12 Eylül 1980 askeri darbesinin zulmü, sadece Kuzey boyutuyla sınırlı değildir elbette. Sınır ve ölçü tanımayan askeri cunta, hızını almamış, TC devlet sınırları dışına çıkmayı başaran devrimci-yurtseverlere karşı da sürek avını başlatmıştı.
Devrimci-yurtseverleri, gittiği ülkelerden istemiş, sınır ötesi operasyonlara da kanla imzasını atmıştı.
Qamışlo operasyonu, böylesi bir operasyondu. TC devletinin, Ağrı isyanından sonra, Kürdlere yönelik ilk sınırdışı operasyonuydu.
Qamışlo katliamı, bir tesadüf değildi. Bilinçli olarak seçilen bir hedefti. Çünkü; Qamışlo şehitleri, onurlu bir geleneğin temsilcileriydiler, kökleri tarihimizin derinliklerine dayanıyordu. Onlar; Bağımsız, Birleşik ve Demokratik bir Kürdistan’ı şiar edinen geleneğin neferleriydiler.
Sömürgecilerle Kürd milleti arasındaki tüm köprüleri, bir daha inşa edilmemek üzere dinamitlemişlerdi. Dönüşü olmayan bir sürecin uzlaşmaz takipçileri idiler. Bu uğurda, kısacık ömürlerine büyük işler sığdırdılar. Bu nedenle, sömürgecilerin ve yerli ihanetin gazabını üstlerine çektiler ve onların boy hedefi haline geldiler.
TC tarihinde, Ağrı isyanından sonra, Kürdlere yönelik ilk sınır ötesi harekate neden olacak kadar tehlikeli; “bölücüler“ olarak hedef seçildiler. Hunharca ve kaleşçe katledildiler.
Türk egemenlik sistem sahipleri tarafından neden “en tehlikeli bölücü örgüt,” olarak görülmesi KAWA Örgütü’nün sergilediği teori-pratikti.
Herşeyden önce Kürd milletinin önüne bağımsızlığı koymuştu. Bunu da silahlı mücadele ile başarılacağını ileri sürüyordu. Elindeki imkanları ölçüsünde de, bunu uyguluyordu.
Sömürgeci TC devleti ve işbirlikçi güçleri hedef alıyor, silahlı olarak yöneliyordu. Bu durum düşman cephesinde korku ve paniğe yol açarken, halk nezdinde sempati ve giderek destek vermeye yol açıyordu.
Hiçbir KAWA kadrosunun uğramadığı halde Kürdistan'ın birçok yerinde KAWA Örgüt taraftarlarının boy vermesi ve kendiliğinden örgütlenmesi bundan kaynaklanıyordu.
Kürdistan'i örgütlerarası çatışmalardan kaçınıyordu. Bunu doğru bulmuyordu. Baş vuranlarada sıcak bakmıyordu.
Bu durum KAWA'yı devletin hedefi durumuna getirdi. Sadece Diyarbakır'daki KAWA örgürlülüğünü yok etmek için TC devleti, özel olarak eğitilmiş 200 kişilik silahlı bir Tim göndermişti.
“KAWA İmha Timi” olarak adlandırılmıştı. Çok çabalarına karşın 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar başarılı olamamıştı. Diyarbakır KAWA Askeri Birimi onlarla adete oynamıştı. Onları çılgına çevirmişti.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Diyarbakır şehir merkezinde tutunmak zorlaşmıştı. Bir kısmı yakalansada, yakalanmayan Diyarbakır ilegal ve askeri örgütlülük üyeleri kırsal alana çekildi. Geleceğe hazırlanıyordu.
KAWA Örgütü, bir yandan Kürdistan’ın diğer parçalarına geçip orada merkezileşip askeri olarak eğitimden geçme planlanırken, diğer yandan büyük bir eylem hazırlığına girişti. Eylem tarihini 12 Eylül 1981 günü olarak tespit edildi. Diyarbakır Askeri Hava Üsü hedef seçilmişti. Saaati bile belirlenmişti. Akşam yemeği esnasında topa tutulacak ve uçaklar roket atarlarla imha edilecekti.
30 kişilik bir peşmerge grubu ile saldırı düşünülüyordu. Gerekli hazırlıklar yapılıyordu.
Kürdistan'nın Güney-Batı'sında Kuzey'e yeteri kadar roket atar ve büyük silah aktarılmıştı. Fakat bu eylem yapılamadı. Yapılamamanın nedeni yoğun yakalanmaların yanısıra Qamışlo katliamının yapılmasıydı. Ki Qamışlo katliamının yapılış nedenlerinden biri, KAWA Örgütü’nün silahlı mücadelesini engelemeye yönelikti.
Qamışlo katliamı, sıradan bir katliam değildir. Katledilmek istenilen, orada şehit edilen 16 Kürd'ün şahsında, Kürdistan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesidir. Özelde KAWA Örgütü’ne, genelde Kürdistan bağımsızlık mücadelesine büyük bir darbedir.
Kürdler varoldukça da, katliam unutulmayacaktır.
Bu katliamdan çıkarılacak sayısızca dersler vardır.
Birincisi; bu katliam, Türk ve Suriye sömürgeci devletleri ve yerli ihanetin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir operasyondur. Kürd milletinin bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele eden KAWA Örgütü’nün yönetici ve kadrolarını toplu bir şekilde, kalleşçe fiziki olarak ortadan kaldırma operasyonudur. Bu, Kürd millet düşmanlarının ittifakını bize gösterir ve kimliğini ele verir.
KAWA Örgütü’nün 1980 öncesi yürütüğü mücadelesiyle gittikçe büyümesi ve halk arasında kabul görmesi, sömürgeciler ve yerli ihanetçileri çileden çıkarmaya yettiyordu.
Bu gün de, dünden farklı değildir. Kürd millet düşmanları değişmemiştir. Dün olduğu gibi, bu gün de; Türk, Fars ve Arap barbarları, ihanetçi Kürdlerle elele vererek Kürdleri katletmeyi sürdürüyorlar. Sömürgecilerimiz düşman kardeşleri oynasalar da, sorun Kürdler olunca; ortak bir zeminde buluşuyorlar.
Kürd milletine karşı; “kutsal ittifak“ı kurmuşlardır. Kürdlerin millet olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve barış içinde yaşamalarını engellemek, Kürd kazanımlarını yok etmek, devlet olarak tarih sahnesine çıkmasını engellemek ve mevcut statükoyu sürdürebilmek için humalı bir şekilde çalışıyorlar.
Qamışlo katliamı bu mantığın eseridir.
İkincisi; bir sömürgeciden kaçarken, bir diğerine sığınılmaz. Sömürgeciye güvenilmez. Kürd millet tarihinde, bunun sayısız örnekleri bilinmektedir. Dört sömürgeci devletin, Kürd milletine karşı tutumu bellidir.
Üçünsü; bu olayda, düşmanı küçümseme vardır. Düşman sahasında rehavete kapılmanın, emniyeti elde bırakmakla faturasının ne kadar ağır olduğunun da göstergesidir. Bu işin şakası yoktur.
Bir taraftan Bağımsız Birleşik Kürdistan mücadelesi vermek, diğer yandan sömürgecilerden buna müsamaha beklemenin bedelinin ne kadar ağır olacağını bilmemek ne büyük bir gaflet...!
KAWA Örgütü, bu hatanın bedelini çok ağır ödedi. Bu, sadece KAWA Örgütüyle sınırlı değildir. Kürd millet tarihinde, bunun sayısız örnekleri vardır. Bu hatanın sonucudur ki; sayısız önder ve kadro yaşamlarından oldular; Seyit Rıza, Simko, Gazi Muhammed, Abdurahman Kasımlo... sadece uç örnektirler...
1970'lilerin ortalarında mücadele arenasına çıkan KAWA Örgütü, baştan itibaren; Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan’ı kendisine milli strateji olarak benimsedi. Sömürgecilerin halkımıza karşı giriştikleri millet olarak tümden ortadan kaldırma savaşına karşı, tüm mücadele biçimlerini Kürdlerin yeniden var olma mücadelesinde meşru gördü ve Kürdistan'ın birçok bölgesinde bunu pratiğe aktardı.
Bağımsız bir ülke, özgür, onurlu ve sömürgecilerin sultasından kurtulmuş bir halk için; kendisi ile sömürgeciler arasında var olan tüm köprüleri uçurarak, geri dönüşü olamayan bir süreci başlattı.
Türk egemenlik sistemine karşı, KAWA Örgütü’nün geliştirdiği bu onurlu milli tutumdan dolayı, sömürgeci sistemin açık hedefi durumuna geldi. Daha grup dönemini yaşadığı bir ortam da bile, sömürgeci sistem ile kendisini çıplak bir savaşın için de buldu.
KAWA Örgütü; bir yandan sömürgeci TC'nin saldırı ve komploları neticesinde bir dizi önder kadro ve militanını; diğer taraftan Ömer Çetin'in sekreterliğini yaptığı DDKD/KİP içinde oluşturduğu silahlı çetelerin saldırısına uğrayıp birçok kadro ve taraftarını şehit verdi.
Diğer taraftan Türk egemenlik sistemi ile beraber Kürdistan milli mücadelesini tasviye etmek ve süreç içinde Kürdleri Türkleştirmek için ortak hareket eden Apocular ki; “KAWA'nın tüm önder kadrolarını öldürüp, sahip çıkma,“ komplosuyla karşı karşıya kaldı.
Ferit Uzun'un öldürülmesi ve daha birçok KAWA'cının suikastlardan kıl payı kurtulması, bu ortak planın sonuçlarıydı.
Bunlar yetmiyordu.
Kürdistan halkının yükselen bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini yok etmek, 12 Eylül 1980 askeri darbesine ihtiyaç vardı. Askeri darbeyle, Kürd milletine karşı topyekûn bir savaş başlatıldı. Kürdistan, açık bir cezaevine çevrildi.
Askeri darbe, Türkiye ve Kürdistan halklarına karşı kuralsız bir savaş başlatmış; gözaltılar, işkenceler, tutuklamalar tüm hızıyla devam etmekteydi. Milyonlarca insan bu uygulamalardan geçiriliyordu.
Gözaltı kayıpları, ölümler, sokak ortasında infazlar, idamlar, döneme damgasını vuruyordu. Bu uygulamalardan nasibini almayan tek bir yurtsever aile ve birey kalmamıştı.
Askeri cunta, genel olarak Kürd halkına karşı saldırılara geçerken, özel olarakta en çok devrimci, bağımsızlıkçı güçleri hedefledi. KAWA Örgütü, bu saldırılarda büyük ve onırılmaz kayıplar aldı.
Askeri darbe sonrası, Malatya'da gerçekleştirilen kongre kararları gereği KAWA Örgütü, kadrolarının bir kesimini, gruplar halinde Kürdistan'ın diğer parçalarına aktardı. Fakat bunun sayısız rizokusu vardı.
KAWA Örgütü, kuruluşundan itibaren; prensip olarak Kürdistan'ı işgal eden sömürgecilerle her türlü ilişkiyi reddetmişti. Bu yönde gelen ilişki önerilerini, elinin tersi ile itmişti. KAWA'cıların kendi devlet sınırları içine girdiklerini öğrenen Suriye muharabatı, peşlerine düşmüştü. İlişkiye zorlanmışlardı.
KAWA'cılar, Kürdistan idealline bağlı kalarak, Suriye devletince yapılan dayatmalara karşı açık tutum takınmıştı.
Bu yurtsever ve Kürdistani tutumlarından dolayı; Suriye devletinin, “kendi topraklarını“ terketme kararıyla karşı karşıya kalmışlardı.
Ama aynı dönemlerde başkaları, Şam'da ve Suriye egemenliğindeki Lübnan'da; “Kürtçülük,” “yurtsevercilik” ve “sosyalistçilik” oynuyordu.
Suriye sömürgeci devletinin Abdullah Öcalan önderliğindeki “Kürt-kıran” örgütünü, “büyük misafirperverlikle ağırlaması“nın üzerindeki giz perdesi aralandığında; “Kürt millet kökünü kazımak” olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu da, Apocu Örgütün varediliş ve varoluş nedeniyle ilintilidir.
Apocu Örgüt; Türk egemenlik sistemin bir projesidir. Başından beri Kürd milletine karşı kurulan bir kontra Örgüttür. Varediliş ve varoluş nedeni, Kürd milli potansiyelini tasviye amaçlıdır.
Derinden uğuldayan Kürd milli potansiyeli şu veya bu şekilde kendi kanalini bulacaktı. Devlet bunun bilincindeydi. Elini çabuk tuttu. Abdullah Öcalan'ı buldu, eğitti. Kendisine örgüt kurdurttu. Kendi deyişine göre; “Paraysa para, kadınsa kadın, entekletüel birikimse o“ kendisine sunuldu. Sistem, böylelikle onun vasıtasıyla kendi “Kemalist Kürt Örgütü”ni kurmuş oldu. Kürd halkına, “işte senin önderliğin” denilerek sokağa saldı. Devlet'in tüm imkanlarından faydalanıldı. Basını ile bunu kitlelere taşıdı.
Askeri darbenin ayak sesleri gelince de, Abdullah Öcalan ve ekibi kendi elleriyle Suriye'ye götürülüp emin ellere teslim edildi. Geleceğe hazırlanıldı. Yeniden ülkeye dönüp silahlı mücadele başlatma süreci başlatıldı.
Bunun öncesi onu tek alternatifsiz bırakmak için mevcut Kürd örgütleri etkisiz hale getirildi. Kürdistan ve Türkiye'de gerçekleştirdiği operasyonlarla varlıkları tasviye edildi. Bu süreçte Apocu Örgüt önünde tek silahlı mücade gücü KAWA Örgütü’ne karşı silahlı yönelimde bulundu.
Qamışlo katliamını gerçekleştirdi. Suriye'de bulunan diğer örgütleri korku saldı, denetim altına alındı. Böylelikle Abdullah Öcalan'ın önünü açmış oldular.
Qamışlo katliamı, KAWA Örgütü’nün Türk egemenlik sistem sahipleri tarafından ne kadar tehlikeli bir örgüt olarak görüldüğünün kanıtıydı. Amaç beliydi. Bir yandan “en tehlikeli örgüt” olarak gördüğü KAWA Örgütü tasviyesi öngörülürken, diğer yandan kendi “Kürtçü” örgütünün önünü açma hedeflendi.
“Qamışlo Katliamı ile PKK’nin Önünü Açtı İddiası,” Ergenekon yargılamalarıyla resmileşti. Olay basına şöyle yansıdı:
“12 Eylül darbesinden hemen önce yurtdışına çıkarılan PKK yeni yeni büyürken önündeki tek engel yurtdışında yapılanan KAWA'dır. PKK'nın rakibi sayılan KAWA terör örgütüne yurtdışında ope-rasyon düzenleme kararı alınır. Operasyon timindekiler bugün herkesin yakından tanıdığı isimler: Nusaybin Tabur Komutanı Binbaşı Veli Küçük, Yüzbaşı Cem Ersever, Levent Ersöz, Atilla Uğur, Ce-mal Temizöz ve 12 Eylül yönetiminin atadığı Mardin Belediye Başkanı ve Binbaşı Aytekin Özen. Operasyon timinde toplam 15 kişi yer alır. 12 Aralık gecesi bu 15 kişilik askeri tim Suriye'nin Kamışlı kentinde KAWA Örgütü’-nün 18 kişilik tepe kadrosunu ortadan kaldırır. Böylece PKK Kürt kamuoyunda rakipsiz kalır.”
Qamışlo katliamını gerçekleştiren bu ekip daha sonraki dönemlerde de, kendi “Kürtçü” örgütü “Apocu” hareketin koruyucu meleği oldu. Onları kolladı, korudu.
Kürdistan'ı egemenliğine alan dört sömürgeci devletle ilişkiye geçirdiler. Onun eliyle Kürd dinamiklerini yok etmeyi planladılar. Bu konu da, Allah var. Büyük başarılara imza attı.
Gerekçeleri ceplerindeydi.
Tarihte baş gösteren ne kadar Kürd ayaklanmaları varsa bir bütün olarak; “feodal, gerici, emperyalist kışkırtma sonucu çıkarılan isyan,” dönemin örgütlerinide “ajan, provakatör örgütler” olarak lanse etti.
“Ajanlanmış yapı ve bireylere karşı şiddet” kullanma adı altında Kürd önder, kadro ve halka karşı yöneldi. Büyük bir katliam gerçekleştirdi. Zaman zaman kontra eylemleri ters tepincede, “kurşuna adres sorulmaz heval,” diyerek engeleyen varsa buyursun narasını attı.
Kürd millet önder, kadro ve halka karşı uyguladığı imha ve tasviye devlet desteğinde sürdü. “Bıjı serok Apo!” diyen tetikçiler, bu işi gönül rahatlığı ile yaptı. Onlara göre ajan, provakatör, feodal, teslimiyetçi vs. güçlere karşı Kürd milli kurtuluş mücadelesinin gereklerini yerine getiriyorlardı. Bilmiyorlardı ki, kurşun sıktıkları kendi kardeşleri ve gelecekleri olduğunu.
Sonuç olarak yoldaş bildikleri tarafından aynı mantık ve uygulamalarla kendileride yok edildiler. Abdullah Öcalan'ın deyişine göre bu sayının 15 bin olduğudur. Bir de hesabı tutulmayanlar var. İç infazlarla katledikleri rakama bakıldığında bu mantığın vardığı sonuç Kürd soykırımıdır. Bu karanlık çevre, bu misyonunu dün olduğu gibi bu günde oynamaktadır.
Büyük bedeller karşılığı alınan kazanımlar, birer birer iğdiş edilmeye çalışılmakta ve; “Türkiye uluslaşması“ içinde eritilmeye çalışılmaktadır.
KAWA Örgüt önderliği, Suriye'nin birlikte çalışma dayatmalarını, ellerinin tersiyle red etmesine karşın; Abdullah Öcalan, Suriye devletinin tüm planlarını kabul etti. “Kürd-kıran” planını devreye koydu.
KAWA Örgütü’nün yüklendiği tarihsel misyon; Kürd milli potansiyelini, bağımsızlık için seferber etmekti. Sömürgeci sistem, süreci yakınen izliyor ve önlemini alıyordu. Korkularını aşmak, Kürdistan devrimini tasviye etmek için, bir taraftan yurtsever Kürd Örgütlerine kendi ajan provakatörlerini sızdırırken, bir taraftan da kendi “Kürtçü” odağını yaratıyordu.
Fevzi Aslansoy, Suruç'luydu. Ankara'da, üniversite öğrencisiydi ve bir Türk sol örgütü içinde çalışıyordu. 1976 yılında, faşistler tarafından öldürüldü. Suruç'ta cenaze töreni yapıldı. Dönemin tüm Örgütleri katılmıştı.
Apocular, tam takım oardaydı. Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, İsmet Kılıç, Fuat Çavgun, Abdurrahman Ayhan ve diğerleri de katılanlar arasındaydı. Bu son kişinin devletin adamı olduğu çok sonraları kendileri itiraf etti.
Apocular ile DDKD -DDKD o dönem KAWA ve DDKD/KİP olarak henüz bölünmemişti- başta olmak üzere tüm siyasi örgütler arasında sert tartışmalar yaşandı.
Apocuların ilk defa yazılı bildirisi orada dağıtıldı. Kendileri dışındaki tüm Kürd ve Türkiye sol örgütlerini “ajan provakatör” olarak değerlendirmişti.
Bu konu, İstanbul DDKD bünyesinde de tartışıldı. Farklı yaklaşımlara rağmen çoğunluk, Apocu örgütü devlet güdümlü bir örgütlenme olarak tanımladı ve değerlendirdi.
O günden sonra Apocu Örgütü; Türk egemenlik sisteminin Kürd milletine karşı savaştırdığı, tetikçi bir örgüt olarak gördüm. Arkadaşlarımı sıkça uyardım, ama onları buna ikna edemedim...
Tetikçi kontra Apocu Örgüt, ileride Kürd milli potansiyelini tasviye eden suçlu yapılanma olarak yerini alacak, mazlum halkın; “Kürd-kıranı” olarak bilinecek ve faturası da oldukça ağır olacaktı.
Kürd-kıran Apocu örgüt, dört sömürgeci devletin desteğiyle palazlandırılarak, kendilerine her türlü kolaylık sağlandı. 1984 Ağustos'unda, danışıklı savaşın yolunu açtılar. Önlerindeki tek engel; KAWA Örgütü’ydü ve onun tasviyesi, işlerini kolaylaştırırdı.
KAWA Örgütü, iki önemli karar aşamasında; PKK’nin önündeki engeldir hesabıyla, Türk egemenlik sisteminin iki ciddi operasyonuyla karşılaştı.
Birincisi; 1980 yakalanmaları ve Qamışlo katliamı oldu.
İkincisi; 1992 ve sonrası operasyonlardır.
Şemdin Sakık'ın yaklanmasından sonra Türk egemenlik sistemin hazırladığı ve kamuoyuna sızdırılan “Andıç raporu“ndan:
“a) Gnkur.Bşk.lığının 21 Nisan 1998 gün ve GENSEK.: 3050-212 -98/İCRA SB. sayılı direktifi.
b) Gnkur.Bşk.lığının 15 Nisan 1998 gün ve HRK.: 3570-027-98/ İGHD.Hrk.Ş. 313. sayılı emri.
TSK.’nin başarılı bir operasyonu ile yakalanan üst düzey te-röristlerden biri olan Şemdin SAKIK’ın sorgulanması sonucu alınan ifadelerin psikolojik harekat ve basın uygulamaları açı-sından değerlendirilmesi maksadıyla; ilgi (a) emirle çalışma grubu teşkil edilmiş ve bu grup tarafından uygulama zaman-larını ihtiva eden bir eylem planı hazırlanmıştır...
PKK’nın dağılma süreci esnasında örgüte alternatif olabile-cek VEJİN ve KAWA gibi örgütlerin, legal veya illegal siyasi oluşumların eylem safhasında çökertilmesi maksatlarına yö-nelik olarak ilgi (b) direktif yayınlanmış ve bu direktif sorgula-ma esnasında uygulamaya başlanmıştır.“
Bunun gereği yapılarak, 1994 operasyonları sonucu KAWA Örgütü’nün ülke ayağı çökertildi. Kürdistan'ın Güneyi'inde bulunan KAWA kadrolarına karşı tertiplenen sayısız suikast planları Kürd istihbaratı sayesinde boşa çıkarıldı. Ama arkadaşlarımız eskisi gibi faal olarak faaliyetlerini sürdüremez duruma düştüler.
Böylelikle meydan, alternatifsiz olarak yine Apoculara bırakıldı.
1992’de, Abdullah Öcalan, “çözümleme”leriyle; “KAWA'cılar, bulunduğu yer de tutuklanmalı, sorgulanmalı ve infaz edilmelidir,“ diyerek tetikçilerine ültomaton veriyordu.
TC devleti, Kürd halk kitleleri üzerinde; o bilinen inkar ve imha politikası ile Apocu Örgütü yönlendirdi. Kürd milleti, her iki güç tarafından vuruldukça; Apocu Örgüt kitleselleşti, tartışmasız bir güç olup çıktı.
Aydınlara boyun eğdirildi. Eğmeyen nerde bir yurtsever varsa fiziki olarak ortadan kaldırıldı. Sonra da, ikiyüzlüce ve iğrençce sahip çıktılar. Cenaze merasimlerine katıldılar, intikam yeminleri edildi, etrafa korku salındı ve halk üstünde terör estirildi. Halka bir ikilem dayatıldı. “Ya bendensiniz, ya devleten yanasınız,“ denildi. Devlet te, aynı ikilemi dayatmıştı. Bir taraftan köy koruculuğu, diğer yandan da, Apocuları siperleştirerek Kürd'ü Kürd'e kırdırttı.
Bunu hazırlıyan sürecin kilometre taşlarından biri kuşkusuz Qamışlo katliamıdır. Kürd-kıran Apocu Örgütün önünü açan bir operasyondur. Bu operasyonda, Abdullah Öcalan'nın parmağının olmaması mümkün değildir. Kendi eski arkadaşlarının anlatımına göre, her sabah uyandığında sorduğu ilk soru; “KAWA'cılar silah patlattı mı?“ olmaktadır.
Türk egemenlik sistemi, Kürd milletine kan kusturuyordu. Toplum susturulmuş, ama sisteme karşı derin bir kin ve nefretle doluydu. Şu biliniyordu ki; kim önce devleti vurur ve bunu süreklileştirirse kazanan o olacaktı. Sistem sahipleri ve onun tetikçisi Apocu Örgüttte bunu çok iyi biliyordu.
KAWA Örgütü, askeri cunta sonrası kongresini yapmış, Kürdistan'ın Doğusu’na çekilip, siyasi ve askeri bir eğitimden sonra, Kuzey-Batı Kürdistan'da silahlı mücadeleyi sürdürme kararı almıştı. KAWA Örgütü’nün bu yönlü karar, planlama ve çabasının olduğunu sistem biliyordu. TC devleti ve onun Kürdistan'daki “Kürtçüsü” tetikçi Apocu örgütün birlikte bu planı engeleme çabalarının olmaması, eşyanın tabiatına aykırıydı.
KAWA Örgütü’ne karşı operasyonlar yoğunlaştı. Kuzey boyutunda tutuklanmalarla büyük bir darbe aldı.
TC devleti, aldıkları bir istihbarat sonrası KAWA Örgütü’ne karşı “yurtdışı operasyon“ kararını aldı. Böylelikle KAWA Örgütü’ne büyük darbe vurulacak ve kendi ‘Kürtçü’ tetikçi Örgütü’nün önünü açmış olacaklardı.
Askeri cuntadan çıkan karar gereği, 7. Kolordu komutanı Hulisi Sayın kolları sıvadı.
Bu iş, Nusaybin Tabur Komutanı Binbaşı Veli Küçük'e havale edildi. Operasyon timi hazırlandı. Operasyon timinde kaç kişinin yer aldığı kesin olarak bilinmiyoruz, ama epey kalabalık olduğu açıktır.
Bildiğimiz Tim; Ahmet Cem Ersever, Levent Ersöz, Cemal Temizöz, Atilla Uğur ve Aytekin Özen'den oluşturulmuş. Bunlar askeri kişilerdir.
Qamışlo katliamını gerçekleştiren bu ekip, esas olarak Kürd milli hareketini tasviye etmekle görevliydi. KAWA Örgütü’ne karşı daima savaştı ve sistemin bu ekibi, Apocu Örgüte karşı ise kolkanat gerdi. Önünü açtı ve her türlü kolaylığı sağladı. Öcalan nerde ise, bu ekip te onun yanında ve arkasında oldu.
Tim'e, sivil kesimden de katılımlar sağlandı...
Qamışlo katliamına emir veren ve katılanların suç dosyaları kabarıktır. İşlemedikleri suç yoktur.
Uyuşturucu ticaretinden insan ticaretine, kitlesel katliamdan bireylerin gözlerini oymak, saç derisini yüzmek, kulak, burun, baş kesmeye, diri diri asit kuyularında yakma ve kalorifer dairelerinde yakmaya varan suç zinciri boyunlarında asılıdır.
Ahmet Cem Ersever, Qamışlo katliamını gerçekleştiren Tim Komutanıydı. Kerkük Türkmenlerindendi.
Kod adı Testereydi! Bu kodu, yakaladıkları Kürdlerin kafası dahil; el-kol, burun, kulak vs. organlarını testere ile kesmesinden ileri geliyordu.
Kısa aralıklar hariç, 1975-1993 yılları arasında Kürdistan'da istihbarat subayı olarak görev yapan Ersever, kurmanci ve zazacayı çok iyi konuşuyordu.
12 Eylül 1980'den sonra, istihbaratçı olarak Adıyaman'a tayinı çıkar. Kahta'da da görev yapar. Orada iki önemli görevi vardır. Birincisi, Kahta'da köklü bir çalışması olan KAWA Örgütünü tasviye etmek ve ikincisi; Menzil Şeyhi Reşit Erol'u devlete bağlamak, Muhsin Yazıcıoğlu'nun denetimine almaktır.
…
…
Devam edecek...
Kawa ci Faki Huseyin rolu neydi ?