بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 25 April 2010

“FEDERİCO GARCİA LORCA OLMAK“[*]

TEMEL DEMİRER

“Ne garip
ikindi sazlıklarında
adı Federico olmak.“[1]

Bir gün; Paul Eluard'ın, “Günleri ve mevsimleri/ düşlerimize göre/ yeniden yaratacağız,“ dizelerindeki yere varıldığında; hiç kuşkusuz anımsananlardan birisi de, mutlaka Federico Garcia Lorca olacaktır...
* * * * *
Yıllar sonra; onca acı ve zulmün ardından; İspanya'da 1936 ile 1951 yılları arasında “kaybedilen“ tam 114 bin 266 kişinin arasında Lorca da vardı. Franko'cu ölüm çeteleri tarafından 1936'da bir gün kurşunlanıp bir çukura atılan o büyük şair... (Lorca'nın Granada'da bir köyün yamacındaki zeytin ağacının altındaki mezarının açılmasıyla birlikte bugüne kadar 170 toplu mezar ortaya çıkarıldı!)
Evet, evet şair Lorca'nın kemikleri şimdi bir toplu mezarda; Granada kırlarında. Franco'nun falanj katillerince kurşuna dizilmiş ve 38 yaşında bir ağustos günü alıp götürülmüştü. Gidiş o gidiş...
“Cinayetin işlendiği yer şehrin mezarlığıydı...
Silahlarıyla, atlarıyla, kara pelerinleriyle geldiler... Ve aralarında dünya edebiyatının en önemli şairlerinden olan Lorca'nın da bulunduğu binlerce insanı katlettiler.
İspanya iç savaşı sırasında Granada kentinde sekizbin kişi kamyonlarla götürülüp kurşuna dizilmişti. 19 Ağustos'ta Lorca'yı da götürdüler... Kendi mezar çukurunu kazdırdılar ve kurşuna dizdiler...
Öldürüldüğünde otuz sekiz yaşındaydı ama olgunlaşmış, usta bir şairdi. Pablo Neruda; “Lorca'yı İspanya'nın soluğunu kesmek için kestiler. Bu ölümün duruşmasında birbiriyle uzlaştırılamaz iki İspanya vardı: Korkunç çatal tırnaklı lanetli cinayetlerin zehirli İspanya'sı ve karşısındaki İspanya: Yaşama onuru ve ruhuyla gülen, sevginin, geleceğin parıltılı İspanya'sı... Lorca'nın İspanya'sı.“ diyordu bir konuşmasında...
Evet, dünyanın en önemli sanatçılarından biri olan Federico Gorcia Lorca, gerçekleri söylediği için ölüme mahkûm edilen sanatçıları simgeleyen bir anıt gibi dimdik ayakta duruyor,“[2] diyordu A. Hicri İzgören'in Lorca için...
Turgut Uyar'ın onun için yazdığı bir şiirinde dediği gibi: “...Artık katiyen biliyoruz/ halk adına dökülen kan/ sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır, dişlerin arasında/ İspanya'da ve her yerde...“
Özetle No Passeran“ haykırışıyla faşizme karşı dövüşenlerle birlikte Lorca'nın kaleminden süzülen dizeler İspanya demektir...
* * * * *
Kolay mı? Şiirlerinde ve oyunlarında İspanya'dan beslenen bir sanatçıydı Lorca ve ölümle de çok sevdiği ülkesi iç savaşında tanıştı...
Lorca, İspanya'da, Granada eyaletinde, 5 Haziran 1898'de doğdu ve ölene kadar da o kentin, coğrafyanın kokusunu, etkisini hissetti, şiirlerinde, oyunlarında onu yazdı. Kırsal bir ortamda büyümesi, doğayı içselleştirmesi ve her defasında toplumunun folkloruna dönmesi sanatına önemli katkılar sundu. Ailesi sanatsal yetenekleri olan ve ona önem veren bir aile olmasına rağmen, ileriki yaşlarda müzisyen olmasını engelledi. Lorca daha çocukluk yıllarında daha sonra şiirlerine önemli bir altyapı oluşturacak olan onlarca halk türküsünü ezbere biliyordu. Bu yıllarda çevresini saran insanlar ve doğa, geleceğin şairi ve oyun yazarının duyguları üzerinde silinmez izler bıraktı. “Kırı çok severim. Bütün duygularımla ona bağlı olduğumu duyuyorum. En eski çocukluk anılarımda toprağın tadı vardı. Çayırlar tarlalar benim için inanılmaz güzellikler yarattı. Kırlardaki yabani hayvanlar, çiftlik hayvanları, o topraklarda yaşayan insanlar, bütün bunlarda, pek az kişinin fark edebileceği bir anlam var... Böyle olmasaydı Kanlı Düğün'ü hiçbir zaman yazamazdım.“
Lorca 1915 yılında üniversiteye kayboldu. Ama o okumaktan çok müzikle ilgileniyordu. Bu dönemde birinci sınıf bir piyanist oldu. Ancak ailesinin baskısıyla bir süre sonra piyanodan vazgeçti. İlk kitabı olan İzlenimler ve Peyzajlar'ı 1918 yılında yazdı. Bu kitapta eski İspanya'nın çöken şehirleri, manastırları, inişli yokuşlu platoları karşısında duygularını dillendiriyordu. Granada'nın zamane havası, koşulları sanatsal etkinliklere açıktı. Lorca da bundan oldukça yararlandı. Çeşitli sanatsal toplulukların içinde yer aldı. 1919'da Madrid Üniversitesi'nde sanatta yeniliklere açık gençlerin bir araya geldiği Residencia de Estudiantes adlı öğrenci yurduna yerleşti.
Başkentin kültür merkezi durumundaki bu büyük üniversitede ressam Salvador Dali (ki 1927'de Barselona'da sahnelenen ve ona ilk başarılarından birini getiren ’Maria Pineda' oyununun dekorlarını yapacaktır) sinema yönetmeni Luis Bunuel ve şair Rafael Alberti gibi kendi kuşağından sanatçılarla dostluklar kurdu. Ancak tam da bu dönemde onun eşcinselliği ile ilgili söylentiler yayılmaya başlayınca çok yakın arkadaşlarından bazıları ondan uzaklaşmayı seçti. Bu durum Lorca'nın o dönemlerde yazdığı şiirlere de yansımıştır. Bu dönemde yazdığı şiirlerde derin bir cinsel kırıklık, reddedilmişlik, ait olamama ve yalnızlık temel temalar, duygular olarak belirdi.
“Kokulara, gülüşlere susadım ben,/ yeni türkülere susadım,/ ayların, süsenlerin olmadığı/ ne de ölü aşkların,“ dizelerindeki üzere...
Ancak Lorca İspanya'da esas olarak 1928'de yazdığı Romancero gitano (Çingene Romansları) ile tanınmaya başlanır. Çingene Romansları'nda yer alan on sekiz şiirde, geleneksel bir edebi biçim olan İspanyol baladının eski büyüsünü çarpıcı yeni imgelerle birleştirdi. Söz konusu şiirlerde Lorca, kökleri on dördüncü yüzyıla uzanan romansları temel aldı. Bu romanslarda öykülemeden çok dramatik gerilim ön plandadır. Doğaüstü olaylar ender olarak yer alır ve gerçekçi bir yapıya sahiptirler.
“Ah çingenelerin kenti!/ Kim görür de unutur seni?/ Seni alnımda arasınlar./ Ayla kumun oyunu,“ gibi...
Çingene Romansları'nın yayımlanması Lorca'ya uluslararası bir ün kazandırdıysa da beraberinde rahatsızlıklar da getirdi. “Yaşamımın en acılı dönemlerinden biri“ dediği ve ağır bunalımlar yaşadığı coğrafyadan uzaklaşma gereği duydu. 1929-30 yıllarında ABD ve Küba'da biraz huzur ve yeni bir esin kaynağı aramaya çıktı. Ölümünden sonra 1940'ta yayımlanacak olan ’Şair' başlıklı yapıtı New York'ta şiirleri de bu geziden doğdu. Burada makineleşmiş bir uygarlıkta, yaşamın içinde ölümü görmenin dehşetini, çarpıcı bir biçimde bir araya getirilmiş katı, ürpertici imgelerle aktardı. Bu şiirlerde kafasındaki Batı anlayışına eleştirel yaklaşımlar da sunarken New York'u hayvanların can çekişenler için öldürüldüğü bir mezbahaya benzetir. Lorca daha sonra İspanya'ya döndüğünde Tamarit Divanı'nı yazdı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da bütün enerjisini tiyatroya ayırdı.

LORCA'NIN ESERLERİ
Ne Garip Federico Adında Olmak, çev: Erdal Alova, Can Yay...
Kanlı Düğün İspanyolca Türkçe, çev: Roza Hamken, T. İş Bankası Kültür Yay...
Lorca Bütün Şiirleri (4 Cilt), çev: Sait Maden, Çekirdek Yay...
Çingene Romansları/Ozan New York'ta/Bütün Şiirler 3, çev: Sait Maden, Çekirdek Yay...
Tamarit Divanı/Dağınık Şiirler (Bütün Şiirler 4), çev: Sait Maden, Çekirdek Yay...
Cante Jondo Şiiri/Şarkılar (Bütün Şiirler 2), çev: Sait Maden, Çekirdek Yay...
İlk Şiirler ’Lorca Bütün Şiirleri 1', çev: Sait Maden, Çekirdek Yay...
Seçme Şiirler, Federico Garcia Lorca, Adnan Özer, Başvuru Eserleri. Bütün Oyunları 2 Don Cristobita ile Dona Rosita, Eskicinin Tazesi, Don Perlimplin ile Belisa, Kızkurusu Gül Hanım, çev: Can Yücel, Memet Fuat, Adam Yay...
Kanlı Düğün, çev: A. Turan Oflazoğlu, İz Yay...
Bernarda Alba'nın Evi, Federico Garcia Lorca; çev: A. Turan Oflazoğlu, İz Yay...
Toplu Oyunları 1 Kanlı Düğün/Yerma/Bernarda Alba'nın Evi; çev: Hale Toledo, Mitos Boyut Yay...

Aslında Lorca ilk oyununu ’Kelebeğin Suçu' adı altında 1919'da yazmıştır. Oyun bir yıl sonra sahnelense de ilgi toplamaz. Daha sonra yukarıda da sözünü ettiğimiz ’Maria Pineda' oyunu Salvador Dali'nin dekoratörlüğünde ve İspanya'nın önemli oyuncularından Margarita Xirgu'nun oyunculuğuyla sahnelendi ve iyi bir başarı elde etti. 1931 yılında İspanya'da cumhuriyet ilan edilince Eğitim Bakanlığı, Lorca'yı 1932 yılında kurulan, gezgin tiyatro kumpanyası La Barraca'ya müdür olarak atadı. La Barraca, hükümetten ödenek alan, üniversiteli gençler tarafından kurulmuş bir topluluktu. İşte Lorca'yı büyük bir oyun yazarı olarak bugüne getiren gelişmeler de böylece başlamış oldu. Topluluk kırsal bölge insanına altınçağ oyunlarını oynadı. Bu saf seyircilerin istekliliği Lorca'nın aşk ve onur gibi bilinen temalara geri dönmesini sağladı. Bunun sonucunda Lorca bugün tiyatro sanatında bir klasik hâline gelen ve bir gazete haberinden esinlendiği ’Kanlı Düğün' oyununu yazdı. Bu oyunda, gelin, evleneceği gün, gizlice sevdiği adamla kaçar, uzundur küllenen aileler arasındaki kan davası yeniden ateşlenir. Sonunda ise iki erkek birbirini öldürür. Oyunda Lorca aşkı ve gelenekleri arasında sıkışıp kalan bir kadının trajedisini anlatırken aslında İspanya'nın kaderini de anlatmaktadır. Burada kişiler antik tragedyalarda olduğu gibi kaderin kurbanıdırlar ve başka türlü davranamazlar.
Başka türlü davranıldığında karşılarında toplumun katı kurallarını bulurlar. Kişileri ilkel tutkular ile uygarlığın amansız namus anlayışı arasındaki çatışmanın tuzağına düşmüşlerdir ve bu çatışma ölümle sonuçlanır. ’Kanlı Düğün', Buenos Aires'de büyük başarı kazandı. Lorca 1934 yılına gelindiğinde, hayatta olan en büyük İspanyol şairi ve oyun yazarıydı artık. Aynı yıl ’Yerma' adlı oyununu yazdı. Yerma, kocasının veremediği çocuklar için yanıp tutuşan, yasadışı yollardan döl alamayacak kadar da törelere bağlı bir kadının dramıdır. Bu oyunda da ahlâk kuralları, töreler ve arzuları arasında sıkışıp kalmış kadının trajedisi söz konusudur. Yerma çocuk doğuramadığı için kendini eksik ve kusurlu görür. Çorak toprak gibidir. Kendi doğasıyla çatışmak zorunda bırakılan Yerma'nın aklını yitirmesi kaçınılmazdır. Hemen bütünü düzyazı biçiminde olan ’Bernarda Alba'nın Evinde'yse despot anneleri tarafından zorlu bir yas evinde tutulan, kin ve şehvet duygularıyla yanıp tutuşan dört kız kardeşin hikâyeleri anlatılır. Lorca'nın karakterleri, tabiatın karşı konulamaz temel güçleri olarak gördüğü doğa yasasıyla toplumsal normlar arasında sıkışıp kalmıştır ve arzularını gerçekleştirmeye kalktıklarında katı kurallarla karşılaşırlar.
1936 yılında İspanya'da iç savaş başlayınca Lorca, “Bütün tarlalar cesetlerle dolacak. Ben Granada'ya gidiyorum“ diyerek Madrid'den ayrılıp Granada'ya gitti. Şiirlerinde ve oyunlarında sık sık dillendirdiği ölüm onu burada buldu.
“Hançer/ giriyor yüreğe/ saban demiri nasıl girerse/ toprağa“ diyen Lorca, 19-20 Ağustos 1936'da General Franco'ya bağlı faşist yönetim tarafından yargılanmaksızın kurşuna dizildiğinde henüz otuz sekiz yaşındaydı. Öldürülme nedeni olarak da sivil muhafızlar için yazdığı şiir gösterildi: “Karadır atları, kapkara/ nalları kapkara demir/ pelerinlerinde parıldar,/ mürekkep ve mum lekeleri/ hepsinin de kurşundan beyni/ yoldan aşağı çıkageldiler/ o çılgınlar, o gececiler/ boğdular geçtikleri yeri...“
Delik deşik bedeni bir gün sonra yol kenarında bulundu. Ölüm tutanağında ise şunlar yazılıydı: “Savaşın doğurduğu yaralar yüzünden ölmüş olup, cesedi 20 Ağustos'ta Viznar Alfacar yolu üzerinde bulunmuştur.“[3]
* * * * *
Yıldırım Türker'in ifadesiyle, “Lorca'nın faşistlerce öldürülüşü, katiller iktidarı tarafından özellikle puslandırılmış, tarihe mahcup bir dille kaydı düşmüş.
Oysa Lorca faşistlerce elbette ölümü çoktan hak etmişti.
Dünyayı eşsiz ihtişamlı şiiriyle şehvete boğuyor; insanları kışkırtıyor; aşkı odağa yerleştiriyor; insan olmanın sarhoşluğunu yansıtıyordu.
İspanyolca, onundu. Faşist iktidarın dayanamadığı öncelikle buydu. Dilin üstünde gediksiz bir iktidarı hedefler faşizm.
Üstelik Lorca, ’Bu dünyada her daim hiçbir şeyi olmayanların yanında olacağım; kendilerinden o hiçbir şeye sahip olmamanın huzuru bile esirgenen insanların yanında' diyordu.“[4]
Lorca'nın katli, bir kez daha herkese faşizmin ne olduğunu anlattı/ öğretti...
Kolay mı? “Sanatçı halkıyla gülmeli, halkıyla ağlamalıdır,“ derdi Lorca. Onun lirik, çok sesli, çok renkli aykırı bir sesi vardı. Hem tiyatrocu, hem müzisyen hem de şairdi. Her konuyu cesaretle işlerdi. Toplumsal, ahlâki değer yargılarına karşı çıkmıştı. O, kutsal konuları, dini inançları cesaretle eleştirirdi. Emekten yana işçilerden yana, komünistlerden yana açıkça tavır koymuş ve bu yüzden de faşistler tarafından kurşuna dizilerek öldürülmüş ve “Ayağı çarıklılar hepiniz buraya gelin, hanımefendi kürkten bir elbise mi giyiyorsunuz lütfen dışarı,“ diyen bir şairdi O...[5]
O Lorca ki, bir dostuna şöyle diyendi: “Ama ne diyeyim sana şiir üzerine? Ne diyeyim bu bulutlar, bu gökler üzerine? Görmek, görmek, görmek onları, görmek onu, işte o kadar...“
Ve Lorca için ölse dahi, balkon kapısının açık kalması yeterdi, şiirle buluşmaya: “Ölürsem/ açık bırakın balkonu/ Çocuk portakal yer/ (balkonumdan görürüm onu)/ Orakçı ekin biçer/ (balkonumdan duyarım onu)/ Ölürsem/ açık bırakın balkonu!“
* * * * *
’Kaçışa Gazel' başlıklı dizelerinde, “Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi/ Birçok kere yitirdim denizde kendimi./ Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,/ Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri,“ diye haykıran Lorca'ya dair söylenenlerden en yerli yerine oturanı, belki de Ataol Behramoğlu'nun, “ “İspanya'yı bir kere daha öldürdüler/ Ve öldürmekteler ve öldürmekteler ve öldürmekteler/ Lorca kurşuna dizildi bir kere daha/ Yaşamak neye yarar/ Neye yarar, dövüşen arkadaşların/ Omuz başında yer almadıktan sonra,“[6] dizeleridir...
Ve bir şey daha: Lorca'nın İspanyası'nı ise, tamı tamına, “Kan rengi bir ağaç varsa İspanya'da/ Hürriyet ağacıdır'/ Susmayan bir ağız varsa İspanya'da/ Hürriyeti haykırır'/ Bir bardak saf şarap varsa İspanya'da/ Milletin olmalıdır,“ dizelerinde Paul Eluard anlatır...

N O T L A R
[*] Patika, No:69, Nisan-Mayıs-Haziran 2010...
[1] Federico Garcia Lorca.
[2] A. Hicri İzgören, “Bir Ağustos Şafağında“, Esmer, No:54/9, Eylül 2009, s.7.
[3] Abidin Parıltı, “İspanya'nın Dünyaya Üflediği Soluk“, Radikal Kitap, Yıl:5, No:307, 2 Şubat 2007, s.10.
[4] Yıldırım Türker, “İkindi Sazlıklarında Adı Federico Olmak“, Radikal, 11 Ekim 2008, s.4.
[5] “Federico Garcia Lorca“, Önsöz, No:XII, Güz 2008, s.65-66.
[6] Ataol Behramoğlu, İki Ağıt, Everest Yay., 2007.

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.