Skip to main content
Submitted by Rêvebir_D on 28 July 2013

Birinci Dünya şavaşı sonucu, itilaf devletleri, savaşın galibi olarak kendilerine göre, Ortadoğuyu yeniden şekillendirdiler. Özellikle Kürdistan coğrafyasını parçalayarak, her bir parçayı kendilerince oluşturulan yapay devletlerin denetimine soktular ve uluslararası sömürge haline getirdiler. Türkiye’de de Kemalistlerin iktidara gelmesi, bu projenin bir parçasıydı.

Kemalistler, iktidara gelir gelmez, Kuzey Kürdistan da fiili bir yok etme politikasını, hem askeri, hem de siyasi olarak, 1920’de başlatıp, 1938 Dersim soykırımıyla bitirmek isteyen ve günümüze kadar, kesintisiz devam eden politikalarını, adım adım yürüttüler. Bu anlamıyla Kürdistan bir sömürge statüsüyle yönetilmiş, dili, kültürü, tarihi ve coğrafyası ilhak ve inkar edilen, bir ülke konumuna getirilmiştir.

Kemalistlerin, Kürdistan politikaları zamanın ruhuna göre şekillendiği, özünün ise hiç değişmediği görülmektedir. Kendilerini, dünyadaki konjöktürel durumlara göre reorganize ettikleri, bu konularda da başarılı odukları söylenebilinir.

Birinci dönem olarak 1920’den, İkinci Dünya savaşı sonuna kadar olan dönemdir. Bu dönem, tek parti, tek şef, mantalitesi içerisinde, yalan bir tarih ve yapay bir kültürün yaratıldığı, muhaliflerini, çeşitli entrikalarla yok eden, herkesin içine korku salan, izleyen, yok eden bir kaos dönemdir.

İkinci Dünya savaşın bitişiyle, dünya iki kutuplu bir ayrışmaya gidince, kemalistler bu sefer yeni konjöktöre göre, pozisyon almak zorunda kaldılar. Kısmi olarak bazı özgürlüklerin kaçınılmaz olduğu gerçeği ile yüzleştiler. Çok partili bir dönemin hayata geçilmesi bu zorunluluktandır.

Kürdistan aydınları okuyan gençleri, bu kısmi özgürlükten yararlanmak için tekrar sahneye çıktılar. Ama bu da çok uzun vadeli olmadı. 1960 askeri darbesi, arkasında 12 mart muhtırası, Kürd aydın ve siyasetçileri için zindan, ölüm, sakat kalma ve işkence olarak döndü.

1980 darbesi ile kemalizm, yeni bir döneme girdi. Askeri darbeyi yapanlar bu sefer, Kürd milletini, islam ve ümmet mantığ çerçevesinde, eritmek ve entegre etmek için harekete geçtiler. İslam kardeşliği ve ümmetçiliğin alt yapılarını ilmik ilmik ördüler. AKP bunun sonucunda ortaya çıkan bir harekettir. AKP’yi anti kemalist bir hareket olarak görmek saflığın ta kendisidir. Tam tersine, Kemalizmin 21.nci yy’da, adaptasyonunu en iyi anlayan ve uygulayan siyasal bir islam projesidir. Kürdistan meselesine bakışına baktığımızda da bu konuda başarılı oduğu ortadadır.

Yukarıda satır başları ile anlatmaya çalıştığım kemalizmin, dönemsel dönüşümlerinde, Kürdistan milletine bakışında, en ufak bir değişiklik olmamıştır. Devlet, Kürd ulusal meselesinin içini boşaltmak ve yok etmek için her dönem, değişik entrikalarla meseleyi kendi lehlerine olacak şekilde, uluslararası meşrüiyet kazandırmak için kendi örgüt ve yandaşlarını yaratmıştır.

Kemalistler, milletler meselesinin konuşulduğu gündem maddesinde, Kürdler adına Lozana götürülen, Ergani’li, Diyabekir mebusu, Zülfi beyi otel odasında rehin bırakıp, Türkiye’de, Kürdlere telgraflar çektirilerek, birlikte hareket etme mesajlarını, başarılı bir şekilde kurula ulaştırdılar.

Böylece Kürdler bir şey istemiyor, bizimle birlikte yaşamak istiyor diyerek, kendilerine, ululararası kamuoyunda, haklı bir zemin yarattılar. Kürdistanın uluslararası desteğini kesmiş oldular. Doksan yıllık statüsüz kalmalarının en büyük nedeni, bu anlaşmanın uluslar arası, kabül görmesidir.

Bu trajedi, 21.nci yy’da tekrar sahneye konulmuştur. Öcalan ve ekibi 1978’de Bağımsız Birleşik Kürdistan şiarında, hiçbir şey istememe düşüncesine gelmesi tesadüf olmamalı. Çünkü Öcalan bir devlet projesi olarak bugünler için kurgulandı.

AKP iktidara geldiği günden, günümüze kadar, kemalizme yeni bir yorum getirerek, günün koşullarına göre , bu coğrafyada islam kardeşliği ve yeni Osmanlıcılık politikalarına hayat bulmaya çalıştı. Şimdi Öcalan üzerinde bu politikanın, Kürdler arasında kabül görmesi çalışmalarını hayata geçirmektedirler. Başkabakanın, Öcalanın newroz konuşmasını olumlu bulması, projenin hayata geçme adımının bir parçasıdır.

Oysa biliyoruz ki Ulusal Kurtuluş hareketleri kendi milletini özgürleştirme hareketleridir. Özgürleşen ve kültürel olarak güçlenen halklar, başka halklarla kardeş olarak eşit çözüm üretebilir. Öcalan'ın Ortadoğu'daki sorunlara çözüm olarak önerdiği halkların kardeşliği kavramının anlamı, Türkiye’nin Üniter yapısının korunmasıdır. Olmayan bir kurtuluş savaşından bahsetmesi ve Çanakkale ruhuna vurgu yapması, Kürdleri, Türkiye’ye entegre etmektir.

Misak-ı Milliyi savunmak ve tekrar gündemleştirmek, tek kelimeyle Türkiye Cumhuriyeti Devletini aklamaktan ve Osmanlıcılık konsepti hayallerinin, hayata geçirilmesine olanak sağlamaktan, başka bir anlam taşımıyor

Güney Kürdistan’ın (Irak Kürdistan’ı) özgürleşmesi, Batı Kürdistan’da (Suriye Kürdistan’ı) çok önemli olanakların ortaya çıkması, ABD’nin İran’a müdahalesinin an meselesi olduğu günümüzde Doğu Kürdistan’ın özgürleşmesinin mümkün olduğu bir dönemde, otuz yılda, Kırk bin şehit veren, Kürdistan’ın Bağımsızlığı için tüm zorlukları göze alan ve savaşan Kürdistan çocukları her halde devletin birliğini sağlamak ve Öcalan’ın özgürleşmesi için dağa gitmediler.

Halen Kürdistan dağlarına bomba yağdırılıyorsa ve Özel Kuvvetler Kürd gencini avlama peşindeyken, neyin helâlaşmasında bahsediliyor anlamak mümkün değil bu en büyük insafsızlıktır.

Devletin PKK liderine, son dönemlerde bu kadar misyon yüklemesinin tek nedeni, yukarda sıraladığım olanakların, Kürdistan milletinin karşısına çıkmasıdır. Batı Kürdistan’da bir statünün oluşması ve bunun Güney Kürdistan’la bütünleşme olasılığının artması sonucunda, Akdeniz’e bir koridorun açılması, Türkiye’nin en büyük kabusu haline gelmiştir.

PKK liderinin devletle anlaşması, Türkiye’nin bu korkularını giderme ve gerektiğinde bu tür gelişmelerin önünün alınması için, konumlandırılmaya yönelik, politik bir karardan başka bir şey değildir. Bu anlamda bana göre, Türk Devleti içerde kendisine göre, yeni bir dizayn oluşturdu. BDP’yi siyasi aktör olmasında ziyade bir kurye görevlisine çevirerek PKK liderine göndermesi ve Öcalan’dan, gerillaların, Kuzey Kürdistan'dan, Güney ve Batı Kürdistan'a yerleşmelerini istemesinin, tek bir nedeni vardır. Gerillanın Güney ve Batı Kürdistan’da mevcut oluşumlara karşı günü geldiğinde kullanmaktır. Çünkü Misak-ı Millinin sahiplemesi bunun göstergesidir.

Biliyoruz ki Misak-ı Milli İttihatçıların ısrarla savunduğu ve son Osmanlı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920’de kabul edildiği, bugün ki Güney ve Batı Kürdistan sınırlarını da içerisine alan ve hiçbir zaman bu hayallerinde vazgeçmeyen, yeni dönemde de Osmanlıcılık mantığı çerçevesinde tekrar hayat bulmasını isteyen Türkiye Cumhuriyeti devletinin isteminden öte bir şey değildir.

Butün bunları üst üste koyduğunuz zaman, Öcalan tarafından yapılması istenen konferansların, Türkiye’yi kurtarma ve Kürdistan da ki kazanımların tamamını yok etmeye yönelik, devlet istemli olduğu açıkça görülecektir.

Öcalan bunu yaparken tek başına PKK/BDP eksenli olmasını istemiyor. İlerde Kürdistan da muhalefet olabilecek siyasi kurum ve şahsiyetleride bu projenin ortağını yapmak istemekte.

Çünkü bu projeye destek vermek, Kürdistanın statüz kalmasına evet demekten başka, bir anlam taşımadığını çok iyi bildikleri için, herkesi bu günaha ortak ederek seslerini kısmak istemektedirler.

1924’te Lozan da Kürdlerin iradesi dışında, Kürdleri statüsüz bırakan devlet, halen bu anlaşma üzerinde uluslararsı zemin aramakta. Günümüzde ise, Kürdleri bu ihanete ortak ederek, ikinci bir Lozan kararının alınmasına yönelik çabalar, Kürdistanın uluslar arası hak arama yollarının Kürdler eliyle engellenmesidir.

Bu konuda daha önce- Kürd Aydın ve Kurumlarının Çelişkisi- diye bir yazı yazdığım için uzatmıyacağım. İsteyen o yazıyı tekrar okuyabilirler.

07 / 06 / 2013

Fettah Karagöz

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.