İSTANBUL / Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Diyarbakır'ın inisiyatif almasını isteyerek “Böylece Kerkük, Diyarbakır'ı arkasından değil, Diyarbakır Kerkük ve Erbil'i arkasından sürüklemelidir“ dedi. Öcalan Kürtlerin birliğini istediğini belirterek , “Biz Lozan'ı güncelleyerek İkinci Lozan'ı hayata geçirmeliyiz. Benim Misak-ı Milliyle anlatmak istediğim tüm parçalardaki Kürtler arasında gönül ve dostluk bağının kurulmasıdır“ diye belirti. Erdoğan'a seslenerek diyalog yolunun açılmasını isteyen Öcalan, “Ben otuz yıldır Türklerle en yoğun mücadeleyi verdim. Ama ben Türk ve Kürt savaşının sonuç vermeyeceğini biliyorum“ ifadesini kullandı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları ile Çarşamba günü yaptığı haftalık olağan görüşmesinde, tutukluluk koşulları, savunmalarının içeriği, tarihsel ve güncel gelişmeler ile kendisine yönelik eleştiriler konusunda önemli değerlendirmelerde bulunduğu öğrenildi.
KIT İMKANLARDA ÇÖZÜMLEME YAPIYORUM
Tutukluluk koşullarına ilişin, “Radyom hala hışırtılı, gazeteleri de gecikmeli olarak, verdiklerinde de kesilerek anlamsız hale getirilerek veriliyor“ diyen Öcalan, savunmalarının AİHM'e ulaşmasının da kendisini rahatlattığını belirtti.
Öcalan savunmaları konusunda şu ifadeleri kullandı: “Savunmalarımın AİHM'ne ulaşması beni rahatlattı. Benim için bu sağlığımdan daha önemliydi. Önemli olan savunmalarımın toplumda anlam genişliği yaratmasıdır. Ben elimden geldiğince anlam genişliğini yaratmaya çalıştım. Bir insanın yoğunlaşabileceği en üst seviyede yoğunlaşarak yazdım. İsimlere, kavramlara çok takılmamak gerekiyor. Konfederal sistem, komünal sistem veya başka bir şey de denilebilir. Ben bu savunmada içeriği verdim, önemli olan da budur. Bu savunmamda ayrıntılı olarak içeriğini anlattım. Savunmalarımı devlet de iyi inceledi. Buna karşı her türlü tedbirini aldı. Mesela Taraf Gazetesi'ni bakabilince görüyorum ki; Taraf Gazetesi Sol liberal bir parti gibi davranıyor, sistemi çözmüş, sürekli eleştiriyor. Bunu gazetelerinden anlıyorum, okumak yetmiyor, arka planını da görmek gerekiyor. Ben burada kıt imkânlarda çözümlemeler yapıyorum. Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi kitabı, Ergenekon İddianamesi bana verilseydi, bunları görüp inceleyebilseydim daha içerikli çözümlemelerim olurdu. Ama bu kıt imkânlara rağmen güçlü çözümlemeler yapabiliyor, yaşananların arka planını görebiliyorum.“
400 YILLIK KAPİTALİST DÜŞÜNCENİN DIŞINDA YENİ ŞEYLER SÖYLÜYORUM
“Ben savunmamı hazırlarken Hegel'i de Kant'ı da, Carl Schimit'i de iyi okudum. Kant bilindiği gibi bir hukuk filozofudur“ diyerek bugünkü dünyanın anlaşılması için Hegel'in iyi okunması gerektiğini kaydetti. Öcalan şöyle dedi: “Bugünkü dünya anlaşılmak isteniyorsa Hegel iyi okunmalıdır. Çünkü Hegel, modern düşüncenin babasıdır. Ama ben onun gibi düşünmüyorum. Şimdi daha iyi anladım. Benim düşünce sistemim onu aştı. Dörtyüz yıllık kapitalist düşüncenin dışında yeni şeyler söylüyorum. Kamuoyunda da ulus-devletin yumuşatılması tartışılıyor. Savunmalarımın anlaşılması benim için önemlidir. Bize yakın, beni takip eden çevrelerin yapacağı en iyi şey, savunmalarımı okumaları, iyi anlamaları ve anlayış gösterebilmeleridir. Anlayış ve öngörü çok önemlidir.“
KRİZ TEKELLERDEN KAYNAKLANIYOR
Dünyada yaşanan ekonomik krizi değerlendiren Öcalan, şu tespitlerde bulundu: “Ekonomik kriz var diyorlar. Bu kriz neden kaynaklanıyor? Kriz, tekellerden kaynaklanıyor. Ben tekellere karşıyım. Bir tekel demek on binlerce işsiz demek. Her gün gazetelerden radyodan takip ediyorum, bir günde elli bin insan işten çıkarıldı, deniyor. Bu işsizlik demektir. Bir karıncanın işsizlik sorunu yoktur, nasıl oluyor da insanlar işsiz kalıyor! Aslında bu sorunların temeli iyi görülürse işsizlik sorunu üç ayda beş ayda çözülür. Ekonomi eşittir kadındır. Ama şimdiki sistem ekonomiyi kadının elinden almıştır, kadın üretimden uzaklaştırılmış, eve hapsedilmiştir. Oysa ekonomi kadının işidir. Yetmiş yaşında adamlar çıkıp, ekonomiyi değerlendiriyor. Yetmiş yaşında adam ekonomiyi nasıl çözer! Bu adamlar zaten tekellerin çıkarlarına hizmet ediyorlar, tekelleri güçlendiriyorlar. Bunlar ne anlar ekonomiden! İşte görüyorsunuz evde çoluk-çocuk herkes aç.“
ÇÖZÜM İÇİN KADIN AKADEMİSİ
Diğer çoğu açıklamalarında olduğu gibi bu kez de kadın sorunlarına değinen Öcalan çözüm için de yeni bir öneride bulundu: “Toplumda hiçbir sorun çözülmemişken kadın sorunu, eğitim sorunu, işsizlik sorununu çözmek dururken, bir de evlilikten bahsediyorlar. Oysa evlilikle kadınlar bu sorunların bin katı fazlasını yaşıyor. Namus adına öldürülüyor, dövülüyor, sövülüyor. Yine de bir kadın çıkıp ’biz bu sorunları tartışalım, çözelim' demiyor. Oysa bu, yurtseverliğin de bir gereğidir. Çözüm için Kadın Akademisi öneriyorum. Bu konuda yapılanlar çok yetersiz kalıyor. Kadınların onlarca, binlerce sorunu var. Bunu ancak akademiyle çözebilirler. Bir kahvehaneyi, bir binayı, bir alanı alıp orada günlerce tartışabilmeli ve çözüm üretebilmeliler. Buralarda işte namus cinayetleri var, dövülüyoruz, sövülüyoruz, buna çözüm geliştirmeliyiz, demelidirler.
DİYARBAKIR'I ANLAMIYORLAR
Demokratik Toplum Kongresi'ni de bu nedenle önemsediğini ifade eden Öcalan, “Özellikle Diyarbakır için belirtiyorum. Diyarbakır'ın onlarca sorunu var. Bu Kongre çerçevesinde tüm sorunları günlerce, bir çözüm buluncaya kadar tartışmalıdırlar. Bu Kongre süreklileşmelidir. Bu iyi işletilirse sorunlar çok daha kolay ve zamanında çözülür. Diyarbakır'dan söz ediyorlar ama Diyarbakır'ı anlamıyorlar“ diye belirtti.
BİR GÜL KADAR ÖZSAVUNMA HAKKIMIZ YOK MUDUR?
Gül üzerine de çarpıcı değerlendirmelerde bulunan Öcalan şu ifadeleri kullandı: “Yasaklanan 124 sayfalık savunmamda da değinmiştim. Gül üzerine düşündüm. Gül, kendini korumak için diken çıkarıyor. Buna Gül Teorisi diyorum. Bir Gülün, bir bitkinin bile öz savunması vardır. Özsavunma için doğaya, tabiata bakmak bile yeterlidir. Bir Gül kadar bile kendimizi özsavunmaya hakkımız yok mudur? Özsavunma kutsaldır. Hatırlıyorum ben küçükken bizim köyde ihtiyar bir amca vardı, diyordu ki, ’biz kuru tahtalar gibiyiz'. Ben ’bu nasıl olur?' diyordum. Bir ağaç bile kayaları delerek kök vermekte, kendini yaşatabilmektedir. Bunun kadar da mı olamıyoruz? Bu savunmalarımda özsavunmayı da derinlikli açtım.“
DİYARBAKIR'IN PRATİK-POLİTİK DUYARLILIĞI ÇOK GELİŞKİN
İlk toplantılarının Diyarbakır'da yapıldığını anlatan Öcalan, Diyarbakır'ın önemini vurgularken şöyle dedi: “İlk toplantıyı da Diyarbakır Fis'te yapmıştık. Diyarbakır'da bir yıl memurluk yapmıştım, o taraflarda kaldım. Diyarbakır'ı anlamak için 1918'deki Diyarbakır'ın şartlarını iyi bilmek gerekiyor. 2008'i tutup geriye 1918“e götürürsek şartların çok benzer olduğunu görürüz. 1918'lerde Diyarbakır'da Kürt Teali Cemiyeti vardı. Merkezi Diyarbakır'daydı. Bu Cemiyetin bir tarafında Doğu Müdafa-i Hukukçular, diğer tarafında ise Seyit Abdülkadir ve çevresi vardı. O dönem Mustafa Kemal, Diyarbakır eşrafına mektuplar yazarak “İngilizlerden uzak durun, onlarla işbirliği yaparsanız var olan Kürdistan'ı da kaybedersiniz“ demiştir. Bunun üzerine Kürt Teali Cemiyeti ikiye ayrıldı. Bir tarafta İngilizlere yakın olan Seyit Abdülkadir ve çevresi, diğer tarafta ise Mustafa Kemal'den aslında Cumhuriyet'ten yana tavır alan Diyarbakırlılar vardı. O dönem tercihini Cumhuriyet'ten yana yapan Diyarbakırlılar bugün beni dinlemekte, benden yana tavır almaktadırlar. Diyarbakır'ın pratik-politik duyarlılığı çok gelişkindir. Diyarbakır hiçbir zaman ne kaba-kör bir şiddetten yana tavır aldı ne de ulusal iradesinden vazgeçip teslim oldu. Farklı bir yapısı vardır, iyi çözmek gerekir.“
MUSTAFA KEMAL TÜRK TOPLUMUNDAN DA GİZLENDİ
Öcalan tarihsel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde de bulundu. Mustafa Kemal Atatürk, Şeyh Sait İsyanı ve İngiliz oyunları konusunda Öcalan şunları söyledi: “Ben Şeyh Sait ve Seyit Abdulkadir'e İngiliz ajanı diyemem, demem ancak İngiliz oyunlarını görememişlerdir, İngiliz politikalarına alet olmuşlardır. Bildiğiniz gibi Seyit Abdulkadir de oyuna getirilerek İngilizlerle görüştüğünü sanırken Mustafa Kemal'in gönderdiği kendine İngiliz ajanı süsü veren şahıslarla görüşmüştü. Bu nedenle idam edilmişti. Aslında Mustafa Kemal o kadar Kürt düşmanı değildir. Mustafa Kemal gerçekte Türk toplumundan da gizlenmiştir. İzmir'deki konuşmasında Kürtler için muhtariyet düşünülebileceğini söylemiştir. İngilizler Mustafa Kemal'den intikam almaya çalışıyorlardı. İngilizler o zaman Musul Kerkük'te petrol olduğunu keşfetmişlerdi, bu nedenle buraları almak istiyorlardı.
Mustafa Kemal'in iradesi iki yerde kırılmıştır. Bunlardan birincisi Musul ve Kerkük'ün elden çıkarılmasıdır. Aslında Musul ve Kerkük'ün alınması İngilizlerin Mustafa Kemal'den aldığı intikamdır. İngilizler Mustafa Kemal'e ’Sen Samsun'a 1919'da bizim iznimizle bir Osmanlı Paşası olarak gittin ama bizim politikalarımızın ve bizim söylediklerimizin dışına çıktın' diyordu. Bunun için Mustafa Kemal'in iradesini kırmaya çalıştılar. Çünkü Mustafa Kemal İngiliz oyunlarını görüyor, bozmaya çalışıyordu. Ben de bu gün İngiliz oyunlarını görüyorum ve bozuyorum. Hatta Musul ve Kerkük'ün ayrılma sürecinde Meclisteki Kürt milletvekilleri buna karşı çıkmıştır, ’bizi bölmeyin' demişlerdir. Mustafa Kemal ’yapabileceğim bir şey yok' demiştir. Şeyh Sait İsyanı'nın çıkması da Musul ve Kerkük'ün elden çıkmasını, Kürtlerin bölünmesini hızlandırmıştır.
TANRILAŞTIRILDI
Mustafa Kemal'in iradesinin kırıldığı ikinci olay ise İzmir Suikast Olayı'dır. Mustafa Kemal bu suikastten kurtulmuş ve bunun üzerine gitmek istemiştir. Bu olayla ilgili olarak Kâzım Karabekir yargılanırken, tüm generaller sivil kıyafetleriyle duruşma salonuna gelerek, biz buradayız mesajını vermişlerdir, bunun neticesinde de yargılama düşmüş, Karabekir ceza almamış, Fevzi Çakmak'ın durumu netleşmiştir. Bu bir İngiliz tavrıydı. Zaten bundan sonra Fethi Okyar Hükümetten düşürüldü, partisi kapatıldı. Yerine İsmet İnönü getirildi. Bu şekilde Mustafa Kemal iradesizleştirilmiş oldu. Bu dönemde 1927'lerde Mustafa Kemal'in çevresi en koyu Türkçülük yapanlarla kuşatıldı. Bunların siyasal teolojisi gereği Mustafa Kemal tanrılaştırıldı, İsmet İnönü ise peygamberleştirildi! Abraham Galanti'nin siyasal teolojisi budur. Nihal Adsız'ı anlamam için tek kelime yetti. Aynen şöyle diyordu kitabında; ’Türkçülük Dehşeti' diyordu. Bu kavram onu anlamak için yeterlidir. Carl Schimit, Siyasal Teoloji kitabında, siyasal teolojiyi çok derinlikli açıyor.
PKK BAĞIMSIZ BİR HAREKET, KİMSENİN DENETİMİNE GİRMEZ
“Bunun benimle ilgili olan kısmı ne?“ diye soran Öcalan şöyle devam etti: “O dönem hayata geçirilmeye çalışılan siyasal teoloji, 1990'larda da benim üzerimden uygulanmaya çalışılıyordu. Çürükkayalar'da Şemdin'de inanılmaz bir iktidar hırsı, önderlik hırsı vardı. Ben, “neden bu kadar istiyorlar“ diye merak ediyordum, buna çok şaşırıyordum. Nedir bu önderlik merakı, biz onlarca sorunla boğuşuyoruz. İngilizler tarafından 1927'lerde Mustafa Kemal'e uygulanan siyasal teoloji 1990'larda Çürükkaya ve Şemdin onlarla bana uygulandı. Ben bu İngiliz oyunlarını gördüm, İngiliz oyunlarını bozdum, tüm bunları boşa çıkardım. Benim tasfiye kararım da ta o zamanlar alınmıştı. Doğan Güreş ’90'larda Londra'ya gitti. Ve İngilizlerden “Kürtleri ez, vur“ talimatını aldı. Bunun üzerine döndükten sonra beni sıkıştırmaya başladılar. Hatta o dönem Güney'li bazı güçler de, beni sık sık çağırıyordu. Beni kendi yanına çekmeye çalışıyorlardı. Ben de gitmiyordum. ’PKK bağımsız bir harekettir, PKK kimsenin denetimine girmez' diyordum. İttifaksa ittifak yapalım, diyordum. Ama bu onlara yetmiyordu, denetimlerine girmemizi istiyorlardı. Daha sonradan net olarak ortaya çıktı ki, bu talepleri, İngilizlerin talebiydi. İngilizlerin Ortadoğu'daki politikalarının bir gereğiydi. Ben bu politikaları bozuyordum.“
YUNANİSTAN'DAKİ YARGILAMA ÖNEMLİ
İngiltere'nin rolünü çözdüğünü ifade eden Öcalan, “İngiltere'nin rolünü çözdüm; ’90'larda İngilizler yanıma gruplar gönderiyordu. Bunu şimdi daha iyi görüyorum. Beni kendi politikalarına alet etmeye çalışıyorlardı ama ben İngiliz oyunlarını boşa çıkarıyordum. Bu nedenle ta 1990'lardan tasfiyeme karar verdiler. Avrupa'ya çıktığım dönemde ’person nan grata' ilan edilmiştim. Uçağım Yunanistan'dan Minsk'e gitmişti. Birkaç saat burada bekletildim. Hava çok soğuktu. Israrla bana inmemi söylüyorlardı. Belki de inseydim orada kalabilirdim, sonuçta asi bir devlet. Ama ben inmedim. Daha sonra öğrendik ki, NATO o akşam tüm Avrupa hava sahasını uçuşlara kapatmıştı. Sözüm ona beni Hollanda'ya götüreceklerdi. Ama biliyorsunuz Afrika-Kenya süreci devreye konuldu. Yunanistan'da dolambaçlı arazili bir yoldan gidiyorduk, araba yedi sekiz kez yolda durdu. Şoför sanki ’in nereye gidiyorsan git, seni götürmek istemiyorum' der gibiydi. Yine Yunan hava alanında araba, beni götürecek uçağa çarptı, orada da birkaç saat oyalandık. Şoför bana bir şeyler anlatmak istiyordu, beni uçağa bindirmek istemiyordu aslında. Yunan istihbaratı içerisinde beni CIA'ye teslim etmek istemeyenler de vardı. Bunu sonradan anladım. Ama ilginçtir hiç biri tek kelime bile etmedi, ama davranışlarıyla bir şeyler anlatmak istiyorlardı. Ben bunu çok sonradan anladım“ diye konuştu.
Yunanistan'daki davasına da değinen Öcalan, “Yunanistan'daki yargılama benim için de Yunan halkı için de önemli. Böylece Yunanistan içindeki kirli oyunları ve odakları da ortaya çıkarmak istiyorum. Bu komplodaki yeri daha net ortaya çıkacaktır. İşte kaç gündür Yunanistan yakılıp yıkılıyor. Bunlar birbirleriyle bağlantılı“ ifadelerini kullandı.
DİYARBAKIR İNİSİYATİFİNİ KULLANABİLMELİ
Eski Başbakan Ecevit'ten sonra kendisiyle diyalogların kesildiğini söyleyen Öcalan şu açıklamalarda bulundu: “İmralı'ya getirildiğimde bazı görüşmeler oluyordu. Buraya gelen devlet yetkilisi, ’biz bu sorunu kendi aramızda çözelim' diyordu. Ben de zaten başından beri bunu söylüyordum. Ve bazı açılımlarım da oldu çünkü çözümün gelişeceğini umuyordum. Ecevit'in tasfiyesiyle diyaloglar bir anda kesildi. Diyaloglar kesildikten sonra İngiliz oyunları yavaş yavaş ortaya çıktı. Osman, Botan onların durumu ortaya çıktı. Hepsi İngiliz oyunlarıydı. Daha sonra Erdoğan iktidara geldi. Bazı Kürt çevreler, Erdoğan'a ’Öcalan'la görüşeceksen bizden destek alamazsın' dedi. Aslında bu, İngilizlerin görüşüydü. Böylece Erdoğan'ın da bir şey yapmasına izin vermediler. Erdoğan'a sesleniyorum; Güney'li güçlere sırtını dayamakla bu sorun çözülmez.“
Öcalan Diyarbakır'a ilişkin de önemli mesajlar vererek, “Diyarbakır inisiyatifini kullanabilmelidir“ dedi. Öcalan bu konuya şöyle açıklık getirdi: “Böylece Kerkük, Diyarbakır'ı arkasından değil, Diyarbakır Kerkük ve Erbil'i arkasından sürüklemelidir. Bu da Demokratik Toplum Kongresi'nin iyi işletilmesi, güçlendirilmesi ve süreklileştirilmesiyle olabilir. Demokratik Toplum Kongresi'yle işsizlik, yoksulluk ve ekonomik vs. tüm sorunlarını tartışılabilmeli ve bu çerçevede çözüm bulabilmelidir. Sorunların çözümünü tartışmalılar ve bahara kadar somut bir proje hazırlayıp sunabilmeleri önemlidir. Bunlar yasaklansa bile çıkıp diyebilirler ki bu sorunlar bizim sorunlarımız ve biz bunları çözmek istiyoruz. Bu yurtseverliğin, vatandaşlığın doğal bir gereğidir. Biz böylece savaşa karşı siyasete bir şans veriyoruz. Bu istemlerini Hükümete kadar taşırmalılar. Anlamlı bir diyalogun önü açılmalıdır, Seçimlere de bu şekilde yaklaşmak, oylarını ve iradelerini birleştirmek hayati önemde değerlendirilmesi gereken bir süreçtir, bahara kadar olumlu bir şeyler olacağını umut ediyorum.“
LOZAN GÜNCELLEŞTİRİLMELİ
Geçen haftaki açıklamalarında Lozan ve Misakı Milli'ye ilişkin söylediklerini bu hafta da yineleyen Öcalan şöyle belirtti: “Lozan güncelleştirilmeli. Kürtler demeli ki ’biz Sevr'i kabul etmiyoruz. Kendi Lozan'ımızı yapmak ve güncellemek istiyoruz“. Biliniyor, Lozan imzalanırken İsmet İnönü, yanında iki Kürt milletvekili de götürerek, ’bunlar Kürt'tür, Kürtlerin temsilcisidir' diye tanıtmış; ’Biz sorunu kendi içimizde çözeceğiz“ demiştir. İsmet İnönü'nün yanında götürdüğü milletvekilleri Diyarbakır milletvekilleriydiler. Biz Lozan'ı güncelleyerek İkinci Lozan'ı hayata geçirmeliyiz. Benim Misak-ı Milliyle anlatmak istediğim tüm parçalardaki Kürtler arasında gönül ve dostluk bağının kurulmasıdır.
Misak-ı Milli anlayışım, İdris-i Bitlisi'nin anlayışı değildir. Ben Suriye, İran, Irak ile gönül bağı, dostluk bağından söz ediyorum. Özgünlükler korunarak birlikte yaşayabilecekleri alanlar yaratmak için söylüyorum. Demokratik Konfederal sistem dediğim de budur. Parçalar özgünlüklerini koruyarak bir araya gelip, tüm halklarla, Araplarla, Azerilerle, Farslarla, Türklerle bu temelde birlikte yaşam mümkündür. Ben gönül bağı diyorum, kötülük bunun neresinde, bölücülük bunun neresinde?“
BENİM KADAR TÜRKLERLE SAVAŞAN YOK
“Ben Kürtlerin birliğini istiyorum“ diyen Öcalan Misak-ı Milli konusundaki eleştirilere şöyle yanıt verdi: “Misak-ı Milli kavramıyla; dört parçadaki Kürtleri Türkiye sınırlarına katmak istediğimi ileri sürenlerin, Kürtleri dört parçaya ayıranların, binlerce insanın canına mal olacak Kürt-Türk çatışması yaratmak isteyenlerin canına okuyorum. Ben ne Ziya Gökalp'in milliyetçiliğine ne de İsmail Beşikçi'nin milliyetçiğine düşerim. Benim kadar Türklerle savaşan ve Türklerle savaşmayı bilen yoktur. Savaşmaktan korkmayacak biri varsa o da benim. Ben otuz yıldır Türklerle en yoğun mücadeleyi verdim. Ama ben Türk ve Kürt savaşının sonuç vermeyeceğini biliyorum. Bunun önüne geçmeye çalışıyorum. Sayın Erdoğan'a buradan sesleniyorum; anlamlı bir diyalogun yolu açılmazsa benim de önüne geçemeyeceğim sonuçlar doğabilir. Diyalog birçok şeyi değiştirebilir. Savaşa değil, demokratik siyasete şans verelim diyorum. Halkımızın, herkesin bayramını kutluyorum. Bayramın barışa, demokrasiye vesile olmasını diliyorum.“
ANF NEWS AGENCY
Mustafa Kemalı dinleyen Diyarbakirlar , bugün Apoyu diniyor!!