Yıllardır kanlı emelleri uğruna bir dini alet ederek, cinayet, hapis, işkence, kızlara tecavüz gibi yöntemlerle tüm halkını cendere içine almış bir rejim düşünün.
Rejimin mutlak dini lideri ülkede bir Kamusal Güvenlik Planı başlatıyor, kampanyanın sadece ilk üç ayında 62,785 kadın, kıyafetleri dini kurallara uygun bulunmadığından polis tarafından sokakta durduruluyor. Bunlardan 1,837’si tutuklanıyor. Dış İşleri Bakanının yardımcısı, dine harfiyen uymak uğruna, gerekirse rejimin 100,000 kişiyi öldürmeye hazır olduğunu açıkça beyan ediyor.
Bu ülkede bir adam, bir kadının suratına asid dökmüş, kadıncağız kör olmuş. Mahkeme bu adama, iki gözüne beşer damla sülfürik asit dökülerek kör edilmesi cezası veriyor.
Yandaşlar arasında yapılan sözde seçimlerde muhalif liderler tutuklanıyor. Hapishaneler gazetecilerle, akademisyenlerle dolu. Ülkede gençler protesto eylemleri yapmaya kalksa, rejim tarafından kurşunlanıyor, asılıyor. Basın, telefon, İnternet, herşey kontrol altında. Giyimleri şeriata uygun olmayan erkeklere helada kullanılan ibriklerden su içiriyorlar.
Üstüne üstlük, bu baskı ve korku rejiminin dini lideri, yüzü hiç kızarmadan İnsan Haklarından bahsedebiliyor : «İnsan Hakları İslam öğretisinin temel ilkelerindendir ve Batı’nın insan hakları ile ilgili kaygılarından yüzyıllarca sene önce düşünülmüştür.» Anlayacağınız, demokrasi haram olmasa, neredeyse, bizde ileri demokrasi var diyecek… Zaten dini liderin danışmanı bunu söylemiş bile : Bizde İslamî demokrasi var !
Bir gün karşısında peydahlanacak «Mehdi’yi bekleyen » ve hatta « ülkesinin tüm işlerinin Mehdi’nin eliyle yönlendirdiğini » açıklayan rejimin Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler’de yaptığı ilk konuşmasında kendi başının üzerinde bir “nur haresi” gördüğünü söylüyor...
Bu muhterem Cumhurbaşkanı’nın beyni o kadar nur dolu ki, AIDS virüsünün üçüncü dünya ülkelerini zayıf düşürmek ve kendi ilaçlarına pazar oluşturmak amacıyla Batılılar tarafından yaratıldığını düşünüyor. Ayrıca, büyük bir ciddiyetle, ülkesinde hiç eşcinsel bulunmadığını iddia ediyor. Bu zehir gibi akıllı zat, kuraklığın nedenlerini düşünmüş ve Avrupa’da çok yağmur yağdığını, fakat bulutlar onun ülkesine varmadan evvel içlerindeki suyun Avrupalılar tarafından boşaltıldığını bile keşfetmiş! Kendileri sürekli bir başka devleti ''kanserli bir ur'a'' benzetiyor ve bu ülkenin haritadan silineceğini açıklıyor.
Devletin saygıdeğer dini lideri de aynı ülkenin bir kanser hücresi olduğunu ve mutlaka yok edilmesi gerektiğini buyuruyor. Bu rejim, strateji uzmanı Alireza Forghani’nin yazdığı ve «İsrail'i yok etmek ve sivil nüfusunu hedef almak savunma amaçlı Cihad’dır » beyanı içeren bir makaleyi devletin web sitelerinde yayınlayarak soykırım doktrinini tasdikliyor. Forghani’nin makalesi ayrıca, yukarıda sözü geçen dini liderin yazılarını alıntılayarak rejimin hedeflerine açıklık getiriyor : Devletler arasında siyasi sınırlar uygun değildir. Önemli olan toprakları inanç, din ve kana göre bölmektir. Müslüman kanı kafir kanından ayrı olmalıdır.
****
Seçici mazlumiyet taraftarı Türkiye Başbakanı Erdoğan, baskı altında ezilen İran halkından desteğini esirgiyor. Atom bombası imal ettikleri düşünülen bu iki uçuk zatla görüşmeye gidiyor, onlara güveniyor ve bu lânet rejimin nükleer faaliyetlerinin « barışçıl » amaçlı olduğu kanaatine varıyor.
Bakın Erdoğan ne diyor :
« Hamaney, ‘Bizim fıkhımızda, şeriatımızda kitle imha silahı kullanılmaz’ diyor. Bunu söyleyen bir insanın bu ifadelerinden sonra ben ‘İran nükleer silah yapıyor’ iddiasında bulunamam. Aynı şeyi Cumhurbaşkanı da teyit ediyor. Barışçıl amaçla nükleer programı uygulama hakları yok mu?” » (1)
İran’ın dini lideri Hamaney ile Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın sözlerine inanmamak mümkün mü ? Bu eli kanlı rejimin, Suriye’de halkına kıyan Esad’ın ve dünyadaki en azılı terörist örgütlerinin bir numaralı destekçisi olması sadece ufak bir detay…
Son zamanlarda Müslüman Kardeşler uğruna çarkedene kadar Suriye celladı Esad’ı pek seven, Sudan’da soykırımcı Ömer Beşir’e karşı da iyi niyetliliğini aynı şekilde ortaya koyan Başbakan, İran’ın da atom bombası ve nükleer başlıklar gibi önemsiz konularını böylece hallettikten sonra, sözü hemen asıl acil soruna getiriyor :
« İsrail'de o kadar başlık var, Batı bunun hesabını sorsun. » (2)