Ünlü Alman yazar ve şair Bertolt Brecht bilmeden yapılan hata yanlışlık, bilerek yapılan hata ise ihanettir! diyerek, hata ile ihanet arasındakı farkı açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Kürtler arasındaki ihanetçileri görmek için de çok uzaklara , çok eski tarihlere geri gitmeye gerek yok. Daha dün gibi kullaklarımda çınlıyor, dokuzuncu kongrede herkes Öcalan'ın en iyi uygulayıcısı bizleriz yarışına girmiş ve kendilerini Apo'nun avukatı ve temsilcisi olan Mahmut Şakar'a kabul ettirmeye çalışıyordu. Peki neyin çabası ve neyin mücadelesiydi bu? Oysaki kongre yönetiminin çoğunluğu bizimle aynı düşünceye sahip olan, teslimiyetçi zihniyete karşı çıkan insanlardan oluşuyordu. Tabir-i caiz ise "kontrol Öcalan'ın düşüncesini benimsemeyen kesimin elindeydi!.."
Ne oldu peki? Bu güç, bu muhalif kazanımlar nasıl bertaraf edildi? Bunların hepsini bilmek Kürt Halkının en doğal hakkıdır. Öcalan ve onun kurduğu sistem Kürt Halkına öyle tehlikeli bir miras bıraktı ki, en iyi insanından en kötüsüne kadar hangi aşamada kimin ne yapacağını kestirmek ve öngörüde bulunmak imkansız hale gelmiştir. En iyi olduğunu düşündüğünüz ve çok güvendiğiniz insan, günü geldiğinde bireysel çıkarlarını herşeyin üstünde tutup, bir halkın geleceğini çok alçakça başkalarına peşkeş çekebilmektedir.
1999 da Öcalan'ın yakalanmasından sonra gerilla ''biz kaç yıldır buradayız, neden burdayız ve ne yapıyoruz'' vb. sorularını kendilerine sormaya başlamışlardı. Aslında bu, PKK içerisinde olacaklarının sinyalini çok önceden veriyordu. Bu beklentiler ve istekler, sekizinci kongreye yaklaşıldığında had sahfaya ulaşmıştı. Bu beklentiler ve arayışlar üst yönetim kadroları tarafından cevapsız bırakıldı. Alt kadrolar bu bekleti ve arayışlar içerisinde iken üst kadro ise zevk-i sefasını sürüyordu.
Sekizinci Kongrede Neler Yaşandı?
Sekizinci kongrede,
PKK'yi yeniden yapılandırma,
Savaşın durdurulması (sadece Öcalan'a bir şey olursa, savaş olur)
Sivil siyasetin hayata geçirilmesi,
Apo'ya özgürlük.
Kararlarının alınması, Osman Öcalan ve ona yakın kadronun, gerilla ile birbirine daha yakın olmasına olanak sağladı. Sosyalleşme noktasında daha ılımlı bir yaklaşım, evlilik durumunun dile getirilmesi, ilişkilerde yeni bir yaşam stratejisi, savaş alanına inilmemesi, savaş dışı kalan belli yaş üstü kesimin yeniden yapılandırılması, tam yerleşik düzene yönelik hazırlık çalışması; görünürde örgüt içi değişiklik gibi gösterilmeye çalışılsa da, işin özünde böyle bir durum söz konusu değildi. Bu sadece üst yönetim kadrosunun mevcut olan durumlarının muhafaza edilmesi ve ilişkilerinin makul gösterilmesi çabasıydı. Bunların zaten eşleri vardı, fakat kimse bilmiyordu. Bu dönemde Murat Karayılan (Cemal), Cemil Bayık (Cuma) bunlarla aynı düşünceye sahip değillerdi ve işin özünde Ferhat'ın (Osman Öcalan) ve Botan'ın (Nizamettin Taş) yaklaşımını bilmelerine rağmen sessiz kalmayı tercih ettiler.
Kongreden hemen sonra Osman PKK'nin kordinatörlerinden birisi olmasının da kendisine verdiği avantajı kullanarak bir gurup ile beraber Süleymaniye'ye, hala kimler ile ve niçin olduğunu bilmedigimiz bir görüşmeye gitti. Sonrasında ABD'li yetkililer ile görüştüğü yönünde söylentiler ortalıkta dolaştıysa da hala işin özü bilinmemektedir. Kendisi bu konuyla ilgili bugune kadar tek bir açıklama yapmış değildir. ''Minareyi çalan kılıfını hazırlar'' misali bu ekibin büyük bir kesimi olacakları önceden sezip üslenmesini bu doğrultuda Güney Kürdistan'da yaptı. Nizamettin Taş'da (Botan) Güney Kürdistan'da görevlendirildi.
Osman Öcalan sözde gittiği toplantıdan geri dönmeyip Irak'ın içinde bulunduğu savaş ortamından ve boşluktan da yararlanarak Musul, Bağdat çevresine yerleşti. Osman'ın dönmemesiyle beraber Kandil'de kalan gurubun diğer üyelerine yönelik bir operasyon düzenlendi. Temizlik hareketi adı verilen bu operasyonda Selahattin Gün, Dursun Ali Küçük, Eşref Marufi ve ben (Osman Baliç) gibi geride kalanlara karşı kişiliksizleştirme, teşir etmekler beraber fonksiyonsuzlaştırma gibi uygulamalarda bulunuldu. Bu uygulamalar gerillayı bilgilendirme çalışmaları şeklinde devam etti. Gerilla ise bu dönemde izleme sürecini yaşıyor ve üst yapının düşüncesi doğrultusunda hareket ediyordu. Ekibin geri kalanında bazı insanlar ise geri adım atıp, eski yapı ile hareket etmeye karar verdi. Tam anlamıyla deşifre olan bizim gibi insanlar ise farklı bahaneler öne sürerek oradan ayrılmak zorunda kaldı.
Daha sonra biz ayrılanlar, Musul'da toplanma kararı aldık. Daha önce mevcut olan halkın desteğide göz önünde bulundurularak Mahmur Kampı merkez olarak kabul edildi. Ne yazık ki özellikle kopuş şeklimizden dolayı burdaki halkın desteğini çok kısa sürede kaybettik. İzlenen yanlış politikalardan ve yöntemlerden dolayı Musul'da sıkışmış durumdaydık. Bu süreçte İmralı'dan Öcalan'ın avukatları aracılığı ile bize mektuplar getiriliyor ve Öcalan'ın ailesi aracılığıylada iletişim kuruluyordu. Böylece Nizamettin Taş (Botan) ve Osman Öcalan'ın (Ferhat) Abdullah Öcalan ile olan iletişimi sürekli canlı tutuluyordu. Avukatlarla yapilan bu görüşmelerin ve mektupların içeriği de gizli tutuluyordu.
Görüşmeler sonucunda konumuz açısından iki önemli nokta ön plana çıkmıştı.
Apo'nun bize yönelik eleştirileri olsada Apo özünde bizden yana tutum sahibidir (Ferhat ve Botanın söylemi)
Bana bağlı olmak şartıyla, PKK içerisinde birden fazla gurup olabilir. Konuşun, tartışın, hesaplaşın ve PKK çatısı altında birleşin. (Abdullah Öcalan'ın önerisi)
Dokuzuncu kongre öncesi iki gurup halinde Musul'dan Kandil'e doğru yola çıktık. Biz diğer guruptan bir gün önce Kandil'e vardık. İlk gece kimse bize müdahale etmedi. Kendi arkadaşlarımızla beraber bir alanda bekledik. Diğer gurubun bir sonraki gün gelmesiyle beraber, hepimizi bir vadiye kapatılar ve bu şekilde bir ay boyunca dünyadan izole edildik (Gizli olarak yanımızda bulunan uydu telefonu hariç). Ferhat, Botan ve Ebubekir gibileri, Apo'nun izinde gitmeyi kararlaştırdıkları halde bu dönemde biz bazı arkadaşlar kendi aramızda konuşma düzeyinde de olsa eleştirilerde bulunuyorduk.
Botan ısrarlı olarak Ranya'ya gitmesi gerektiğini ve bir görüşme gerçekleştireceğini dile getirmesi sonrasında, Botan diğer ekibin izniyle Ranya'ya gitti. Fakat Botan zamanında dönmedi. Bu süreçte kendi aramızda bir durum değerlendirmesi yapıp, yanımızdaki uydu telefonuyla Botan'a ulaşıp bizi karşılaması için araba göndermesini söyledik. PKK'yi bırakma kararı alıp, tüm engellemelere rağmen hep birlikte yola koyulduk. Önümüz kesilmesine rağmen gitmekten vazgeçmedik. Ne hikmetse tam o sırada beklenmedik bir şekilde, Ferhat "biz gidersek katliam yaşanacak (gidersek ölürüz)" deyip yolun ortasında diz çöktü. Herkes bulundugu yerde oturdu. Cemal'in (Murat Karayılan) gelip Ferhat'la konuşması sonrası, Cemal guruba yönelik bir sakinleştirme konuşması yaptı. Maalesef bu konuşmalar sonucunda geri döndürüldük. Gurup içerisinden bazı arkadaşlar biz ''Ferhat'tan şüpheleniyoruz. Ferhat sürekli birileriyle yalnız ve gizli bir şekilde görüşüyor. Ferhat bizimle oynuyor bu konuyu bir an önce Botan ile konuşmamız lazım'' diye söylenmeye başladılar. Botan ise ''eğer Ferhat bizimle olsa bize birşey yapmazlar'' yönünde manidar bir açıklama yapıtı. Acaba Ferhat bizim açımızdan neyin garantisiydi?
Botan'ın geri gelmek istememesine rağmen Ferhat'ın bizzat telefonda kesin olarak gelmen gerekiyor talimatı sonrasında Botan gecikmeli olarak Kandil'e geldi. Botan'ın istememesine rağmen geri gelmesindeki sebep neydi?
Bu olaylar yaşanırken, malum şekillerde Kandil'e gelen avukatlar ikinci defa bir bütün olarak bizimle toplantı yaptılar. Yine bu süreçte Ferhat sürekli bireysel görüşmeler yapmaya devam ediyordu. Avukatların konuşmasında öne çıkan üç ana husus vardı:
Türkiye'de Kürt Halkına kabul edilemez bir baskı uygulanmakta. Bu baskılara karşı mücade edilmeli,
Devletin Apo'ya baskısı had safhada,
Ne koşulda olursa olsun, PKK'nin içindeki guruplar birlikte ve ortak bir şekilde hareket etmek zorundadır.
Bu üç maddeye baktığımızda dokuzuncu kongre'nin neden alel acele ve sekizinci kongreden sadece 2-3 ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen neden yapıldığını çok net bir şekilde görebiliriz. PKK tarihinde böylesi bir kongre daha önce yaşanmamıştır ve bu olağanüstü bir kongreydi. Bu bizzat Türk Devleti'nin eliyle dağılma noktasına gelen PKK'yi bir arada tutma operasyonu idi. Farklı guruplar ve akımlar çıkabileceği tehlikesini gören Apo ve devlet direk olarak bu operasyonla bizlere müdahale ettiler. Ne yazik ki, bu operasyonda da başarılı oldular. Ayrıca çok kısa bir süre önce yapılan sekizinci kongre de Apo tarafından yok sayılıyordu. Türkiye'den gelip aylarca Kandil'de kalan avukatların tekrar hiç birşey olmamış gibi Türkiye'ye dönmeleri size bir şey ifade etmiyor mu?
Dokuzuncu kongrenin PKK yönetim kadrosu tarafından yapılmadığının bir diğer önemli kanıtı ise; Konseydeki herkesin görevden alınıp, CEMİL BAYIK, NİZAMETTİN TAŞ, OSMAN ÖCALAN , ALİ HAYDAR KAYTAN, MUSTAFA KARASU vb gibi yıllarını PKK'ye vermiş onca yönetim kadrosu varken, dışarıdan devlet eliyle gönderilen iki avukatın Murat Karayılan ile beraber görevlendirilmesiydi. Neden avukatlar ve sadece Murat Karayılan?
Dokuzuncu Kongrede Neler Oldu?
Bu atanmış avukatlar ve Murat Karayılan'ın kontrolünde dokuzuncu Kongreye başlandı. Kongre süreci boyunca İmralı'da sözde hiç bir hakkı olmayan Apo'nun, mektupları kesintisiz olarak bize geliyordu. Apo bu mektuplarında, iki guruba da yönelik eleştirilerde bulunup, iki guruba da aynı mesafede olduğunu dile getiriyordu.
Kongrede genel bazı yüzeysel eleştiriler dışında hiçbir eleştiri olmadı. Ayrılma noktasına gelen gurubun hemen hemen bütün üyeleri teker teker öz eleştirilerini verdiler. Aynı şekilde Apo'ya bağlılıklarını, partiye bağlı olduklarını dile getirdiler. Gurup içerisinde özeleştiri vermeyip her iki gurubu da eleştiren tutum sahibi, Hasan Atmaca ve Dursun Ali Küçük gibi değerli arkadaşlarda çıktı. Eşref Marufi adındaki arkadaş da PKK sistemini, iç infazları eleştirerek cesurca bir tavır sergiledi.
Botan'ın gurubuyla, duygusal yurtsever düşünceler temelinde hareket ettiğimi, verecek herhangi bir özeleştirim olmadığını, PKK'ye karşı çıkabilecek yeni bir muhalefet olması halinde onu tekrar destekleyeceğimi söyledim. PKK'nin halkın hizmetinde olmadığını, PKK'nin Ankara gurubunun çıkarlarına çalıştığını, ben ise sadece halkım için mücadele edeceğimi belirttim. Sınırlı da olsa bu olumlu eleştirilerden sonra CEMİL BAYIK özellikle bana ve Eşref'e yönelik, ''Önderliğimize dil uzatılıyor!.. kongre salonundakileri uyarıyorum'' şeklinde tepki gösterdi. Zubeyir Aydar'da söz alıp benim özellike PKK'ye karşı, kin ve nefret temelinde yaklaştığımı ve bunun tepkisel bir hareket oldugunu vurguladı. Aynı şekilde bizim gurubun içindeki bazı arkadaşlar benim konuşmamam ve oturmam için beni arkamdan çektiler. Konuşmamı bitirmeme müsade etmeyip kongreye araya verdiler. Kongreye ara verdigimiz zaman Botan dışarıda "aslında sen en iyisini yaptın, madem ki yaptın daha fazlasını söyleyecektin" yaklaşımını gösterirdi. Ferhat ise kızgındı, ''inkarcısın ve tepki gösteriyosun'' yaklaşımı içerisindeydi. Kongreye verilen aradan sonra, yönetim ve kongre delegeleri yalan söyledi şeklinde birşeyler dile getirdigimi söyleyip özeleştiri vermemi istediler. Ben söylediklerimin hepsinin arkasındayım ve kongre delegelerini yalancılıkla suçlamadım, eğer böyle yanlış bir anlaşılma olduysa özür dilerim, fakat kameralar kayıttaydı. Kayıtların izlenmesi durumunda böyle birşey söylemediğimin ortaya çıkacağını söyledim.
Dokuzuncu Kongreden sadece bir sonuç çıktı; o'da ''SAVAŞ'' kararırıydı. Bunun dışında sekizinci kongrede dilendirilmeye çalışılan düşüncelerden hiçbir şekilde bahsedilmedi. Ağırlıklı olarak bayan kesiminden Botan ve Ferhat'a bu sosyalleşme adı altında yapılmak istenenlere yönelik ağır eleştiriler yapılıp, tepki gösterildi.
Kongrede savaş kararı çıkmasıyla beraber, PKK'nin kararıyla Nizamettin Gabar bölgesine ve Osmanda farklı bir savaş alanına gönderilecekti. Daha haber kendilerine ulaştırılmadan, bir şekilde bundan haberdar oldular. Bu konuda bilgi sahibi olduktan sonra doktora gitme bahanesi ile kimseye haber vermeden kaçıp gittiler (Ferhat, Botan bir kaç kişiyle beraber)
Ben hastanede Ferhat ve Botan'ın kaçtığını duydum, bunu Kani Yılmaz'a ilettim. Kani Yılmaz hayal kırıklığına uğramıştı. Zamanın da Hıdır Yalçın'ın ve Andok'un arkadaşlarını bırakıp, habersiz gidişini alçaklık olarak değerlendirenler, maalesef onlardan farksız birşey yapmamışlardı. Belkide o arkadaşların öngörüleri bizimkinden daha iyiydi ve bu gurubu bizden önce tanımışlardı. Kani Yılmaz, Ferhat ve Botan'ın kaçtığını yönetime bildirdikten sonra, yönetim tarafından Kani arabulucu yapıldı (zorunlu olarak) ama tüm çabalara rağmen kaçanları geriye döndüremediler. Ortada kalan bizlerse (Doğan, Celale Şırnaxi, Hasan Atmaca, Eşref, Dursun Ali Küçük, Kani Yılmaz vb) kendimiz için bir çözüm noktası bulmaya çalışıyorduk. Tüm bu yaşananlara rağmen, Celale Şıranexi Apo'yu ve bu kadar arkadaşı nasıl bırakıp gideceğiz diye serzeniş içindeydi. Ben ise zaten Apo için PKK'yi bıraktığımı söyledim.
Daha sonra Kani bir kaç arkadaşla ayrıldı. Ferhat ve Botan, Kani ile görüşüp özeleştiri verip "yanlış yaptık, sizi yalnız bıraktık, bin defa sizden özür diliyoruz, gelin birlikte hareket edelim" dediler. Bu şekilde birlikte hareket etmek için insanları ikna ettiler. Kani, ben ve bir çok arkadaş kaçarak değil de, Kandil'de kalarak diğer guruba karşı mücadele etmemiz gerektiğini savunuyorduk. PKK'yi ancak bu şekilde değiştirebileceğimize inanıyorduk, nitekim zaman da haklı olduğumuzu gösterdi.
Dola Kokede Yapılan Toplantı!..
Sekizinci ve dokuzuncu kongreyi biraz daha iyi anlayabilmek için, sekizinci kongre öncesi Dola Koke'de yapılan toplantıyı hatırlamakta fayda var. Yapılan toplantı sonucu yine Kürt Halkını kardeş katliamına yönelten iki önemli karar çıkmıştı. Birincisi Kuzey Kürdistan'da barışın, demokratik cumhuriyetin inşia edilmesi. İkincisi ve en tehlikeli olanı ise Güney Kürdistan'da silahlı mücadelenin esas alınması kararıydı. Belli ölçülerde bağımsızlıklarını kazanmış, yönetimi Kürtlerin elinde bulunan bir bölgeye karşı silahlı mücadele kararı almanın mantığı neydi?
Bu kararlardan sonra Parti merkez okulu yönetiminde görevli bulunduğum dönemde, ben Gabar'ı, Zagros'u, ve Botan dağlarını bırakıp burada ki Kürtler ile savaşmak için buraya gelmedim deyip, bunun anlamsızlığını dile getirdim. Neden Güney Kürdistan'da silah mücadeleye girilmek istendiğini kadrolar arasında tartışmaya açtım.
Bu kararlar alınırken Botan ve Ferhat konseyde yer alıyordu, aynı şekilde bu kararlarının anlatılmasını ve uygulanmasını bizden istediler. Bu gösterdiğim tepkiler sonucunda cezalandırma olarak Behdinan'a gönderilmem kararlaştırıldı. Kandil'den, Mahmur'a geçtim, yine aynı dönemde Harun'un (Mele Ebdurrahman Dure'nin oğlu) örgüt tarafından infaz edilmesini eleştirmem Mahmur'dan sorumlu olan Ebubekir ve Botan'ı rahatsız etti ve bana konuşmamam yönünde uyarılarda bulundular. Bu yaklaşımlardan sonra Bahoz Erdal ve Celale Şırnaxi'ye ''ben bu saatten sonra PKK'de görev yapmayacağım ve bir daha ne kendimi, nede bu yapıyı kandırmayacağım. Bu şekilde kabul ederseniz edersiniz, etmesiniz de siz bilirsiniz'' dedim. Bu tür yurtsever kişilerin infazlarının ardı arkası gelmiyordu. Karargahta tutulduğum dönemde Nasır vurulmuş ve Nasır üzerine bir bildiri yayınlanmıştı. Özel olarak Behdinan yapısı Nasır'ın infazı üzerine eğitilecekti. Eğitim konusu ise ''Nasır'ın Avrupa'da kaldığı ve sonrasında NATO-DIŞ GÜÇLER ajanı olarak görevlendirildiğiydi.'' Oysa ki; Nasır'ın ajanlıkla yakından, uzaktan alakası olmadığını onlarda benim kadar iyi biliyordu. Nasır çok değerli bir yurtseverdi, bunları o dönemde de dile getirdim. Nasır'ın cezalandırılmasının asıl sebebi ise Nasır'ın, Hilvan-Siverek olayından başlayarak PKK'nin savaş tarihinin gözden geçirilmesi gerektiğini söylemesi, Kürtler arasında yaşanan savaşlarda PKK'nin payının ortaya çıkartılmasını istemesi ve bunun özeleştirisinin yapılması gerektiğini dile getirmesiydi. Kısacası, Nasır'ın PKK'nin Kürt Halkına yaptığını tartışmaya açmak istemesi onu canından etmişti.
Her gün artan bu tür infazlardan sonra, PKK içerisinde MOSSAD ve CIA tarzı cinayetler işlendiğini söyledim. Bu süreçte bir elimiz önümüzde, bir elimiz arkamızda kendimize dikkat etmek zorundayız deyip, yurtsever tüm ulusalcılara karşı uygulanan oyunları öldürülmem tehlikesine rağmen dile getirmeye çalıştım.
Bunları söylediğim zaman Celale Şırnexi ''sen partimizden ne istiyorsun?'' diyerek tepkisini dile getirdi. Madem senin partin benim partim değil, o takdirde söylenecek söz kalmamış diyerek yanlış bir tutum içinde olduklarını yüzlerine vurdum.
Bu cezalandırmalar ve tepkilere rağmen pasif bir görevli olarak okulda birkaç gün sonra Kürdistan tarihi dersi verirken, Molla Mustafa Berzani'nin çok akıllı ve değerli bir insan olduğunu, onun ve partisinin yıllar önce bile yapabildiklerini bizim hala gerçekleştiremediğimizi dile getirdiğim için beni sosyal tecride aldılar. Beni bu söylemimden dolayı sosyal tecrite alanlar şu anda Berzani'nin partisine sığınmış durumdalar.
Neden Ayrıldık ve Ne Oldu?
Kaçış şekilleri ve zamanlamalarıda göz önünde bulundurulduğunda Ferhat ve Botan'ın ayrılmasının ana nedenlerinin eşlerinden kopacak olmaları ve savaş alanlarına gönderilecek olmalarıydı. Farklı bir siyasi çizgiye sahip olmalarıyla yakından uzaktan bir alakası bulunmamaktaydı. İçgüdüsel, kendi bireysel ihtiyaçları doğrultusunda, her türlü Kürdistan-i kaygıdan yoksun olarak gerçekleşmiş bir davranıştı.
Bulunduğumuz o tarihlerde, bugün bunları görebildiğimiz kadar iyi görme şansına sahip değildik. En azından insanların gerçek yüzlerini görebilmek ve amaçlarını net olarak anlayabilmek çok kolay olmayabiliyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen büyük umutlarla ilk aşamada 70-80 kişiye yakın bir kopuş oldu ve bu insanların hepsi çok değerli insanlardı. Bu insanların kendilerini fiziksel, ruhsal ve sosyal yaşam şartları açısından toparlaması belki onların yıllarına mal olacak, fakat bunların kopmasına önderlik eden insanlarsa sahtekarca bir siyaset üzerinden saltanatlarını sürmeye devam edecektir.
Her gerilla çok değerlidir, fakat üzülerek söylüyorum ki; bunlar kendilerince düşük olarak yada alt kesimde gördükleri gerilları YNK'nin kendileri için tahsis ettikleri kampa mahkum edip, kendileri ise farkli bir yaşamı tercih ettiler.YNK tarafından verilen kampa neden gidilmedi? YNK'nin kendileri için ayırmış olduğu bir fon vardı. Ortak hareketle ve kampta kalınarak, bu dağılış ve ölümler önlenebilinirdi. Aynı şekilde kendi güvenliklerini sağlayabilirlerdi. Parti, örgüt olma çabası içinde olup aynı şekilde yerleşik hayata geçme çelişkisi içerisindeydiler. Bireysel saltanat yaşamak istemelerinden dolayı bunu tercih etmediler. Çok acımasız olan PKK'ye karşı bu kadar pervasızca hareket etmenin mantığı neydi? Ve nitekim bu yanlış tutum çok sayıda insanın ölmesine ve insanların onları bırakıp gitmesine sebep oldu.
Ferhat ve Botan'ın bu insanları farklı nedenlerle dağıtmasının, Cuma'nın; Haftanin'de 17 kişiyi öldürmesinden, yada devrimci temizlik operasyon adı altında Zap'ta gerillaların şalvarlarına taş doldurarak suya atılıp öldürülmesinden aşağı kalır yanı var mı? Bir kısmını Türkiye'ye gitmek zorunda bıraktılar, bir kısmını ise ölüme mahkum ettiler. Ferhat, Türk işadamları aracılığıyla sıradan bir ajanın bile tenezul edemeyeceği yaklaşımlar içine girerek kendilerini umut olarak görüp onlarla gelen Kürt Genclerini adeta sattı. Bunu yaparken onlara ''gidin, Turkiye'de barış ortamı var, sizler gittikten sonra bizler de geleceğiz'' diyerek kandırdılar. Ferhat gibi çalışmayan ve sürekli tehdit edildiğini dile getiren bu şahısların para kaynaklarının özünde ne olduğu böylece ortaya çıkmış oluyor.
Tüm bu yanlış tutumlara ve yaklaşımlara rağmen YNK bunları sahiplendi. Gerekli yardımlarda bulundu, imkanlar verdi ve bu gücü iyi yönde kullanma çabası içinde oldu. Aynı dönemde ise, KDP daha çok izleyici pozisyonun da yer aldı. Belki KDP'nin bu şekilde bir tutum sahibi olmasının nedeni , bu gurubun YNK alanına yerleşmesiydi, yada bu gurupta Kürt Özgürlük Hareketi adına bir ışık görmemesi idi. Zaten işin özünde de, bir çalışmaları ve çabaları olmadığı zamanla ortaya çıktı!...
Devam edecek...