بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 8 November 2011
Image preview

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (ayrılma hakkı) siyasi literatüre "boşanma hakkı" olarak da geçmiştir. Eşlerin birbirlerinden illa da ayrılmaları gerekmez ama boşanmaları da bir haktır anlamında.

"Teşbihte hata olmaz" derler ki, ezen-ezilen uluslar arasındaki ilişkiyi, kadın-erkek ilişkisine benzetmenin aslında güçlü bir tarihsel toplumsal bir arka planı olduğunu düşünürüm. Anaerkil düzenden ataerkil düzene geçilmesi, kadının köleleştirilmesi ile farklı soy, kültür ve etniklerin köleleştirilmesi arasında güçlü tarihsel bağlar vardır. Uzun bir konu, sadece bir değinme ile yetineceğim.

Ne kadar demokrat, kadın haklarına saygılı ve gerçekten iyi niyetli olsalar da "erkek olma" durumundan kaynaklanan bir dolu irili ufaklı avantajın faydasını görmemiş, ayrıcalığını yaşamamış erkek yoktur. Ki bu adeta nefes alıp-verir gibi doğal, sıradan görülen payeler, yerleşmiş alışkanlıklar; tıpkı ezen ulusun, egemen ulusun demokratlarında, liberallerinde de görülür. Bu yanıyla da çok benzeşir...

"Boşanma hakkı" her ne kadar "şiddetli geçimsizlik" olsa da ortada bir "evlilik akti"nin olduğu varsayımına dayanır. Oysa ezen-ezilen uluslar, sömürge-sömürgeci arasındaki ilişki normal bir evliliğe değil bir "tecavüz"e benzetilebilir ancak. Kaldı ki evlilikte de tecavüz söz konusu olabilir. TC ile Kürtler arasındaki ilişki de sorunlu da olsa evlilik değil, düpedüz bir tecavüz vakasıdır. Bu örnekte "rızaya dayalı birlik"ten, "boşanma hakkı"ndan falan bahsetmek hiç anlamlı değildir. Tecavüze uğramakta olan bir kadına "senin boşanma hakkın var ama ayrılmanı doğru görmüyoruz" diye nasihat etmenin anlamı herhalde onunla dalga geçmek olabilir!

Böyle bir durumda tek anlamlı ve meşru olan şey, tecavüze uğrayan kişinin var gücüyle saldırganı kendinden uzaklaştırmaya çalışması, eline ne geçtiyse saldırgana fırlatması, elinden hiçbir şey gelmiyorsa, yüzünü gözünü tırmalaması, ısırması, tekmelemesi beklenir. Ama bu işler böyle kabul görmez. Hemen "ahlakçı siyasiler" araya girerek "her türlü şiddete karşı" olduklarını belirtirler.

"Evet, tecavüzcünün sana zorla sahip olması yanlış ama senin de onu ısırıp, yüzünü gözünü çizmen doğru değil!"

Peki ne olabilir? Kürt ulusu, en az 90 yıldır uğradığı bu etnik tecavüz karşısında ne yapmalı?

Uluslararası hukuk, mahallenin kabadayısına dokunmak istemiyor; onunla kirli işleri var belli ki... Dünyanın sessiz ama aktif hoşgörüsü sürüp gidiyor. "Eşidir sever de döver de" misali, aslında aşağılık bir "ensest" yaşamasına göz yuman uygar dünya, mağdurun kendini savunma refleksini "terörizm" diye lanetliyorsa ve demokrat kamuoyu da "her türlü şiddet kötü" diyorsa ne yapmak gerekiyor?

"Tecavüzü önleyemiyorsan, bari zevk almaya çalış!" veya şiddet kullanmaya ehil ve yetkili tek uluslararası güç olan NATO'nun bir gün olup da TC Genelkurmay Başkanlığını ve Başbakanlık binasını bombalayacağı ana kadar sabret!

Tabi "barışçıl çözümü" formüllerini de es geçmemek gerekiyor. Gelin görün ki bu formüllerin çoğu "tecavüz kurbanının faille evlendirilerek davanın düşmesi" gibi bir mantığa sahip. Namusu kurtarmak ile tecavüzcüyü korumak arasında bir çözüm... Kişisel bir tecavüz davasında allerji yaratan bu öneri, nedense Kürt ulusal hakları söz konusu olunca pek bir modern ve yaratıcı bir buluş olarak savunulabiliyor. Belki "barışçıl!" ama adil mi?

Bu arada Devletin yeni efendilerinin tavır ve bakışları biraz değişti; bunu da dikkate almak gerekmiyor mu?

Değişen tavırlardan biri şu; "sana karşı biraz haksızlık ettiğimizin, kaba davrandığımızın farkındayız, senin de bir kişiliğin gururun var kabul; ama sen de artık şu kıpraşmaktan, debelenmekten vazgeç!", "Bağlarını da çözeceğiz ama sen de kaçmayacağına, ayrılmayacağına söz ver bakalım!"

Mütecaviz bunları söyledikten sonra, kurbanın direnmesi, karşı koyması daha da anlamsız görünüyor olmalı izleyenlerin gözüne! Kürtlerin AKP iktidarıyla çatışmasına karşı söylenenlerin tercümesi biraz da bu! "Barışçıl çözüm"den kasıt da Tecavüzün ortadan kalkması, kurbanın kurtarılması, mütecavizin cezalandırılması değil "nikah altına alarak işin tatlıya bağlanması"...

Tabi bunun için de bir "rıza" gerekiyor!

"Rıza"yı kim verecek? Tabii ki kurban verecek, ama gelin görün ki kurban "rıza"sını vermeden önce bir sürü koşul öne sürüyor ve "çözümün önüne engel!" oluyor. Yani kurban, kurban olmaktan kurtulmak için verdiği koşullardan ötürü yine "suçlu", yine "sorumlu" oluyor. En azından "ne yaptığını bilmiyor!" Türk politikacıları da, düşün dünyası da ağırlıklı olarak "kurban tekmelemekten" hoşlanıyor.

Bu arada TC'nin "yeni efendilerinin", Osmanlı atalarından kalma ek bir takıntısı daha var. O da Kürtlerin kendilerine "imam nikahıyla şer'an bağlı" olduğuna inanıyorlar. Kendileri canlarına yetip ya da keyifleri esip "boş ol, boş ol, boş ol!" diye telakını vermeden Kürtlerin bağımsız olma haklarının olmadığına inanıyorlar. Komşuların dolduruşuna, mahallelinin kışkırtmalarına kanıp da kendisine diklendiklerini, evin dirlik düzenini bozduklarını, bunun için de köteği hakkettiklerini düşünüyorlar. Tabii ki kimse "evin mahremiyetine karışmamalı"ymış...

Bu "rıza" meselesi oldukça kritik bir kavram. Dünyanın bütün sosyalist hareketleri, demokrat ve liberalleri "uluslar arasında gönüllü birlikten" yana olduklarını beyan etmişlerdir. Kürt ulusu ile Türk Devleti arasındaki ilişkiyi karşılıklı hak ve yükümlülükleri belli, eşlerin kişiliklerine, iradelerine saygılı bir evlilik olarak değil; vahşice işlenen bir "etnik tecavüz" olarak tanımladığımı söyledim. Burada gönüllülüğü tartışmanın "abesle iştigal"dir.

Peki "rıza"ya dayalı bir tecavüz olabilir mi?

Çok güncel bir dava olarak Türk Yargıtay'ı 13 yaşındaki N.Ç adlı kız çocuğuna tecavüz eden kişiler hakkında ceza indirimi yapan mahkeme kararını onayladı. Mahkeme tecavüz konusunda "rıza"yı tartışmamış ama "alı koyma" konusunda çocuğun kemik yaşının 14'ü geçmesinden dolayı kızın rızasının geçerli olduğuna hükmetmiş. Bu karar kamuoyunda epey tepki topladı. Bu hukuk zihniyetini pek yadırgadığımı söyleyemem. Çünkü onları çok iyi tanıyoruz. Sonuçta onlar, teşbihten de öte bir gerçeklik olan "Kürt toplumuna etnik tecavüz" suçunu bir dava olarak bile gündemlerine almıyorlar; mütecavizin bir "devlet" olarak buna hakkı olduğunu söylüyorlar.

Modern dünyanın, biraz insaf ve vicdan sahibi olması beklenen demokrat kamuoyunun ise bu "etnik tecavüz" karşısındaki "rıza"yı tartışmak ve ya "nikah altına alıp işi" örtbas etmek arasındaki duruşları sadece kurbanın [burada Kürt toplumunun] güven ve duygularını parça parça etmekten başka bir işe yaradığını görmemeleri ne acı!..

BM, AB, NATO... vb.. vb.. uluslararası kurumların bu tecavüz karşısındaki tavırlarının adı ne olabilir acaba?

Recep Maraşlı

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.