بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Hak Hukuk Adalet ve Güç

Hak, hukuk, adalet dilimizde düşmesede herkes için genel bir uygulaması olmadığını herkesten çok biz Kürdler biliriz. Hak, hukuk ve adaleten pay alabilmek güçlü olmaktan geçiyor. Ne kadar gücün varsa o kadar hak, hukuk, adalet payına düşer.

Bunun yanısıra dünyaya şekil verenlere siyasal olarak uzaklık ve yakınlık belirleyici bir etken olduğuda unutulmamalıdır.

İster dünya geneline, ister Ortadoğuya bakın. Hak, hukuk ve adalet dağıtıcıların kıstas aldıkları çıkarları olduğunu görürsünüz. Her ne kadar olaylar izah edildiğinde “evrensel“ kurallardan bahsedilsede bu kuralların kimin lehine işletildiğini görmek zor değildir.

Nasıl oluyorda, “herkes için geçerli evrensel kurallar“ nüfuzu 50 milyonu bulan bir millet olan Kürdler sözkonusu olduğunda geçerliliği birdenbire ortadan kalkıyor?

Bakın yaşadığımız coğrafyada Kürdistan sorunu benzeri İsrail-Filistin sorunu var. Tüm dünya buna kilitlenmiş. Kürdistan sorunu ise kimsenin umurunda bile değil. Kuşkusuz bunun sayısız nedeni var. Başta Kürd siyasetine hakim olan siyasi yapılanmaların Kürd millet haklarından çok uzak bir yerde seyretmeleridir. İkincisi Kürdistan'a dayatılmış statükonun dünyaya şekil verenlerin çıkarına cevap veriyor olmasıdır. Sorun bu olunca bir türlü çözüm masasına gelmemektedir.

Ama İsrail-Filistin sorunu böyle midir? Değildir. Çünkü her iki tarafın sahipleri vardır. Dahası heriki taraf haklarının takipcisidirler. Hiçbir taraf bir diğerine sorunumuzu çözün diye yalvarmiyor. Varsa bir sorun bunu birlikte çözeceğiz diyorlar. Hiçbir tarafta hayır sadece ben tek yanlı çözeceğim deme hamlığını yapmiyor. Birbirlerinin varlığını kabullendikleri içindir ki, sorunun çözümü için “Doğrudan Görüşmeler“ başlatıldı.

Peki bizde böyle midir?

Türkiye bir bütün olarak Kürdleri yok sayıyor. Sorunu sadece tek başına ben çözerim diyor. Şu an Kürd siyasetine hakim olan siyasi yapılarda he vallah Anayasanıza şu maddeyide eklerseniz bu sorunu çözersiniz diyor. Bu mantıklarla sorun çözülür mü dersiniz? Çözülseydi çoktan çözülürdü.

Kürdler düşüne dursun İsrail başbakanı Netanyahu ve Filistin Yönetim Başkanı Abbas Perşembe günü ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile yapılan bir görüşmeyle doğrudan barış görüşmelerine Hamas terörü gölgesinde başladı.

Açılış konuşmasında ABD Dışişleri Bakanı Clinton; “İkinizin bu barışı sağlıyacak liderler olduğunuza eminim. ABD elinden gelen herşeyi yapacaktır” dedi. Bölge halklarına hitaben, “Burada liderleriniz oturuyor. Fakat barışın olup olmayacağı size bağlı. Sizin desteğinize ihtiyacımız var. Barış getirmek için inanan şehirde her sokakta her köşede başında inanan birisinin olması lazımdır. Siz olmadan barış olmaz diye açıklamada bulundu.“

Temeni hoş. Fakat bu nafile.

Bilindiği gibi görüşmeler daha başlamadan Hamas'ın Suriye'de yaşayan lideri Halid Meşal, yasadışı ilan etti.

Görüşmeler devam ederken de, El-Fetih liderlerinden Dahlan, Washington'da devam eden görüşmelerin başarıya ulaşamayacağı, zira ABD'nin İsrail yanlısı olduğunu söyledi. Ve hatta daha ileri giderek Mahmut Abbas'ın görüşmelere Arap Ligi'nin isteği üzerine gittiğini ve kendi arzusuyla gitmediğini söyledi.

Bundan öte masada epeyce sorun var.

Bunların en zorları:

1- Sınırlar
2- Filistin ve İsrailli mültecilerin konumu
3- Kudüs’ün statüsü
4- Yahudi yerleşimcilerin Batı Şeria’daki konumu

Bu hayati konularda taraflar ne kadar taviz verirler belli değil.

Verseler bile bunun fiiliyata ne kadar uygulanabilirliği kara kara düşünülmektedir.

Çünkü Filistin bugün fiilen ikiye bölünmüş durumdadır.

Mahmat Abbas'ın başında bulunduğu Filistin Özerk Yönetimi ile Halid Meşal'ın lideri olduğu Hamas'ın kanlı bıçaklı olduğu ortadadır. Birbirlerinin otoritesini tanımadıkları gibi birinin yapacağı anlaşmayıda diğeri kabullenmemektedir.

Bu nedenle Mahmut Abbas'ın Netanyahu ile imzalayacağı bir anlaşmayı Hamas kabul etmiyecektir.

Ve böylece anlaşma fiilien geçersiz kılınacaktır.

İran, Suriye ve Türkiye bu konuda Hamas'ı desteklemektedir. Anlaşmanın olmaması ve olsa dahi geçersiz kılınması için Hamas yönlendirilmektedir.

Türkiye bu konuda özel bir çaba sarfetmektedir. İsrail-Türkiye ilişkisi giderek gerilmektedir. “Gazze seferi“, Mavi Marmara Gemi operasyonu ve sonrası gelişmeler daha sıcaklığını kururken karşılıklı hamleler devreye girmiş bulunmaktadır.

Türkiye, 11-22 Ekim tarihleri arasında “Anadolu Kartalı Tatbikatı“nı yapacak.

Birçok ülkeyi tatbikata katılmak için davet etti.

Fakat İsrail tatbikata davet edilmedi.

Davet edilen ABD tatbikata katılmayı ret etti. Her ne kadar ABD Hava Kuvvetleri katılmama gerekçesini “başka önceliklerimiz var“ desede aslında nedeni İsral'in davet edilmemesidir.

Türkiye'nin İsrail'i davet etmemesi kendine göre İsrail-Filistin Doğrudan Görüşmelere davet etmemesine misilemeydi.

Ama ters tepti.

ABD bu konudaki tepkisini her platformda göstermeye devam ediyor.

Yediot Ahronot gazetesinin geçtiği habere göre; “ABD'ye yollanan Türk heyeti ABD'li kıdemli yetkililerle Obama'nın talimatı dolayısıyla görüşememiş, Obama G-20 zirvesinde Erdoğan'a oldukça soğuk davranmış, ikilinin buluşmasına Obama bilerek geç kalıp ortak basın duyurusu yapmayı reddetmişti.“

Türkiye boyunu aşan işlere soyunursa olacağı buydu.

Bundan önce yapılan tatbikata İsrail davet edilmesine rağmen Türk hükümetinin son bir kararıyla davet iptal edilmişti.

Türk Başbakanı Erdoğan, bu kararı “Gazze'yi bombalayan uçakların Türkiye semalarında uçmasına izin veremeyiz bu halkın isteğidir“ demişti.

Erdoğan'ın bu demecinden sonra ABD, İtalya ve Yunanistan tatbikattan çekildiklerini açıklamışlardı. Bu sene Türkiye'nin bu tutumu karşısında kaç devlet daveti geri çevirir merak konusudur.

İsrail-Türkiye arasında elense çekmeler sadece buda değil.

İsrail-Filistin Doğrudan Görüşmelerin başlamadan iki gün önce, yani salı günü Hamas üyesi dört terörist Ramallah civarında yolda seyir halinde olan bir arabayı taradı. Dört sivil yaşamlarını kaybetti. Bunlardan biri hamile bir kadındı. Ardında da altı çocuk yetim bırakarak.

Çarşamba geceside aynı yol güzergahında yine bir arabaya açılan ateş sonucu biri kadın, biri erkek olmak üzere iki İsrailli yaralandı.

Barış görüşmelerine karşı çıkan Hamas, iki terörist saldırı sorumluluğuda üstlendi.

AB Dışişleri Bakanı Catherine Ashron, " Bölgedeki barışa karşı çalışan unsurların bu süreci baltalamalarına izin verilmemelidir" dedi.

Filistin Özerk Yönetimi, Hamas'a karşı operasyonu başlattı. Birçok Hamas üyesi ve taraftarı gözaltına alındı. Operasyonlara devam edileceği açıklandı.

ABD, AB, Filistin Özerk Yönetimi, Ürdün, Mısır, Vatikan ve birçok devlet ve uluslararası kuruluş bunu kınarken Türkiye, Hamas'ın gerçekleştirdiği ve üslendiği bu terörist eylemleri kınamadı.

Hemde Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi Başkanlığını sürdürdüğü ve bu sıfatla yakında başlayacak “Terörizmle Mücadele Konferansı“na başkanlık yapacağı bir dönemde.

Düşünün!

İsrail gibi bir ülke karşısında bunu yapan bir Türkiye bu Konferans'ta Kürdleri kim bilir kaçıncı derecede terörist sıfatlandırmasıyla cezalandırmaya çalışır.

Sahi bir millet olarak yakında başlayacak “Terörizmle Mücadele Konferansı“nda Kürdleri kim temsil edecek?

Kürd haklarını kim savunacak?

Kimse savunmayacak!

Kürdler “terörist“ damgası yemeye devam edecek ve Türklerin yaptığı tüm insanlıkdışı uygulamalarda yanlarında kar kalacak.

Haki hukuk, adalet bu mudur?

Nerede “herkes için evrensel kurallar“?

3 Eylül 2010

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.