bulduğunu bile anlatmıştı. ‘Düşünün’ demişti, ‘Onların parasıyla, onlara karşı PKK hareketi… Adamların parasıyla, adamların elemanlarıyla yaptığım politikaya bakın”
( Uğur Mumumcu),Ölmeden önce, Yaşar Kaya'ya, "Kimlerle işbirliği yaptığınızı açıklayacağım" diyor. Yine TRT'de birlikte programa çıkacağı Erdal İnönü ve Ahmet Türk'e bir dosya getireceğini söylüyor. Program Salı günü yapılacaktı, Pazar günü Uğur öldürüldü. Bu dosyayı verecek ve Ahmet Türk'ü "PKK istihbarat güçlerinin güdümünde" diye uyaracaktı, "Barış marış sağlayamazsın bunlarla" diye…..MİT’in, Jitem’in, Emniyet’in irtibat kurduğu insanların önemli kısmı sonradan kontrolden çıktı.Çatlı ve Ağca böyledir. Öcalan da belki bunlardan bir tanesidir. Bilemezsiniz… Kontrol edeceklerini zannetmişlerdir, ama hiçbirini kontrol edememişlerdir.”
Mehmet Bozkurt un www.blogcu.com sitesinde 11 11 2010 tarihinde;”PKK yi Mit kurdu” başlığı ile yayımlanan yazının ise, www aydınlık.com.tr sitesinden alınmış olduğu ve bu sitenin de Aydınlık Dergisinin 18 11 2007 tarihli sayısını kaynak göstererek oradan alarak tekrardan yayımladığı anlaşılmaktadır.www.aydınlık.com.tr sitesinde yayımlanan bu yazıda,”Aydınlık'a ulaşan çok önemli bir bilgi, PKK'nın kuruluşuyla ilgili soruya hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yanıtlıyor. Söz konusu bilgi, 3 Haziran 2000 tarihinden hemen önce yapılan bir görüşmenin bant çözümü.Görüşme Abdullah Öcalan'ın avukatlarından D. E.(Öcalan ın avukatları içerisinde adında bu harfleri barındıran Doğan Erbaş tır) ile Genelkurmay'a bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevli bir üsteğmen arasında geçiyor. Üsteğmen görüşmenin bir yerinde Avukat D. E.'ye MİT'le PKK arasındaki bazı ilişkilerden söz ediyor ve şu çarpıcı sözleri söylüyor: "Başından beri girdiği ilişkileri biliyoruz. Örgütü kursun diye Öcalan'a 10 milyon lira verildi"!......"Yıl 1972. Günlerden 31 Mart Cuma. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yapılan boykotta gözaltına alınanlar arasında Urfalı bir öğrenci vardı. Adı Abdullah, soyadı Öcalan'dı. Türkiye İhtilalci Komünist Partisi'nin "Şafak Bildirisi"ni SBF'de dağıtmak suçuyla 7 Nisan günü gözaltına alınmış ve 27 Nisan günü tutuklanmıştı."Askeri Savcı, 22 öğrenci hakkında dava açtı. En ağır ceza, Abdullah Öcalan ve Metin N.Yalçın'a istenmişti…" İddianamede Öcalan'a Şafak Bildirisi'ni dağıtmak suçundan Ceza Yasası'nın 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinin uygulanmasını isteyen Askeri Savcı Baki Tuğ, duruşma sırasında görüş değiştirdi. Savcı Tuğ, Öcalan'ın "Şafak bildirisi dağıtmak suçundan aklanmasını, boykota katılmak suçundan cezalandırılmasını" istedi... Abdullah Öcalan sadece boykota katılma suçundan üç ay hapis cezası aldı."….27 Mayıs'ta, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur'un kasasından çıkarılan Örtülü Ödenek hesabının kayıtlarında, Fikir Ajansı Sahibi Refik Korkud'a 1959 yılının Ağustos ayında 28 bin lira ödendiği saptanıyor.....Abdullah Öcalan'ın Fikir Ajansı'da "ofis boy" olarak çalıştığı yıllar, Ankara Tapu-Kadastro Lisesi'nde okuduğu dönem. 1969 yılının 30 Temmuz'unda diplomasını alıyor ve bir ay içinde Diyarbakır Tapulama müdürlüğüne atanıyor, iki yılını doldurmadan, 1970 Ekiminde torpille İstanbul'a tayin oluyor. Bakırköy Tapulama Müdürlüğü'nde çalışırken İstanbul Hukuk Fakültesine giriyor. Bir yıl sonra da Ankara SBF'ye yatay geçiş yapıyor... 71 Kasım'ında Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'ndeki görevinden istifa ediyor...21 yaş sınırına rağmen, 22 yaşında kendisine burs bağlanıyor.....Uğur Mumcu'nun "Kürt Dosyası" kitabında ayrıntısıyla anlatılan, "askerliğin ertelenmesi" hikâyesi de ilginç Öcalan'ın."Şafak Bildirisi" nedeniyle cezaevindeyken SBF dekanlığının gönderdiği yazılarla askerliği erteleniyor. Halfeti Askerlik Şubesi, bir yıl sonra yeniden soruyor.Öcalan'ın askerlik durumunu.
Dekanlık’tan 30 Ocak 1973 günü "1. sınıfta bütünlemeye kaldı" yanıtı veriliyor. 10 Ağustos 1973 günü SBF Dekanlığı'ndan Askerlik Şubesi'ne gönderilen yazıda ise.Öcalan'ın 2. sınıftan 3.sınıfa geçtiği bildiriliyor…..Abdullah Öcalan'ın askerliği böyle böyle 1978'e kadar erteleniyor. Öcalan'ın okuldaki kaydı da 1984'e kadar silinmiyor……Abdülmelik Fırat: MİT Öcalan'ı kullandı
Şeyh Said'in torunu olan eski milletvekili Abdülmelik Fırat'ın hatıraları, gazeteci Ferzende Kaya tarafından "Mezopotamya Sürgünü" adıyla kitaplaştırıldı. Anka Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Abdullah Öcalan'ın MlT'le bağlantısına dair iddialar da yer alıyor. Fırat, bu konuda şunları yazıyor:”Derin devleti çok iyi bilen bir gazeteci olan Avni Özgürel, bir iki sefer benimle röportaj yaptı. Bir gün bana şu anekdotunu aktardı: 'Öcalan'ın Bekaa'da yaptığı ve dünyanın bir-çok yerinden gazetecilerin katıldığı basın toplantısına ben de gittim. Karşımdaki adamı başka bir yerden tanıyordum; ama çıkaramadım. O da anladı; yanıma gelerek dedi ki: Ben açıklama yapmayıncaya kadar, sen yapma. O zaman anladım ki, ben onu MİT' ten hatırlıyorum.Biz öğrenciyken, oraya yardım almaya gidiyorduk, o da oradaydı.' Ondan sonra Öcalan, istihbarat ajanı çıkan eşi Kesire'den, Pilot Necati'den söz etmeye başladı…..Abdullah Öcalan'ın 24 Mayıs 1978 yılında evlendiği karısı Kesire Yıldırım'ın MİT'le bağlantılı olduğu biliniyor. Bu durumu sonradan Abdullah Öcalan da dile getiriyor. Uğur Mumcu, Kesire Yıldırım'ın babası Ali Yıldırım'ın yaşam öyküsünü ve şeceresini çıkardığı (Kürt dosyası adlı) kitabında, Yıldırım'ın Korgeneral Abdullah Alpdoğan'la Dersim ayaklanması sırasında ve sonrasında sık sık görüştüğünü anlatıyor…" Abdullah ve Kesire Öcalan, evlendikten üç ay sonra Diyarbakır'a yerleşirler. Onları Ankara'dan Diyarbakır'a götüren "Pilot Necati" ordudan ayrılmış ve Diyarbakır'da kum ticareti yapmaktadır. Diyarbakır'da Abdullah Öcalan'ın iki yakın dostu daha vardır. Biri Enver Polat adlı Huruçlu adlı bir eski astsubay. Diğeri, yedek subaylığını Eskişehir'de yaptıktan sonra Diyarbakır'a yerleşen Ferhat Tomutay……Mesut Yılmaz döneminde MlT Müsteşarı olan Atasagun, 27 Kasım 2000 günü, dört büyük gazetenin Ankara temsilcilerine önemli açıklamalar yaptı. Kürtçe TV'yi savunan Atasagun, "Apo'yu getiren de biziz, aşılmaması için büyük mücadeleyi veren de biziz" diyordu, "Apo'yu nasıl kullandıysak, Kürtçe'yi de kullanırız." Dedi…..3 Ocak 2007 tarihli Hürriyet'te "PKK'nın gizemli ismi Pilot Necati'nin mezarı Ankara'da bulundu" başlıklı bir haber yayımlandı…..Bir dönem güvenlik kuvvetlerince öldürülen THKP-C lideri Mahir Çayan'ın yakın arkadaşı olarak anılan Yüzbaşı İlyas Aydın'ın da aslında Pilot Necati olduğu iddia edilmişti.
Mezarlıkta bulunan 6 Necati Kaya'dan biri olan Pilot Necati'nin 1956 doğumlu Ferzende oğlu olduğu ve 9 Eylül 1982 tarihinde öldüğü anlaşılıyor. Bir dönem devletin, terör örgütü içindeki en kilit ismi olduğu iddia edilen Ağrılı Pilot Necati Kaya'nın mezarının ise oğlu İlker Kaya tarafından yaptırıldığı mezar taşında not olarak bulunuyor…..İlk idam kararı Antep'te uygulanır. Apo'ya muhalefet eden Bozan Aslan ve Ali Yaylacık pusuya düşürülüp öldürülür.İkinci idam kararı Celal Aydın hakkındadır. Apo, Celal Dönmez, Ali Gündüz ve Aytekin Tuğluk adlı kişileri bu işle görevlendirir.Aytekin Tuğluk,Malatya'ya gönderilerek "toplantı var" bahanesiyle önce Elazığ'a, oradan da Karakoçan'a getirilir... Celal Aydın'ın yalvarmaları sonucu değiştirmez! Daha sonra sıkıyönetim ilan edildiğinde diğer Apocular yakalanırken, Celal Aydın'ı öldürtenlerden Elazığ sorumlusu Metin Gürgöze ortadan kaybolur” açıklama ve saptamalarına yer verilmektedir.
Zeki Özçınar ve Bayram Kaya nın 18 10 2011 tarihli www.zaman.com.tr sitesinde yayımlanan,”Şamil Tayar dan Ses Getirecek İddia” başlıklı haberlerinde;“AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, bu hafta piyasaya çıkacak olan 'Kürt Ergenekonu-Derin PKK'nın Gizli Kodları' adlı kitabında;."1978'de ortaya çıkan örgüt, bugün Kürt sorunundan uzaklaşan, varlığını korumayı önceleyen, 36 ülkede örgütlenmiş, çok sayıda gizli servisin mutfağında yemek pişiren çokuluslu şirket hüviyetindedir. Tohumları, derin devletin kontrolü altında atıldı. PKK'yı kurmadan önce MİT içindeki bazı unsurlarla içli dışlı olan Öcalan, aynı çevrelerin desteğiyle 1979'da Suriye'ye kaçtı. 12 Eylül askerî darbesiyle (MİT'ten) özerkliğini ilan etti."….. "1972'de, Öcalan gözaltına alınmıştı. 3 ay hafif hapis cezasıyla kurtuldu. İddia, MİT'in devreye girdiğidir. İlişkiyi tespit etmek üzereyken öldürüldüğü iddia edilen gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun PKK-devlet ilişkisine dair aradığı belgelerden biri budur. MİT'in gizli arşivinde Öcalan'la ilgili çok özel bilgiler mevcuttur. Öcalan'ı Suriye'ye kaçıran irade, eski bir PKK'lıya göre, 'Abdullah artık dışarı çık, seni koruyamıyoruz' diye kulağına fısıldamıştı…..Ergenekon operasyonu kapsamında sanık Hikmet Çiçek'ten ele geçirilen 3 Haziran 2000 tarihli ve 'Provokasyon Mektubu' başlığını taşıyan belgeye göre, Abdullah Öcalan'ın avukatı ile görüşen Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndaki bir görevli, PKK'nın kuruluşunda Öcalan'a Pilot Necati aracılığıyla 10 milyon lira verildiğini, Öcalan Türkiye'ye getirilirken uçakta gözünü açınca kendisine 'memlekete hoş geldin' diyen görevlinin Pilot Necati olduğunu söyledi….Olay şöyle gelişti: "1980 öncesi terör eylemleri artınca Ali Yıldırım, Ankara'ya taşınarak MİT'teki çalışmalarını burada sürdürdü. Tanıdığı Şevket Özcan Ankara'ya gittiğinde Yıldırım'ı MİT binasında buldu. Sohbet sırasında içeriye Abdullah Öcalan girdi. Yıldırım, 'Bizim Kesire'nin nişanlısı' dedi. Şevket Özcan, 'Apocular' olarak tanındığında fotoğrafını görünce, arkadaşlarına, "Yahu ben bu adamı MİT'te gördüm." diye anlattı”.denilmektedir.
Ülke TV de 2O11 yılında yayımlanan;”Gazeteci Milleti” adlı programa konuk olarak katılanlardan Gaziantep milletvekili Şamil Tayar;”Öcalan ın Şam da kaldığı evde görüştüğü askeri ataşe nin Hasan Atilla Uğur olduğu yazıldı,çizildi. Öcalan nın da görüştüğünü teyit ettiği kişi MHP den Adana Milletvekili olan Kürşat Atılgan.Bir Mercedes operasyonu vardı.MİT in düzenlediği bir operasyon,o operasyonun birileri tarafından engellendiği hep konuşuldu.Ankara dan Şam ı arayarak operasyonu bilgi verenin İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Soner olduğu konuşuluyor.Konuştuğu kişinin de Kürşat Atılgan olup olmadığının ortaya çıkmasını istiyorum.” derken, milletvekili Kürşat Atılgan kendisinin Suriye de böyle bir görevde bulunmadığını ve konuşulan kişinin de kendisi olmadığını söylüyordu.Apo nun Suriye de bulunduğu sırda,kaldığı binadaki dairenin bir üstünde ise, Türk askeri ataşesinin ikamet ettiğini,sadece PKK den kopmuş bazı PKK lilerin internet sitelerine 2O1O ve 2O11 yıllarında yansıyan demeçlerinde dile gelmedi.Aynı zamanda Suriye nin tasfiye edilmiş Başkan yardımcısı Hadam da, 2O11 yılında Hürriyet Gazetesi muhabiri ile yapmış olduğu röportaj da,Abdullah Öcalan nın Türk askeri ataşesi ile aynı binada ikamet ettiğini belirtti.Bu durumda Apo nun Türk askeri ataşesi ile aynı bina da ikamet ettiği tartışmalı değildir.Tartışmalı olan konu ilgili Askeri Ataşe nin kim olduğudur.Ergenekon davasında kendisinin Jitem in kurucusu olduğunu ve daha sonra bu cinayet örgütünü Veli Küçük e devir ettiğini söyleyen Albay Arif Doğan nın ifadeleri incelendiğinde;Albay Hasan Atilla Uğur u,Albay Kürşat adı ile tanıdığını,birlikte çalışmadıklarını,ancak ekli olduktan sonra kendisi ile bir kez konuşmuş olduklarını belirttiği görülecektir.Bu durumda Apo ile aynı binada kalan Türk askeri ataşesinin Hasan Atilla Uğur olduğunu tespit ederek,askeri ataşesinin adı konusundaki tartışmaya noktayı koymuş oluyorum.Çünkü askeri ataşenin adı albay Kürşat ta olsa,Hasan Atilla Uğur da olsa aynı kişiye çakmaktadır.Albay Hasan Atilla Uğur aynı zamanda İmralı da da Apo nun kolluk ifadesini alan kişiler arasındadır.Öte yandan Apo her yeni bir şey söylemek istediğinde de, 2OO2 yılına kadar en çok çağırıp görüşmek istediği kişiler arasında albay Hasan Atilla Uğur gelmektedir.Bu durum da gösteriyor ki,Ergenekoncu Özel Kuvvetler,kendilerini Apo ya canını kurtarmış kişiler olarak kabul ettirmiş bulunmaktadır.
Apo,örgütü kurarken para aldığını söylediği ve örgüt üyelerinin tümünü beslediğini iddia ettiği pilot Necati Kaya nın ajanlığını 1990 lı yılların başında Uğur Mumcu araştırmaya ve tartışmaya başladı.Bunun üzerine Apo,Necati Kaya nın” örgütte beslemediği kişi yok” diyerek bütün örgüt üyelerini aynı suça ortak etti.Nede olsa büyük bölümü ölmüş, bakiyede kalan birkaç kişi de sisteme teslimiyetini uzun süredir ilan etmiş,konuşabilecek durumda değildir.İlk üç kişilik merkez yürütmedeki yardımcısı Şahin Dönmez de itirafçı ve ajan.Seksenli yıllara kadar Apo dan daha çok inisiyatif kullanan karısının da devletin resmi bir ajanın kızı olduğu ortaya çıktı.Kardeşi Osman Öcalan kişilik özelikleri ve pratikleri itibari ile ajandan beterdir.Apo nun devlet ile girdiği diyaloglar ve yaptığı bütün ateşkeslerde ajanları ile girdiği diyaloglar üzerinden gelişmiştir.Kaldığı binada bile bir üst katta Türk istihbarat ataşesi var.Şamdan çıktıktan sonrada bir devletin istihbarat elemanları tarafından diğer bir devletin istihbarat elemanlarına teslim edilmektedir.En son İngilizlerin istihbarat üssünün bulunduğu Kofru adasındaki istihbarat üssüne getirilmektedir.Kenya dan sonra da Ankara daki Özel Kuvvetler Komutanlığının istihbarat üssüne getirilmiş olmaktadır.Kesire Yıldırım ile evlenmeden önce de babasının ajan olduğunu bildiğini söylemesine rağmen,başka bir kişi ile nişanlı olan bayanı elde etmek için örgütü dağılma noktasına getirmeden dahi çekinmeden hatta bu duruma başkaldıran en eylemci birimi örgüt tarihlerindeki ilk toplu katliam eylemi ile öldürerek,nişanı bozdurarak o güne kadar örgütsel yapıdaki tek bayan olan Kesire ye sahip olmayı tercih etmektedir.Apo İmralı da Avukatları aracılığı ile verdiği bir mesajda, ”Temel şeyleri Mahir Kaynak ın yazılarından öğreniyorum” demekteydi.Mahir Kaynak da bir televizyonda,devletin süreci iyi yönettiğini,ideolojik politik açıdan çizgi ve değerlerini başkalaşıma uğratmanın başarıldığını,dağılmanın da bir ölçüde gerçekleştiğini ve hedefsizleştirilmenin gerçekleştirildiğini söylemekteydi.Apo İtayla da iken, Cia nın eski ajanı Grahm Fuller i görüşmeye davet etmişti.Ancak İtalya dan yeniden Rusya ya geldiğinde ve Rusya da bir daha kapı dışarı etiğinde ise, uçakta Grahm Fullere mektup yazarak;görüşmeyi yapmadan İtalya yı terk etmek durumunda kaldığından dolayı özür dileyerek ikinci bir davet ve görüşme mektubu gönderdiği söylenmektedir.Apo yu istihbaratçılar dışında hiç kimse muhatap almamaktadır.Bu olgular ışığında şu tablo ortaya çıkmaktadır: Apo nun aşık olduğu kadın ajan,para aldığı kişi ajan,Şam daki komşusu ajan,tek taraflı ve bir uluslararası bir kurumun arabuluculuğuna dayanmayan ateşkesleri kendinse ilan ettirmek için gelen gazeteci kılıklılar ajan,yolculuklarının tümünde yanında bulunan yabancılar ajan,düşünsel gıdasını aldığı kişiler ajan.Bu tür bir kişilik olmasına rağmen,PKK de oluşturduğu sistem gereğince,her gerilla ölene kadar potansiyel ajandır,öldüğünde ise kahraman ilan edilecek kişidir.Buna karşın sistem gereğince Apo hakkında ise hiçbir bireyin ortaya çıkmış bu olgulara rağmen hiçbir soru sormaması öte yandan tutukluluk sürecinde de olsa parti manifestosuna ve kongre karalarına tümden ters söylemlerine rağmen harfiyen kendisini esas almak zorunluluktur.İşte, bizde kendilerini modern ve demokratik örgüt ve kişilikler şekelinde sunanlarda, bunlardır.

Bu makaledeki bütün veriler nazara alındığında;12 Eylül 198O darbesinden önce uyarılmış olması sonrasında,Apo nun 2 Temmuz 1979 da Suriye nin egemenliğindeki topraklara gittiği,bunun üzerine de doğrudan denetimin dolaylı denetime dönüştüğü,devletin ekonomik buhranının derinleşmeye başlaması karşısında da Şam dan çıkarıldığı,gerek PKK nin içerisindeki alternatif kadroların tasfiye edilmiş olması ve gerekse de alternatif bir Kürt hareketinin kalmamış olması nazara alınarak; Şam da iken Demokratik Cumhuriyet denilen işbirlikçi konsept planlanarak,Kürtler açısından yaratılan duygusal bir atmosfer eşliğinde,Türkiye nin Avrupa Birliğine giriş konsepti sınırları içindeki sahte bir çözüm,idam edilmemek ve koşulları oluştuğunda da tahliye edilebilmek için,anlaşmalı hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır.
ALTI;APO NUN PKK NİN DİPLOMATIK,ÖRGÜTSEL VE ASKERİ YAPISINI TASFİYE SÜREÇLERİ
Apo, yirmi yıla yakındır Suriye de bulunmasına rağmen,Türk devletinin yetkililerinin ilk kez savaş tehdidine dayanarak; teslim edilmesini, yada Suriye nin dışına gönderilmesini istemelerinin bir nedeni;2OO1 yılının başında açıkça somutlaştığı üzere,savaşın Türk hazinesini boşatması,ağır bir borç yükü altına sokması ve devam eden savaş durdurulmaksızın ekonomilerinin kendisini toparlama ihtimalinin de bulunmamasıydı.Ekonominin bu durumunun içerde sosyal patlamalara ve siyasi krizlere de yol açacağı açıktı.Zaten gerilla savaşı ile hiçbir devlet tarih sahnesinden kıldırılmamış,ancak her gerilla savaşı ekonomik siyasi ve sosyal krizleri doğuran patlamalara yol açarak hedeflerine gidebilmişti.Toparlanmak için savaşı bir şekilde durdurmak gerekiyordu.Abdullah Öcalan nın sorgulanmasına ilişkin belgeler ile mahkemedeki beyanları yanında,ortaya çıkan yeni olgular bir bütün olarak nazara alındığında;kendisi Suriye de iken PKK yi silahsızlandırması istenmiştir.Ancak örgütteki dengelerin ve örgütsel yapının buna kısa sürede uydurulması zor olduğundan,gecikmişti.Türk devleti,her uçağın bir operasyondaki kalkış fiyatının bir fabrika fiyatı olduğunu ve savaş harcamaları nedeni ile hazinesinin boşaldığını ayrıca borcunun olabildikçe yükseldiğini ve uzun süreye yayılan savaşın daha da devam etmesi halinde ekonomiyi toparlamaya imkan olmayacağını,bunun da Türkiye metropollerinde ayaklanmalara,kriz ve bunalımlara yol açarak,kendilerinin Kürdistan Ulusal sorunun da bir siyasal çözümü kabul etmek durumunda kalacaklarını öngörecek durumdaydı.Zaten gerilla hareketlerinden hiç birisi,mücadele ettiği ülkeyi tümden yıkıp tarih sahnesinden silmemiş,ancak ancak bütün gerilla hareketleri ekonomi temel olmak üzere,yaratıkları sosyo ekonomik bunalım ve krizler neticesinde hedeflerini kabul ettirmişlerdi.Nitekim Türk devletinin his etmeye başladığı bu büyük kiriz, 2OO1 yılının başında somutlaştı.Türk devleti Apo yu yakalayarak, hem bu krizi beklediğinden daha düşük düzeyde yaşadı, hem de ateşkesler sayesinde toparlanarak krizini aştı. Buna karşın Kürdistan da dört bir köy yakılıp yıkılmış,dört milyon insan göçertilerek kır ekonomisi çökertilirken,sömürge metropollerin de ucuz işgücüne dönüştürülüp asimilasyona tabi tutulmuş, 125 bin faili meçhul olarak isimlendirilen siyasi cinayet,yaralama ve kundaklama olayı neticesinde ulusumuz sindirilmek istenmiş,kırk bin gerilla yaşamını yitirmiş,bütün ormanlık ve bağlık alanlar da operasyonlarda defalarca yakılmıştı.Şimdi bu ağır bedeller hangi hedefler için verildiyse,söz konusu hedeflerden de vazgeçilmesi isteniyordu..Bu ağır bedeller ile dört ayrı devlet kurulabilecekken,hiçbir şey kurulmadığı gibi,ideolojik politik açıdan dahi söz konusu hedeflerden vazgeçilmesi istenmekteydi. Devletin bu istemi Apo nun istemi oluyordu,Apo nun istemi de PKK nin istemi oluyordu.Geriye kalan Devletin Apo nun ve PKK sinin işbirlikçi istemini mevcut alternatifsizlik ortamında bütün Kürtlerini istemine dönüştürme yada herkesin istemiymiş gibi sahtekarca bir yanılsama yaratmaktı.
T.C. Apo nun Suriye de kaldığı evinin yanında patlayıcı dolu mersedesi patlatmadan önce,önlemini alması için kendisine bildirimde bulunmuştu.Mersedesi patlatanlarda,önceden uyarıp haber verenlerde devletin aynı çizgisindeki kişilerdi.Bunlar bu olay neticesinde kendisini kurtardıklarını hissettirerek,kendilerine sığınmasının,güvenmesinin ve ölüm korkusunu his ederek can derdine düşmesinin koşullarını oluşturmak istediler.Aynı zamanda kendisine; “Artık Suriye Senin için güvenli değil.Biz Seni orada koruyamayız” mesajını vererek,dolaylı denetim ve yönlendirmelerini, doğrudan denetimi ve yönlendirmeye dönüştürmek istiyorlardı.Çünkü Apo nun, kendi canını yitirmekten korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmadığını,ve kendi kelesinin derdine kapılacak bir kişilik olduğunu tahlil edebilmişlerdi.Bir gerilla lideri gibi yaşamadığını,konformist bir kişilik olduğunu izlemişlerdi.Apo nun her defasında Türk devletinin ajanı olan istihbaratçılar ile görüşerek,istemlerine uygun olarak tek taraflı,herhangi bir uluslar arası kurumun denetmenliğine ve siyasal taleplere dayanmayan ateşkesler ilan etmesi,PKK de dikkatin dağılmasına,sahte beklentilere düşmeye,oyalanma,devletin düşen gardını almasına,hazırlıksız yakalayacağı saldırılara girişmesine,savaş gücünü zamana yayarak tasfiye etmeye ve parça parça savaş psikolojisinden uzaklaşmaya yol açmaktaydı.Bu ateşkesler bahane edilerek devletin istihbarat elemanları ile süreklileştirilen diyaloglar Apo üstünde dolaylı olarak devam eden denetim ve yönlendirmenin doğrudan denetim ve yönlendirmeye dönüştürülmesini sağlamaktaydı..Çift taraflı bir niteliği bulunmaması ve uluslararası bir kurumun denetimini içermemesi ile siyasal taleplerin tartışılma süreci olmaması karşısında; esasen ateşkes olmayan söz konusu sahte ateşkesler özünde PKK deki silahlı askeri gücü tasfiye etmenin ilk adımdır.
Bu ateşkesler dışında,askeri açından PKK nın en yetenekli komutanı olarak bilinen Şemdin Sakık ın,önce Abdullah Öcalan tarafından sorguya alınarak,eleştiri ile ilişkisi olmayacak tarzda aşağılanması,kişilik ve gururunun tüketilmesi,hatta MED TV adına röportaj yapan bir kişinin(muhabirin) dahi kendisini azarlayarak soru sorması süreçleri sonrasında inancı tüketildi.Bir gün asker, bir gün komutan ve öbür gün uygulamaya alınarak kişiliği öğütülen en ağır hakaretler ile hiçleştirilen bireylerden kadro çıkmayacağı açıktı.Bu sistemden şartlandırılmış ve koşullandırılmış insan çıkabilirdi.Söz konusu koşullandırılmışlıkların alan ve zemininden çıkıldığında ise,kadro diye gözüken bireyler dahi hiçleştirilmiş oldukları şekilde,birer hiç olacaklardı.Şemdin Sakık(Şemo) bu süreçler ile yaptığı işe yabancılaştırılıp,savaşa inancı tüketildikten sonra,Apo nun talimatı ile bütün cephe ve alanlarda gezdirilerek, savaşın bitirilmesi gerektiği konusunda konuşmalar yapması sağlandı.Savaşı tasfiye çabalarına,en çok savaşmış kişiyi bütün alanlarda gezdirip,savaşın gereksizliğini ve zararlarını anlattırmak ile hızlandırılmaktaydı.Kişilik olarak tüketilip bu işte de kullanıldıktan sonra,Şemdin nin PKK de gereksiz olduğu görülmekteydi.En çok savaşmış olan bu kişiliği kaçırtarak ve daha sonrada öldürerek yada teslim olmasına yol açarak,sömürgeci devlete PKK nin savaş gücünü tasfiye etmede ne kadar samimi olduğunu ispatlamanın bir göstergesi olarak da sunulabilecekti.Bu nedenle Şemdin Sakık a, Apo tarafından öldürülebileceği kendisine his ettirilerek,örgüt karşısında kaçak ve suçlu duruma sokularak,“katli vacip kişilik” durumuna sokulmak istendi.Sonuç olarak,18 yıl dağda başarılı şekilde savaşmış olduğundan dolayı örgütsel yapıda etkinlik kuran ve hatta diğer üst düzey kadroları sindiren Şemdin Sakık,Sömürgeci devlete savaşı tasfiye etmenin ciddi ve samimi bir göstergesi olarak tasfiyeye götürüldü.Aynı zamanda Apo sonrasında savaşı yeniden dayatacak bir unsur bırakılmamış oldu.Şemdin nin kişilik ve ruhi açıdan tüketilmesi,savaş karşıtına dönüştürülerek alanlarda gezdirilmesi ve daha sonrada örgütten kaçırtılması,tek taraflı sahte ateşkeslerden sonra,Apo nun PKK yi silahsızlandırmasının,teslimiyete götürmesinin ve dağıtmasının diğer bir olgusu ile sürecidir.
Apo nun henüz Suriye de iken de bir palan dahilinde ve yukarıda açıkladığımız çerçevede, uyduruk vaatler karşılığında Türkiye ye gelmeyi tercih etmiş olması ihtimal dahilindedir.Türk medyasında Ergenekoncular olarak bilinen ve esasen Türk egemenlik sisteminin İttihatçı-Kemalist kanadını temsil eden odak ile birlikte, Kemalizmi güncelleme ve güçlendirme konseptini açıkça pratiğe almaya başlayacaklardı.Gerek devletin saldırıları neticesinde ve gerekse Apo nun PKK sinin tasfiyeci eylemleri sonrasında, Kürdistan Ulusal hareketinin içerisindeki eğilimlerin tasfiye olması,ve ayrıca PKK içresindeki alternatif kadroların çeşitli yaftalamalar ve bahaneler ile tasfiyesi sonrasında,bütün alternatifler tüketilmişti.İç dengeler ve gerilla yapısı hala hızla tasfiye olma önünde engeldi.Buna rağmen gerek sömürgeci Türk devleti ve gerekse uluslararası stratejik ortakları, Apo nun askeri yapıyı tasfiye etme konusunda verdiği sözlerde samimiyetinden de şüphelenir konuma gelmişlerdi.Bu nedenle artık dolaylı denetim ve dış yönlendirme yetmiyordu,doğrudan denetim ve yönlendirme zorunluydu.Bu uluslararası sermayenin her alanda dolaşım ve yatırım akışının istikrarı açısından da gerekli görülüyordu.Apo nun kültü dışında örgütsel yapıda hiçbir şey bırakılmaz duruma getirildiği açıktı. Aynı zamanda; PKK içinde alternatif çizgi açabilecek bir kadro olmadığını ve alternatif bir örgütün de kalmadığını görüyorlardı. Yaklaşık yirmi yıldır Suriye de bulunmasına rağmen,iadesi savaş nedeni yapılmayan Apo nun,Türk devleti tarafından savaş nedeni yapılarak,Kürtler açısından dramatik bir seremoniye dönüşecek sahte kaçışlar sonrasında teslim olması gerçekleşecekti.Yaratılan duygusal atmosferde ise, gerek PKK ye ve gerekse genel anlamdaki Kürt kamuoyuna her şeyin daha rahat kabul ettirilebileceği düşünülmüştü.Bu çerçevede Apo nun Türkiye ye teslim olup gelmesinden önce,ana çerçevesi kabul ettirilmiş işbirlikçi Demokratik Cumhuriyetçilik çizgisi çerçevesinde konuşturulacaktı.Apo nun içersinde bulunduğu koşulların zorluğu ve duygusallığı da örgüt içerisinde işlenerek,silahsızlandırma,teslimiyet,dağılma ile yozlaşma hızlandırılacaktı.
Apo nun tek taraflı(çift tarafa dayanmayan) ve bir uluslararası kurumun arabuluculuğuna dayanmayan her ateşkesi bir istihbaratçının girişimi ile başlatıldıktan sonra,bir tahribatın zemini olarak kullanılmasına rağmen,aynı ahmaklığa devam edilmiştir.1993 yılındaki tek taraflı ateşkesi;köye yakıp boşaltma ve dört milyon kürdü göçertme ile faili meçhul olarak isimlendirilen siyasi cinayet yaralama ve kundaklama oylarlarının başlaması için kullanıldı.Apo nun 1996 yılındaki ilan ettiği tek taraflı ateşkes, mersedesi kaldığı evinin yanında patlatmadan önce haber verdirerek,kendilerine sığınmasını sağlama,güven verme ve demokratik cumhuriyetçilik sürecini hazırlamanın zemini yapıldı.Apo ya, artık Suriye de korunmasının mümkün olmadığı hissettirilirken,bu olay da kült büyütme çalışmasında kullanıldı.1998 yılındaki ateşkesi ve Şemdin Sakı kın tasfiyesi devlete savaşı tasfiye etmenin göstergeleri olarak sunuldu.Geri de savaşabilecek, yada diğerlerini sindirdiği için alternatif olabilecek kimse bırakmak istemiyordu.1998 yılındaki ateşkes Apo yu anlaşmalı olarak Türkiye ye getirme ve Demokratik Cumhuriyet planlamalarını devreye sokmak için kullanıldı.Daha sonraki ateşkes,gerillaların Türkiye nin hakimiyeti altındaki topraklarından çıkarılması ve toplu imha sürecinden geçirilerek,bütün mevzilerin alınması,lojistik ve istihbarat desteğinin ortadan kaldırılması için kullanıldı.Her ateşkes gerillayı bir ölçüde savaştan ve gerilla kişiliği ile ruhundan uzaklaştırma süreci yapıldı.

“Tek kurtuluş dağlarımızdadır “ diye Apo nun dağları tercih etmenin yerine üç kıtada bulabildiği her ülkenin kapısını çaldıktan sonra teslim olmasına gerekçe olarak başta” dağın yolu kapalıydı” demekteydi. Oysa Suriye istihbaratının elemanları ile uçağa binip diğer ülkelerin istihbarat elamanları ile yolculuklar yapma yerine,Suriye nin Şengal sınırından Irak ın egemenliğindeki Şengal e geçebilirdi.Yani Güney batı Kürdistan dan Güney Kürdistan a veya Güney Batı Kürdistan dan Kuzey Kürdistan a da geçiş yapabilirdi. Üç kıtalı değişik ülkelerin istihbarat elamanlarının eşliğinde ve gözetiminde gidebilmek,her ülkede de uydu telefonuyla konuşabilmek mümkün olabildiğine göre,dağların yolu niye kapılı olsun?Bu durum Apo nun silahı tasfiye teme çalışmasının bir parçasıdır Konformist bir yaşantısı olduğundan ve bir gerilla liderinin yaşantısına sahip olmadığından,savaş alanın adamı olmadığını bilmektedir Savaş koşullarını taşıma konusunda kendisine güvensizdir.Ölüm riskinin olduğu alanda da olmak istemeyen bir tipleme olduğu anlaşılmaktadır.Abdullah Öcalan,”dağın yollu kapalıydı söyleminin,üç kıtada pek çok ülkeyi gezmesinin ortaya çıkması karşısında uyduruk bir gerekçe olarak yansıyacağının farkına vardı.Bu nedenle;”Ben dağa gitseydim yük olurdum,yük olmak istemedim” uydurmasını geliştirdi.Bu söylemini de atıf yaptığımız iki ciltlik ”Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adı ile basılan kitabının 2. cildinde de söylememektedir.Eğer gerilla liderliği yapabilecek kalıba sahipse ve silahsızlandırma esliliğinde gerillayı tasfiye etmede anlaşmadıysa neden yük olacaktı ki? Kendi ordusun başında yirmi yıl aralıksız savaşan Mao Zendung,yada Fidel Kastro, veya Ceh Guhevara yük mü olmuştu?Mehmet Şener,1991 yılında Zaho da bulunduğu sırda Mustafa Karasu ya yazdığı mektupta;Abdullah Öcalan ve kardeşi Osman Öcalan nın hiçbir dönemde pratik savaş sahasına çıkmadıklarını,bundan kaçındıklarını yazmaktadır Kesire Yıldırım Öcalan nın da liderlik mücadelesi sonucunda tasfiye edilene kadar, hiçbir zaman pratik alana çıkmadığı bilinmektedir.Daha sonra ise,dağa gelmesi halinde,güneyli güçlerin(KDP ve YNK nin) kendilerini satacağını,ayrıca devletin savaşı tırmandırarak soykırım yapacağını gerekçe yapmaya başladı.Güneyli güçler bu güne kadar kimseyi teslim etmediğine göre Apo yu niye temsil edeceklerdi.Hiç olmazsa üç kıtada bulabildiği her devletin kapısını çalmasına rağmen,her kapının yüzüne kapandığını gördükten sonra Suriye ye dönüp dağa geçebilirdi.Yada Güney Kürdistanlı Güçler İtalya, Yunanistan, Rusya, Kenya, Tacikistan ve kapısını çaldığı Hollanda dan daha mı güvensizdiler.?Ayrıca Güney Kürdistanlı güçlerin yanında kalmak zorunda da değildi.Çünkü örgütünün gerillaları nasıl ki Kürdistan nın dört parçasındaki kırsal alanda üstlendiyse,kendisi de bir grup ile birlikte en güvenli gördüğü yerde üstlenir,teslim olma sürecini tercih etmezdi.Apo,Avrupa devletlerinin kendisine kucak açıp, bir vila da tahsis ederek, güvenliğini de alarak,üstelik de Türkiye ve müttefikleri ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini bozarak, kendisine rahatça siyaset yapma olanağı vereceklerinden emin olduğundan pek çok devletin kapısını çalmış değildir.Türkiye nin 1974 yılında Kıbrıs ı işgali sırasında dahi,savaşı göze alamayan,askeri ve siyasi bir gücü bulunmayan,doğrudan uluslararası sermayeye bağımlı olan Yunanistan nın,Arap devletlerine de dayanan ve göreceli de olsa uluslar arası sermayeden bağımsız olabilen Suriye den fazla savaşı göze alarak, kendisini sahiplenebileceğini düşündüğü için mi bu ülkeye gitmişti?Yunanistan ve diğer ülkelerin kendisi için Türkiye ile ,yada Türkiye ve müttefikleriyle siyasi,ekonomik,diplomatik ilişkilerini bozmayacağını bilmiyor muydu? Elbette biliyordu ve çıkarılmış kiriz politikası neticesinde teslim olacağını yada iade edileceğini de aynı şekilde bilmekteydi.Bütün kapılar yüzüne kapanmasına rağmen,ikinci kez İtalya ya ikinci kez Rusya ya ve ikinci kez Yunanistan a ısrar ile gidişinin nedeni neydi?Hiç kuşkusuz ya peşinen sömürgeci devletin İttihatçı Kemalist kanadının hazırladığı bir planlama ile anlaşmalı bir kizir politikası çerçevesinde Süriye den çıkarılmıştır,yada en azından İtalya da bulunduğu sırada anlaşarak gelmiştir.Yani ya daha Suriye deyken,Türkiye nin müttefikleri ile birlikte yaratacağı kiriz politikası sonrasında hiçbir devletin izin vermeyeceğini, ve sonuçta Türkiye ye iade edileceğini,yada teslim olacağını bile bile anlaşmalı olarak gelmiştir.Ancak yaratılan dramatik atmosfer ile iş anlaşmalı olarak gelme şeklinde yansımayacak ve yaratılan ortamında devletin konseptini daha rahat kabul ettirebilecekti.Zor koşullarda bulunma gerekçesi ile örgütte karşı çıkabileceklerde etkisizleşebilecekti.

Yaşar Kaya, Apo nun İtalya da bulunduğu sırda dahi;”Bundan sonraki durak Türkiye” dediğini açıkladığından,ayrıca Med TV deki konuşmasında;”Bizans hükümdarı Diyojen Sultan Alpasalan a yenildi.Bazı koşullar karşılında öldürülmedi,af edildi.Eğer faşizmlerini aşıp kendi tarihlerine bakarlarsa, bu Türklerin tarihinde var” cümlelerini de,Yaşar Kaya nın açıklaması ile birleştirdiğimizde durum açıklığa kavuşmaktadır.Bu durumda en iyi ihtimalle dahi, Apo nun asgari olarak İtalya da bulunduğu sırda Kürdistan nın herhangi bir paracasına giderek mücadele etmek yerine,idam edilmemek ve Türkiye nin 1963 te imzaladığı Ankara antlaşmasındaki AB projesinin sınırları içresindeki kişisel dil kültür hakları ve koşulları oluştuğunda da aşamalı olarak tahliye edilmek karşılığında anlaşmalı olarak gelmeyi esas aldığı kesindir.Yani Türk devletine bizzat teslim olmak, yada paketlenmiş olmak Apo nun tahmin etmediği bir şey değildir.Çünkü Apo nun, Kürdistan nın herhangi bir parçasında kalması halinde soykırım olacağı, ve bunun olmaması nedeni ile dağı tercih etmediği konusundaki söylemi de diğer gerekçeleri gibi uydurmadır.Çünkü dört bin köyün yakılıp yıkılması ,dört milyon insanın göçertilmesi,125 bin öldürme yaralama kundaklama olayının gerçekleşmesi ile Kürtler zaten bir soykırım yaşamıştı.Dünyada bu tür pratikleri yapma dönemi de kapanmıştı.Apo nun toplu imha pratiklerinden birilerini korumak için Kürdistan nın herhangi bir parçasına geçiş yapmadığına ilişkin söyleminin uydurma olduğunun diğer bir kanıtı da gerillayı Türkiye nin egemenliği altındaki topraklardan çekilme talimatı vermesi, örgütünün başkanlık konseyindeki diğer işbirlikçi körlerinde bunu uygulaması, ve yaklaşık 500 gerilla nın Türk devletinin askerilerinin geçiş noktalarında pusuya yatmaları, yada havadan bombalama faaliyetleri neticesinde yaşamını yitirmiş olmaları, ile yaklaşık 500 kişinin de yaralanıp sakatlanmış olmasıdır.Bu şekilde gerçekleşen toplu imhanın tek sorumlusu devlet değildir,Apo ve başkanlık konseyindeki bireylerde, bu toplu imha olayından sorumludur.Apo ve PKK başkanlık konseyi,sadece devlete sorumluluğu yükleyerek, kendilerini sorumluluktan sıyırmamalıdır.Ancak Apo nun talimatı sadece toplu imhaya yol açmadı.Aynı zamanda devlete giremediği her mevziiye girme olanağı verdi.Devlet en stratejik noktalara karakollar yapıp, havan topları, termal kameralar ve diğer ağır silahları yerleştirdi.Apo nun savaşı tuk aka etmesi ve “bana bir fırsat verilirse hazırım” dediğinin televizyonlara yansıması yanında,gerillanın her alandan çekilmesinden sonra,PKK nin 70 bin kişilik milis gücü dağıldı.İnsanlar;”Apo efendi hizmete hazırsa, ve bugüne kadar yapığımız işi tuk aka ediliyorsa,amaç da bağımsız bir Kürdistan değilse,neden ailelerimiz ile birilikte kendimizi heder ediyoruz” sorusunu sormaya başladı.Devletin,kırda her alana yerleşmesi üzerine de kimi milis güçleri devletin tarafına geçip ajanlaştı. Faili meçhul olaylar 1996 yılından sonra ekseriyet ile durmuş olmasına rağmen,sırf örgütle ilişkisini kesme adına da olsa, şehirlere taşınanlar oldu.Sonuç itibari ile PKK nin milis yapısı da dağıldı.Geçmişte köylüler en zor yerdeki PKK mevzisine istihbarat ve gıda götürürken,gerillalar herhangi bir köye galipte kapıları çaldığında, kapısını açan köylüyü bulamaz hale geldi.Bu nedenlerle de lojistik desteğini ve istihbarat kanalların da kaybetti.Daha önemlisi PKK gerillaları kandile sıkıştırılıp coğrafik açıdan alanlar ve mevziler devlete terk edilince,Kandil deki kamplar hem Güney güçlerini tehdit etmek için her zaman kullanıldı,hem de gerilla her araziye dönme denemesi yaptığında katliam gördü.Devlet termal kameraları her alana yerleştirdiğinden ve en stratejik yerlere karakollar kurmaya başladığından,örgütün milis ve lojistik imkanları ile istihbarat kanaları dağıtıldığından gerilla savaşı büyük ölçüde tasfiye sürecine sokulmuş oldu.Psikolojik üstünlük de kaybedildi.Herhangi bir uluslararası kurumun denetimine dayanmayan,hiçbir siyasi talep içeremeyen,çift taraflı olmayan ateşkesin sonucunun bu olacağı açıktı.

Dört parçadaki gerillaya,Kürdistan ulusuna,özel anlamda Güneyli güçlere, yada kendinse güvenmeyen Apo Avrupalı, Asyalı ve Afrikalı devletler ile Türkiye ye güvendiğinden,daha doğrusu bir kiriz oyunu ile gelmeyi esas aldığından,her kesin kapısında yerlerde sürünmeyi tercih etti.İdeolojik politik inkara gidilerek sömürgeci devletin ideolojik-politik değerleri,kabul,referans ve ihtiyaçları üstünden işbirlikçi bir çizgi esas alınmaya başlandı.Bu da ideolojik politik hedefsizliği anlamsızlığı hiçleşmeyi doğurdu.Moral motivasyon yok edildi.Diplomatik alandaki faaliyetlerde;”devletin hassasiyetleri nazara alınsın” denilerek durdurulup dağıtıldı.Gerillaya Türkiye nin egemenliğindeki topraklarından toplu çekilme talimatı verilip bu talimat uygulandıktan sonrada, ahmakça tek taraflı ve herhangi bir uluslararası kurumun gözetimine ve denetimine dayanmayan,herhangi bir siyasal talepte içermeyen ateşkeslere ilan edilmeye devam edildi.Devletin elinde tutuklu bulunan ve devlete hizmet etme amacı ile gelen Apo nun söylemleri talimat kabul edildiğinden,değer yargı sistemi,çizgi bağımsızlığı ve hareket özgürlüğü kalmadı.Siyasi,sosyal ve kültürel yozlaşma gelişti.Bu tahribatlar yanında,dağa çıkarma gerekçelerine ihanete edilmesi karşısında,mücadele etme gerekçelerine yabancılaşan on bin kişilik gerilladan yaklaşık 5000 kişi ayrıldı.5000 gerillanın ayrıldığını görmek isteyenler varsa, ya PKK nin bugünkü sayısın 4000 olduğuna baksınlar,yada Güney Kürdistanlı güçlerin kurmalarına veya inşatlar ile çeşitli iş alanlarında çalışıp çalışmadıklarına baksınlar.Ancak ayrılanlar,PKK nin kişiliklerine, yada yaşamlarına saldırı düzenleyebileceği korkusu altında suskun kalarak yaşamı geçirmektedirler.Buraya kadar özetlediğimiz bütün tahribatlar özelde Apo nun, ve genelde de başkanlık konseyi denilen yapının işbirlikçiliğinin ve kullanılmışlığının sonucudur.Bu tahribatların gerçekleşmediğini ve gelişen bu tahribatlarda da Apo nun ve başkanlık konseyinin birinci derecede sorumluğunun bulunmadığını söyleyebilen herkes, hem yalancı,hem de uşaktır.Çünkü bu olgular her kesin gözü önündedir.Gözünü kapamak istemeyen bir eşek bile bu tahribatların gerçek olduğunu ve Apo nun işbirlikçiliği ile kullanılmışlığının sonucu olduğunu görebilecek durumdadır.

Apo , 1999 yılında Çankırı E Tipi cezaevinde bulunduğum sırda,”Devlet bir pişmanlık yasası yada topluma kazandırma yasası çıkarsın, varsın pişmanlık yasasıdır desin,PKK de asılında af yasasıdır der, gelir temsil olur” diyerek mesajlarını dağıttırmaktaydı.Ancak bu söylem örgütsel yapıda sindirilemediğinden uygulamaya geçemedi.Zamana yayarak hazırlama esas alınmaya devam edildi.Barış gruplar adı altından bir gurup gerilla ve bir grup da Avrupa dan getirtilip teslim edilerek,Apo nun samimiyeti kanıtlanmak istendi.Örgütsel yapı hazırlanmak istendi.2004 yılında ise Abdullah Öcalan kardeşi Osman Öcalan a büyük gruplar ile temsil olmaya başlamaları için talimat gönderdi.Osman Öcalan ve şürekası da;demokratik Cumhuriyet hedefi için savaşa ve gerillacılığa gerek olmadığı tezi üstünden herkesin silahını bırakması için büyük gruplar ile teslim olmaya başlamasını, büyük bir acelecilik ile dayattı.Ancak örgütsel yapının önemli bir bölümü hala buna hazır değildi.Bu durum ile yaşamındaki konformizm Osman Öcalan nın tasfiyesi ile sonuçlandı. Aslında talimat Apo nun talimatıydı,uygulayan ise Osman dı.Ancak Osman örgütteki konumunu kaybedip ayrılmak durumda kalınca,Abdullah Öcalan nın kaybetmiş taşa oynaması mümkün değildi.Çünkü konumunu kaybetmiş ve örgütten ayrılmış kardeşine sahip çıkabilmesi için,taban olarak önemli bir gücü yanında bulundurması gerekirdi.Oysa başarmadığı gibi,önemli bir gücü de götürmemişti.Bu nedenle Apo;”Osman,mayın tarlasına sürülmüş eşektir,siyasi geleceğini bitirdi” demekteydi.

Apo nun savaşı, gerilla ile PKK yi tasfiye etme çabalarının diğer bir olgusu da 2002 yıllının Haziran ayına ait Serxwebun Dergisi dir. Apo, Derginin 2002 Haziran sayısında da yayımlanan Avukat Görüşme Notlarında,PKK nin dağ kadrosuna hitaben;”Rahip olmayın.Örgütteki kadın erkek ilişkisini Kesire yasakladı” demekteydi. Apo, o dönemde Kesire nin kendisinden daha fazla inisiyatif sahibi olduğunu anlatmak için bu cümleleri söylemiş değildir.Sadece her olup bitenin sorumluğunu birlerine yükleyerek sıyrılan bir tiplemedir,hiçbir sorumluluğunu kabul etmez.Kesire nin ayrılmasından,Apo nun tutuklanmasına kadar yaklaşık 15 yıl geçmişti.Bu yıllar boyunca aynı yasağı devam ettiren Kesire miydi?Kaldı ki Kürdistan nın ve savaşın koşulları nazara alındığında,disiplin değerlerinin kaybolmaması için cinsel ilişkilerin yasaklanması yanlışta değildir.Ancak bu tür bir kural olmakla birlikte,hata birbirini sevenler teşhir edilip cezalandırılmak ile birlikte Apo nun ve Osman Öcalan nın istedikleri kızı kullandıkları.anlaşılmaktadır. Nitekim Osman Öcalan, Keve ile hemen ilişkilenerek örgüt içinde Apo ya bir yeğen bile verdi.Örgüt yönetimindekilerin ekseriyeti bu tür ilişkilere başlayınca,diğerleri tepki göstermeye başladı.Örgüt içi tartışmaların Osman Öcalan ve arkadaşlarının tasfiyesi ile sonuçlanmasından sonraki Avukat Görüşme Notlarında ise,Abdullah Öcalan nın;”Yaşınız elinin üzerinde,kadına ne gerek var” demiştir.Apo,4 Murat kişiliği gibidir,içkiyi,kumarı uyuşturucuyu yasaklayıp,en sert şekilde bunların üzerine gitmesine rağmen,adı geçen Osmanlı Sultanının sadece kendisine yasaklamadığı bilinmektedir.2004 yılında Necdet Buldan nın;”Pkk de Kadın Olmak” adlı kitabında PKK li bayanlardan aldığı açıklamalar yanında,çeşitli Kürt internet sitelerindeki anlatımlar nazara alındığında,Apo,genel anlamda “yoğunlaşma grubu” yada “erkek yoğunlaşma grubu” şeklindeki adlar ile kimseyi bulunduğu ve almazken,dönemsel şekilde değişmek üzere 15 li gruplar şeklin de,güzel bayanları;”bayan yoğunlaşma grubu” adı altında yanına çekip,cinsel ihtiyaçları için kullandıktan sonra,kendilerini özgürleştirdiğini söylemekteymiş.Demek ki Apo Kürt kızlarını altından geçirmeden özgürleşmiyorlarmış.Mevcut sistemde de korkudan dolayı veya bir iftira sonrasında; ajanlık ile suçlanıp öldürülmemek nedeni ile de olsa,istemlerine boyun eğen bireylerin bütününü kirli anlayış ve emellerine alet etiği söylenmektedir.Bu gerçek olduğu ölçüde; gerilla bayanların ahlaklarına,kişiliklerine,ruhsal yapılarına tecavüz edildiğini söylemek zorundayız.Anlatılanların yüzde biri dahi doğru olsa,bunu yaşayan ve bilen kadınlar ile, bu durumları bilen erkek gerillaların kişiliksizleştiren bir sistemi yaşamamak açısından; filli ve özel bir durum yatarak,kendisinin de sonradan öldürülüp öldürülmeyeceğini, yada haksızca teşhir edilip edilmeyeceğini düşünmeksizin,Apo yu cezalandırmadıkları gerekirdi.

Osman Öcalan nın Güney Kürdistan daki Lolan kampında gerillayı yerleşik yaşama alıştırıp,istediklerini çadırına çekmesi sonrasında,gerillaların bir bölümünden gelen tepki üzerine,sorgulanarak hakkında idam kararı çıktıysa da,kardeşi Apo nun bu cezasını kısa bir sürede rütbesiz olarak uygulamada kalma şekline dönüştürdüğü ve uygulamadığı bilinmektedir.Oysa bu tür bir tek pratiği görülen herkes teşhir edilip öldürülmüştü.Aynı Osman Öcalan Apo dan gelen talimat üzerine,büyük bir acelecilik ile gerillayı toplu gruplar şeklinde silahsızlandırıp teslim etme sürecini başlatmak istediğinde ve gelişen muhalefet üzerine hem bu projeyi uygulama imkanını,hem de örgütsel konumunu kaybettiğinden PKK den kaçmıştı.PKK den ayrılanlardan Faysal Dunlayıcı(Kani Yılmaz) ve arkadaşı Sabri Tori örgüt tarafından öldürüldü.Kani Yılmaz ın öldürülmesinin sebebi,PKK den ayrılıp PWD yi kuranları sindirmekti.Özellikle Kani Yılmaz ın ilk vurulacak kişi olarak seçilmesinin nedeni ise,geçmişte PKK nin Avrupa sorumlusu olması nedeni ile yeni örgüt PWD yi uluslararası kurum ve güçlere tanıtabileceğinin düşünmüş olmasıdır.Osman Öcalan da öldürülecekti.Apo,Avukat Görüşme Notlarında;”Artık ayrılanlardan üst düzey yöneticiler öldürülmesin” diyerek,bunun önüne geçti.Apo,silah ve gerillayı tasfiye ederek,açık alan örgütü olarak çalıştırdığında,kardeşi Osman Öcalan ı yeniden sisteme alacağından kuşku duymuyorum.Nede olsa yüzlerce örneğinden bilindiği gibi,bir kavşakta “ajan hain provaktör,ahlaksız sapık ve hırsız “ şeklinde teşhir edilenlerin,diğer kavşakta yıkanıp boyanarak sisteme alındıkları ve buna karşın alternatiflerine aynı kavramların kullanıldığı bilinmektedir.Siste kendi döngüsü içresinde bu şekilde döndürülürken,kişiliği öğütülmüş bu bireylere bir işaret parmağı ile çağrı yapıldığında ise,aklanmaya koşmaktadırlar.Çünkü gururları ve ilkeleri yoktur,kişilikleri öğütülmüştür.PKK de muhalefete düşüp liderlik mücadelesi verenlerin bütünü silahlı saldırıya uğrarken,uğramayanları dahi hazırlık aşamasında kalırken,sadece Osman Öcalan ve Kesire Öcalan a herhangi bir saldırı yapılmadığı bilinmektedir.

ARGK ve Siyasi örgütlenme ile Diplomatik Mücadelenin mekanizması olan ERNK ortadan kaldırıldı.PKK ise rafa konuldu.Ancak daha sonra, PKK yeniden raftan indirildi.KADEK,KCK,KONGRA GEL,KNK,HPG,PJAK,PCDK kuruldu.Suriye nin egemenliği altındaki topraklarda DBP kuruldu.Onlara yakın çizgisi olan DTK ve BDP de var.Halklar Kongresi çalışması var.Ayrıca Çatı partisi çalışması var.Öte yandan yasal alandaki partileri var.Peki,bu kadar örgüt enflasyonu yaratılmasının nedeni nedir?Hiç kuşkusuz Apo ,PKK deki iktidarını kaybetmemek için örgütteki yönetimin ve kararların merkezileşmesinin önüne geçerek,değişik adlar altında örgütlerin kurulması talimatını vererek, her birinin başına da ayrı kişileri getirmektedir.Yani herhangi bir örgütteki bir yönetici Apo nun işbirlikçiliği nedeni ile talimatlarını kabul etmediği takdirde, değer örgütlerin başındakiler, hem kendi kişisel iktidarlarını korumak hem de Apo unun iktidarını devam ettirmek için birlikte hareket etmeyecektir.Hesaplanan budur PKK nin örgütsel yapısı ve birliği bozulmuştur.Bu aynı zamanda devletin de bir isteğidir.PKK içinden, birden fazla PKK nin ortaya çıkışı da bu çerçevede olmuştur.Yazarlarının bir bölümü Ergenekon davası nedeni ile tutuklu bulunan Oda,vt.com sitesinin belgeleri incelendiğinde;”Apo nun düşünceleri dışında bir görüşün PKK de ve genel anlamda da bütün Kürtlerde bulunmadığının yansıtılmasının esas alınması gerekmektedir” denilmektedir.Buna karşın Türk egemenlik sisteminin liberal muhafazakar ve yeni Osmanlıcı kanadını temsil eden Akp nin genel başkanı ve başbakan Tayip Erdoğan ise,gazetelere verdiği demeçlerde;”Korkarım Kandildekiler Apo uymayacak” demekteydi.Türk devletinin ve Türk egemenlik sisteminin iki kanadı da Apo ya kabul ettirdikleri çizginin,devletin AB ye giriş projesi içerisinde olduğunu bildiklerinden ve İmralı daki şahsı kullandıklarından, gerek PKK içinden ve gerekse PKK dışından alternatif bir çizginin ortaya çıkmasını istememektedirler.Apo,devlet için,”Hayırlı Evlat Ökkeş” olmuştur.Uçakta söylediği ilk cümlede olduğu gibi,kendisine fırsat verilmiş olup,hizmetini sunmaktadır.Bir malın değerinin Türk devleti açısından kullanma değerine bağılı olduğunu bilmektedir.

KCK da genel de PKK yi özelde de gerillacılığı tasfiye edip af veya af benzeri sayacakları bir düzenleme ile temsil olmanın mekanizması olarak da kuruldu.Aynı zamanda kadroları şehirlerde toplayarak,dağdakilerin otoritesinden çıkarmanın bir aracına ihtiyaç vardı.KCK türü bir yapı hem dağdaki PKK ve şehir örgütlenmesinin güçlenmesi ile denetimden çıkması karşısında bir engeldi,hem de el altında olacağından istendiğinde bütün örgütsel yapısı ile toplayıp zindanlara doldurarak kadrosuzlaştırmayı sağlayabileceklerdi.Nitekim KCK zindanlara toplandığı gibi,toplanmaya devam edilecektir.PKK kırdaki gerillası yada şehirlerdeki ayrı birikleri şeklinde örgütlenmiş olsaydı,bu şekilde karpuz toplar gibi tutuklama imkanlarının olmayacağı açıktı.Toplama devam edecektir.Devlet sayısı artan bir dağ kadrosu yerine tehlike olmayacak,sonuç almayacak,fazla rahatsız etmeyecek,ancak istediklerinde de egemenliklerinde bulundukları sınırlar içinde veya Güney Kürdistan da operasyon gerekçesi yapabilecekleri marjinal bir yapının devamını istemektedirler.Bu nedenle hem cezaevinden çıkanların dağa gidişinin engellenmesi, hem de yeni siyaset giriş yapabileceklerin şehirde tutulması için KCK kuruldu.Yeni alımların ve cezaevinden çıkanların dağa giderek,kırı güçlendirilmesi ise, devletin de Apo larının da istemi değildir.Çünkü sonsuza kadar işbirlikçilik, her kes için geçerli olmayacaktır.Dağdakilerden bir bölümünün yakalarına;dağa çıkma gerekçeleri,bedel ödeme nedenleri ve üzerine oturdukları kitle dinamiklerinin gerçek istemeleri yapışıp dönüştürebilecektir.Bu ihtimalin ortaya çıkması halinde ise,Apo nun işbirlikçi çizgisinin de, talimatlarının da en azından bir bölüm PKK li tarafından red edilerek, alternatif bir çizgi açılabilecektir.Bu alternatif çizgi ortaya çıktığında ya alternatif bir lider, yada kurallar ortaya çıkacaktır.O zaman da, Apo nun ile işbirlikçi söylemlerinin bir etkisi kalmayacaktır.Bu durumda da; devletin, PKK lileri kullanma ve yönlendirme imkanı ortadan kalkmış olacaktır.Dağı tasfiye etmek,teslim olma sürecine başlatmak,en azından 1993 te İran nın Güneyli Güçlere yaptıkları baskı sonrasında İran-Kürdistan Demokrat Partisini ve Komala Örgütünü nasıl dağdan indirip Süleymaniye bağlı Köysancak ta sivil kamplara yerleştirerek,kendilerini evli barklı ve işe bağımlı hale getirip göbekli birer vatandaşa dönüştürerek gerilla olmaktan çıkardılarsa,bir benzerini yapabilirler.Bu konseptin içinde başlangıç itibari ile Apo ve devlet vardı.Ancak gelinen aşamada bu süreci geliştirmek için KCK yapısının büyük bölümü yanında, PKK nin dağ kadrosundan da bir kısmını da cezb edebilirler..Yasal alanda faaliyet yürütenler ise, karar alma ve strateji belirlemede hiçbir zaman kala dahi alınmamıştır.Bunlar daha oportünist olduğundan,bu tür bir şeye dünden hazırdır.

PKK yi,savaşı,gerillayı tasfiye etmenin olguları arasında,sistematik ve yoğun şekilde her şehirde kepenek kapattırılarak,esnafa illelah çektirilerek, mücadeleye ve yurtseverliği karşıt bir noktaya getirilmek istenmesidir.Siirt te dört Kürt kızının PKK birimlerince öldürülmesi,Batman da bir kadının çocuğu ile öldürülmesi türü olaylar hem uluslararası palanda,hem de içerde gerillacılığı gayri meşru olarak mahkum etmek,Kürt halkını savaştan ilelah eder derecesine sokarak,karşıt noktaya getirme amacını gütmektedir.Siirt ve Batman olayları savaşmak isteyenlerin değil,savaşı tasfiye etmek isteyenlerin eylemidir.Devletin televizyonlarında bazı Kürt ve Trük aydınlarına gerilla savaşına karşı konuşmaları yaptırılması ve teslim olmalarından yana söylemler geliştirilmesi ile “Benim için ölme ,benim için öldürme” kampanyalarının da arkasında devlet ve Apo olacaktır.Diyarbakır da BDP,DTK,Hakpar ve Şerafettin Elçi nin Kürt konferansı adı altında yaptıkları toplantı,aslında bir Kürt ulusal konferansı değildir.Bir konferansın kürt konferansı olup olmadığının ölçüsü bazı Kürtlerin o toplantıya katılıp katılmadıkları değildir.Temel ölçüt;anlayış düzeyinde ulusal bir stratejilerinin bulunup bulunmadığı ve ulusal bir stratejiye göre pratikleşmenin esas alınıp alınmadığıdır.Çünkü her ulusal konferansa da bir ulusal strateji oluşturulup deklere edilirken,Apo nun işbirlikçi söylemleri, diğerlerinin de söylemine dönüştürülmüştür.Burkay ın;”Bazen Özerklik federasyondan da iyi olabilmektedir” demesinin sebebi bundandır.Bir işbirlikçi olarak Apo nun devletin istihbarat elamanları ile İmralı cezaevinde yaptığı görüşmelerini devamını hep birlikte kabul ettiklerinden,kendi liderleri ve iradeleri olarak hep birlikte kabul etmişlerdir.Toplantılarının sonuç bildirisinden bunun dışında bir anlam çıkmamaktadır.Bu toplantının diğer bir esas nedeni ise,gerillanın ve savaşın tasfiye edilerek teslim olmaları, yada Güney Kürdistan’a çekilerek 1993 yılından beri Koysancaktaki kamplarda aile bası olarak yaşayıp göbek bağlayan ve peşmerge olmaktan çıkıp tabanlarını da kaybeden İran Kürdistan Demokrat Partisi Komala türü bir duruma sokmak olmalıdır.KCK nın ve Apo nun devletin istemeleri çerçevesinde bu tür bir toplantının yapılmasını sistemlerinin nedenleri bunlardır.Teslimiyet ve dağılma çağrısı yapmak ve işbirlikçi bir çizgiyi bütün Kürtlerin çizgisi gibi göstermek ve üstelik işbirlikçi bir tutukluyu bütün Kürtlerin adına görüşme yapar duruma getirmek amaçlı olarak yapılan Diyarbakır toplantısının diğer bir amacı da vardır. O da; tek kişiden ibaret olmak ile birlikte parti adını kullanan Şerafettin Elçi nin ve üç beş kişiden ibaret olup seçimlerde liste dahi oluşturamayan HAKPAR ve PSK nin de katılımı ile Kuzey Kürdistan nın iradesini temsil ettiklerini,tek düşüncede anlaştıklarını ve başka bir düşünce ile irade bulunmadığını savlayarak,Selhattin Demirtaş,Ahmet Türk Serafettin Elçi ve Bayram Bozyel in kendileri gibi işbirlikçi çerçevede düşünenlerden oluşan bir listeyi Güney Kürdistan daki toplantıya götürmeye çalışarak,KDP ye karşı blok olarak oturtmaktır.Devlet,Apo ve KCK sı bu nedenlerle bu toplantının yapılmasını istemişlerdir.Kendilerini Kürdistanlı değil de,Türkiyeli olarak savlayan işbirlikçilerin Diyarbakır toplantısında ki almaçları bunlardır.Bu amaç toplantının bileşimine ve toplantının sonuç bildirisi metinine yansımıştır.Güney Kürdistan’daki konferansta,bağımsızlık merkezli bir ulusal strateji oluşturulmuyorsa,Kürdistan nın bütün parçaları ile diğer ülkelerdeki bütün Kürtleri kapsayan hepsinin üstünde bir semsiye niteliği taşıyan aynı zamanda eğilimler ve örgütler arasındaki sorunlarda hukuk söyleyen,uluslararası kurumlar ve güçlere karşı bütün Kürtlerin temsilcisi olarak muhatap olan,temel konularında sevk ve idare edici niteliği bulunan birlik mekanizması niteliğindeki Kürdistan Ulusal Kongresinin kuruluş çalışması karar altına alınmadığı sürece;yapılacak konferansı Türkiye ve İran gibi sömürgeci devletlerin konferansı olarak düşünmek gerekmektedir Bunlar yapılmadığı sürece ve bunlar için toplanmadığı halde,Güney Kürdistan da yapılacak toplantının esas amacının Türkiye nin baskıları ve yönlendirmeleri üzerine,PKK yi,gerillayı ve savaşı tasfiye kararının çıkarılıp Kürtlere kabul eğitileceği bir toplantı olarak gerçekleşeceği açıktır.Amaç bu olduğu ölçüde,konferansın Türkiye, İran, Irak ve Suriye konferansı olarak ilan edilmesi gerekmektedir Böylesi bir toplantıdan da tasfiyenin iki yönteminden birinin kabul edileceği açıktır.Birincisi,pişmanlık yasası veya af türü bir düzenleme ile silahları bırakıp devlete teslim olmaktır.Bir kısım yöneticinin başka bir ülkede tutulması yada tutulmaması esası değiştirmeyecektir.İkincisi de,İran nın Güney Kürdistanlı güçlere yaptığı baskı neticesinde,Kandili kullanan Komala ve İ-KDP nin 1993 yılında silahları ile birlikte bütün alanları terk edip,Süleymaniye nin Köysancak kazasındaki bir düzlükteki kampa yerleşerek,mücadeleden uzaklaşmaları,militan niteliklerini kaybetmeleri,işe,çoluk ve çocuğa karışmaya başlayarak mücadele adamı niteliğini kaybetmeleri,hatta tabanlarını dahi yitirmeleridir.

Faşist sömürgeci ve emperyalist Türk Egemenlik sisteminin birinci kanadı İttihatçı Kemalist-orducu kanat ile liberal muhafazakar ve yeni Osmanlıcı kanadı devletlerinin sistemi içresinde iktidar mücadelesi verirken,bunlar ile kesin kopuş çizgisini esas almayan ve çelişkilerinden yararlanmayan,ancak işbirlikçi ilişkilenmeyi ve kullanılmayı bilebilen Apo ve Kemal Burkay gibi Türkiyeli çizginin sahipleri dinlenmemelidir.Kemal Burkay kendi işbirlikçiliğine çare bulmazken,televizyonlarda;”Abdullah Öcalan nın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkisi aydınlatılmadan,Kürt sorunu çözülmez” demektedir.Kelam Burkay,Apo nun Mit ilişkisine dair bildiği bütün olgu ve delilleri ortaya koymalıdır.Ayrıca işbirilikçi bir çizgi temelinde Türk egeminlik sisteminin diğer kandının kulandığı bir kişilik olmaktan çıkmalıdır.Apo nun PKK sinin Demokratik Özerklik çizgisini dillendiridği ve Burkay ında Haber Türk Televizyonunda katılıdğı programda;”Bazen Özerklik,federasyondan da daha iyi sonuç verebilmektedir” diyerek aynı çizgide olduğu görülmektedir.Burkay nın,Mesut Tek in PSK sinin temsilcilerinin ve desteklediklerini söyledikleri Hakpar ın genel başkanı Bayram Bozyel in,eski DDKD li olup şu anda kendilerini Devrimci Demokratlar olarak isimlendirenlerin yanında kendisini fesh etme kararı alan Tev Kurd aktivistlerinin,tek kişilik partinin sahibi Şierafettin Elçi nin, Diyarbakır da DTK ve BDP nin temel düzenleyicisi olduğu söz de konferasa katıldığı ve aynı sonuc bildirisine imza atarak,Apo yu kendi görüşmecileri ve bir anlamda da liderleri olarak ilan edip,bu görüşmelerin sürdürülmesini istedikleri de açıktır.Bunların Apo ve PKK nin kabul etitği çözüm yada idelojik politik içzgi ile bir sorunları yoktur, temel sorunları Apo nun bazı şahsi niteliklerine yöneliktir.Sonuçta onlarda Türkiyeli dir,büyük ölçüde de Türk solculuğunun fideliğinden gelenlerdir.İttihatçı Kemalist kanada Apo yu kulanırken,Liberal Muhafazakar ve yeni Osmanlıcı Akp ise Kemal Burkay ı çağrırarak zkulanmaya başlamış bulunmaktadır.Kesin kopuş startejisi ve bağımsızlık çizgisini esas almayan her aydın ve siyasetiçi Türkiyelidir,Iraklıdır Süriyeli dir ve İranrlıdır.Bu durumdakiler fedarasyonu dahi savunsalar;ülkemiz Kürdistan açısından bölünmüş ve parçalanmış bir satütünün savunucularıdır.Nihai hedef olarak demokratik cumhiyeret demokratik özerklik,özerlikl idari fgfederalizim,konfederasyon ve federasyonu savunanlar,ülkemizsin koşulalıanda gericiliğe ve işbirilikçiliğe açıktır.Bu çözüm tarzlarının bütünü Kürdistanı ülkesi ve ulusu ile bölünmüş tutuan,ululsarası kurmkalarda özene olmayı sağlamayan,sömürgeci devletlerin merkezi yapısından koparmayan çözümlerdir.Bu çözümlerin hiç birisi sömürgeciliğin uzun süreli kurumsal tahribatlarını tam olarak silmeye ve Kürdistandaki emek ile yer altı yer üstü zengeinliklerini tam anmamı ile ulusumuzu izin kulanmaya da engeldir.Çoğrafi bir federasyon nihai hedef olmamak koşulu ile bağımsızlığa gidişte bir ön kavşak ve şıçrama zemini olarak düşünüldüğü zaman ilerici bir niteliği olacaktır.Çoğrafi federasyon dahi nihai hedef olarak ileri sürülmdüğünde ülkemiz Kürdistan nın koşullarında gericidir.

Kürt Çalışma Grubu 25 12 2005 tarihinde Diyarbakır da 400 aydın ve siyasetçinin katıldığı toplantıda,alternatif bir örgütsel yapı kurmak üzere kurulmuş ve 40 kişilik meclisinin içindene de 9 kişilik yürütme kurulunu seçtikten sonra,toplantı yaptığı her şehirde;”parti mi,kongre mi,parlamento mu,Konsey mi” kurmalıdır diye tartışma açtırarak,amacın bu yapılardan birinde karar kılmak olduğunu deklere etmekteydi.Ben yürütme kurulunun bir üyebsi olarak altenatif olarak yurtsever devrimici çizgide ulusal stratejiyi esas alan bir zkongerinin kurulabileceğini,ancak kitle dayanaklarımızın kongre kurmaya imkan vermemesi durumnda da,hersekin geçiş aydiyletini kişisel tarih sayarak ulusal bir programı olan bir partiyi yeni bir gelenek olarak örgütleyip altenatife dönüştürme mücadesini vereceğini ortaya koyuyordum.Ancak bütün şehirleri gezdikten sonra, yürütme kurulundaki dier 8 kişi aynı tas aynı hamamdı.Bir örgüt yerine TEV Kurd adında her il ilçe ve belde de örgütlenmeyecek,bir iki metropolde sadece temsilcileri olabilecek,genel başkan ve teşkilatları olmaylacak,ancak ayda bir basın açıklaması yapamak üzere bir sözcüsü olabilecek sivil bir yapının oluşturlmasında anlaşıverdi.Bende Tev Kurd adı ile kurulacak bu tür bir yapının içinde yer almayı red ettim.Mahalle mahale her yerde birim ve teşkilatları ile örgütlenmeyecek bir örgüten yerine sivil bir yapının ihitayç olmadığını,İhtiyaçları tartışıp tükettiklerini,kendilerini ve toplantılara çağırdıkları insanları aldattıklarını,Avrupa daki alışkanlıklarını Kürdistana getiridklerini,bir tartışma ve çarşıda gözükme külübü oluşturmak istediklerini,hiçbir ihtilyaca yanıt vermeyen eğilimcilerini paratik mücadeleden kaçmak için bir sığınma korunaüğı olarak görmelri ve yaartıkları aletlerin kölesine dönüşmelri ile mücadele adamı olma özeliklerini kaybetmelri karşısında söz konusu sivil modele de sığındıklarını,mücadele için gerekili idelojiyi,sinerji enerji ve iradeyi taşımadıklarını,aileye ve işe bağımlı olduklarını,anacak gerçekleri ile yüzleşmediklerini,yenilmiş tarzlarını dayatmaktan kurtulmadıklarını,lideri olan,kırcal damarlar teorisine göre her zeminde örgütlenen ve adında da Kürdistan barındıran bir örgütün esas ihtiyaç olması karşısında da Tev Kurd te yer almayacağımı hem söylerdim,hem de yazdım.Ayrıca Tev Kurd ün yenilmiş eğilimcikler açısından kendisini var etmenen bir kulanmı aracı olduğunu,kimileri için çarşıda gözükme ve sahte de olsa vicdan rahatlama aleti olduğunu,kesinlikle bu sivil oluşumun da bir süre sonra fesh edileceğini,ihtiyaçları üreten ve karşılayanı esa alma yerine Kürdistan ulusal mücadelisinin ihtiylaçlarını tüketme tarzının esas alndığını,Tev Kurd un çalışmasına katılacakların amacının da bir siyasak örgütleme yaratmak olmadığını,alternatife duyalan ihtiyaç nedeni ile toplantıya gelenleri denetim atına alıp sermayeye dönüyştürerek,PKK nin ve Perala örgütünün kendilerine kapı açması için kulanmayı amaçladıklarını da hem yazıdım ,hemde söyledim.PKK ile bu örgüte yakın duran örgütler taahmüszüdü,bu kişyileri sürekli dıştalayan ve teşhir eden bir tarza sahipti.Bu kişi ve eğilimcikler,topladıtkkları bir kalabalık ile PKK nin ve yakınına düşen yapıların kendilerini kabul eder duruma gelmesini umut ediyollardı.Kişisel konuşmalarda Apo ve pkk ile yakını olan yapılara yöneltikleri sert sözlere kendileride inanmıyordu.Bu tespit ve analizlerim yönünaden o yıllarda yazdığım “Kürt Çalışma Grubu Kürdistan Ulusal Kongerisin İlan Etmelidir” ve Tev Kurd ün Eleştirisi” ne ilişkin yazılarımı hala asılı olması sebebi ile www.kurdistana-bakur.com sitesinden analiz edilebilir.Nitekim bu yazılarımda belirtiğimi gibi;onların idda etiğinin tersine Tev Kurd bir örgüt değil sivil yapı olduğundan örgüt olamdığı gibi,yine daha önce tespit etiğim gibi kendisini fesh etme kararı aldı.Yine o yazılarada baelieritğim gibi Demokratik Cumhuriyetçilerin idelojik politik çizgilerinde bir değişiklik olmamasına rağmen,sırf imajı bozulmuş Apo yu ve işbirilikçi idelojilerini herkesin kabulüne dönüştürmek ve ulusumuda başka düşünce yokmuş gibi bir yanılsama yaratmak için,taktik icabı bir parça tahamülsüzlüklerini aşıp, bunlara küçük baş parlmakları ile “gel” dediklerinde de hep birilkte,Diyarbakır daki toplantılarına atlayarak aynı osnuç bildirisine imzada koydular.Yani Kürt Çalışma Gurubunun yürtme kurulu toplantısında ve atıf yaptığım iki yazımda belirtiğim bütün eleştiri ve tespitlerim ispatlandı.

25 12 2005 tarihinde 400 aydın ve siyasetçinin alternatif bir parti yada kongre oluşturmak için Diyarbakır’da yaptıkları toplantının açış konuşmasında;Birinci dünya savaşı sonucunda İngiltere ve Fransa nın Ortadoğu da yeni devletlere yol açarak oluşturdukları harita ve statükoda Kürtlerin bulunmadığını,ABD nin bu statükoyu kendi ihtiyaçları için değiştirme stratejisi izlediğini, bu ülkenin müttefikleri ile Çin ve Rusya nın önünü almak,anlaşmalar sonrasında enerjiyi kendisine bağlamak için bu bölgedeki statükonun korunmasından yana stratejisini değiştireceğini,Irak ın üçe bölüneceğini,Suriye ve İran türü totaliter ve sömürgeci devletlerinde ortada vadede dış müdahale yapılması da iç ayaklanmalar neticesinde çözüleceğini,ve eğer bir hava bombardımanı üzerinden dış müdahale gelişirse bölünme sürecinin hızlanacağını,ancak hava bombardımanın bir savaşa yol açacağını,hatta Çin yada Rusya nın bombardımana karşı pratik tavır koyması halinde de üçüncü dünya savaşının ortaya çıkacağını,sonuç itibari ile de Suriye nin de federal yapılanmadan sonra üçe bölüneceğini ve İran nın da Huzistan Arapları,Kürdistan,Doğu Azerbaycan,Belucistan ve Farisistan(İran) şeklinde asgari beşe bölüneceğinin analizini yaptım.Dünya savaşı durumda İran,Hamas Hizbullah.,El Kaide,Suriye Basçılarına ve İttihatçı Kemalistlere Rusya ve Çin nin katılacağını,buna karşın.AKP nin ABD ve AB nin desteği ile İttihatçı Kemalist ve orducu kanadı iyice geriletmesi halinde ise,Türkiye nin ABD Kanada,İngiltere,Avustralya İsrail Fransa gibi devletlerin oluşturacağı kanada katılma ihtimalinin olduğunu söyleyerek,Kürdistanlıların bu günden sözünü etiğim sürece göre tutulmalarını geliştirmeleri gerektiğini, ve oluşacak durumdan yaralanmayı esas almaları gerektiğini söyledim.Ortadoğu uzmanı olduğu söylenen Faik Bulut,benim konuşmamı kast ederek,”Acaba bilmediğimiz bir şey mi var” diyerek değerlendirmelerimin olası olmadığını söylemekteydi.Faik Bulut Ortadoğu yu bilmekle birlikte,analiz kabiliyeti zayıftır.Geleceği de okuyamamaktadır.Ordadoğu yu bilmekle birilikte,bu bölgeye dünya ile birilikte değerlendirme anlayışından yoksundur. O gün herkes için soyut olan analiz ve tespitlerim ise, bugün için çok somuttur.Ferhat Sağnıç ise,”Bence Medeni Ayhan biz toplantıdakileri tokatladı” diyerek bilinçlerini uyarıp harekete geçirdiğimi ifade etmeye çalıştı.05 11 2007 tarihli ve ;”Bölgesel Savaş ve 3 dünya savaşı sürecinde Çatışma Merkezlerinden Kürdistan da Yurtsever-Devrimcilerin Temel Görevleri” başlıklı uzun makalemde ise,bu analizlerimi gerekçe ve detayları ile ortaya koyarak,Yurtsever Devrimcilerin nasıl konumlanması gerektiğini ortaya koydum.Okuyucularımızdan isteyen arkadaşlar,www.google.com sitesinin arama motorundaki sayfaya adımı ve makalenin başlığını yazarak,www.pwdnerin.com ile pek çok sitede yayımlanan söz konusu analizi inceleyebilir.Bu analizlerimde İttihatçı Kemalist Orducu Türkçülerin ABD nin işbirlikçisi iken 2002 yılında karşı kutup olan Şengay devletleri ile ittifak(Rusya,Çin vs) kurmaya yöneldiklerini,bu nedenle AKP nin desteklenerek bunların deşifre edilip tasfiye edilme sürecine sokulduğunu da belirtmiştim.Irak Suriye ve İran nın bu şekilde çözülme sürecine girmesi ile Türk devletinin de Kürt siyasal iktidarları ile çevrelenmiş hale geleceğini,Apo yu kullanmaya devam etse dahi 30 milyonluk Kuzey Kürdistanlıları kendi denetim ve kontrolünde tutamayacağını,Amasya Antlaşmasının,Kasri Şirin antlaşmasının ve emperyalist bir antlaşma olan Lozan antlaşması ile Sento,Cennto ve Sadabat Paktı nın tarihin çöplüğüne karışacağını yazmıştım.

23 11 2011 tarihli Vatan Gazetesinin birinci sayfasındaki;”Rus Gemileri Suriye de “ başlıklı haberde Rusya nın üç savaş gemisini Suriye ye yolladığı” s-300 füzelerini de vereceği” yazıldıktan sonra;”Rus Moskovski Komsomolets ise;”Rusya Suriye yüzünden savaşa mı giriyor” başlığını kullandı” denilmektedir.Ayın haberin altında Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu nun Suriye sınırındaki askeri birilikleri denetlemek için Şanlıurfa ya gitmiş olduğu;”Sınıra Sürpriz Ziyaret başlığı altında verilirken,yine aynı gazetenin aynı sayfasında Cumhurbaşkanları Abdullah Gül ün;”PKK Suriye den sızarsa gireriz” demecine yer verilmektedir.Bütün bunlar 2005 yılında yaptığım değerlendirmelerin, o günün koşullarında başkalarına soyut gelmesine rağmen,bugün için somut hale geldiğini göstermektedir.Rusya ve Çin bazı tavizler,güvenceler ve vaatler ile ikna edilmedikçe,ABD nin başını çektiği uluslararası güç odağının ya hava bombardımanından vazgeçmek zorunda kalacağı yada üçüncü dünya savaşının fitilinin ateşlenmiş olacağı açıktır.Türkiye nin de,Suriye nin çözülmesi sürecinde Güney Batı Kürdistan daki Kürtlerin siyasal haklarını elde etmelerini engellemek için bir taraftan Basçıların Arap muhaliflerini Ankara da kucağında tutarken,diğer taraftan da Suriye nin egemenliği altında kalmış Kürdistan topraklarını da her hangi bir bahane ile işgal edip tampon bölge oluşturmak için pusuya yatmış bulunmaktadır.Türkiye nin derdi çevresindeki statükonun korunmasıdır.Çevresindeki ülkelerde ve dolayısı ile Kürdistan nın diğer parçalarında statükonun her değişim sürecinin Kuzey Kürdistan da da statükonun değişme süreci anlamını geldiği aşikardır.Sömürgeci Türkiye federasyonu arayıp ta bulmayacağı bir sürece girmektedir.

Bütün sömürgeci devletlerin kuvvetlerinin Kürdistan ın her yerinde bulunduğu bilinmektedir.Dünya ve Ortadoğu savaş sürecindedir,dünya da her millettin elinde de silah bulunmaktadır.Ortadoğu kültüründe önemli tarihsel sorunların çözümünde her zaman zor aygıtının tarihsel rol oynağı da sır değildir.Türkiye nin İran nın çözülme sürecinde bugüne kadar hiçbir haklarını savunmadığı Azerbaycanlıları, sınırdaki zengin şehrimiz Ürmiye yi elde etmek bahanesi ile Doğu Kürdistanlılara saldırtacağını,buna karşın İran nın Farslarının ise, Kirmanşah a saldırıya geçeceklerini,Irak taki Maliki hükümetinin, yada yerine geçebilecek diğer bir Arap hükümetinin Anayasalarının 140. maddesini işletmeyeceğini,nüfus sayımı ve referandum yaptırarak Kerkük ün ün siyasi ve idari statüsünü belirleme,Diyala,Şengal,Hanikin,Mendelli,Musul un bir bölümü gibi durumu netleştirilmemiş alanlara sahiplenme çizgisi izlemesinin savaşlara yol açacağını da ortaya koydum.Suriye devleti çözülme sürecindedir,Güney Batı Kürdistan nın Kürtleri silahlanmadıkları takdirde,Basçılar dışındaki bir Arap hükümeti gelse dahi zırnık alamayacaklarını bilmek zorundadırlar.Söz konusu Kürdistan olduğunda,sömürgeci devletlerde iktidar mücadelesi veren ezen ulusun burjuva yada dinci temsilcilerinin faşist temsilcileri gibi yaklaşacağından kuşku duyulmamalıdır.Bu nedenle sömürgeci devletlerin çeşitli kanatları ile ilişkilenmenin her zaman hayal kırıklığı ve uşaklığa götüreceği pek açıktır.Küçük idari ve siyasi talepler yerine kesin kopuş stratejisi ve Kürdistan yurtseverliği üzerinden bir ulusal strateji oluşturarak iç birliğini sağlaması gereken Güney Batı Kürdistan eğilimlerinin karakollardaki silahları herkesten önce ele geçirme stratejisi izlemesi gerekmektedir.Güney Kürdistanlı güçlerin,Güney Batı Kürdistan’daki eğilimlere örtük olarak silah transferi yapması zorunludur.Açığa çıkarılacak Güney Batı Kürdistan,Güney Kürdistan ile birileştirilmeli,denize çıkmalıdır.Bu nedenle kimi Kürtlerin, kimi Kürtlere silahsızlanma ve aşamalı olarak teslim olmak yönünden yaptıkları çağrı ve çabalarının; işbirlikçi, beyinsiz Kürtlerin çağrı ve çabaları olarak okunmalıdır.Yurtsever Devrimci Kürdistanlıların çağrısı ise,sömürgeci devletlerin kabul referans ve istemlerini esas alarak işbirlikçi demokratik cumhuriyetçilik ve demokratik özerklik çizgisini savunan Apo ve PKK nun işbirlikçi konum ve çizgilerini terk etmeleridir.

Abdullah Öcalan nın Avukatları aracılığı ile gönderdiği son Görüşme Notlarında” ise,Baas yönetiminin ve statükosunun devamı için Beşar Esad ın PKK ve Kürtler tarafından desteklenmesini talimata dönüştürüyordu.PKK nin de bu talimat çerçevesinde Güney Batı Kürdistan daki Kürtleri baskı ve yönlendirme altına almaya çalıştığı bilinmektedir.Türkiye nin üzerinde oturduğu sömürgeci statüko aynı zamanda Irak İran ve Suriye devletlerinin üzerine oturtulduğu sömürgeci statükodur.Türkiye nin resmi ideolojisini güncelleyip gündemleştirerek güçlendirmek,aynı zamanda bir kopyası durumunda olan Baascı ideolojik politik çizgiyi güncelleyip yenileyerek yeniden ürütmektir.Apo bu işlerin bir aracısı olarak kullanılmaktadır.Bu ideolojilerin ve korudukları statükonun devamı için konuşturulan bir piyon durumundadır..Kendilerini sosyalist olarak tanımlayıp çeşitli eğilim ve geleneklere liderlik eden Türkiye solcuları,(İbrahim Kaypakkaya istisna olarak dışarıda kalmak üzere) aslında Kemalist burjuva ideolojisinin bir çöplüğü durumundaydılar/durumundadırlar.Kızılbaşlarımız(Alevilerimiz), Karahanlılar Türkmen devletinin kendilerine MS 999 yılında yaptığı ilk soykırımdan sonra her zaman(sistematik olarak) Türk egemenlik siteminin ve en sonda Kemalizm’in soykırımlarına uğramış olmalarına rağmen,hepsi olmasa da nüfuslarının önemli bir bölümü Kemalist çizginin çarpık bir taşıyıcısı ve soykırımcılarının aşığı durumundaydılar/durumundadırlar.Aynı zamanda Çerkez,Laz Arap,Sebatay türü aidiyetlerden gelmelerin tümü olmasa da büyük bölümünün Kemalizm’in ve statükolusunun bir uşağı durumda oldukları da açıktır.Kürdistan Hareketinde ise, sadece 1997 li yıllar nazara alınsa 8 örgütten sadece bir tanesinin(PSK) reformist ve Türkiyeli çizgide olduğunu,diğerlerinin ise,reddiye çizgisi ile kesin kopuş çizgisini esas aldığı bilinmektedir.İşbirlikçi Apo ise PKK si kanalı ile Kürdistan yurtseverliğine ve devrimine dayanan çizgiyi tasfiye ederek,Kürdistan ulusunun kendi soykırımcılarının aşığı ve uşağına dönüştürmek istemektedir.Bütün devrimlerin esas mücadelesi ise, faşist sömürgeci sistemlerin hem kurbanı,hem de payandası olanları,sistemin payandası ve kurbanı olmaktan çıkarma mücadelesidir.Apo,üretilip kulanım tarihi çoktan dolmuş Kemalizm’in ve Baaşcıılğın bir piyonu ve payandası olduğundan,bu çizgileri yenileyip güncelleyerek, Kürdistan a ve ulusumuza şırınga etme görevcini yerine getirmeye çalışmaktadır.Eğer PKK ile PKK den farklı bir gelenek olan diğer Kürt eğilimlerinde birazcık akıl var ise,işbirlikçi tekinleri çöplüğe atarak,bugüne kadar ki çizgilerinden dolayı öz eleştiri verip,özür dileyerek,kesin kopuş çizgisini alırlar,ulusal bir strateji oluştururlar.Güney Batı Kürdistan daki halkımız ortaya çıkan olanaklardan yaralanmalıdır,işbirlikçi Apo yu ve PKK sini dinlememelidir.PKK da Apo yu dinlemeyi bırakmalıdır.Apo ve PKK si emperyalistlerin kucağında yaratılıp büyütülüp ve istikrar adına darbeler ile ayakta tutulan faşist sömürgeci Kemalist ve Basçı çizgilerin payandası kaldıkları sürece, Türkiye solculuğunda olduğu gibi, kurbanları da olacaklardır.Sömürgeci Egemenlik siteminin her eğilim ve kanadını red etmek gerekirken,aksine en gerici kanadı ile işbirlikçi ilişkiye girip devam ettirerek,mazlum olan ulusumuzu kayb edecek atlara oynattırmak aptallık değil de, nedir?

Kürdistan nın bir parçası için diğer parçaları kullanmak yada feda etmek yerine,her parçanın geleceğini kesin kopuş stratejisi üzerinden belirleyerek birleştirmek esastır.Kürdistan nın bir parçasını yada yöresini içerden savunmak yerine,Kürdistan ülkesinin bütün parçalarını hep birlikte savunmak esastır.Kürdistan nın bir paracısını, yada yöresini içerden savunmak ile sınırlı bir konumlanma yerine,her parçasını değer parçalarından savunmak esastır ve zorunludur.İdeolojik Politik açıdan çöplüğe dönüşmüş Kürt siyasi eğilim ve partilerinin Türkiyelilik,Iraklılık,İranlılık,Suriyelilik anlayışı üzerine oturtulan demokratik cumhuriyetçilik,demokratik özerklik,eyalet sistemi,siyasi ve idari özerklik,idari federalizim,federasyon,konfederasyon yerine,kesin kopuş stratejisine dayanan bağımsızlık temelinde yurtsever devrimci bir çizgi ve Kürdistanlılığı esas alarak mücadele etmek esastır.Bu nedenlerle de acilen bir ulusal konferans yapılarak,bu çerçevede bir ulusal strateji oluşturulmalı,bu ulusal stratejiyi temel kabul edecek olan Kürdistan ulusal Kongresi kurularak,temel konularda sevk ve idare edeci,hukuk söyleyici,uluslararası güç ve kurumlara karşı muhatap olan birilik mekanizması olarak vücut bulmalıdır.Bu çerçevedeki bir çizgi ve birlik mekanizması üstünden etnik ile dinsel bütün Kürdistanlıların yanında,ulusal stratejiyi benimseyen siyasi eğilimlerin iç birliği sağlanmadan,Kürdistanlılar açısından birinci dünya savaşından bile daha iyi bir olanak sunan bu konjonktürden kazanarak çıkmaları olanaklı değildir.Kürdistan ulusal konseptini ve Kürdistan ulusal paradigmasının yokluğunu nazara alarak hızla oluşturmak mecburiyetimizdir.

YEDİ;APO VE PKK SİNİN İŞBİRLİKÇİ DEMOKRATİK CUMHURİYETÇİ VE DEMOKRATİK ÖZERKLİKSTRATEJİSİ

Apo ya, devlet tarafından cezaevinde keşifi yaptırılan “büyük buluşlarından Demokratik Cumhuriyet,Demokratik Özerklik,Demokratik Komala Sistemi, Demokratik Ekolojik Sistem,Demokratik Konfederalizim” türü kavramalarının başına demokratik kelimesini getirmiş olmasının nedeni,işbirlikçi bir pisliği süsleyerek yedirme ihtiyacından kaynaklandığı gibi,anti demokratik kişilini ve sistemini de perdeleme isteminden kaynaklanmaktadır.Belli bir süreçten sonra bu kavramlardan bir tanesinin aralıklar ile ortaya atılması ise,daha önce ortaya attığı kavram ile bir süre oyaladıktan sonra,pratik hayatta bir karşılığının anlamının değerinin olmadığının görülmesi ve hiçbir anlam yüklenmemesi karşısında kendilerini boşlukta bulan bireylere yeni bir havuç verme amaçlıdır.Bu kavramlar altında belli bir sisteme oturmayan siyaset bilimde de karşılığı olmayan ve ulus sorunlarının çözümü açısından da bir şey ifade etmeyen uydurmalarının tek bir ortak özeliği vardır.Demokratik Cumhuriyet,Demokratik Özerklik,Demokratik Komala Sistemi,Demokratik Ekolojik Sistem,Demokratik Konfederalizim türü kavramaları altında sorunun toprak sorunu olmadığı vurgulanarak,ülke olarak Kürdistan red ve inkar edilip ulusumuzun altından çekilerek satışa çıkarılmaktadır.Bu kavramların ikinci ortak yanı ise,sorunun siyasal iktidar sorunu olmadığını dile getirerek,devlet ev siyasal iktidar ile topraktan bağımsız sömürgeci devletin içresinde bir sivil örgütlenmeyi esas aldıklarını formüle etmesidir.Bu karamlar altında ifade edilen üçüncü ortak yanı ise;ulusun kolektif hakları yerine,bireysel haklar yada azınlık haklarından bahsedilmesidir.Yani Kürtlerin ayrı bir ulus ve Kürdistan nın da ayrı sömürge bir ülke olarak inkar edilmesi ve siyasal iktidar istemenin de gericilik diye yaftalanarak yasaklamış olmasıdır.Ülke olarak Kürdistan ve ulus olarak da Kürdistan ulusunun kolektif hakları ile siyasal iktidar olan bağımsızlık üçlüsüne dayanan Kürdistan ulusal konsepti üzerinden ideoloji ve siyaseti kurmak ülkemizin ve ulusumuzun temel ihtiyacı iken,bu ihtiyaçlar tüketilmektedir.Kürdistan ulusal ve siyasal mücadelesinin temel ihtiyaçları işbirlikçi bir Kemalist buluş ile tüketilirken,devletin faşist sömürgeci düzenini ihtiyaçları Kürdistan siyaseti içresinde yeniden üretilmiş olmaktadır.Bu yeniden üretim ve uşaklık ise,Kürdistan nın dört parçası ve dünya çapında savunulacak büyük keşif diye yutturulmak istenmektedir.Devletin istem ve ihtiyaçları ve ideolojik politik referanslarının yeniden üretmi mahiyetindeki bu uydurmalar dışında Kürdistan toplumunda başka bir düşünce bulunmadığının yansıtılmasının esas olması gerektiği ise; Oda tv deki belgelerde ortaya çıkmaktadır.Aynı zamanda diğer kanadın savunucusu Tayip Erdoğan da,herkesin Apo nun geldiği nokta iye düşüncelerine uymasını temeni ettiğini,ancak Kandil de uymayanlar çıkabileceğinden kaygılıların ortaya koyduğunu da herkes bilmektedir.Sömürgeci Türkiye nin statükosununa çakılımış Apo ve PKK si aynı zamanda Süriye deki basçıların İrandaki Mollaların sataküko ve istemlerine de çakılmış olmaktadır.Apo nun,Görüşme Notlarında Tasyife edileceği açık olan Süriye Başçılığının desteklenmesini savlamış olması,Kürtlerin kaderini soykırımcılarına bağlamak istemesinden ve Kürdistan nın dört paraçasındaki statükonun bağlantısı ile ihtiyaçlarının aynı olmasından kaynaklanmaktadır.Apo, doğan uygun koşullarda dahi Kürtlere kayıp ettirmek istemektedir.Kürtler birinci ve ikinci dünya şavaşlarından sonra bu sürecin de kaybedeni olmak istemedikleri sürece,birlik mekanizmaları olarak Kürdistan Ulusal Kongresini oluşturarak,bağımsızılıkçı bir ulusal startejide karar kılmak zoruundadırlar.

Apo nun söylediklerinin mahiyeti ve amacı bir tarafa, kavramaları dahi kendisine ait değildir.Yalçın Küçük; Demokratik Cumhuriyet kavramının kendisine ait olduğunu ileri sürüp,” Demokratik Cumhuriyetçilik diskurunu hazırlandım” demekteydi.Demokratik Cumhuriyetçilik kavaramı 1997 yılında eski Yargıtay başkanı Sami Selçuk un Hukukun Üstünlüğü adlı kitabında çokça kullanılmış bulunmaktadır.Ayını zamanda önceki tarihlerde eski CHP milletvekili ve anket şirketinin sahibi Tarhan Erdem in çalışmalarında kullanılmıştır.Sonuç itibari ile Apo nun Türk burjuva devletinin adamalarının kavramlarını kullandığını,ancak mürtlerinin başka bir kaynak okumamaları ve düşünmemesi nedeni ile işbirlikçiliğini kamufle etmek ve kişisel kültüne hava basmak için söylemlerini“buluş” diye ilan etmiş oldukları aşikardır.

Apo nun demokratik bir kişiliğe,tarza ve sisteme sahip olup olmadığının anlaşılması açısından,birey olarak kendisini ülkenin,ulusun,siyasal iktidar hakkının,partinin,kongrenin üzerine koyup koymadığına,kendisini kurallara bağlı sayıp saylamadığına,keyfi,ölçüsüz bir kişilik olup olmadığına bakmalıdır.Mehmet Şener in talepleri çerçevesinde PKK nin 4 kongresinde kararlar alınınca,”Kongreyi ve bu kararları tanımıyorum” diyerek,yeni bir kongreyi beklemeden kararları gayrimeşru ilan eden Apo dur.Lenin,Rusya Sosyal Demokrat Partisinin adının değiştirilerek,Rus kavramının çıkarılmasını önermişti.Bu partinin merkez komitesinde yapılan oylamada karsının dahi oyunu alamamıştı.Kendi önerinse sadece kendisi oy verebilmişti.Ancak çıkan kararı tanımadığını söyleme yerine, ideolojik-politik çerçevede mücadele ve analizlerini ortaya koyarak,daha sonra çoğunluğun kabulünü sağladı.Apo, Kenya dan anlaşmalı olarak gelmeden on gün önce PKK kongresi yapılarak dünya ile Ortadoğu ve Kürdistan nın yeniden tahlili temelinde kararlar alınmıştı.Apo bu kongrenin yapılışından on gün sonra İmralı ya konulması üzerine, yeni bir kongre yapılarak devletin kendisine dikte ettirdiği ifadeler çerçevesinde kararlar alınması gerektiğini bildirdi.Bu çerçevede İmralı daki söylemleri ile aykırı düştüğü PKK programının da dikte ettirilmiş söylemlerine paralel bir manifesto yapılması açısından talimat verdi.Devletin ve Apo nun istemleri çerçevesinde PKK nin programı ortadan kaldırılarak yeni bir program yapılmış oldu.Ayrıca 2004 yılındaki kongrede,”madem ideolojik politik çizgimiz ve taleplerimiz demokratik cumhuriyetçilik çizgisinde ifade edilenlerdir, o zaman savaşmamıza gerek yoktur” şeklinde karar alındı.Ancak Apo, kamptaki kongreye gönderdiği bir avukatı ile bu duruma müdahale etti.Avukat kongrede kameraları kapatarak;”Ben irade olan Başkan Apo yu temsilen söylüyorum.Bu savaş çıkacak” dedi.Bir siyasi talep içermeyen ve özünde Türk devletinin projesi olan söylemler için savaş da çıkartarak,söz konusu kongrenin iradesine de avukatı aracılığı ile tek başına müdahale ederek kongrenin iradesine aykırı olarak karar aldırmış oldu.Apo ,PKK ye yerleştirdiği sistem ve kültü yanında şakşakçı-mürit borazanları ve devletin dışardan vermiş olduğu destek sayesinde PKK yi ve PKK lileri rehin almıştır.Kürtler içerisinde en fazla tutsak olan ve özgürlüğe ihtiyaçları bulunanlar PKK nin üyeleridir.Benim çabalarımın amaçlarından bir tanesi de; PKK lileri Apo nun sisteminden ve işbirlikçi çizgisinin tutsaklığından kurtarıp, özgürleştirmektir.Apo örgüt üyesi olamayan bir avukatını,”İrade adına geldim” diyerek bütün PKK lilerin vekaletten komutanlığını yürüten liderlerine dönüştürmüş oldu.Örgütsel yapıda bir sistem dahilinde herkesin kişiliği öğütüldüğünden,avukatı tokatlaya tokatlaya İstanbul a kadar kovalama yerine,ideolojik politik bir hedefi olamamasına rağmen savaşa yeniden başlama istemi kabul edilmiş oldu.İttihatçı-Kemalist-Orducu kanat,Apo nun şahsında PKK nin ideolojik-politik çizgisini ve değer yargı sistemini ortadan kaldırıp hiçleştirirken,2004 yılında APK nin kendileri ile girdiği iktidar mücadelesinde savaşı gerekçe göstererek Kemalist ordunun sömürgeci devletteki yönetiminin devamı açısından ise,savaşın çıkarılmak istendiği aşikardı.İdeolojik politik çizgisinin hiçbir siyasal talep içermemesi karşısında savaşmanın dayatılması nedeni ile de PKK nin kullandığı araçlar ile işbirlikçi ideolojisi gerillanın bir bölümünün çelişki yaşamasına ve örgütten koparak çözülmenin yaşanmasına yol açıyordu.Apo nun İmralı daki söylemlerinden beş dakika önce, herhangi bir başkanlık konseyi üyesi dahi aynı şeyleri söyleseydi, PKK nin program ve kongre kararlarına aykırı konuşması ve ajan olması gerekçe yapılarak,teşhir edilerek öldürülecekti.Ancak Apo,İtalya daki;”Avrupa ya çıkmakla devletleşiyoruz” söylemine de, yaklaşık on gün önce yapılan kongredeki kararlara ve örgüt programına rağmen, devletin istemelerini savunmasına rağmen,içinden tepki duyan,inanmayan,değer yargı sistemine ve dağa çağırılış ve bedel ödeme gerekçelerine aykırı bulanlar dahi söz alıp eleştirememekteydiler.Çünkü kongre kararlarına ve parti programına tümden aykırı, keyfi ve işbirlikçi söylemleri tutuklu olduğu cezaevinde söylese de,PKK ye yerleştirdiği sistem gereğince eleştirenin örgütsel konumunun alınarak, teşhir edileceği ve aynı tutumda ısrar etmesi halinde de ajan ve ya hain ilan edilerek öldürüleceği, yada “kaza kurşunu ile öldü,kalp krizi geçirdi ”denilerek bir şekilde ortan kaldırılacakları açıktı.PKK deki Apo sistemini herkes biliyordu.İstisna da olsa yurtsever çizgide kalarak eleştiri yapabilen aydın ve siyasetçilerimizin, Apo nun ideolojik politik çizgisi ve sistemi yerine; sadece şahsi nitelikleri ve davranışları üzerinden yaptıkları değerlendirmeler ise, yeterince açıklayıcı olmaktan uzaktır.Hasan Sabah,bir askeri lider olduğu gibi batini inancının şeyhi durumundaydı.Suni Müslüman olan Selçuklu Türkleri tarafından kalesi kuşatılıp, teslim olması için de Türklerin sultanı tarafından kaleye bir temsilci gönderildiğinde;bir müridine kaleden atlamasını diğer bir müridine de kılıcını karnına saplamasını emir etmiş ve emirler elçinin gözleri önünde aynı şekilde yerine getirildikten sonra,fedaileri ile temsil olmayacağını göstermişti.Oysa Apo devletin Ergenekon dan yargılananların ifadesini alırken sorduğu her soruya yanıt vermiş,istemleri çerçevesinde ideolojik-politik inkara giderek PKK nin çizgisini ve değer yargı sistemini laçkalaştırmış bir itirafçıydı.Kendisi direnme iradesi göstermezken,devletin kendisin idam etmemesi için PKK illerin kendisini feda etmesi emrini vererek,ölümü halinde kaosun doğacağına ilişkin bir mesaj veriyordu.Ayrıca kendisini yakma olayları ile sarsılan imajını ayakta tutmaya çalışarak,PKK nin kendisine ve işbirlikçi çizgisine ölümüne bağlı olduğunu ispatlamış olacaktı.Apo nunu sisteminin ve ideolojik politik çizgisinin birlikte değerlendirilmesinden sonra kişiliğinin de anlaşılacağı aşikardır.Apo nun cezaevinde bulunduğunda dahi,örgüt adına müzakereleri ben yürütürüm demesi,örgütün stratejisini ve politikalarını belirlemesi,sarsılan imajını düzeltmek ve kültünü büyütmek için;”Hasan Sabah ın, Alamat kalesindeki fedaileri gibi fedaileşin” diyerek 70 insanın kendisini yakarak tüketmesine yol açması, ve daha sonrada bu tür eylemlerin çağrısını yapmamış gibi;”Bu tür eylemler karşıyım,artık yapılmasın “ demesi,”Benim doğum günüm kutlanırsa nasıl olur” diyerek ilgiye ve şefkate aç büyütülmüş bir çocuğun pişişik bozukluğunu ortaya koyması, ve kült büyütme çalışmasına devam etmesi,ülke ulus siyasal iktidar değerleri yanında, parti ve kongre iradesini kendi kişisel kültünün altına indirdikten sonra, tümden tüketerek hiçleştirmesi ise, bu sahsın hiçbir zaman demokratik olmadığını ve olmayacağını da kanıtlamaktadır.Bu sistem Kürdistan da iktidara getirilse,Türk egemenlik sisteminin Kürtlere uyarlanmış bir biçiminden başkaca bir şey olmayacağından,bir süre sonra Kürdistanlıları ayaklanmaya sevk edeceği açıktır.Apo demokratik bir sistem ve anlayış ile kişiliğe sahip olmadığını bildiğinden,aldatıcı bir kamuflaj aracı olarak bu kelimeyi sık sık kullanmaktadır.Ayrıca pis bir işbirlikçiliği güzel kavramlar altında yutturmak daha rahat olmaktadır.

Apo nun Cumhuriyeti ise,Kürdistan Cumhuriyeti değil,Türkiye Cumhuriyetidir.Kemalist Türkiye Cumhuriyetini Kürdistan da yeniden üretmenin bir aracı olarak işlev görmektedir.Apo nun anlayış ve kişiliğinde cumhuriyetçilik de en ilkel hali dahi bulunmamaktadır.Apo nun anlayış ve yaklaşımlarından Cumhuriyetçiliğin a, b ve c sinin yani Cumhuriyetin ilk harfi yerine geçmek üzere C nin bulunup bulunmadığına bakmak için,Cumhuriyetin ilk tarihsel değerinin ne olduğuna bakmak gereklidir.Cumhuriyet;feodal sosyo ekonomik formasyondaki gibi yönetimi kan bağına göre babadan oğula,yada oğul olmadığında ise kardeşine geçirme(yani kan bağını esas alama) olgusunu ortadan kaldırarak,yetenek,liyakat ölçülerine ve halkın oylamada belirginleştirdiği tercihine göre belirlemeyi esas alan bir değer olarak burjuvazinin devrimci rol oynadığı süreçte ortaya çıktı.Yani bir hanedan ailesinin kan bağını esas alarak karlığı yada sultanlığı oğluna yada oğlu bulunmadığında kardeşine bırakmasının terk edilmesi Cumhuriyetçiliğin C si(yan ilik harfi ) olmaktadır Apo nun İmralı ya konulmasından sonra ise,kardeşi Osman Öcalan nın örgütün politikalarını daha iyi bildiğini gerekçe göstererek,başkanlık konseyinde dahi bulunmamasına rağmen,sırf kardeşi olması nedeni ile kendisine vekil tayin etmek üzere talimat gönderdiği bilinmektedir.Bunun üzerine Osman Öcalan,Apo dan sonra PKK yi birinci elden yöneten kişisi durumuna getirilmiş oldu.Osman Öcalan nın,Apo nun gönderdiği talimat çerçevesinde toplu gruplar şeklinde silahsızlandırıp teslim etme sürecini başlatmak için acele etmesinin doğurduğu tepki ve kişisel olarak yaşamındaki zaaflar karşısında örgütsel konumunu da yitirmesi sonrasında, PKK den ayrılması üzerine,İmralı cezaevine gönderdiği haberde;kalanlar içresinde,” Murat Karayılan ortada durmaya çalışarak makul gözükmeye çalışıyordu” demekteydi.Apo,kardeşi Osman Öcalan dan sonra herhangi bir akrabasının kalmamsı üzerine,Urfalı olması nedeni ile hemşerisi Murat Karayılan nın kendisinin yerine vekillik etmesini istedi.Murat Karayılan başkanlık Konseyi denilen yapının başkanı haline getirildi.Bu durumda örgütsel yönetimi önce kardeşine ve yakın bir akrabasının örgütte kalmaması üzerine de hemşerisine geçirterek feodal toplum hata kalan topulu davranışları ile harekat ettiği,örgütsel çıkarı dahi düşünmeden İmralı dan iktidarını nasıl devam ettireceğini hesapladığı aşikardır.Apo nun örgüt programına ve kongre karalarına aykırı keyfi imaları dahi talimat sayıldığından,söylediği ve ima etiği her şey tartışılmaksızın yerine getirilmektedir.Bu Apo nun PKK deki sisteminin diğer bir özeliliğidir.Apo nun kardeşinden sonra hemşerisi Murat Karayılan ı başkanlık Konseyi nin ve dolayısı ile PKK nin başına getirmesinin nedeni sadece kardeşi Osman nın tasfiye edildikten sonra gönderdiği haberde Karayılanı işaret etmesinde kaynaklanmamaktadır Hemşeriliğini nazara almaktadır Ayırca köylü kökenli olması ve ideolojik açıdan bir derinliğinin bulunması nedeni ile söylemlerinin hiç sorgulamadan sorunsuz uygulayacağını düşünmüştür.Osman Öcalan,1999 ile 2OO4 yılları arasında Apo dan aldığı talimatlar çerçevesinde PKK Başkanlık Konseyinin başkanı olarak yönetmiştir.Başkanlık Konseyinin üyesi dahi değilken,Apo nun cezaevinden yerine vekillik etmesini istemesi üzerine,Bakanlık Konseyine alınıp,başkan da yapılmış oldu.Oysa Osman Öcalan nın yetenekleri,partideki pratiği,yaşam tarzı,sicili ve teorik birikimi nazara alındığında en geri ve en zaaflı birey durumundaydı Tek özelliği Apo nun kardeşi olması ve aynı soyadını taşıması nedeni ile İmralı dan kendisinin vekillik etmesinin istenmiş olmasıydı.Osman Öcalan nın konuşmaları ve nadiren yazmış olduğu yazıları analiz edildiğinde entelektüel bir birikimden yoksun olduğu,sadece ilişkiye girdiği güçlerin siyasetine paralel söylemleri tekrarlamayı bildiği görülmektedir.Örgütteki pratiğine bakıldığında ise,hiçbir zaman savaş cephesine gitmediği,sürekli geri cephe olan Güney Kürdistan da bulunduğu görülmektedir.Yaşam ve kişiliği nazara alındığın da örgüt ortamındaki yaşayışı ve cinsel ilişkileri nedeni ile iki ayrı dönemde teşhir edildiği görülmektedir.Doksanlı yalıların başında, Güney Kürdistan daki Lolan kampında gerillaları hareketli bir birim ve yaşam tarzından çıkararak, çadırlarda yerleşik yaşama geçirtip,bahçecilik yapması ve ağabeyi Apo ya da özenerek yaşamından ev soyadını paylaşmaktan aldığı cesaret ile bayanları çadırlarına alması sonrasında ortaya çıkan tepkiler üzerine; sorgulanıp idama mahkum edildiyse de,bu cezası bir süre rütbesiz uygulamada kalmaya dönüştürülerek,diğer Öcalan tarafından af edilmişti.Yani Osman Öcalan nın yaşam tarzı,kişiliği ve pratiksizliği ile sicili de olumsuzdu. Bütün bunlara rağmen, Apo nun örgütün kendi içresinde bir seçim yaptırmadan,yetenek liyakat sicil,pratik,yaşam tarzı,idelojik politik birikim gibi kıstasları dahi nazara almadan kardeşi Osman Öcalan ı talimat vererek PKK nin başına oturtması,ve cezaevinden de PKK nin ideoloji ve stratejisini değiştirtip belirlemesi,kongrelerde katılmadığı karaların çıkması halinde kongreleri dahi tanımaması göz önünde bulundurulduğunda,Apo türü kişiliklerin içselleştirdikleri ve temsil edebildikleri bir demokrasi ve cumhuriyet olmayacağı açıktır.Bu durumdaki kişilikler sadece komployu ve çarpıtmayı çok iyi bilmektedir.Apo nun ve müritlerinin yaptığı da budur.

Demokratik Cumhuriyetçi Apo ve müritleri;Ulusumuzun ağır bedelleri,acıları ve umutları peşinden duygusallığından,eğitimsizliğinin doğurduğu bilinç geriliğinden,kurumların,paranın,medyanın kendileri ile işbirlikçisi oldukları devletin elinden bulunmasından,başka bir alternatifin yokluğundan,birey bazında da istisnalar olmakla birlikte genel anlamda Kürt aydınlarının,siyasetçilerinin kimliksiz yapıda olmasından yararlanmaktadırlar.

Apo,başta Selim Çürükkaya olmak üzere,Çürükkaya ailesini de;”ajan hain işbirlikçi ve provaktör” olarak ilan etmişti.Çürükkaya ailesinden bire bir karşılaştığım ve tanışabildiğim hiç kimse olmadı.Ancak basından kendilerini izleme imkanım olmuştu.Çürükkaya ailesinden sadece Selim Çürükkaya nın 2OO4 yılında bana açtığı bir telefondan sonra birde 2011 yılında da bir iki kez sohbetimiz olduğundan, yüz yüze görüşme imkanımız olmadıysa da tanışmış olduk.Silim Çürükkaya,bana telefon açtığında,tanışma faslından sonra,ortaya çıkan olgulara göre PKK nin Beka kampından kaçmasından önce; “Mehmet Şener in cezaevinde tasfiyeciliğini görmemem siyasi körlüktür” diyerek, Apo nun PKK deki sistemine oportünistçe teslim olduğunu,ancak sistemin daha sonra kendisine yönelmesi üzerine örgütten kaçmak zorunda kalarak, örgütsel ortamın dışına çıkabildikten sonra eleştiri götürebildiğini,kendisinin tasfiye edilmesinden sonra ise, kardeşi Sait Çürükkaya ya ağabeyi olmasına rağmen aleyhinde analiz yapması istenerek yayımlandığını,ancak bir süre sonra Sait Çürükkaya nın da tasfiye edildiğini ve bu defada kendisine ilişkin değerlendirmelerin de yakın arkadaşlarına yaptırılarak,birinin diğerine teşhir ettirildiğini söyledim.Eleştirim üzerine,Selim Çürükkaya;”Benim Mehmet Şener i desteklememem alacaklıktı” dedi. Daha sonra da www.kurdistan-aktüel.com sitesinde Mehmet Şener in PKK deki tutumunun değerini ortaya koyan yazıları yayımladı.Bu yazıları ve tutumunu Apo nun sisteminin tahribatını ve işbirlikçiliğinin ortaya çıkışını daha önce görerek,tasfiye edilenlerin tersine örgüt içerisinde ve örgütsel olarak mücadele etme yürekliliğini göstermiş olması karşısında; bir özür dileme ve özeleştiri olarak kabul etmek gerekmektedir.Apo yu ve ailesinin bireylerini,Selim Çürükaya ve ailesinin bireyleri ile karşılaştırarak, Apo nun siteminde birilerinin teşhir edilmesi için kullandığı çamurun gerçeklik ile bir bağının bulunup bulunmadığına bakalım.

Selim Çürükkaya 198O darbesinden sonra Diyarbakır cezaevinde vahşeti aratmayan sistematik işkence sürecinde direnen kadrolar içerisindedir.Bunu cezaevi direnişini anlatan kitabından anlıyoruz.Apo nun ise, yakalandığında hiçbir direnişi yoktur.1991 yılında Cezaevlerinden tahliyeler gerçekleşip PKK nin ilk kadrolarından pek çok kişi tahliye edildikten sonra Beka kampına gidenlerin katılımı ile Zindan konferansı düzenlenmişti.O süreçten ve o süreçten sonra Mehmet Şener ve arkadaşlarının teorik birikiminden korkuyordu.Teorik açıdan kendisine güvensiz,yetersiz ve tahammülsüzdü.Bu nedenle zindan da direnenlerin hiçbir bilinci,tercihi ve iradesi yokmuş gibi;”Cezaevinde direnen siz değilsiniz,benim ideolojimdir” demişti. Daha doğrusu 1970 lil yıllarda 8 Kürt örgütünden 7 sinin bağımsız Kürdistan’ın kuruluşunu radikal araçlar ile savunması karşısında,alternatif olmak açısından bu örgütlerin çizgilerine paralel bir söylem tutturarak, etkili olmaya çalışmak dışında bir seçenek de yoktu.PKK nin programın da aslında Hayri Durmuş yazmıştı.Oysa kendisi cezaevine alındığında ise, ne kendisi nede ideolojisi direnebildi.Kendisi de bunun farkında olduğundan;”Ben kaba bir direnişçilik yapmıyorum” demektedir. Oysa Apo nun, ne kaba,nede ince hiçbir direnişi vardır.Teslimiyetçiliği,tasfiyeciliği ve işbirlikçiliği dışında hiçbir şeyi görünmemektedir.Eğer Apo Türk devletinin kabul ve referansları ile ihtiyaçlarını talimata dönüştürüp PKK nin programına ve siyasetine dönüştürmeyi ince direniş sayıyorsa, bunu yaptı kesindir.Ancak bu durumunun direnişin hiçbir türü ile ilişkisi yoktur,işbirlikçilik ile ilişkisi vardır.Bunun dışında tartıştırdığı bir şey varsa o da cezaevindeki kişisel koşulları ve öldürülmemesi ile aşamalı olarak tahliyesinin sağlanmasıdır.PKK nin “Başkan Apo ya devletin yaklaşımı Kürt halkına yaklaşımıdır” gibi abartılı ve uydurmadan ibaret bir söylem kullanarak,Kürdistan sorununu Apo nun kişisel koşulları ile istemelerine indirgenmesi utanç vericidir.İmralı da Apo ya çok iyi davrandıkları zaman,Kürdistan halkına da iyi davrandıkları ve sorunu çözmek istedikleri anlamına mı gelmektedir?Bu tür safsatalar ile yapılan yaklaşımlar hem devletin kullanmasının önünü açmaktadır,hem de sorunun saptırılmasını sağlamaktadır.Uluslar ve Ülkeler lider de olsa bireyler için tüketilemez.Lider adam gibi liderse, zaafları üstünden siyaset yapmayacak,tavizsiz durmayı bilecektir.Bu şekilde direnecek irade kişilik ve cesaretten yoksun ise,özeleştirisi alınarak,örgütsel konumu alınmalıdır.Apo nun hem hiçbir direnişinin olmadığı hem de işbirlikçi bir çizgi temelinde faaliyet yürüttüğü de açıklığa kavuşmuştur.Buna karşın Selim Çürükkaya nın cezaevinde işbirlikçi bir çizgiyi kabul ettiğine ilişkin bir bulgu yokken,Apo yönünden ise bu yönden çeşitli olgu ve bulgular vardır.Apo nun kardeşi Osamn Öcalan nın zaaflı yaşamına ilişkin sicili bilinmekle birlikte, ve hiçbir zaman ön cepheye çıkmamasına rağmen,Selim ve kardeşi Doktor Sait Çürükkaya nın bu tür zaaflı bir sicilleri olmadığı gibi,Sait ön cephede görev almaktaydı.Apo nun eşi Kesire Yıldırım Öcalan nın babasının kadrolu Mit görevlisi olduğu ortaya çıkarken,PKK den ayrılan Selim Çürükkaya nın eşi Aysel Çürükkaya nın bu tür bir durumu görülmemektedir..Selim Çürükaya nın kardeşlerinden Hasan Çürükkaya devlet tarafından öldürülürken,Apo nun kardeşi Mehmet Öcalan a ise, fiske vuran olmamıştır. Mehmet Öcalan, çocukları ile Yunanistan’a kacak göçmen olarak gitmek istediğinde dahi, televizyon haberlerine yansıdığı kadarı ile emniyette yemekleri verilip salı verildiler.Selim Çürükkaya nın kız kardeşi Aysel Çürükkaya devletin kontraları tarafından vahşi bir işkence ile öldürülürken,Apo nun kardeşi Hava Keser e fiske vuran yoktur ve Çukurova da yaşamaktadır.Selim Çürkkaya nın, PKK den ayrıldıktan sonra Türk kontrgerillası olan jitem ile çalışan bir akrabası yokken,Abdulkadir Aygan, Apo nun bir akrabası olduğunu,Jitem de kadrolu olarak çalıştığını itiraf ederek, Jitem den ayrılmak istediğinde de Apo ya haber gönderdiğini, ancak;”Şimdilik bulunduğun yerde kal” dediğini www.nasname.com sitesinde açıklamış bulunmaktadır.Bu olgulara göre kimin hain ve ajan pratik içersinde olup olmadığını değerlendirmek gerekmektedir.Çürükkaya ailesini bu olgulara rağmen,sırf Apo yaftalıyor diye ajan ve hain ilan etiğimizde,toplum olarak vicdanlarımız ile ahlakımızın buharlaşacağı açıktır.Sırf Apo istiyor diye her aileyi,her siyasi kadro ile aydınımızı, siyasetçimizi ajan ve zaaflı ilan edip,herkesi tüketip de bakiyede sadece Apo yu bırakamayız.Apo ve müritlerinin istediği gibi tarihimizi Apo ile başlatıp,Apo ile bitiremeyiz.Bütün kadroları öğütme ve tasfiye etme sisteminin savunucuları olamayız.Kadro öğütme sisteminin kaynağında düşünceyi ve insan iradesini tüketme,iç demokrasiyi zere kadar işletmeden keyfi davranma, ve hiçbir şeye tahammül gösterememe kişiliği yatmaktadır.

Burjuva ideolojisi olan anarşizmde,sosyalist,burjuva yada feodal(dinsel ideolojili) devletlerin tümünün yıkılması ile yönetim aygıtının olmadığı bir otoritesiz bir toplum hedeflenmektedir.Apo, anarşist değildir,çünkü sömürgeci devletler yerli yerinde kalırken,sadece ulusumuzun sömürgeci devletlerin sınırları içresinde sivil kurumlarında örgütlenmesini savlamaktadır.Ulusal burjuvazi,sömürge metropollere bağımlı olmak yerine,ülke topraklarında kendi pazarına hakim olma mücadelesi vermekte, ve sömürge statüsü yerine de, bağımsız bir devlet kuruluşunu hedefleyerek mücadele etmektedir.Apo ve PKK si bağımsız devlet, ve kendi pazarı ile yeraltı ve yer üstü zenginliklerine sahiplenmeyi esas almadıklarından,toprağa(ülke topraklarına) ve siyasal iktidara bağlı bir çözümü savunmadıklarından,ideolojik-politik çizgilerinin burjuva ulusal nitelikte olduğunu söylemek de mümkün değildir.Sosyalist ideoloji ve pratikte;her sömürgenin bağımsız olmasını savunmak, ve bunun için mücadele etmek, hem ezen ulus devrimcileri açısından hem de ezilen ulus devrimcileri açından ilke olarak konulmuştur.Ulus sorununun bulunduğu her ülkede; ulus sorunu baş çelişki haline gelir ve temel çelişki olan emek sermaye çelişkisinin dahi önüne geçer.Sosyalist teori ve pratikte;sömürge ve işgal edilmiş ülkelerde ulus sorunu çözülmeksizin sınıf sorunun çözülmeyeceği esas alınmaktadır.Sömürgelerde ve özellikle Polonya gibi birkaç devlet arasında bölüşülmüş ülkelerde Marks, ve Engels gerek Polonya meselesinde ve gerekse Hindistan meselesinde bağımsızlığı devrimci çözüm olarak ortaya koydular.Daha sonrada Lenin in Polonyalı olan Roja Lüksenburg un;” Polonya sorununda çözüm özerkliliktir” demesine karşılık,kendisine alaycı bir dille en ağır tarzda eleştirerek;”Polonya sorununun tek bir devrimci çözümü vardır;bağımsız birleşik Polonya “ demek ile de sosyalistlerin ulus sorununa bakışını ortaya koymuştur.. Marks ve Engels in; Hindistan ve Polonya sorunlarında ulus sorunun tek çözümünü bağımsızlıkta görmeleri ile Lenin de yaklaşımlarına katılmasının dışında; 1921 de Afganistan geri bir feodal sosyo ekonomik formasyonda bulunmasına rağmen, feodal bir bey olan Emanulah Han önderliğindeki islamik ve feodal önderlikli köylü hareketini desteklediklerini deklere ederek, bu ülkenin bağımsızlığını tanıyan ilk devlet başkanı olmuştur.Lenin,sömürgeciliğini sınıfları tahrip ettiğini,birbirine benzeştirdiğini ve sınıflar ile ekonomik gelişimi engellediğini bilmekteydi.Aynı zamanda sömürgelerde modern ve gelişmiş bir sanayinin ürünü olacak proletaryanın gürbüz olmayacağını da biliyordu.Gelişmiş bir sanayi ülkesinin koşullarını ve sınıflarını sömürgelerde aramıyordu.Sınıfsal devrimi,ulus devriminin sırtına yükleyip ikisini eşitlemiyordu.Sadece sınıfsal devrimler ile ulusal devrimler arasında bir bağ ve müttefiklik ilişkisi kuruyordu.Lenin Çarlık Rusya sına karşı bir Bolşevik olarak mücadele ederken,Rusya nın hakimiyeti altındaki Finlandiya nın bağımsızlığını savunmuştu.Bir süre sonra devrim yaptıklarında da bu tutumundan vazgeçmeden,Finlandiya da küçük bir burjuva hareketinin ulusal bağımsızlıkçı talebini nazara alarak,bağımsızlık mazbatasını bizzat vermişti.Diğer 29 halkın bir ulusal mücadelesi ve uyanışı olmadığından gönüllü birlik temelinde kurulan federasyon cumhuriyetlerinde siyasal iktidarlarını kurumsallaştırdı.Sovyetlerin sınırları içerisinde olmasına rağmen,üstelik Menşeviklerin protesto ve ağır suçlamaları karşısında dahi;”sosyalist devrimin içinde kalma mecburiyetleri yoktur” diyerek küçük çaplı Fin hareketinin liderine bağımsızlık mazbatasını sosyalistlerin ulus sorununa bakışının mutlak anlamda bağımsızlık olduğunu ortaya koymaktadır.Lenin, ulusal sorunda kültürel özerkliği savunan Bundçuların ise alçak olduğunu söylemektedir.Demokratik Cumhuriyetçilik Kültürel özerkliğin dahi gerisindedir. Lenin,mutlak eşitliği içermeyen hiçbir çözümün devrimci olmadığını, ve sınıf devrimlerine de hizmet etmediğini ortaya koymaktadır.Bu durumda Apo ve PKK sinin çözümü sosyalist ideolojiye de aykırıdır.O zaman Apo nun ve PKK sinin demokratik cumhuriyetçi ve demokratik özerklikçi ideolojik –politik çizgisi hiçbir idelojik kategoriye outurmadığına göre nedir?Bütün kavramlarının ortak özelilği ülkeye(toprağa),siyasal ikitidara(bağımsız devlet kurmaya) ve ulusun kolektif varlığı ile haklarının reddine,buna karşın bir azınlık ve birey olarak sömürgeci devletlerin içeresinde sivil kurumlarda örgütlenmeye dayandığından işbirilikçi-feodal komprodor bir anlayış ile sömürgeci devletlerin resmi idelojelirini Kürdistan da yeniden üretme ve güncellemeyi esas alan işbirilikçi bir burjuva ideolojisi olduğu aşikardır.Kemalizimin yeniden üretilerek Kürdiistana indirgenmesinden ibaret bir idelojik politik çöplük,”büyük keşif ve dünyanın yeni sistemi” diye sunulmaktadır.

Devlet;ulusun rolünü oynadığı,kendisini gerçekletirdiği tiyatro şahnesidir.Her Ulus; kuruluşunu,kurumşallaşmasını,iç düzenini,siyasal,kültürel,idari açılardan iradesini,yer altı ve yer üstü zenginliklerinden özgürce yararlanabilmesini,korunmasını,güvenliğini,devletler hukuku ve uluslararası ilişkiler açısından tüzelkişiliği yanında özneliğini bağımsız devlet mekanizması çerçevesinde gerçekleştirir.Devlet,sınıfların ortaya çıkış sürecinden itibaren bir sınıf mekanizması olarak vardır,sınıflarda var olduğu sürece; iktidardaki sınıf ve devletin biçimi değişmek kaydı ile mekanizma olarak var olacaktır.Köleci toplumda bir topluluk düzeyi vardır.Toplulukların devleti, köle sahiplerinin yönetimi altındadır.Fedal sosyo ekonomik formasyonda(toplumda) ise millileşme olgusu ortaya çıkmaya başlamaktadır, kral ve hanedan ailesi feodal sınıfın egemenliğinin temsilicisidir, devletin yöneticileridir. Kaptalizimde ise, sermaye aracılığı ile emeği de kontrol eden burjuva sınıf; devletin biçimini değiştirerek farklı bir sınıf olarak ulus adına bu mekanizmayı kurup, düzenleyerek yönetmektedir. Ulus; kaptalizmin olgusudur.Ancak sosyalizmde de ulus ve sınıf ortadan kalkmamaktadır.Burjuva sınıfı alt eden proleterya sınıfı ile diğer emekçi kesimler sosyalist devrim neticesinde sosyalist ulusu kurmaktadır.Sosyalist ulus devletinde, proleterya yönetim aygıtındadır,ulus adına hem üretmekte, hem de kolektif olarak yönetip, düzenleyerek ulusal temsili de gerçekleştirmektedir.Sosyalist ulus devletinde,gelişen sosyo ekonomik formasyon içinden bilurlaşan proleter aydın öncülüğünde komünizmin tek bir dünya devletine geçilmektedir.Sosyalist ulus devletinden,Komünist dünya ulusuna geçiş; dünyadaki sosyo-ekonomik kültürel ve teknolojik gelişmenin de doruğa çıktığı koşullarda, bir dilin bütün toplumların ortak anlaşma aracına dönüştüğü süreçle olabilecektir.Sosyalizmin üst aşaması olan komünizmde devlet sönmekte ve tek bir dünya devletine gidilebilmektedir Bugün yaşadığımız süreçte Apo nun savladığı gibi ulusal devlet ortadan kalkmamaktadır,önemini ve anlamını yitirmemektedir.Ulusal devlet modeli biçim ve giysisinini değiştirmeye başlyarak yoluna devam etmektedir.Diğer ulusal azınlıkları ve dinsel adiyetleri tanımadan veya eşitliğini kabul etmeden vücüt bulmuş totaliter ulusal devlet modeli,yerini içerisindeki bütün ulusal azınlıkları ile dinsel adiyetleri de tanıyarak sürdüren modele dönüşmüktedir.Bu anlamda Kemalist, Basçı ve Mollacı totaliter devlet medelleri tasfiye olmaktadır. Apo ve PKK si bir taraftan bu devletlerin iktidarını ve statükosunu yeniden üreterek devam etirmekten yana tutum alırken,Kürtleri ve Kürdistanı bu devletlerin hakimiyeti altında tutarak halkımızı bir kiracıya dönüştürürken,sadece sivil yapılarda örgütlenmesini salık vermektedir.Bu yolla Kürdistan ülkesi, Kürdistan ulusunun altından çekilip söz konusu sömürgeci devletlere satılmış olmaktadır.Kürdistan halkı, ülkesi Kürdistan da sömürgeci devletlerin şifai anlaşmaya dayanan bir kiracısı durumuna dünüştürülürken,ödenecek kira ücreti ise,ülkemizin Pazar olarak kulanılması,yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sömürge metropollerine taşınması,halkımızın emeğinin de ucuz işgücü olarak ekonomilerine artı değer taransferinde kullanılması üzerinden ödenebilecekitir.Yani Kürdistan nın sömürge statüsünde bir değişiklik olmadan, statüko yeniden üretilerek sürdürülmüş olacaktır.Apo ve PKK sinin, sömürgeci devletlerin sattükolarının yeniden üretimi çerçevesinde sürüdürülmelerinin,buna karşın ülkemiz ve halkımızın bu devletlerin hakimiyeti altında, sadece sivil kurumlarda siyasal iktidarsız ve bölük pörçük olarak yer edinimesi konseptinin anlamı budur.

198O yılında dünyada sadece 25 devlet var iken, bugünkü dünyada 2O7 devlet olması nedeni ile, son 121 yıllda 182 devlet kurulmuştur.Kurulan bu 182 devletin tamamı ise; manda, işgal veya sömürge statüsündeyken,dinsel içerikli, yada burjuva içerikli, veya sosyalist içerikli hareketlerin öneriliğinde bağımsızlık ile sonuçlanmıştır.Bu yıl kurulan Güney Sudan dahil, hiçbir ezilen halk bağımsızlık dışında bir çözümü tercih etmemiştir.Apo ve PKK si ezilen hakların tecrübe ve pratikleri ile türdeş olan istemleri de rerd etmektedir. Kürdistan ulusunu diğer uluslardan farklı olarak kendine özgü,kategori dışı ve türdeş olmayan özlemlere sahipmiş gibi göstermeye çalışmaktadır.Kürdistan tarihinin ikonları olan Zerdüşt,Ehmedê Xanî,Melayê Cizirî yada siyasal tarihimizin en anlamlı ve en devrimci konjonktürünü ulusal ayaklanmaların(Xoybun(bağımsızılık),Kürdistan İstiklal Komitesi(Azadi),Mahabat Cumhuriyeti,Şeyh Mahmut Hükümeti,Şeyh Ubeydullah Hükümeti,Bedirhanilerin Hükümeti) süreçleri ve hedefleri oluşturmaktadır.Apo ve PKK sinin ideolojisi ile talepleri nazara alındığında bu ayaklanmaların hedeflerini ve çizgisini modernize ederek savunmayı da red etmektedir.Bu durmda Kürdistan nın ve ulusumuzun tarihsel sosyal ve ekonomik ihtiyaçları üzerinden siyaset yapmayı red etmektedirler.Kürdistan yurtseverliği üzerinden siyaset yapmayı red etmektedirler.Sorunun bir ulus sorunu,toprak sorunu ve siyasal ikitar sorunu değil de,var olma sorunu,yani kürdüm deme sorunu olduğunu savlamaktadırlar.En devrimci ideolojik politik hat,bir ulusun tarihinin kalp vurumuna ve ihtiyaçlarına göre oluşturulan ideolojik politik çizgidir. Apo ve PKK sinin çizgisi ulusumuzun ve ülkemizin tarihi ve ihtiyaçları üzerine otarmamaktadır. Apo ve PKK si ezilen ulusun milliyetçiliği olan yurtseverlik kendi eşitliğini ve bağımsızlığın hedeflediğinden dolayı devrimci olmasına rağmen, eşitliliği ve baskı ile zulmün devamını esas alan ezen ulus milliyetçiliğinin gerici milliyetçiliği ile eleştirip red etmektedir. Her sömürgede ezilen ulusun yurtseverlik üzerinden mücadele etiği bilinmesine rağmen,bu değer ve zemin de ulusumuzun elinden alınmak istenmektedir. Sömürgeci devletler sorunun toprağa(ülkeye),kolektif ulusal haklara ve siyasal iktidar olan bağımsızlık üzerine oturtulmamasını statükolarının devamı açısından zorunlu görmektedirler. Bu hem statükolarının hem de resmi ideolojilerinin zorunlu bir sonucu ve gereksinimidir. İşte Apo nun Deemkoratik Cumhuriyet,Demokratik Özerklik,Demokratik Komala Sestemi,Demokratik Ekolojik Sistem,Demokratik Konfederalizim türü kavramalar ile ortaya koydukları sömürgeci devletlerin resmi ideolojilerinin Kürdistanlılara uyarlanmış bir hali dışında başkaca bir şey değildir. Bu kavramların altında ifade edilmiş düşüncelerin ortak özelilği sömürgeci devletleri siyasal ikitarları ve devlet yapıları ile yerinede bırakarak,Kürtlere sadece sivil yapılarda örgütlenmeyi savlamaktadır Topraksız(ülkesiz) ve siyasal iktidarsız ve kolektif ulusal haklardan yoksun sahte ve uydurma söylemleri ile Kürdistan ulusal mücadelesinin ihtiyaçlarını ve referanslarını öldürmeye çalışmaktadır. Bu taraji komik durumuna rağmen,söylemlerinin” Dünya Miletleri için bir sistem” olduğu söylenerek,Marksı ve Lenin i aştığı söylenebilmektedir.Yeni bir sistem geliştirdiği savlanmaktadır..Bu insan kişiliğinde sonra,insanımızın beyinin ve siyasi ahlakının tüketilmesidir Toplumsal ve tarihsel bilincimizin kirletilmek istenmesidir Ulus sorunun işbirlikçi ve ajan pratikle saptırılmasıdır.Apo nun 19.yüzyılın totaliter anlayışının ürünü olan Mustafa Kemal faşizmini dahi aşamadığı ve Kemalizm’in ideolojik çöplüğünden çıkamadığı aşikardır.Gerek Türkiye solculuğunun ve gerekse Apo nun öncelikle Kemalist ideolojik-politik çöplükten çıkma gücü gösterebilmeleri gerekmektedir..

Demokratik Cumhuriyetçilik ve Demokratik Özerklik Türk devletinin Avrupa Birliğine girişine paralel kişisel dil kütür haklarını ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Yasası çerçevesinde bazı merkezi devlet yetkilerinin Valilerin vasiyet denetimine tabi belediyeler ile doğrudan vali ve kaymakamlara bağlı il özel idarelerine verilmesidir.Bu gerçekte kısmı bir siyasal statü tanıyan siyasal dahi değildir.Kaldı ki bunun gerçekleşmesi için PKK nin ve değer örgütlerinin olmasına dahi gerek yok.Çünkü bu 1963 te Türk devletin imzaladığı Ankara antlaşmasında bir yükümlülük ve devlet projesi olarak kabul edilmiştir.Bunun gerçekleşmesi Türkiye nin AB ye girmek istenmesine, buna karşın Fransa ve Almanya nında Türkiye nin üyeliğini kabul etmesine bağlıdır.PKK burada kısmi de olsa bir faktör değildir.Ayrıca mesele bu olsaydı,PKK olmaksızın devlet daha erken AB ye girer, ve bunlarda daha erken gerçekleşmiş olurdu.Apo ,PKK sini devletin kabul referans ve istem ile ihtiyaçlarının üzerine oturtmaktadır.PKK aracılığı ile de bütün Kürtleri bu çizgi ile sistemine dahil etmeye, yada susturmaya çalışmaktadır.Bu nedenle de devletin iki kanadı da,Kürdistan da Apo ya kabul ettirilmiş bu düşünce dışında herhangi bir düşünce bulunmadığının yansıtılmasını istemektedir.Diğer düşünceler devletin kırmızı çizgilerine aykırı düştüğünden, tehlikeli bir bilinç yaymaktadır.

Avrupa Konseyinin Yerel Özerklik Şartındaki özerklik 1914 te Şeyh İdris i Bitlisi nin bir işbirlikçi olarak,ulus olgusunun olmadığı koşullarda, 11 Kürt beyini Yavuz Sultan Selim e götürüp etek öptürerek,biat ettirdiği özerlik antlaşmasından dahi geridir,çünkü kısmi bir siyasal statü dahi içermemektedir.Kürt Beyleri ile Yavuz Sultan Selim in antlaşması ise,siyasal bir statü içermekteydi.Kürdistan daki beylerin izini olmadan Sultan dahil hiçbir Osmanlı yöneticisi Kürdistan sınırlarına girme yetkisine sahip değildi.Her emilirlik idari ve siyasal ile ekonomik düzenini görece kendi içersinde bağımsız olarak düzenlemekteydi.Sadece biat eden Kürt beylerinin emirliğinin tanımamsı karşılığında,Kürt beylerinin vergi vermesi ve savaş döneminde de asker vermesini içermekteydi.Bir Kürt olmak ile birlikte önce Akkoyunların sarayında ve daha sonra da Osmanlı sarayında Türk egemenlik sistemine hizmet eden Şeyh İdris i Bitlisi nin çalışmaları neticesinde tekil durumda görülebilen işbirlikçilik genel ve kurumsal bir nitelik kazanmaya başladı.Kürdistan filen ikiye bölünmüş oldu.Osmanlı Sultanına bağlanan Kürt beyleri bir tarafta ve buna karşın da Şah İsmail (Hatayi) in İran Sefavi devletine bağlanan diğer Kürt beyleri ise diğer tarafta işbirlikçiliğe başlayarak, iki emperyalist devletin yaptığı her savaşta birer piyon olarak öncü birlik olarak birbirlerini katil ettiler.Kim kazanırsa kazansın; tahrip edilen,bölüşülen,tempon bölgeye dönüştürülen Kürdistan oldu.Kürdistan artık ürünü bölüşme ve savaş zemini oldu.Buna karşın inançlarında insan kutsal olduğundan savaşa gitmeyi red eden ve Zerdeştiliğin devamı olan Alevilik)Kızılbaşlık),Ezidilik,Kakailik(Yarisani-Ehli hak),Dürzilik inançlarının mensubu olan Kürtlerin ise,gerek Yavuz Sultan Selim ve gerekse Osmanlı Sultanlarının ordularınca soykırım süreçlerinden geçmelerine de seyirci kaldılar.Kürdistan nın hem coğrafik hem de halkı ile birlikte sosyal ve siyasi anlamda bölünmesi, Kürtlerin kendi adlarına değil başkaları adına savaşması bu yolla da bir özne değil,başkasının nesnesine dönüşmesi genel anlamda bu süreçle kurumsallaştı.Apo ve PKK si de gelinen noktada İdris i Bitlisinin dahi gerisinde bir işbirlikçiliğe başladıklarını bildiklerinden,Özgür gündem Gazetesine;Büyük İşbirliği “ manşetini attırabiliyorlardı.Hata 1978 den beri var olan manifestolarında İdris i Bitlisi yi işbirlikçi olarak aşağılayıp nitelendirmişken,yeni yaptıkları programda ise bunu çıkardılar. Birde kendi yayın organlarında Naci Kutlay ın kaleminden İdris i Bitlisi yi öven yazılar yazdırıp yayımladılar.Çünkü Apo çağımızın düşük profilli İdris i Bitlisi si olmayı kabul etmişti.Yüklenilen bu yeni rölüne rağmen İdiris i Bitlisi nin işbirlikçi diye damgalanmaya devam edilmesi halinde,”Apo, İdiris i Bitlisi den de işbirlikçi” diye yansıyacaktı.

Sömürgeci devlet de topraksız,siyasal iktidarsız,kolektif ulusal haklardan yoksun sahte bir çözüm ve ideoloji- politik çizgiyi Apo ile müritlerine sayıklatarak,hizmetlerini ispatlamalarını istiyordu.Çünkü Apo uçakta gözünü açar açmaz;”Hizmete hazırım” demişti Apo ve müritleri 21 yüzyılda dahi en düşük profilli İdris i Bitlisi ye dönüşerek,5O3 yıl önceki İdris i Bitlisi ye rahmet okutacak bir tablo oluşturmaktadırlar.İdris i Bitlisi henüz ulus olgusunun ortaya çıkmadığı bir süreçte Akkoyunlu Sarayından sonra, Osmanlı Sarayının bir hizmetkarı olarak çalışarak,eylemlerinin neticesinde büyük tahribatlara yol açmıştı.İdris i Bitilisi nin bu çizgisi ile Moğolların saldırılarına karşı divanındaki şiir dizelerini protest bir ok olarak kullanan Melayê Cizîrî nin, filozof-sanatçı peygamber Zerdeşt in, Zend Avesta ve Gatha larında yaklaşık 27OO yüzyıl önce,Turanilerin(Türklerin) üretim dışı ve yağmacı pratiklerine karşın ortaya koyduğu bağımsız merkezi devlet kuruluşu ve bağımsız devlet anlayışını çağının da çok ilerisine taşıyarak,Mem û Zîn adlı mesnevisinde modernize eden Ehmedê Xanî nin çizgileri tarihimizde her zaman var olmuştur.Bu iki çizgide her süreçte çatışmıştır.İdris i Bitlisi nin işbirilikçi olup olmadığının anlaşılması için ne yaptığına ve pratiğin sonuucuda Kürdistan ve Kürdistan halkının bütün kesimleri ile nasıl bir duruma süreklendiğine bakılması yeterlidir.Bugün Kürdistan da bağımsızlık çizgisini esas almayan ve sömürge devletinin merkezi yapısan bağlı bir çizgiyi çözüm sayan her aydın,siyasetçi,ve eğilim Şeyh İdrisi Bitlisi ye değer yüklemek zorundadır.Bağımsızlıkçı bir çözüm çerçevesinde kesin kopuş stratejisini ve Kürdistani olan her kes ise,İdrisi Bitlisi leri hem tarihsel hemde güncel olarak işbirilikçi görmek zorundadır.Bu durum tarihin,tarihsel olgular ile tarihsel kişiliklerin ne olabildiğinin çok göreceli olmasından kaynaklanmamaktadır.Kimlerin, neye ve nerden baktığından doğan bir durumdur.Zerdeştlik; Med İmparatorluğunun hem resmi dini hem de bir anlamda ideolojisi olmuştur.Aslında Med İmparatorluğu kuruluşu Zerdeştin felsefesinin ürünü olmuştur.Şimdi Kürtlerin bu iki çizgiden hangisinin devrimci ve hangisinin uşak olduğunu,hangi çizgiye ihtiyaçlarının bulunduğunu yeniden kararlaştırmaları gerekmektedir.Zerdeşt in,Melayê Cizîrî nin, Ehmedê Xanî nin,hükümetlerini kuran Şeyh Ubeydullah ve Beridhanilerin,Şeyh Mahmut un,Kürdistan İstiklal Komitesinin( Şeyh Said in Azadi Örgütünün),Xoybun örgütünün,Qadı Muhamedin(Mahabad ın),197O li yıllarda genel geçer olan siyasi eğilimlerin bağımsızlıkçı çizgilerini üst düzeyde modernize ederek,aynı doğrultuyu savunmak ve pratiğe geçirtmek,Kürdistanlı yurtsever devrimcilerin tek çizgisidir.

Buna karşın kişiliklerini,beyinlerini(düşüncelerini),ruhlarını,yaşamdan beklentilerini ve tarzlarını dört sömürgeci devletin merkezi yapısından koparamadıkları için,ülkelerini istemeyi bilmeyen,sömürgeci devletler arasında bölünmüş olarak bırakan sahte çözümleri nihai çözüm olarak formüle ederek; federasyon,idari federalizm,eyalet sistemi,özerklik,demokratik cumhuriyet gibi sömürge metropollerine bağımlı çizgiler sonucunda Kürdistan Ulusal Hareketini sömürgeci devletlerin ideolojik politik çöplüğüne dönüştüren, tarihsel olarak Şeyh İdris i Bitlisi ve Şeyh Ubeydullah ın oğlu Abdulkadir Bey de,güncel olarak ta Apo ve Kemal Burkay gibi kullanılan kişiliklerin şahsında somutlaşan bütün yaklaşımlar işbirlikçi ve gerici bir yan taşımaktadır.Bu çözüm biçimlerinden birini savunan aydın,siyasetçi sanatçı akademisyen veya siyasi eğilimlerin hiç biri Kürdistani(Kürdistanlı) değildir;Türkiyeli,Iraklı,Suriyeli olmaktan mutlu olan işbirlikçilerdir.Ülkemiz Kürdistan nın koşullarında federasyon ve konfederasyon çerçevesindeki çözümler dahi,kuşkusuz bağımsızlığa gidişte bir ön basamak ve sıçrama tahtası olarak görüldüğü sürece anlam ve değer ifade eder.Bu çözümler dahi nihai bir çözüm ve hedef olarak konulduğunda savunucularının işbirlikçilik ve gericiliklerinden kuşku duyulmamalıdır.Apo ve ardıllarını sömürgeci devletlerin İttihatçı-Kemalistleri,Basçıları,Fundamentalist Mollaları kullanırken,Kemal Burkay ve ardılları ile benzerlerini de Hürriyet İtilaf Partisinin devamı olan liberal muhafazakar ve yeni Osmanlıcı AKP diğer ülkelerdeki liberal muhafazakarlar kullanmaktadır.Türk egemenlik sisteminin bir kandını oluşturan Kemalistler APO yu kullanırken,Türk egemenlik sisteminin diğer kanadı liberal muhafazakar AKP ise,Kemal Burkay ı kullanıma almış bulunmaktadır.Gerek Burkay ve gerekse Apo Türkiyeli çözümlerin temsilcisidir.İkisi de Türk egemenlik sisteminin birer kanadından medet umup ilişkilenerek, kullanılmaktadır.Kürdistan nın dört parçasında bu durumdaki kişiler ile eğilimleri esas alındığı sürece,Kütlerin iki yakasının bir araya gelmesi mümkün olmayacaktır.Kesin kopuş stratejisine dayanan Kürdistan ulusal konsepti ve paradigmasını oluşturup geliştirmek zorunludur.Sömürgeci devletleri bütün kanat ve çizgilerini red ederek,sadece aralarındaki çatışmalardan yararlanmalıdır.

Sıraladığım bu olgular ile analizlerimin ışığında şunu söyleyebiliyorum.Kurulan komplo;Apo ya değil,Kürdistan ulusuna kurulmuştur.Apo,ülkemiz Kürdistan’a ve ulusumuza kurulan komplonun ya baştan beri parçasıdır,yahut asgari olarak Avrupa ya çıktıktan sonra söz konusu komplonun bir parçasına dönüştürülmüştür.Apo nun İmralı Cezaevindeki söylemlerinin devletin resmi ideolojisi ile kırmızı çizgilerine paralel olduğu,sömürgeci devletin İttihatçı-Kemalist-Orducu kanadı tarafından kullanılarak komplonun bir parçasına dönüştürüldüğü ve cezaevindeki söylemlerini talimat sayan PKK ninde komplonun diğer bir parçasına dönüştürüldüğü tartışmasızıdır.Apo nun sistemini,ideolojik politik çizgisini esas alan PKK ve her birey de ulusumuza kurulan komplonun bir parçasına dönüşecektir.Bu nedenlerle PKK de Apo nun söylem ve talimatlarını bir kenara atmalıdır,uymamalıdır.Apo ya verilen irade devlete bağlanmış iradedir.Bu tür bir irade ve anlayışta çizgi bağımsızlığı hareket özgürlüğü ve değer yargı sistemi olmayacağı aşikardır Kürtlerin görev ve ihtiyaçları,sömürgeci devletlerin iktidar ve muhalefete düşen çizgileri arasında saflaşmak,bölünmek, kaybolmak,kendisine yabancılaşmak değildir.Kürdistan nın herhangi bir parçasında sömürgeci devletlerden birinin içeresindeki her hangi bir kanad ile ilişkilenip payandaya dönüştüğü ölçüde,diğer parçalarda da öteki sömürgeci devletlerin ya iktidardaki kanadına veya muhalefetine payanda olacaktır.Her payanda, son şahnede kurbandır.Her payanda; kitleleri de payanda ve kurban olmaya çağırmaktadır.Önemli olan ise, sömürgeci devletlerin bütün çizgi ve kantlarına reddiye çekerek,sadece çelişki ve çatışmalarından yararlanabilmektir.Her devrimci çizgi;kesin kopuş ve red çizgisidir.Kurban ve payandanın ne olabildiğine ise;Türk solculuğu-Kemalizim,Aleviler- Kemalizim,Apo,-PKK si- Kemalizim ilişkileri temelinde bir göz atılıp değerlendirilmesi yeterlidir.

Apo ve PKK sinin idelojik politik çizgisini işbirlikçi olarak nitelendirmem nedeni ile bana kırgın ve tepkililer.Sahte ve gerçek müritleri değerlerine hakaret ettiğimi zırvalamaktadırlar.Siyasi değerlendirme ve eleştirlerde “gerici” ve “işbirilikçi” gibi kavramlar ise hakaret ve küfür değil, eleştirinin araçları ve tanımlarıdır. Bağımsızlıkçı olan örgütlerin tümüne fiziken saldırmış, tümünü de”hain,ajan provaktür,işbirlikçi,ilkel miliyetçi” gibi kavramlar ile tanılamış,ayrıca kendi kadrolarının önemli bir bölümüne de “hain,ajan,işbirlikçi,provaktör,sapık,hırsız “ diyererk tasfiye bir yapının efratlarının bu kadar nazlı olması bir açıdan tohaf gözükmektedir.Bunların değer dedikleri;ülke ,ulus,bağımsızlık hedefi ve Kürdistan tarihinin temel ikonları değildir,sadece bir birey olarak Apo dur.Apo nun çizgi ve duruşunun işbirlikçi olduğunu ortaya koymamı ise, bu “değerlerine hakaret ve küfür” olarak savlamaktadırlar.Bu yolla alternatif düşüncenin ve eleştirinin varlığını engellemeyi esas almaktadılar.Kürdistan da kendi düşünceleri dışında bir düşüncenin varlığına taahamülleri yoktur.Alteratif düşünceden ve eleştiriden ödleri kopmaktadır.Yurtsever devrimici bir aydın olarak;müritliğe anlam yüklemem,inançları bulunduğu yer ile örtüşmeyen iki dinli, iki ruhlu, iki kişilikli birey olmam,veya korku,kişisel kaygı ile hesaplarından dolayı suskun kalmam,yahut özel görüşmelerde eleştiren ama kitle önünde eleştirmekten kaçınan öportünistelere benzemem,eleştirdiğim işbirilikçi çizginin devam etmesine rağmen tutum ve yaklaşımımı değiştirmem olanklı değildir.Tutum ve yaklaşımımın değişmesi için,öncelikle PKK nin işbirlikçi çizgiyi terk etmesi ve bu çizgiyi esas aldığı süreçler yönünden de özeleştiri yapması gerekir.Apo ve Müritleri, işbirlikçi idelojik politik çizgilerini eleştirmem karşısında; ister yalan ve iftiraya dayanan dedikodular üreterek manevi yönden saldırsınlar,isterse fiziken saldırsınlar, sömürgeci Kemalist devlete hiçbir taviz vermediğim gibi,Kemalist devletin işbirlikçisi durumuna düşmüş demokratik cumhuriyetçilere de taviz vermem mümkün değildir.Yurtsever Devrimciler açısından söz konusu olan Ülkemiz Kürdistan ve Kürdistan halkının geleceği ise,her yerde ve herkese rağmen,geriye kalan ne varsa bir detaydır.

Apo ve PKK sinin işbirlikçi çizgisinin her açıdan niteliğini ve tahribatlarını 01 09 2006 tarihli; ”DemokratikCumhuriyetçiliğinAskeri,İdeolojik,Politik,Diplomatik,Sosyolojik,Ekonomik,Kültürel,Piskolojik,Kurumsal,Örgütsel,Hukuksal Tarihsel,ve Kişilik Üzerindeki Sonuçları” başlıklı olup,62 sayfadan oluşan analizimde ortaya koymuştum.Kimi Kürt internet siteleri bu başlığın altında ve kimileri de,” “Demokratik Cumhuriyetçiliğin Her Alan ve Anlamdaki Sonuçları” başlığı altında yayımlamışlardı.Bu yeni analizimin, söz konusu analizin bir devamı olarak birlikte okunmasını öneriyorum www.googl.com arama motoruna bu başlık yazıldığında söz konusu analizime ulaşma imkanı olacaktır.www.xoybun.com sitesinden takip etmek mümkündür.

Saygıdeğer okuyucularımın uzun yazdığım konusundaki eleştirileri yerindedir.Ancak bu iki analizimin makale değil de, kitap sayılarak okunmasını diliyorum.Parça bütün ilişkisi içinde bütünün bilgisine ulaşmak için her açıdan analizi esas alarak değerlendirme yapmayı esas aldığımdan,genelde bütün yurtseverlerin ve özelde de bütün siyasetçilerimizin,aydınlarımızın,akademisyenlerimizin bilinçlerine seslenmek istediğimden ve bireysel ortamlarda eleştirmelerine rağmen,kamuoyuna açık yollar ile eleştirmekten kaçınanlara cesaret vermek istediğimizden,diğer açıdan da pek çok yönden tahribat bulunduğundan uzun yazıyorum.Okuyucu bir oturuşta 75 sayfayı bitirmek zorunda değildir,vakit buldukça bölüm bölüm de okuyabilecektir. İlada tek oturuşta okumayı tarz edinen okuyucu arkadaşlar var ise,sigara içmeyenleri bir çaydanlık çay ile,buna karşın sigara içenleri de bir paket sigara eşliğinde bitirebilecektir. 23 11 2O11

bu yazi uc bes kisi disinda okunmayacak. OkunMamasi icin adetat ne gerekiyorsa yapmis yazar. avukatligi da yazarligi gibiyse, davasina baktigi kisler yandi demektir. oysa yazinin icinde ONEMLI bilgiler var yazinin basligi cok itici. velevki ilk avukat o idi ve ilk cekilen de o idi. bunlari kendisinin soylemesi munasip olmuyor. niye olmuyor? bu soru  simdilik ilgi alanima girmiyor. bu kadar sisik bir ego ile (legitim sinirlari epey zorlamis, herkes te mesru alanlarda seyretigi surece bir ego olmasi OK, fakat  Medeni nin ki "ben dakka dukka" alaninin gibegine grmis ki apo elestirisinde en olmayacak bir sey butabbi haliyle ana mesajlar da gumlemis. apo elestirilerinde  Ibrahim guclunun yazilarinda da var benzeri seyler. formulasyon kalitelerinde ki berbatlik ana mesajin etkisini sifirliyor. sifirlamakla kalmiyor APO yu  milletin gozunde "alem buysa kral apo" yapiyor. yani bu tur yazilar bu bicimleri ile arzuladiklari hedefin tersine hizmet ediyor. bana gore boyle. bu yaziyi okuyabilmem sabiri gosteren kisilerin ( olamayan sapkami cikartayim bu sahilara) dusuncelerini de merak ederim. medeni uzun yazma sehvetinden vazgecemiyorsa, bu isi hikaye formatinda duzenlemesini oneririm. yani kuru akil verici arada kendini luzumsuz yere ogen seyleri yumusatip hikaye anlatici biciminde sohbet tarzinda belki bu kadar uzun lakirdiyi okutabilir.(ben de uzun yazma hastaligindan muzadrip biriyim, bu sakatligi biliyor olmam beklenir ;-) bakin en son paragrafina itiraf da var. evlere senlik (luzumsuz yaziya guzel bir ornek): "Saygıdeğer okuyucularımın uzun yazdığım konusundaki eleştirileri yerindedir.Ancak bu iki analizimin makale değil de, kitap sayılarak okunmasını diliyorum.Parça bütün ilişkisi içinde bütünün bilgisine ulaşmak için her açıdan analizi esas alarak değerlendirme yapmayı esas aldığımdan,genelde bütün yurtseverlerin ve özelde de bütün siyasetçilerimizin,aydınlarımızın,akademisyenlerimizin bilinçlerine seslenmek istediğimden ve bireysel ortamlarda eleştirmelerine rağmen,kamuoyuna açık yollar ile eleştirmekten kaçınanlara cesaret vermek istediğimizden,diğer açıdan da pek çok yönden tahribat bulunduğundan uzun yazıyorum.Okuyucu bir oturuşta 75 sayfayı bitirmek zorunda değildir,vakit buldukça bölüm bölüm de okuyabilecektir. İlada tek oturuşta okumayı tarz edinen okuyucu arkadaşlar var ise,sigara içmeyenleri bir çaydanlık çay ile,buna karşın sigara içenleri de bir paket sigara eşliğinde bitirebilecektir."

Selam Hek, Cok iyi bir noktaya deginmisin. Az ve oz yazilmasi gerekirken bizim Kurtlerin oyle destan yazar gibi sayfalarca doldurmalarini hep garipsemisimdir. Ben sahsen buna artik dayanamiyorum. Bu yazarida bir kac kez okumaya calistim fakat hic bir zaman yazinin yarisina varamadim. Birileri bu arkadasa soylemesi gerekiyor. Bazi tarihi donemlere sahitlik yapmisin, bunu dogru durust otur, seninde dedigin gibi hikaye seklinde yaz. Bir ara, Analytical Marxism diye bir akim vardi, her senenin sonunda Ingilterede bulusuyorlarmis 1980-90  yillarinda. Kendilerine gayri resmi olarak NO-BULLSHIT MARXISM adini takmislar. Bir cok eksikliklerine ragmen cok onemli bir noktaya parmak basmislardi. Kardesim demogojiyi falan birak otur dogru durust NO BULLSHIT bir yazi yazda bizde rahat rahat okuyalim. Hem birde bizimde her onumuze gelen yaziyi okumak gibi bir zaman luksumuzde yok. Onun icin mecburen secici olmamiz gerektigini bilerek yaz. Slav U Rez Shevhat  

cogu bilgi bilinen, defalarca surda burda yazilmis durumda, ornegin nasname bununla dolu benim ilgimi iki nokta cekti, ulasamadim, belki baska bir zaman 1. kimin ilk donemlerde avukatliga soyundugu/sonraki surecteki tavirlari 2. ocalanin tavri, en onemlisi yazar yaziyi kendi ekseninde cok gezdirmis, dolayisiyla yazi oldukca subyektiv durumda, inandiriciligini kaybediyor keske sade hukuk anlayisi icinde tecrubelerini yazsaydi ornegin osman baydemir ve diger avukatlari ele alirken bu yuzeyde suclayici yaklasmamaliydi eylem durumundaki tavirlarindan ornekler verseydi yeterdi okuyucu icin mubarek anlasilan okuyucuya bir sey birakmak istememis bence yazar bunu birdaha bastan yazmali, cok kesimi de atmali

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.