Aynen dediğin gib su kenarlarına gittim.
Zagroslarda da su kenarlarını severdim.
Bazen saatlerce dere kenarında oturup suyun elastik, akışkan ve gümüşi rengine dalardım.
[i][b]"Acaba diyordum şimdi ben öldüğümde benim toprak olan bedenimin atomları bu su ile beraber akıp ta nerelere sürükleyecek. Zagroslardan Basra körfezi, oradan Hint okyanusu, Atlas okyanusu...."[/b][/i]gibi düşüncelere dalardım.
Su ve sesi, bazen konuşan insanlardan ve 'önderlerden' daha bilge ve açıklayıcıydı.
Suyun içinde her şey vardır. Eğer suyun röntgenini çeken bir makine olsaydı, içindeki mikro dünyası tüm düşünsel yapımızı ve tarihi ters yüz ederdi.
[b]Biliyorum şu an bunları okurken bıyık altında gülüyorsun, haklısında 'batıl inanç' söylemler.[/b]
Ama her an öleceğin meselesi, Zagroslarda bazen insanı dünya evi işlerinden uzaklaştırıp madde ötesi deneyimlere sürüklüyordu.
Bunu sen anlamazsın, ancak yaşanarak anlaşılır.
[b]İşte bende 2 gündür Atlas okyanusu kıyılarındaydım, sahile vuran su dalgaların şeklinden ve sesinden tanıdık bir şeyler çıkarmaya ve duymaya çalıştım.[/b]
Haa, diyeceksin "bir sonuç elde ettin mi"?.
Kusura bakma oda benim özel dünyamdır açıklayamam.
Kartopu oynanmaz bu vakitte gerrilada, gerrila şimdi bir taraftan rutinleşen savaşa kendini hazırlıyor ve bu arada da yılda 2 ayda olsa doğanın sunduğu nimetleri yiyor.
Nedir bunlar mantar, kenger, sterk, siroz, şilan reçeli ve çayı......
2 ay kuru fasulyeye ve salçaya elveda.
Atlas okyanusu kıyılarındaydım