Skip to main content
Submitted by Rêvebir_D on 18 February 2015

Yabancılaşma ve kürt siyasetine etkileri:

Giriş:

Yabancılaşma sözcüğünün, ilk kez Jean Jacques Rousseo tarafından kullanıldığı söylenir.

Felsefeci Hegel ondan alarak bu terimi kullanmıştır. Daha sonra Karl Marks, Jean Jacques Rousseau ve Hegelin kullandığı bu kavramı, temeline oturtarak bilim literatürüne sokmuştur..

Karl Marks tarafından geliştirilen yabancılaşma fenomeni; 19. Yüzyıldan beri, sosyologların, sosyal bilimcilerin, psikologların, felsefecilerin ve antropologların gündemini işgal ediyor.

İçinde yaşadığımız küresel dunyada da, yabancılaşma olgusu, gelişmiş ülke üniversitelerinin tamamında önemli bir akademik alan olarak duruyor.

Karl Marks, yabancılaşmayı iki mecrada ele alır.

Birincisi; İnsanın doğa ya yabancılaşması; İnsanın doğa güçleri karşısında toplumsal -kültürel kurumlaşma yoluyla kendisine daha rahat yaşayabileceği yeni bir doğa yaratmasıdır. Ki bu doğadan kopuş olumlu bir yabancılaşmadır. Doğa olaylarını,yararlı hale getirme eylemidir.

İkincisi; Kapitalist sistemde, insanın giderek tüketim pazarında metaya dönüşerek insan doğasına, toplumuna ve kendisine yabancılaşmasıdır. Bu olumsuz yabancılaşmadır.

(Karl Marks. Alman İdeolojisi)

Marks’a göre,kapitalist sömürü sürecinde paranın tüm değerleri üstlenmesiyle, insan ikinci plana itilerek değersizleşir ve doğa dışına itilir.

Ünlü psikanalist Eric Fromm da, kapitalist üretim ilişkilerinin yabancılaşmayı doğurduğunu

kabul ediyor.

Mark, yabancılaşmayı politik ekonomi kavramlarıyla açıklarken, günümüz Fransız sosyal bilimci Baudrilliard, yabancılaşmayı sosyo- kültürel boyutuyla ele alıyor. Yabancılaşmanın, çağdaş dunyanın tüketim ağırlıklı yapısına göre şekil aldığını ileri sürüyor. Medya araçlarının etkilerini vurguluyor.

Kuşkusuz Marks ve diğer filozofların Yabancılaşma teorisini geliştirdikleri dönemde, Yabancılaşmayı yaratan ve tetikleyen üretim araçları, bugünkü gibi gelişkin ve tahrip edici değildir.

Uydu /iletişim ve bilgisayarın, nükleer enerjinin ve bio- tekninin üretim teknolojisine uygulanıyor olması, buna bağlı olarak artan tüketim çılgınlığı, her geçen gün gelişen ve çeşitleşen medya araçlarının insanları eve hapsetmesi, hızla artan insan ihtiyaçlarının giderek çılgın bir rekabete yol açması, uydu teknolojisine dayalı medya araçlarının egemen sömürgeci güçler ve hatta narko-terör örgütleri tarafından kullanılması, hatta bu uydu iletişim teknolojisinin psikolojik savaşlarda kullanılıyor olması gibi faktörler, hiç kuşku yok ki, insan davranışları üzerinde ciddi tahribatlar yaratmış ve toplumsal yabancılaşma sürecini hızlandırmıştır.

Günümüzde Sosyal bilimciler, sosyologlar, felsefe ve psikanaliz uzmanları, genel olarak bu olumsuz yabancılaşmanın özelliklerini şöyle açıklarlar.

Yabancılaşan kişi; İçinde yaşadığı topluma, doğaya ve diğer insanlara karşı kendisini yabancı hisseder.

Kişi, daha önce ilgi duyduğu şeylerden uzaklaşır.İlişkide bulunduğu insanlara karşı yabancılık hissine kapılır. Onlardan bıkar, tiksinti ve kin duyar. Bencilleşir

Bu durumda kişi; doğal ve sosyal çevresinden koptuğu için, artık adapte olduğu yeni ortama kendisini uydurma çabasına girer.O artık özne olmaktan çıkmış nesne haline gelmiştir. Pratik eylemlerini adapte olmaya çalıştığı çevrenin çıkarlarına göre düzenler.Daha önce içinde yaşadığı toplumsal çevrenin değer yargıları, kültürleri, somut özlem ve talepleri ona ters düşer.

Kısacasi yabancılaşma olayı; kişinin kendinden,sosyal çevresinden ve olması gereken doğal ortamdan uzaklaşması ve ters düşmesi durumudur.

YABANCILAŞMANIN KÜRT SİYASETİNE ETKİLERİ

Sömürge-sömürgeci ilişkilerinin hüküm sürdüğü Kürdistanda, süreklilik arzeden savaş durumu, kitlesel göçler, hızlı kapitalistleşme ve bu durumların yarattığı acımasız sömürü ve baskı ortamı,kapitlistleşmenin doğal seyrinden farklı olarak yanancılaşma sürecini hızlandırıyor. Bireyleri, içinde yaşadığı topluma düşman kılıyor.

Bu durumun siyasi hayata yansıması , vahim sonuçlara yol açacağından toplumsal muhalefet açısından üzerinde ciddiyetle durulmasını gerekli hale getiriyor.

Sömürge Kürdistanda asimilasyon amacıyla sürdürlen politikalar, doğal olarak kişiliksizleşme, soysuzlaşma, kendi halkının toplumsal talep ve özlemlerinden uzaklaşarak işgalcisine benzeme hastalığını yaratıyor.Yabancılaştırıyor.

Eğitim kurumları dışında, başta Parlamento, Kamu İktisadi Kuruluşları, Kürdistan belediyeleri ve son olarak İl Özel idareleri gibi devletin kontrolündeki sosyal, kültürel, ekonomik kurumlar, bu iş için seferber edilmişlerdir.

Devletin bu sömürgeci uygulamalarıyla kendi halkına yabancılaştırılan kişiler, bu kurumlarda mevki ve makam sahibi yapılır. istihdam edilerek iktisadileştirilir. Veya kamu ihaleleri yoluyla madden güce kavuşturularak birer siyasal aktör halinde Kürt toplumunun önüne sürülüyorlar.

Devlet yetkilileri, çoğu kez hiçbir zaman güvenmedikleri bu siyasi aktörleri, kullanım süreleri bittiğinde, devreden çekerek dönemsel koşullara uygun olarak başka yeni aktörleri yerleştiriyor..

Devletin bunlara güvenmemelerinin nedeni ; Yabancılaşmış insanların, kendilerine de uzun vadede zarar verebileceklerini hesap etmelerindendir..

Bakınız; siyasi yaşamının büyük bir kısmını Türk Parlamentosunda geçiren, bir dönem Enerji Bakanlığı da yapan ve aynı zamanda yetenekli bir diplomat olan Kamuran İnan, Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir röportajında , kendi toplumuna yabancılaşmanın, ibret verici bir örneğini gösteriyor :

Kamuran İnan, devletin hiçbir zaman kendisine güvenmediğinden dert yanarak sorulan bir soruya cevaben aynen şöyle diyor:

"1978 de Genelbaşkan adayı olduğum Adalet Partisinin büyük kongresinde, zamanın dişişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, salondaki delegelere iki genel idare kurulu listesini dağıtıp "bu liste Genel başkanın, öteki liste ise Kürtlerindir." dedi. O listenin en başında benim adım var. Özal hükümetinde iken de, işbölümü yapılırken bazı lobilere, "sakın Kamuran beye hassas şeyleri vermeyin." dedi. Meclis başkanlığı adaylığımda da önüm resmen tıkandı. Olmamam için her şey yapıldı." (Hürriyet 21 Nisan 2003.Yener Süsoy ile yapılan röportaj)

İlginçtir: Kamuran İnan, kendisine karşı gösterilen bu güvenilmez ve onur kırıcı duruma rağmen, aynı devlet kurumlarında ve aynı partide yine yıllarca çalışabiliyor. Dinsel aristokrat bir aile kökeninden gelmesine rağmen bu onursuzluk durumu içine sindirebiliyor. Kendisine onur meselesi yapmıyor. Kendi toplumuna dönmeyi asla düşünemiyor.

Çünkü; yukarıda belirtildiği gibi, kendisine ve toplumuna yabancılaşmıştır. O artık, özne değil, başkası adına nesne olmuştur. Düşmanına aşık durumundadır. Ondan kopamıyor.

Hatta; Ergenekon davasındaki dökümanlar ortaya serildiğinde, bu güvenilmez duruma rağmen derin devletin en tepesindeki gizli organ olan "Encumeni Danış" ta bile kendisine görev verilebiliniyor. Çünkü; halkına karşı kendi yeteneklerinden yararlanma durumu vardır. Muhtemelen bu organda da, önemli sırlar kendisinden saklanıyordur.

Kamuran İnan, halen de katıldığı her platform da, Güney Kürdistandaki devletleşme sürecinin Türkiye için büyük tehlike olduğunu vurguluyor. Bu duruma fırsat verilmemesini Türk devletine öneriyor. İçinden geldiği toplumdan uzaklaşmanın ve ona kin duymanın örneklerini sergiliyor.

Yine diğer bir yabancılaşma örneği Kemal Kılıçdaroğlu.

Deniz Baykala yapılan bir uçkur operasyonu sonucu CHP genel başkanı yapılan Kürt kökenli Kemal Kılıçdaroğlu nun iki dedesi de Dersim Katliamında hunharca öldürülmüşlerdir.

Kılçdaroğlu basına verdiği demeçte; "Bağımsız Kürdistan Devleti Kurulursa silaha sarılırız" diyor. Kılıçdaroğlu burada yabancılaşma belirtisi olan, kendi toplumundan tiksinti duyma, ona kin besleme refleksini gösteriyor. Bağımsızlığı kazanması halinde, kendi halkıyla savaşacağını söyleyecek kadar düşürülmüştür.

Yabancılaşma teorisi üzerinde yoğunlaşan Karl Marks, hegel veya Erick Fromm gibi bilimciler, eğer KIlıçdaroğlun’un bu refleksinden haberdar olsalardı, kuşku yok ki kendi teorilerine birinci dayanak olarak göstereceklerdi.

12 Eylül 1980 yılından beri Türk Parlamentosunda bulunan Kürt kökenli Kamer Genç in kendi halkına kustuğu kinini, bu yazımda anlatmaya gerek görmüyorum. Çünkü; onun icratları, komedyenlerin ve mizhah yazarlarının alanına girer. Muhatap almanın anlamı yok. Ayrıca mide bulandırır.

Hatip Dicle.

Yabancılaşma/yabancılaştırma uygulamalarının bir diğer örneği de Hatip Dicle olayıdır.

Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi adına yola çıkarak her seferinde onar yıl olmak üzere toplam 20 yıl hapis yatan eski DEP milletvekili Hatip Dicle, bu ağır bedele rağmen, son olarak hapisten çıktıktan sonra, tekrar milletvekili olabilme hesabıyla basına verdiği demeçte, "bizler bağımsızlığı çöpe attık" diyor.

Bu demecinden sonra devlet yöneticilerinin güvenini kazanıyor ve İmralı da Abdullah Öcalan ile görüşme ekibine dahil ediliyor.

Halbuki geçen dönemde, milletvekili seçildiği halde, devlet yetkililileri kendi yasalarını bile çiğneyerek Hatip Diclenin hukuksuz bir şekilde Parlamentoya gidişini engellemişlerdi.

Hatip Dicle, ne için hangi dava uğrunda 20 yıl hapis yattığını sorgulama gereğini bile duymuyor. 50 bin Kürt gencinin bağımsızlık için can verdiğini, 5 milyon kürt insanın yerlerinden sürülerek metropol kentlerde sefalete sürüklendiğini, onbinlerce insanın devlet güçleri tarafından faili belli şekilde infaz edildiğini görmezlikten geliyor. Bu kayıplar yokmuşçasına davranıyor. Diyarbakır Cezaevi vahşetinden çıkıp soluğu dağlarda alan ve kahramanca ölen diğer kürt direnişçilerinin gösterdiği asaleti gösteremiyor.

"Bağımsızlığı çöpe attık" derken, ayrıca arkasına dönüp mağdur ettiği onbinlerce şehit ailesinden "biz hatta ettik. Bağımsızlık iyi bir şey değilmiş. Sizin çocuklarını boşuna ölüme yolladık. Bizi bağışlayın!" deme gereğini bile duymuyor.

Bu ailelerden özür de dilemyor. Üstelik, aynı aileleri, bu karşıtına dönüşmüş sisyasetinde, tekrar kendi saflarına çağırabiliyor.

Çünkü; etrafına örülen kendi gibi yabancılaşmış siyasetçi çoğunluğunun devlet toleranslı gücünden emindir.

Burada kendi karşıtına dönüşme durumu vardır. Bir yabancılaşma belirtisi olarak önceki dönemde ilgi duyduğu şeylerden tiksinme durumu kendini gösteriyor.

Kendi toplumundan uzaklaşarak düşmanına adapte olma gayreti var.

Diğer bir garip durum ise, Hatip Diclenin içinde bulunduğu PKK çevresi, bu duruma rağmen hala diğer bağımsızlıkçı kürt örgüt ve siyasetçilerini "devlet işbirlikçisi" olarak suçlamaya devam ediyorlar.

Kuzey Kürdistan siyasi hareketinin kendisini yenileyerek, bu hastalıklı siyasetçilerin tassalutundan kurtarması umuduyla Selamlar/saygılar

17.02.2015

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.