Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 13 February 2011

Bu iddialar sıradan değil; Genelkurmay Başkanı’nın emri ile Abdullah Öcalan’la pazarlık yapıldı. Hem de cezaevinden, cep telefonuyla. Asker istedi, HADEP’li avukat aracı oldu, PKK’nın kurucularından Muzaffer Ayata ve Sabri Ok iletti. Görüşmeler sonucunda PKK ateşkes ilan etti. Öcalan, Suriye’den çıktı. Olayın perde arkası 15 yıl boyunca sır kaldı. Muzaffer Ayata, ilk kez konuştu. Sürecin içeriğini, talepleri, pazarlıkta gelinen noktayı ve bugün Avrupa’da yapılan görüşmelerin detaylarını anlattı. İşte, bir dönemin karşılıksız sorularının cevapları.

EYÜP ERDOĞAN CEMAL SUBAŞI
[email protected] [email protected]

Yıl 1997. Yer, Bursa Cezaevi. PKK’nın üst düzey yöneticileri tutuklu Sabri Ok ve Muzaffer Ayata, cep telefonundan Şam’a, ‘karşı taraf’ın, yani askerin taleplerini aktarıyordu. Telefonun diğer ucundaki isim terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’dı. Federatif yapıyı, koruculuk sisteminin kaldırılmasını, silahların susturulmasını tartışıyorlardı. Bu girişimden sivil kanadın, hükümetin, hatta cumhurbaşkanının bile haberi yoktu. Bu gizli görüşme trafiği, Emniyet İstihbarat Dairesi’nin teknik takibine takıldı. Ama dinleyenler kolayca ekarte edildi! Pazarlıklar, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkmasına kadar sürdü. Sonra aniden kesildi. Peki neden?

1996-1998 arasındaki bu ‘pazarlık süreci’, yıllardır kulaktan kulağa yayılıyor. Bugüne kadar, ne Muzafer Ayata, ne Sabri Ok, bu konuda bir açıklama yaptı. En son Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, 24 Kasım 2010 tarihli yazısında, Muzaffer Ayata ile yaptığı sohbetin bir bölümünü aktardı. Bir gün sonra Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Hasan Cemal’e atıfta bulunarak “Devlet-PKK temaslarının gizli tarihi aydınlanıyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Çakır, Hasan Cemal’in, sözü edilen pazarlık sürecine ilişkin, Ayata’dan aldığı bilgilerin tamamını aktaracağını umuyordu. Ama Hasan Cemal yazmadı. Ruşen Çakır’ın merakını gidermek de bize düştü. Almanya’da ulaştığımız Muzaffer Ayata, ilk kez o günlerle ilgili iddialarını anlattı.

PKK’yı kuran çekirdek kadroda mıYDINIZ?
1976 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne kaydoldum. Hareketin kurucusu Öcalan da Ankara’daydı. Etrafında Kemal Pir, Haki Karer, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın da bulunduğu bir grup vardı. O dönemde onlara ‘Apocular’ deniyordu. Ben de arkadaşlara katıldım.

Ne zaman tutuklandınız?
Askeri bir operasyon sonucu, Mart 1980’de, Urfa’nın Siverek ilçesinde yakalandım. O dönem Bucak aşireti ile çatışıyorduk. Bir aylık gözaltı ve sorgu sürecinden sonra Diyarbakır Cezaevi’ne konuldum. 1987’nin sonuna kadar burada kaldım. O dönemin unutulmaması için iki ciltlik kitap yazdım.

Yakalandığınızda PKK’daki göreviniz neydi?
Urfa bölge sorumlularından biri olarak yargılandım. Yedi yıl Diyarbakır Cezaevi’nde, kaldım. Aralık 1987’de Amasya’ya, bir yıl sonra Gaziantep’e, Haziran 1994’te de Bursa Cezaevi’ne nakledildim. 20 yıllık cezamı Bursa’da tamamlayıp, Eylül 2000’de tahliye oldum.

Bursa Cezaevi’ndeyken ‘devlet’İN sizinle irtibata geçtiĞİ SÖYLENİYOR...
Abdullah Öcalan ile devletin temas kurmasına aracılık etmeleri için, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki PKK’lılara haber gönderilmiş. Biz bunu duyunca, oradaki arkadaşları arayıp “Siz bu işe karışmayın. Uygun değil. Görüşme istekleri neyse bize gelsinler” dedik. Bursa Cezaevi’ne bir avukat geldi. Avukat, devletin bir süreç başlatmak istediğini, bunun için de bir kontak aradıklarını, bu iş için en uygun isimlerin bizler (Muzaffer Ayata ve Sabri Ok) olduğumuzu söyledi. Sürecin basına sızmasından endişe ediliyordu. Bu talep bize 1997’nin ikinci yarısında getirildi.

Devletin sizinle görüşmek üzere gönderdiği kişiler kim veya kimlerdi?
İlk önce bir avukat geldi. Bu avukatı kendileri bulmuşlar.

Kim göndermiş? Asker mi, hükümet mi?
Askerin gönderdiğini söylemek daha doğru olur.

“Milletvekili de vardı”

Avukatı daha önce tanıyor muydunuz? Adını söyleyebilir misiniz?
Bu arkadaşı daha önceden de tanıyordum. Hâlâ Türkiye’de yaşıyor. İsmini açıklamam onun için tehlikeli olabilir.

Görüşmeler nasıl devam etti?
İlk günler bizimle görüşmeye sadece bu avukat geldi. Sonra bir avukat ve bir milletvekili daha dâhil oldu.

Milletvekili kim, hangi partidendi?
Partinin o dönemdeki adı sanırım HADEP’ti. Hâlâ milletvekili. Adını söyleyemem.

Gelen ilk avukat Kürt kökenli miydi?
Evet.

Daha sonra neler oldu?
Görüşmeleri bir süre bu üç kişi ortak yürüttü. Ama asker kanadı, sonradan eklenen iki kişinin uygun olmadığını söylemiş. Sürecin, ilk görüştüğümüz arkadaşla devam edeceğini bildirdiler. Belki de diğer avukat ve milletvekili vasıtasıyla bu görüşmelerin basına sızmasından endişe ettiler. Görüşmeleri sürdüren avukat, sivil istihbaratın da görüşmeye entegre olmayı istediğini ama reddedildiğini söyledi. O dönemde bazı problemler çıktı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu tutuklandı. Orakoğlu, Öcalan’la yaptığımız telefon görüşmelerini dinlemiş. Bizim aracı olduğumuz bu pazarlık sürecini baltalamak istiyordu. Zaten o dönem asker, telefonlarının dinlendiğini açıklamıştı.

Yani, “Orakoğlu ve ekibi, bu görüşmeleri takip altına alınca, askerin operasyonuyla devre dışı bırakıldı” diyorsunuz.
Evet. Karışık bir dönemdi. Biz içerideydik ve alabildiğimiz bilgiler bu yöndeydi.

Öcalan ile nasıl irtibat kuruyordunuz?
Sabri Ok ile benim kullanabildiğimiz bir cep telefonu vardı. Cep telefonunu içeriye kendimiz sokmuştuk. Zulamızda duruyordu. Gelen avukatla görüşmeler sıklaşınca, gelişmeleri Öcalan’a erken bildirmek için bu cep telefonunu kullanmaya başladık. Avukat aracılığıyla asker söylüyor, biz Öcalan’a iletiyorduk.

Cezaevi yetkilileri ya da avukat, yaptığınız görüşmeleri cep telefonuyla aktardığınızı biliyorlar mıydı?
Onlar sadece gelişmeleri aktardığımızı biliyordu. Nasıl yaptığımızı hiç sormadılar. Onların derdi, isteklerinin Öcalan’a eksiksiz aktarılmasıydı.

Öcalan ile görüşmeleri belirli bir saatte mi yapıyordunuz?
Not bırakıyorduk. Öcalan kaçta hazır olabilecekse o saatte arıyorduk.

Devlet ya da asker, avukat vasıtasıyla Öcalan’dan ne gibi taleplerde bulundu?
Türkiye’de devletin geldiği noktayı anlatıyorlardı. Devleti toparlamak gerektiği yönünde değerlendirmeleri vardı. Bir yanda tarikat ve İslami hareketler, diğer yanda devlet içindeki çeteleşmeler… Kürt meselesine ilişkin değerlendirmelerinde “Çatışmalar durursa, çözüm sürecinin önü açılır” diyorlardı. Görüşmeler, tüm bu sorunların yasal sürecin içine çekilmesi temelinde devam ediyordu. “PKK ateşkes ilan ederse, ordu, devlet kendi işine dönebilir” analizi yapılıyordu. Kürt sorununun kökten çözümü konusunda perspektifleri vardı. Hem devleti toparlamak, hem de çatışmalı ortamdan çıkmaktı amaç. Kürt sorununu silahsız çözebilme ortamını sağlamak için ateşkes ilan edilmesini istediler.

Sorunun çözümü için neler sunuldu?
Özetlemek gerekirse, “Türkiye’nin toprak bütünlüğü, sınırları, resmi dili ve bayrağı kabul edilsin; onun dışındaki bütün sorun ve talepler tartışılır ve çözülür” dediler. Öcalan’a yanlış aktarmamak için, bu taleplerin bize yazılı iletilmesini istedik. Yazılı olarak da verdiler.

“Ateşkes ilan edildi”

Yazılı metnin altında imza var mıydı?
Yoktu. Resmi bir kâğıt değildi. Daha sonra biz bu aracı avukatı Avrupa’ya gönderdik. Buradan Suriye’ye geçip Öcalan ile görüşecekti. Ona “Siz mevcut durumu daha iyi aktarırsınız” dedik. Avukat Suriye’ye geçemedi. Ama Öcalan ile uzun bir telefon görüşmesi yaptı. Bir saatten fazla görüşmüşler. Daha sonra bir asker, sanırım bir albay, Avrupa’ya gönderildi. Örgütün Avrupa temsilcilerinden birisiyle görüştü.

Bu temsilci kimdi?
Şahin kod adlı (Ferhat Abdi Şahin) Suriyeli bir arkadaştı. Şimdi Irak’ta, örgütte.

Albay kim?
Bilmiyorum.

Bu görüşmelerden dönemin hükümetinin bilgisi var mıydı?
Bize bilgileri aktaran avukat, hükümetten hiç söz etmedi. Talepleri gönderenlerin devletin esas sahipleri, odakları olduğunu söyledi.

Öcalan’ın görüşmelerdeki tutumu nasıldı?
İrdeledi, görüşlerimizi aldı. “Bunlar gerçekten ciddiler mi?” diye sordu. “Biz yetkililer ile yüz yüze konuşmadık. Bir avukat gönderdiler. Tahliller, analizler ve verilen bilgiler ciddi” dedik. Avukat aracılığıyla bize, “Bu işin güvencesi siz kendiniz olacaksınız. ‘Size silahlarınızı bırakın’ demiyoruz. Ateşkes ilan edeceksiniz, tedbirlerinizi alacaksınız. Biz de operasyonları durduracağız” demişlerdi.

Abdullah Öcalan’ın teslim olmasını istediler mi?
Onu farklı bir şekilde söylediler. “Şimdilik bu süreç ilerlesin, diyaloglar devam etsin, sonra Öcalan’ı da birebir sürece katacağız” dediler.

Öcalan’la cezaevinden kaç kez görüştünüz?
Çok; sayısını bilemiyorum. Görüşmelerin sonunda 1998’de ateşkes ilan edildi. Bu ateşkes, yapılan görüşmelerin getirdiği bir sonuçtu.

Görüşmeler ne kadar sürdü?
1997’nin ortasında başladı, Eylül 1998’de sona erdi.

Ne oldu da sona erdi?
Devlet yekpare değildi. Bu görüşmeleri yürütenler, orduya ne kadar hâkimdi bilemiyoruz. Süreç devam ederken, Suriye sınırına asker yığınağı yapıldı. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı (Org. Atilla Ateş), Suriye sınırında, bu ülkeyi tehdit eden bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan 15 gün sonra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, parlamentonun açılış konuşmasında Suriye’yi tehdit etti. Öcalan, Suriye’den çıkarıldı ve süreç farklı bir mecraya girdi. Avukat, son olarak ateşkes ilan edilmeden kısa süre önce geldi. Ateşkesten sonra bekleme sürecine girilip olayın hangi mecraya gideceği izlenecekti. Ama gidişat bir anda değişti.

Sizce görüşmeler neden kesildi?
Görüşmeler bir oyunun parçasıydı. Kürt tarafını sakinleştirip, yatıştırdılar. Seri hareket etmemesi, tedbir almaması için bir taktik uyguladılar. Sonra büyük bir hamle yaptılar. Türkiye’nin, ordunun içinde bir kanat, sürecin barışçıl bir yola evrilmesini istememiş olabilir. Devlet, o yıllarda çok parçalı bir yapıdaydı. İşin doğrusu, Süleyman Demirel bu işin adamı değildi.

“Bugünkü görüşmelerde asker yok”

Başbakan Tayyip Erdoğan başarabilir mi?
Geçmişi, geldiği siyasi gelenek değerlendirildiğinde, “Bu işe uygun insandır” diyemiyorum. Yine de bugünkü Türkiye, Demirel dönemindeki Türkiye’yle aynı değil.

Başbakan Erdoğan, devletin bazı kurumlarının Öcalan ile görüştüğünü açıkladı. Bugün Öcalan ile kimlerin görüştüğüne dair bilginiz var mı?
Bazı bakanlıkların, kurumların temsilcilerinin olduğu heyetler görüşüyor. Heyetteki kişi sayısı ve isimler zaman zaman değişiyor.

Hangi bakanlıkların temsilcileri var?
Daha önce MİT görüşüyordu. Şimdi heyette Adalet ve İçişleri Bakanlıkları var. Buradakilerden öğrendiğim kadarıyla, İmralı’nın uzantısı olarak Avrupa’da da bazı görüşmeler oldu. Kongra-Gel temsilcileriyle irtibat kuruldu. Kandil’dekiler de işin içinde. Görüşmelerde askerin olduğunu hiç duymadım.

Peki, son kez soralım. Sizinle görüşen avukatın adını açıklayacak mısınız?
Açıklayamam, uygun olmaz.

Selim Okçuoğlu olabilir mi?
Evet, doğru. Ama bu konuda başka bir şey söyleyemem.

Selim Okçuoğlu / Avukat
“TEMASLAR DÜN DE OLDU, BUGÜN DE OLUYOR”
1997 yılında askerin, Abdullah Öcalan’a iletilmesini istediği konuları, PKK hükümlüleri Sabri Ok ve Muzaffer Ayata’ya bildirdiği, bir anlamda aracılık yaptığı ileri sürülen Avukat Selim Okçuoğlu, bugüne kadar bu iddialar hakkında hiçbir açıklama yapmadı. Telefonla ulaştığımız Okçuoğlu, şunları söyledi: “Bu konulara ilişkin görüş bildirmeme kararımı bugün de koruyorum. Çatışmanın olduğu her yerde, bunu sona erdirmeye yönelik arayış ve çabaların olmaması düşünülemez. Bu tür görüşmeler, temaslar dün de olmuştur, bugün de olmaktadır, yarın da olacaktır.”

Bülent Orakoğlu
Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı

“ÖCALAN İLE ERGENEKON GÖRÜŞTÜ”
Bursa Cezaevi’nden Abdullah Öcalan ile yapılan pazarlıklar, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun telefon dinlemelerine de takıldı. Orakoğlu, bu görüşme trafiğini şöyle değerlendirdi: “1997’de PKK yöneticisi Sabri Ok ile Öcalan arasındaki telefon görüşmelerini dinledik. Siyasi iradenin dışında, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup, Öcalan ile pazarlık yapıyordu. Ordunun, çözüm konusunda, mevcut siyasi yönetimden daha ileride olduğunu söylüyorlardı. PKK tarafının, federe yönetimin kurulması, koruculuk sisteminin kaldırılması yönünde birtakım talepleri olduğu, askerlerin de buna olumlu baktığı yönünde konuşmalar vardı. Bugün bakınca, Ergenekon’un PKK ile ilişkide olan grubunun bu çalışmayı yaptığını düşünüyorum. Sabri Ok’un Öcalan’la yaptığı görüşmelerden, bu işin aracısının Avukat Selim Okçuoğlu olduğunu tespit etmiştik. ‘Okçuoğlu’nu sorgulayalım derken, biz görevden alındık. 28 Şubat’ı yapan irade her yere hâkim olmuştu. PKK ile aleni görüşen, federatif sistemi tartışan askeri yetkililere neden işlem yapılmadı? Bunu hâlâ merak ediyorum.”

İsmail Hakkı Karadayı
Eski Genelkurmay Başkanı

“BU EMRİ VERİRKEN YANIMDALAR MIYDI?”
Abdullah Öcalan ile pazarlık sürecini başlattığı iddia edilen dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, şunları söyledi: “Benim Genelkurmay Başkanlığım döneminde, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde en alt rütbeden en üst rütbeye kadar hiç kimse PKK ile irtibata geçmedi. Öcalan ile görüşülmesi talimatını verdiğimi iddia edenler, bu emri verirken yanımda mıydı? Genelkurmay Başkanı olduğum dönemde iki kez, yasalar çerçevesinde Kuzey Irak’a girdik. PKK’ya ağır zayiatlar verdirdik ve binlerce silah ele geçirdik. Askeri güç kullanarak PKK’yı etkisiz hale getirdik. En tehlikeli denilen bölgelerde, turistler bile rahat rahat dolaşabilir hale geldi. PKK ile görüşme iddialarının tamamı iftira.”

İddialar
“ÖCALAN ASKERLE ANLAŞIP ŞAM’DAN ÇIKTI”
Abdullah Öcalan ile asker arasındaki pazarlık sürecini araştırırken, açık veya kapalı, birçok kaynak ve isimle konuştuk. Bir kısmı, “Benim adımı bu işe karıştırmayın ama işin aslı şudur” diyerek, bazı iddialarda bulundu:
İddialara göre, Abdullah Öcalan ile görüşmeler 1996 yılında, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın isteği ile başladı. Bu konuda güvendiği birkaç subayını görevlendirdi. Bunun üzerine önce HADEP’le temasa geçildi. Parti içerisinde bir heyet, uzun tartışmaların ardından, askerin taleplerini Öcalan’a iletmesi için HADEP Yönetim Kurulu üyesi Avukat Selim Okçuoğlu’nu görevlendirdi. Okçuoğlu, 1997’de, daha önceden tanıdığı Muzaffer Ayata ve Sabri Ok ile tutuklu bulundukları Bursa Cezaevi’nde görüştü. Talepleri, cezaevinden cep telefonu ile Şam’daki Abdullah Öcalan’a iletmeye başladılar. Ayata ve Ok’a “Asker, cep telefonu kullanmasınlar, dinlemeye takılabilirler, başka bir yöntem bulsunlar diyor” diye uyarı mesajları bile ulaştırıldı. Ama Öcalan, gelişmelerden anı anına haberdar olmak istiyordu. Nitekim telefon görüşmeleri, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun teknik takibine takıldı. Ama Orakoğlu, askerin isteği ile dönemin İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu tarafından “Orduda casusluk yaptığı” gerekçesiyle görevden alındı. Bu arada pazarlıklar iki taraf için de iyi gidiyordu. Hatta Öcalan, kendince jest yaparak Ağustos 1998’de ateşkes ilan etti. Aynı yıl Genelkurmay Başkanlığı’nı devralan Hüseyin Kıvrıkoğlu döneminde de görüşmeler devam etti. Ateşkesin hemen ardından, 15 Eylül 1998’de dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, Suriye sınırında yaptığı bir konuşmada, Şam yönetimini eleştirip, Öcalan’ın sınır dışı edilmesini istedi. Hemen ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Suriye’yi tehdit etti. Bu pazarlık sürecini yakından takip eden ama adının açıklanmasını istemeyen bir kişinin iddiasına göre, PKK lideri, Şam’dan çıkarılmasına ilişkin yapılan bu sert açıklamalara hiç şaşırmadı. Çünkü Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması, askerle yapılan pazarlıklarda karara bağlanmıştı. Yani Şam’dan çıkmayı, Öcalan da istiyordu. Avrupa’da, ‘sürgündeki devlet adamı’ edasıyla hareket etmeyi planlıyordu. Ordu ise Öcalan’ın başında olmadığı örgütün dağılacağını hesap ediyordu. Ama Öcalan’ın İtalya’da yaptığı bir açıklama, hem pazarlıkların sona ermesine neden oldu, hem de İmralı’ya giden süreci başlattı. O açıklamada Öcalan şöyle diyordu: “Ankara’dan çıktık partileştik, Kürdistan’a geldik halklaştık, Ortadoğu’ya çıktık ordulaştık, Avrupa’ya çıktık devletleşeceğiz.”

http://www.tempodergisi.com.tr/haberdetay/57369.aspx

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.