"Kürtlerin Kendi Kendilerini Yönetmesi Kabul Edilemez" (!)
Yakın zamanda bazılarına göre „Kürt sorunu“, bize göre Kürdistan sorununa ilişkin çok yönlü tartışmalar yaşandı. Helsinki Yurttaşlar Derneği ile Empati Grubu birlikte İstanbul Bilgi Ünüversitesinde 11-12 Mart 2006 tarihlerinde “Sivil ve Demokratik Çözüm Arayışları 1, Türkiye’nin Kürt Meselesi” konferansını gerçekleştirdi. Arkasında Kanal 7 Tv Kanalında „Kürt sorunu nasıl çözülür“ programı yapıldı. Birincisini basında, ikincisini internetten canlı seyrettim. Her iki tartışmada da ortaya çıkan sonuçun „Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesi“ Türkler tarafından „kabul edilemez“ olduğu noktasındaydı. Türk tarafı bunu açıkça dilendirmesine karşın, tartışmalara katılan Kürdlerden kimi buna utangaç itiraz etsede, çoğunluk Türkleri onaylar bir konumda oldu. Roller iyi paylaşılmıştı. Türk tarafı, sorunu ağızlarda sakız edilen, ama çerçevesi bir türlü çizilemeyen demokrasi kavramı içinde boğuntuya getirirken, Kürd tarafına bol bol TC devlet sınırlarına biat etmesi seansları tekrarlatıldı.Adına ister „Kürt sorunu“, ister „Kürdistan sorunu“ denilsin tartışılması elbette önemli, ama bundan daha önemli olan tartışılan soruna getirilen çözüm biçimidir. Bizim açımızda önemli olan budur.Cumhurriyetin kuruluşundan bugüne devletin Kürdler hakkındakı yaklaşım ve icraatı „inkar ve yoket“ olmuştur. Yani Kürd diye bir şeyin yok olduğu devletin resmi ideolojisi olmuştur. Ama yok sayılan Kürdler hayır ben varım deyince bu sefer devlet „yoket“ politikasını devreye koymuştur. 82 yıldır süren politıka budur.Şükür şu an artık Kürdler „yok“ sayılmıyor. Artık varlığı kabullendiğine göre bunlara birde statü gerekiyor. Herkes kendi cephesinde Kürdlere bir statü bulmak için harıl harıl çalışiyor. O kadar çok sevenimiz var ki, bu sefer biz yok sayılmışlara statü beğendiremiyorlar. Bizi, “Birinci sınıf vatandaş” ilan edenler var. TC devletinin “kurucu asli unsur” diyen var. “Anayasal vatandaşlık” önerenler var. “Alt kimlik-üst kimlik” ile işi kotarmaya çalışanlar var. Bunların gerçekleşebilmesi için hepsinin beklentisi Türkiye’nin AB üyesi olmasıdır. Her ne kadar aşağıya aldığım paragraflar Sertaç Bucak’a ait olsa da hepsinin ortak ezberi şöyledir.„Kopenhag Kriterlerinin eksiksiz uygulanması, Katılım ortaklıgı belgelerinde dile getirilen koşulların yerine getirilmesi sorunun tarihsel açıdan demokratik ve sivil çözümü için bir fırsattır, anahtardır.“„Silahlı mücadele dönemi bitmiştir. Sorunun çözümü şiddeti kesin bir dil ile redetmekten ve buna uygun bir politikadan geciyor. Kaldıki içinde bulundugumuz koşullarda silahli mücadele diretmek çıkmaz bir sokaktır.“ Bu malum çevrelere göre silahlı mücadele dönemi bitmiştir. Bunu anladık da, anlamadığımızı soralım. Peki daha evel silahlı mücadele gerekli miydi? Eğer gerekliydiyse niçin? Ve bu süreç ne zaman bitti? Kürdistan’a sömmürge diyorsunuz. Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletlerin yaklaşım ve icraatlarıda biliniyor. Bu koşullarda silahlı mücadele gerekmiyor mu? Eğer gerekmiyorsa, peki silahlı mücadeleye ne zaman baş vurmak yanlış olmaz? Bu sorularımızın cevabını alabilir miyiz? Sorularımızın cevabını hiç bir zaman alamayacağız. Çünkü kendilerini kapılarına bağlamak istedikleri kapının sahiplerinin işitmek istediğini seslendireceklerini biliyoruz. Onlar nezdinde “akılı politıkacı” ünvanını kazanmak için Kürd milletinin meşru hakkı olan silaha baş vurma hakkına bol bol bedua edecekler. Kürdlerede silahtan uzak durun çağrısını yapacaklar. Dünden bugüne yaptıkları zaten bu değil midir?Kürdlerin Kürdlere silah bırakın deme lüksü yoktur. Bunu dile getirenler Türk Kürd’üdürler. Dikkat edilsin bu mantık sahipleri Türk silahlı kuvvetlerine Kürdistan’dan defolun diyemezler. Ama Kürd milletini Türk’ün kapısına bağlamak için yapmadıkları şaklabanlık kalmadı. Avrupa’dan tutun Türk Kürd’ünün “Kürt sorununun çözümü” Kürd millet egemenliği gaspına dayanan bir çözümdür. Kürd yurtsever hareketin savunacağı bir çözüm değildir. Çünkü Paris Şartı ve Kopenhag Kriterleri azınlık haklarıyla ilgilidir. Kürdler, azınlık değil, sadece Kuzey Kürdistan’da 20-25 milyonluk nüfusa sahip bir millettir. Bu şart ve kriterler uygulansa bile ister „Kürt sorunu“, ister Kürdistan sorunu denilsin çözemeyeceği ortada iken Türk Kürd’ünün canhıraş sorunu burada boğmak istemesi aldığı ve almayı beklediği rant ile ilişkilidir.Kürd milletine dayatılan bu çözüm biçimlerinde her şey var, ama bir şey yok. Kürdler kendi kendini yönetemez(!) Yönetim Türklerin elinde olmalıymış. Bunun ötesi “sınırlar bozulur”, „sabırlar taşıyor“ olur. Bir manyakta „tarihte ders alsınlar, Yahudilerin başına gelenleri hatırlasınlar“ deyip gazodalarını hatırlatır. Ve bunlar, Türk Kürd’ünün biz Kürdlere “birlikte ortak yaşam kuracaklarımız” dedikleri olur. Dahası Türk toplumunun okur yazarları ve öncüleri olur. Dikkat edilsin. Okumuş yazmışları böyle düşündüğüne göre okumamışları varın siz değerlendirin. Defalarca denilmiştir. Türk toplumu parayonak bir toplum. Özel harekatçı bir toplum. Değişme niyetide yok. Var diyenler yalan söylüyor. Kimdir bunlar saymaya gerek var mı? İyisi Türk Kürd’ü deyip geçelim.Adı geçen „Konferans“a katılan Türk Kürd’ünün oynamak istediği uğursuz rolü bir kez daha ortaya koydular. Daha evel onyıllarca yıl sürgün yaşamı yaşamış konferans katılımcıların „ülkeye dönüş“ün faturasının hiçte ucuz olmadığı ortaya çıktı. Satışa çıkarılan meğer onurlarıymış. Kuşkusuz bu unsurların onurlarını satma özgürlüğü var. Kimsenin buna bir diyeceği olmaz. Fakat bu unsurlar onurlarını pazarlarlareken kendileriyle birlikte Kürd milletini satışa çıkarmaları, hapsedildiği misak-ı milli sınırını Kürdler adına kutsamaları, birlikte geleceği örme vs gibi Kürd millet egemenliği gaspı yüklü bir rol oynamaları açıkça söyleyeyim beklediğim bir sonuçtu. Beklediğim bir sonuçtu, çünkü katılımcıların siyasal yaklaşımlarına uygundu.Daha evel de denmiştir. Hiçbir hadini bilmez Kürdler adına Kürd milletinin kaderini pazarlık konusu yapamaz. Kendi düşüncelerini Kürd milletinin düşüncesiymiş gibi hareket edemez. Ederse ne olur. İtiraz olur. Yalanı ortaya çıkar. Bu da hoş olmasa gerek. İyisi mi herkes haddini bilsin. Kendi kişisel hesaplarına mazlum Kürd milletini alet etmesin.Ülkeye mi dönmek istiyorlar? TC devletine askerlik mi yapmak istiyorlar? Eski birikmiş vergi borçlarını mı ödemek istiyorlar? Yapabilirler. Bunu yapan çok. Bunun Kürd yurtseverliğiyle bir alakası var mı? Olmadığını söylemek yanlış değildir. Bu bir yana üstüne üstlük bu zevat bunu savunulabilir kılmak için yapılanın çok iyi bir şey olduğu ve hatta „Kürt sorunu“nu çözmeye çalıştıklarını ve bunun için „Kürt Konferansı“ düzenlemekle „iyi bir açılım“ yaptıklarını söyleyecek kadar ikiyüzlüdürler.Ne demektir, bu? “Kürtlük” adına Kürd milletini Türk’ün kapısına bağlama çabasıdır. Bu da ihanet demektir.Adı geçen Konferansa katılan Kürd katılımcıların aslında tartıştıkları eskiden beri Türk Kürd’ünün kendine dert ettikleri „TC devlet çıkarı“ oldu. Yani anlayacağımız malum çevre yine TC devlet çıkarları penceresinde soruna baktıkları görüldü. Şimdi demezler mi be kardeşim senin derdin ne? Derdin Kürdistan sorununa çözüm getirmek mi, yoksa şu an veya gelecekte TC devletinin çıkarı hangi politıkada yattığını tartışmak mı? Kürd katılımcıların özelikle vurgu yaptıkları TC devletinin çıkarı hangi politıkada yattığı meselesiydi. Hatta birileri hızını alamayarak „Devletin bölünmez bütünlüğü“nün garantisini AB’yi garantör ilan ediyordu. „Topluluga üye olan çok uluslu ülkelerin birliginin çimentosu AB’dir. Kuskusuz Türkiye’nin birliğinin çimentosuda AB dir.“Yurtsever bir Kürd’ün “Türkiye’nin birliği” sevdası olabilir mi? Bunu kendine dert eder mi? Örneğimizde olduğu gibi demek ki, varmış. Bunun Kürd-Kürdistan yurtseverliğiyle uzaktan yakından bir alakası olamaz.Konferansa katılan Kürdler, kendilerini sisteme kabul ettirebilmek için TC devletinin en hassas konusunda özelikle hassas oldukları ortaya çıktı. “Kürtler bağımsızlık istemiyor” zırvalarını tüm entekletüel birikimleriyle izah etmeye çalıştılar. Buna niye gerek duydular dememek gerekir. Türk’ün hassasiyet duyduğu sorunda “sorun sahibi” tarafından hassasiyet gösterdiği mesajı yüklüydü. Türk Kürd’ünün sahip’e verdiği mesaj açık ve netti. “Sövsende, dövsende, katletsende canımızla, kanımızla seninleyiz. Kimse bizi ayıramaz.” Sergiledikleri sömürge insan kişiliğinin bir tezahürüydü.Bunları söylemekle bu zevata haksızlık mı etmiş oluyoruz? Kimse kusura bakmasın. Kürd millet egemenliği kimsenin şahsiyetinden daha önemsiz değildir. Herkes haddini bilsin. Ama anlaşılan odur ki, bu malum çevreler haddini aşıyor. Kendi ihanet teorilerine “tüm Kürt siyasal kuruluşları” tarafından savunulduğunu ileri sürecek kadar yalan söylüyor. İşte belgesi.“Istisnasız tüm Kürt siyasal kuruluşları sorunun demokratik çözümü için görüşlerini açık bir biçimde deklare ederek Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Kürt sorununun çözümünü savunduklarını ifade etmişlerdir. Bu sorunun başlıbaşına cözümlenmesi ve siyasi bir zemine taşınması açısından önemlidir. Türkiye’nin sınırları içinde Kürt sorununun çözümünü savunan Kürtleri „bölücük“ ile suçlamak dogru bir tavır degildir.“Kendileri “bölücü” mü değil mi bizim sorunumuz değil. Ama biz bölücüyüz. Düşmanın hakkımızdaki bu iddiası karşısında hiçte rahatsızlık duymuyoruz. Fakat malum çevre rahatsızlık duyuyor. Duyar! Haklı sebebleri var. Çünkü onlar, sömürgeci TC devlet sınırlarının bekçileridir. Kürdistan’ı kalbinde ve beyninde bölen bu sınır taşlarına secde edenlerdir. Biz ise onların secde ettikleri bu sınır taşlarına af buyurun içine etmek istiyoruz.Bizlerin içlerine ettiklerimizi onlar sahipleniyor.Bugüne dek Kürd milletinin yok edilmesi için habire proje üreten sömürgeci TC devletinin Üniversitelerini “Ünüversitelerimiz” diyecek kadar kendinden geçen birilerine duyacak ne sevgimiz, ne saygımız olur. Kürd yurtseverleri TC devlet Üniversitelerine „Üniversitelerimiz“ demez. Diyen birileri olursa ki, örneğimizde görülüyor, bu unsurlarında ulusal onurlarını Türk sömürgeciliğine rehin bıraktıkları ortadadır.Benim dikkatımı çektiği gibi, sanırım herkesinde dikkatini çeken şu önemli hususa birde hep birlikte dikkat edelim. Kürd katılımcıların birbirlerinden ayrı hazırladıkları metinlerinde hepsinin kendi metnine M. Kemal’i sindirdikleri ve bunun arkasına sığındıklarını ibretlik bir olaydır. Bir Kürd’ün kendi tezlerini doğrulamak için kendine referans olarak M. Kemal’i seçmesi sözkonusu Kürd’ün siyasal zemininide ele verir. M. Kemal’i kendilerine referans alanlar sonuç olarak TC devlet sınırlarına bağlılığını deklere etmeye götürür ve götürmüştür.Bu vesileyle Türk Kürd’ünün nerede yemlendiği ve yemlenmeye kendini kurguladığıda ortaya çıkıyor.23 Mart 2006