somurgeci isgalci turk devlet geleneginin tipik kendini disavurma kendini kitlelere benimsettirme programlarina endeksli Amet Altan (KISACASI TARAF GAZATASI! OLARAK DA OKUNABILIR) one surulerek verilen mesajlar irdelenmelidir!
Ahmet Altan'in somurgeci ikçi devletinin Kurdistan Ulusal Kurtulus Mucadelesini bogmak,
gelismekte olan anti-somurgeci demokratik mucadelesini kotrol altina almak, hedefinden sasirtmak ve kendi somurgeci isgalci sistemine baglamak, entegere etmek için piyasaya surdugu APO sifatli Abdullah Ocalan'i Nelson Mandela'ya benzetirken bu yaziyi yazabilecegini dusunmemis olacakki, veya dun ne dedigini unutup kendinden geçmiscesine kendi (gerek ulusal kimliginin) gereksede devlet aygiti olarak devlet karekterinin ruh haliyle paralel bir sekilde bu sefer Kurdleri de kendi kimligi ve ordusu gibi kirletmek için IRKÇILIK la suçluyor!!!
kendi pisligini Kurlere de bulastirmak istiyor.!!
isin ilginç tarafi kurdistaní oludugunu soyleyen bazi sitelerde de hiç bir mudahalede bulunulmadan oldugu gibi kurdistan kitlesine sunuyorlar!
sanki sallaxanaya bok yetistiriyorlar!
Irkçi sensin ulan diyecek basiretleri mi yok, yoksa hafizalari mi kayma yapmis?
anlamak zor...
"Güç, olgunlukla, tevazula, hakkaniyetle taşındığında “saygıdeğer” olur, bir kibre büründüğünde, hakkaniyetten uzaklaştığında zorbalaşır.
Biz “entelektüel” gücü pek bilmeyen, güç dendiğinde “kalabalıkların” ve “silahın” gücünü tanıyan, yüzyıllarca sürmüş bir eziklikten sonra “güç” sahibi olabilmiş insanların “zorbalığını” gücün tek göstergesi olarak kabul etmiş bir toplumuz.
Bu zorbalığa “biat” etmiş, zorba “bizden” olduğunda hayran olmuş, kendi zorbamızı yüceleştirmiş bir anlayıştan geliyoruz.
Güç hele “silahtan” kaynaklanıyorsa, o güçten duyduğumuz korkuyla hayranlığımız iç içe geçer.
Bu korkuyla ve hayranlıkla kuşatılan “güçlülerde” ise silahın kibri neredeyse sonsuzdur, kendilerini her türlü zaaftan ve eleştiriden azade görürler, en küçük eleştiri bile öfkelendirir onları.
Onlar kadar, onların taraftarları da bu zorbaca kibri paylaşırlar.
Bu konuda Türk ve Kürt hiç fark etmez.
Aynı zavallı geleneğin çocuklarıdır.
Orduyu eleştirdiğinde Türkler, PKK’yı eleştirdiğinde Kürtler kızar.
Benzerliklerinin farkında bile değillerdir, bir Kürt “siz PKK’yı orduyla bir mi tutuyorsunuz” diye hiddetlenirken, bir Türk de aynı cümleyi kelimelerin yerlerini değiştirerek söyler, “siz orduyu PKK’yla bir mi tutuyorsunuz?”
Silahın kibrini paylaşmaları ve işledikleri cinayetler açısından, evet, onları bir tutuyorum.
Ordu, binlerce insanı sokaklarda ensesinden vurdu.
PKK, aynı yöntemi uygulayıp, ev aramaya çıkmış bir çavuşu sokak ortasında ensesinden vurarak daha yeni öldürdü.
Kendi “içlerinden” insanları da aynı hoyratlıkla öldürdüler.
Vurulan, öldürülen generallerin, albayların, yüzbaşıların, binbaşıların hesapları yeni yeni soruluyor, mezarlar açılıyor.
PKK’nın “kendi kadroları” arasında yaptığı “temizliğin” sayısı ise bilinmiyor, “işbirlikçi” diye kurşuna dizilen üniversiteli çocukların hikâyesi bütün Kürtlerin bildiği ama Türklerle asla paylaşmaya yanaşmadığı bir sırdır.
Fevkalade “ırkçı” bir sırdaşlıktır bu, bence utanç vericidir.
“Benden olanın hatasını, kusurunu örteyim, düşmana koz vermeyeyim” anlayışının bizzat kendisi Türklerle Kürtlerin “düşmanı” olmuştur, inandıkları, benimsedikleri, hayran oldukları “silahlılarını” kirletmiştir.
Bu zavallı ırkçı hastalık nedeniyle “silahlılardan” hesap sorma alışkanlığı yoktur burada, Taraf gazetesi çıkana kadar Türk medyası orduya hesap sormayı aklından bile geçirmedi.
Kürtler ise PKK’ya hâlâ hesap soramıyor, bunun bir nedeni can korkusuysa, bir nedeni de “ırkçı” sırdaşlıktır işte.
Şimdilerde ordudan hesap sorulur oldu, “ordunun karakol baskınlarında şike yaptığının” ortaya çıkması kolaylaştırdı hesap sorulmasını.
Bu gelişme, ordunun denetlenmesine yol açtı.
PKK ise hâlâ Kürtler tarafından denetlenemiyor.
Biz Dağlıca’nın, Aktütün’ün, Hantepe’nin hesabını orduya sorduk ama Uludere’nin, Amanos zeytinliklerinin, Dörtyol’un hesabını sorabilecek bir babayiğit Kürt henüz çıkmadı, kolayca çıkar mı onu da bilmiyorum.
Eski sol fraksiyonlarda da çok sık rastlanan, “mücadele sırasında eleştiren haindir, işbirlikçidir” propagandası da hâlâ ürkütüyor Kürtleri.
Ama bu anlayış kırılacak, ordunun hesap vermeye başlaması, kaçınılmaz olarak sonunda Kürtlerin de PKK’ya hesap sormasına yol açacak.
Kürt “vicdanı” da ağır ağır da olsa harekete geçiyor.
Son olarak biliyorsunuz, Kandil bombardımanı sırasında çoğunluğu çocuk “yedi sivil Kürt” öldürüldü, PKK, onların Türk uçakları tarafından öldürüldüğünü açıkladı.
Ardından Genelkurmay, “Biz vurmadık, bizim bombalarımız sekiz metrelik bir çukur açar, o Kürtlerin içinde vuruldu arabanın çevresinde öyle bir çukur yok” dedi.
PKK’nın uzun süre sessiz kalmasından sonra ROJ TV “yeni resimler” yayınladı, bu resimler, arabanın virajlı bir dağ yolunun üst kısmında vurulduktan sonra aşağıya uçtuğunu, onun için etrafında “çukur” bulunmadığını gösteriyor.
Genelkurmay’ın bu “mantıklı” açıklamaya bir cevabı var mı, yoksa yedi sivili vurduğu halde bize yalan mı söylüyor?
Yedi sivilin vurulması, bizim gazetelerin geleneksel tavrı benimsenerek sessizlikle karşılanamaz, bu açıklığa kavuşacak ve yedi insanı paramparça eden bunun hesabını verecek.
Silahın kibri, tehditkâr yalancılığı, zorbalığı bitecek bu ülkede, tabii “vicdansız ve ırkçı” sırdaşlık da bitecek.
Her hatanın hesabı sorulacak, silahlılar hesap vermeye, “taraftarlar” vicdanlarının sesini duymaya alışacak.
Şimdi Genelkurmay’dan cevap bekliyoruz, o çocukları kim vurdu?
Kim, nasıl öldürdü o yedi masum insanı?"
Ahmet Altan/Taraf
Ahmet Altan egemen ulus "aydin"i "yazar"i maskeli Kemalisttir!