Hepimizin malumu. Kürdler asırlar boyu bir savaş veriyor. Ağır bir bedel ödediğide biliniyor. Buna gerek varmıydı, dahası bundan sonra var mıdır? Kürd milleti için bir devlet gerekli mi? Mümkün mü bu? Gündemimizde düşmeyen sorular.
Bu sorulara geçmeden önce bu yazımda bağımlılık ilişkisi içinde olan bir milletin hakları nedir genellemesi hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Ayrıca ilgili kesimlerin konuya ilişkin görüşlerine yer vermek istiyorum. Bir sonraki yazımda da genel kuralların Kürd millet özeline nasıl uygulanması gerektiği konusuna döneceğim.
Bir ülkenen mevcut statükosunu, yani siyasi, ekonomik, askeri, kültürel, psikolojik, maddi ve manevi değer yargılarını vs. doğru tanımlamak çok önemlidir. Çünkü sorunun çözüm zemini budur. Kürdistan sorununa ilgili tüm çevrelerin mevcut statükoyu belirlemede farklı yaklaşım sahipleri olduklari gibi, çözüm biçimleride farklıdır. Fakat bir gerçek var ki, o da şudur: Kürdistan'a ister sömürge denilsin, ister ilhak denilsin, ister genel bir tanimlama ile ezilen ülke denilsin, sonuç olarak Kürd milletinin kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu hakkı elde etmek için zaten dünden bu güne egemen devletlere karşı mücadele etmektedir.
Peki bu ne anlama gelir?
Bu, zorla tutulduğu devlet sınırları içinde çıkmak anlamina gelir. Zorla tutulduğu devlet sınırlarını kendi mücadelesiyle geçersiz kılmak istediği anlamina gelir. Yeni sınırları belirlemek istediği anlamına gelir. Yeni bir devlet kurmak anlamına gelir.
Bu, vatan savunmasıdır.
Kürd-Kürdistan'ın mevcut statükosunu kendi çıkarlarına gören tüm „birlikçi“ çevrelerin itirazi burada başlar. Biz burada sömürgeci egemen güçlerin sorun karşısındaki yaklaşım ve tutumlarını bir tarafa koyup, kendilerine aydın, sol ve devrimci diyen ister Kürd, ister Türk diyen „birlikçi“ çevrelerin yaklaşımını ele alacağım.
Kürd milleti devletleşmek istemektedir. Gerekçeleri farkli olmakla birlikte bir çok çevre buna karşı çıkmaktadır. Bunların önemli bir kesimi kendilerine aydin, sol ve devrimci diyen kesimler olmaktadır.
Bir zamanlarin Pround´un, Polonya Sosyal Demokratlarin, Struvenlerin, Kutskylerin savunduğu „ulusal kurtulus değil, toplumsal kurtuluş“ tezlerine sarılmaktadırlar.
Gerekçeleride ezilen millet burjuvazisinin nihayetinde „kendi“ emekçi halkını ezeceği ve sömüreceğidir. Burada UKTH red edilir ve „toplumsal devrim“ adına boğuntuya getirilerek işletilmez hale getirilir.
Bununla çokca „devrimci“ oldukları hükmüne varılır. Oysa ki, bu yaklaşım „emperyalist ekonomizm“dir. Çünkü burada bir milletin siyasal egemenliginin gasp edilmesi „toplumsal devrim“ adina meşrulaştırılmış olunur.
Dahası burada tartışılan ve tartışılması gereken egemenlik altında bulunan bir milletin kendi egemenliğini kazanması demek siyasal bağimsizlik demek olduğu unutulmaya çalışılır.
Kürd yurtsever hareketin tartışmak istediği ekonomik bağımsızlık değil, siyasal bağımsızlıktır. Her rekten „birlikçi“ kesimlerin tartışmaktan kaçındıkları alanda burasıdır.
Sosyal-sömürgeci egemen millet sol'u ve onun Kürdistan´daki iz düşümleri, dünyadaki sosyal-şovenler gibi UKTH´ni ikiyüzlüce savunurlar. Kürd milletinin siyasal bakımdan serbestçe ayrılma istemine karşı „demokrasi“ ve „toplumsal devrim“ adına karşı çıkarlar. Oysa bu yaklaşımın isim babasi Pround´ur. Bilindiği gibi Pround, Marks'a karşı milli sorunu „toplumsal devrim adına yadsımış“tı.
Türk aydın ve sol'u çok acayıptır. Onların Kürdistan´daki iz düşümleri daha da acayıptır. KUKM´ni boşa çıkarmak için olmadık teoriler üretirler. Üretikleri başlarında kabak gibi patlasada bunu görmeyecek kadar yüzsüzdürlerde.
Türkiye-Kürdistan arasindaki statükoyu yanlış tanımladıkları gibi, her iki ülke arasindaki devrim iliskişinide kavramaktan çok uzaktırlar.
Türkiye devrimine „toplumsal“, Kürdistan devrimine „ulusal“; birincisine, „birincil“, ikincisine „ikincil“ bir misyon biçilerek ikinciyi birinciye bağlılığının kaçınılmazlığını fetişleştirmek için elinden geleni yaparlar. Bununla sorunu teorik olarak çözdügünü sanırlar. Peki çözebildiler mi? Onlarin kuru ajitasyonlarına bakılırsa çözdüklerini sanırlar. Fakat soruna yakında bakıldığında sömürgeci batakta boğuldukları görülür.
Bir kere şu gerçeğin altini çizmek gerekir. Hiçbir devrim „saf bir toplumsal devrim“ olamaz. Türkiye devrimide „saf bir toplumsal devrim“ degildir. Ne de Kürdistan devrimi salt bir milli kurtuluş hareketidir. Bilindiği üzere toplumsal devrim, sadece ezen milletlerle sinirli tutulamaz. Bağımlı ülke devrimleride bir yönüyle toplumsaldır. Bağımlı ülke devrimlerinin milli yönünün esas olması bu gerçeği yadsımaz. Buna karşın ne kadar gelişmiş olursa olsun hiç bir ülke de devrim „saf“ bir toplumsal devrim olmaz. Çünkü devrim, düzenle çelişkisi olan tüm sınıf ve tabakaların çıkarını öngörür ve birleşik gücüyle başarılır. Bu nedenle her sınıf ve tabaka kendi eğilimini devrime taşır. Bu, toplumsal gelişmenin bir sonucudur. Bu kural en gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkeler için geçerli olduğu kadar bağımlı ve sömürge ülkeler içinde sözkonusudur.
KUKM'ni salt feodal-burjuva bir hareket olarak değerlendirenler vede „saf“ proleter bir hareket olarak görmek isteyenler için Lenin´in Irlanda için söylediklerini birazda Kürdistan için görmeye alışırlarsa daha sağlıklı bir değerlendirmeye ulaşabilirler. Ne demişti Lenin?
„Yüzyilları kapsayan bir geşmisi olan, değişik sınıf çıkarları bileşiminden ve aşamalardan geçmiş olan Irlanda ulusal hareti...“ (UKTH. Sf.209)
Tıpkı Irlanda gibi Kürdistan'da sınıflı bir toplumdur ve çözülmemiş milli sorunu vardir. Bu nesnel durumdan hareketle KUKM, „yüzyılları kapsayan bir gecmişi olan, deşişik sınıf çıkarları bileşiminden ve aşamalardan geçmiş“ ve geçecek olan bir devrim hareketi olacaktır.
Birilerinin kavrayamadığı veya kavramak istemediği olgu, „değişik sınıf çıkarları bileşiminden“ oluşudur. Itirazlari buradadır. Bu yaklaşım, milli sorunun özünün kavramayışına ilişkindir. Ultra sınıf mantığı ile soruna yaklaşımın sonucudur. Bu yaklaşım onları „toplumsal devrim“ adına toplumların zorunlu olarak yaşamaları kaçınılmaz olan dönemleri yok saymaya sürüklemiştir. Burada nesnel koşullar değil, niyetler ve daha doğrusu çıkarlar esas alınır.
Bu yaklaşımın isim babası Pround'ur dedik. Kemalizmi aşamayan „birlikçi“ zevatta bu bayatlanmış yaklaşımı yeni bir şeymiş gibi ısıtıp ısıtıp ticaretine soyunması tesadüfü değildir. Özlerine ilişkindir. Mücadele tarihleri boyunca bu yaklaşımın kar ve zararları karşılaştırıldığında kar sömürgeci Türk egemenlik sistem sahiplerine, zarar ise ezilen Kürd milletinin payına düştüğü görülecektir.
„Birlikçi“ çevreler tarafından Proundon'dan ödünç alınan bu yaklaşıma göre „Birincil sorun“, yani „toplumsal devrim“ durduğu yerde, „ikincil sorun“la yani „ulusal sorun“la uğraşmakta neyin nesi oluyor? Proleterya iktidarı aldığında milli sorunda çözülmüş olmuyor mu? O halde Kürdistan proleteryası kendi enerjisini asli görevi olmayan sorunlarla çarçur etmemeli, enerjisini biriktirmeli ve Türkiye´de gelişecek „toplumsal devrim“e rezerve etmelidir.“
Proundon'dan ödünc alınan bu görüşü Marks, daha 1866 yılında Engels'e yazdığı bir mektupta şöyle eleştirmekteydi.
„Bütün dünya, Fransızların toplumsal devrim için olgunlaşmasını bekliyor...bütün Avrupa'nın, Fransa'daki baylar, yoksuluğu ve bilgisizliği kaldıracakları güne kadar sessiz ve sakin yerlerinde oturabileceğini ve oturması gerektiği sandıklari zaman gülünç oluyorlar.“ (Marks, 7 Haziran 1866)
Proundon, tüm Avrupa'nin Fransa'da gelişecek toplumsal devrime kadar bekleme yaklaşımını Türkiye „toprak bütünlüğü“nü savunan „birlikçi“ çevreler, Kürdlere dayatmaktadırlar. Kürdlere „hele bekleyin. Türkiye´de toplumsal devrim olgunlaşsın, devrim yapılsın, proleterya iktidara el koysun, sizinde haklarınız verilir.“
Ezen milletin sol hareketi ve onun Kürdistan'daki iz düşümcülerin mücadele tarihi boyunca seslendirdikleri yaklaşım bu oldu.
Bunca gelişmelerden sonra her dertte deva olarak sunulan „Türkiye´de gelişecek demokrasi“, kimilerininde bilmem hangi fi tarihinde gerçekleşecek „toplumsal devrim“i bekleme saçmalığının bir kiymeti harbiyesi var mıdır? Kuşkusiz bu çevreler dışında bizlerin kendimizi bu saçmalığa mahkum etmemiz gerekmiyor. Kürd yurtsever hareketi, bu saçmalıklar karşısında gülüp geçti/geçiyor.
Türkiye´de „demokrasi gelişsin“, „toplumsal devrim“ gercekleşsin beklentisi Kürdler için mevcut sömürge köleliğin devamını sineye çekmekten başka bir anlam taşımiyor. Irkçı, şoven Türk aydın ve sol'unun Kürdlere öğüdü budur. Bunun anlamı ne demektir? Bu sorgulandığında ortaya şu çıkmaktadır:
Türk egemenlik sistemin Kürdistan üstündeki „hakları“nı onaylamak ve sürmesini istemek demektir. Devlet olma hakkını Türkler ile sınırlamak demektir. Kürd milletini bu hakktan alıkoymaktır. Kendisine köleliği layik görmektir. Bu yaklaşım sahiplerinin Kürd milletine reva gördükleri kabaca bunlardır.
Türk aydını ve sol'u bir dönemler Rus Kadetlerin oynadığı rolü oynuyor. Rus kadetleri, Rusya'da ezilen milletlerin Rusya'dan ayrılması halinde Rus devletinin „çözülüp dağılması“ „tehlikesi“ne dikkat çekerek karşı çıkıyorlardı. Türk aydın ve sol'uda tıpkı Rus Kaderleri gibi Kürd milletinin ayrılıp bağımsız devletini kurmayi „tehlikeli“ görmekte ve Türk devletinin „zayif düşeceği“ kaygisını taşıyorlar. Tipki sömürgeci efendileri gibi düşünüp davraniyorlar.
Bu ekolun başını “eski tüfek“ dedikleri ırkçı-şoven sol dinazorlar çekti. Bunun en bariz örneği bir ırkçı ve şoven olan Mihri Belli'dir.
„Tarihi köklere dayanan Türklerle Kürtler arasındaki kardeşliğin, Türkiye'de ulusal birliğin, Türkiye'nin toprak bütünlüğünün hangi biçimde olursa olsun baltalanması, hem Türklerin, hem Kürtlerin gerçek çıkarlarına aykırı sonuçlara varır ve dünyanın bu bölgesinde emperyalizmin durumunu güçlendirir“. ( Mihri Belli, Aktaran İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazilar. Sf.215)
İşte size ırkçılığın, şovenizmin, kiyüzlülüğün, alçaklığın dibe vuruşunun ifadesi. İşin garibi bu alçaklik sadece Mihri Belli ile sınırlı değildir. Istisnalar hariç bir bütün olarak Türk aydın ve sol çevreler tarafından mücadele tarihlerince savunulmuş olmasıdır. İşin garibi bu ırkçı, şoven yaklaşımlar, devrimcilik ve enternasyonalizm adına savunulur.
Hitler'in „ögretmenim“ diye övgüyle bahsettiği ırkçı, şoven, militarist bir faşist olan M. Kemal'in küçük kurt yavrulari „mili mutabakat“ temelinde „Türk ulusal birliği“, „Türkiye toprak bütünlüğü“, „devrimcilik“, „enternasyonalizm“, „halkların kardeşliği“, „Türk-Kürt ortak çıkarı“ adına bekçi köpekliğini yapmayı kimseye bırakmiyorlar. Hem de Kürdlerin gerçek çıikarlarına „uygun“ olduğunu söyleyecek kadar adileşerek...
Sömürgeci Türk egemenlik sistemiyle özdeşleşmiş Türk sol hareketi, tüm değer yargıları iğdiş etmiştir. Yaklaşımlarıyla gezindikleri zeminide ortaya koymaktadırlar. Başta Kürd milleti olmak üzere onlarca milli azınlığı „Türk ulusal birliği“, Kürdistan'ı „Türkiye birliği“ içinde ele almaları TC devletinin resmi politıkasının sol'a boyayip savunulması özlerinide ortaya koymaktadir. Bu özünde sömürgeci bir öz olduğu ortadadır. Bu özelikleri ile Türk aydın ve sol'u bırak demokrat olmayi burjuva liberali bile olamazlar.
Kürd milletinin ayrılmasına karşı çıkan Türk aydın ve sol'u demokrat değildir. Bir milletin bağımsızlık ve özgürlüğüne karşı kendi milletinin egemenlik sistemi ile karşı çıkmak karşı-devrimciliktir.
Kürd milleti için en büyük özgürlük, kendi bağımsız devletini kurmaktır. Kürd milleti için bundan daha büyük bir özgürlük olamaz. Türk aydın ve sol´unun karşı çıktığı bu yalın gerçektir. Karşı çıkışında „bu Kürtlerinde çıkarınadır“ yüzsüzlüğünü edinebilecek kadar alçalmaktadırlar. Sömürgeci sistemin icazetçi aydın ve sol´u orduklarının ispatıdırda.
UKTH, demokrasinin başlıca temel ilkelerinden biridir. Her kim ki, bu ilkeye karşı gelirse o, bırak devrimci olayı, demokrat bile olamaz. Devlet kurma hakkını Türklerle sınırlamak, bu ayrıcalığı ona atfetmek, ama buna karşın Kürd milletini bu haktan mahrum bırakmak olsa olsa ırkçı-şoven Türk faşistlerinin işi olabilir. Mihri belli, Hikmet Kivilcim, Şefik Hüsnü'den tutun onların yolunda yürüyen bu günün „sol“, aydın“, “demokrat“ vs. maskeli kurt yavrucuklarina varan sülale siyasi mücadele tarihleri boyunca Kürd milletine karşı büyük suç işlemişlerdir.
Bu sülale Kürd milet düşmanıdır. Kürd milletinin katilidirler. Türk devleti „zayif“ düşecek diye Kürd milletine köleliği dayatmış birer kara-yüzdürler.
Kürd milleti, Türkiye´den ayrılırsa devlet „zayif“ düşecekmiş.
Düşünün!
Bunun için kim gözyaşı döker?
Bunların başından Türk sömürgeci egemenlik sahipleri gelir. Bunların yanısıra icazetçi aydın ve sol gelir. Bir de Türk'ün olmuş Kürd.
Tüm bu çevreler, ayni kaygıyı taşırlar ve Kürd milletine karşı savaşırlar.
„Kapitalist devlette, uluslarin kendi kaderlerini tayin etme hakkiını, yani ulusların ayrılma hakkını reddetmek, egemen ulusun ayricaliklarını ve demokratik yöntemlere karşı polis yönetim yöntemlerini savunmaya eşittir“: (Lenin, UKTH. Sf.90)
Türk aydın ve sol hareketin dünden bugüne yaptığı budur. TC devleti demokratik bir devlet midir ki, Kürdler bu devlete karşı mücadele ettiklerinde «emperyalizmin durumu güçlensin»? Eğer bir millet bir başka milletle birlikte yaşamak istemiyorsa, isterse ayrılmak istediği devlet sosyalist bile olsa gerekçeleri ne olursa olsun buna engel çıkarmak onların niteliğini sorgulanmayı gerektirir.
TC devletinin niteliğini tartışmaya gerek var mıdır? Kürd milletinin inkarı ve imhası üzerine kurulmuştur. Sömürgeci, ırkçı, soykırımcı bir devlettir. O halde kendine aydınım, devrimciyim, sosyalistim, enternasyonalistim diyen biri veya birileri Kürd milletinin sömürgeci, altemperyalist bir devlet olan TC'den ayrılmak istemesine niye bu kadar rahatsiz oluyorlar?
Bunu kendi yüzlerine taktiklari sözkonusu o etiketlerle nasil bağdaşlaştırabiliyorlar? Devlet olma ayrıcalığını bireyi olduklari Türk milleti için hak görüp, ama bunu Kürd milleti için „gereksiz ve imkansiz“ görmek yüzlerine taktıkları o maskelerden hangisiyle uyuşturabiliyor? Uyuşmadığını bu kara-yüzler´de bilir. Bilirler, ama bildiklerinden de vazgeçmezler. Özlerine ilişkindir. Bu özünde sömürgeci olduğunu söylemeye gerek var mı?
Türk aydını ve sol'u Kürdistan sorunu karşısında ırkçı-şoven ve ilhakcıdır. Türk milletinin devlet ayrıcalığını savunur. Bunun bekçiliğini yapar. Türk egemenlik sistemi bunu her yol ve yönteme baş vurarak devamını sağlarken; aydın ve solu, bunu „ortak vatan“, „ortak devlet“, „ortak düşman“, „halkların kardeşliği“, „ortak örgütlenme ve mücadele“ yaklaşımı ile sürmesinde görev alır. Türk egemenlik sisteminin aydın ve sol'uyla Kürd milletine karşı mücadelede kendi arasında oluşturdukları işbölümü gereğidir.
Bu kesimlerin ortak kaygısı, Kürdistan'ın ayrılması ve Kürd devletinin kurulması halinde ellerinin altında kayıp gidecek Kürdistan'ın yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları ve stratejik konumudur. Türk egemen sınıfların böylesi bir kaygısı anlaşılmacak bir şey değildir. Aynı politikanın kendine aydın ve sol diyen çevrelerce savunulması hangi teoriye sığar meselesi üstünde düşünülmesi gerekir. Çünkü bu politika en çok halklar arasında güvensizliğe ve milli düşmanlığa yol açtığı bilinen bir gerçektir. Buna en çok sevinenlerde ezen millet egemen sınıflarıdır.
Birçok hatasının yanısıa Ibrahim Kaypakkaya, geleneksel ırkçı-şoven Türk sol harekete karşı devrimci bir zeminde sömürgeci TC devletinin en hasas tabularina saldırdı. Ibrahim'i Ibrahim yapan ve katledilmesine neden olanda bu yaklaşımıydi.
„Kürt ulusun, ayrı bir devlet kurmak istemesi durumunda, komünistler bunun, işçiler ve köylülerin çıkarı yönünde olmasını elbette isterler. Ama Kürt işçi ve köylülerin çıkarına aykırı bile olsa Kürt ulusu ayrı bir devlet kurmak istiyorsa, komünistler onun karşısına asla güçlük çıkarmazlar, zor kolanmayı kesinlikle reddederler ve Kürt ulusunun ayrılma isteğini kabul ederler“. (Ibrahim Kaypakkaya, Secme Yazılar. Sf.104)
Devlet, Ordu, Kemalizm ve Kürdistan sorununa bakış tutumuyla Ibrahim Kaypakkaya, Türk sol hareketinde bir çığır açtı. Deyim yerindeyse Ibrahim Kaypakkaya, Türk sol hareketin rönensansın temsilcisidir. Türk sol hareketi, Ibrahim Kaypakkaya'nın yaklaşımlarının tam tersi bir güzergahta seyretti ve sömürgeci sistemin yedek gücü olmayı bilerek kabullendi
„Ortak vatan“, „ortak devlet“, „yüzyillarca birlikte yaşanmışlık“, „ortak düşman“, „birlikte örgütlenme ve mücadele“ vs. gibi teoriler ortalığı toza-dumana kattı. Gerici, tekçi, ultra-sınıfçı yaklaşımlarıyla Türk egemenlik sisteminin çıkarlarına teori kurban edilmiştir.
„Birlikçi“ güçlerin teorisinde lafta da olsa UKTH savunulur. Ama bir şartla. Bu hak Kürd milleti için geçersizdir. Kimi bunu kabaca ifade eder. Kimi gerekçeler sıralar. Ama her halükarda her millet kendi bağımsız devletini kurabilir, ama Kürd milleti asla. Mantık bu.
Bu, teoride bir kopukluğa işaret eder. Teoride kopukluk oportinizme sürükler. Oportunizm ise sosyal-şovenizmin maddi temelini teşkil eder.
“Birlikci“ güçler, daima çifte standartlıdır. Genelemelerde doğruya yakın bazı şeyler söyleselerde, iş özele geldimi yılan gibi kıvrılarak kendini boşa çıkarırlar. Bunun en somut örnegi: Kürd milletinin ayrılma istemi ve mücadelesi karşısındaki tutumlarıdır. Itirazları kesin ve kabadır. Tek kelime ile sınırlıdır: OLMAZ(!)
Bu nedenle demokrasi, sosyalizm, enternasyonalizm vs. sözde kalır. Yüzsüz olduklari gibi işi bu kez yalan ve tehdite dökerler.
Bunun en bariz örneği yaşı doksanı aşmış Türklerin “sosyalist“liğiyle övündükleri Vedat Türkali'dir. O “muhterem“in bırak sosyalist ve demokrat olması, namuslu burjuva liberali bile olamaz. “Kürtler, ayrı devlet kurmayı akıllarında bile geçirmesin. Sabrımızı taşırmasınlar“ diyen bir zat-ı muhterem(!) nasıl sosyalist olur merak konusudur.
Kürd milletinin ayrılmasını “emperyalizme hizmet etmek“le, “milliyetçiliğin gelişmesine ve devlet güçlerine saldırı manavrasına yol açtığı“ iddiasini ileri sürerler. Bir yanda Kürd milletinin ayrılıp devlet kurma ve istemi “emperyalizme hizmet ettiği“ iddiasiyla töhmet ve ipotek altına alınırken, diğer yanda buna baş vurursanız mazallah devlette saldırı hakkını verirsiniz denilerek Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karşı katliamlarına bir haklılık ve meşrutiyet kazandırmaya çalışırlar.
Bir taraftan da Kürd milletine ne zaman olacağını kendilerininde bilmediği Türkiye´ye “demokrasi gelirse“, “ulusal demokratik devrim olursa“, “Kürt sorunu cözülecek“ gibi mavi boncuk dağıtmayıda unutmazlar.
Türk toplumunun sistem tarafından kazanıldığı, özel harekatçi bir topluma dönüştürüldüğü bu koşullarda böylesi bir söylemde bulunmak, ancak özel odakların işi olsa gerek. Zaten karşımızdakiler TC devletinin aydınları ve icazetci örgütlenmeleridir. Türk toplumunda henüz adam gibi bir sol hareketin yeşermediğininde kanıtıdır.
Aynı odakların diline pelesenk edindikleri bir konu da KUKM´nin “Türkiye demokrasi ve devrim güçlerini bölüyor“ iddiasıdır. Ve arkasında “birlik ve dayanışma“ çağrıları yüzsüzce tekrarlanır. Ama işin tuhaf tarafı kendilerinden en çok uzak olan bir şey varsa o da birlik ve dayanışmadır.
Kim kimin gücünü ve mücadelesini bölüyor? Kürd gençlerini devşirip, kendi sapık emelleri uğruna birer birer ölümlerine yol açanlar bu Kürd düşmanları değil midir? Kürdistan devriminin itici güçlerini devşirip katledilmesine yol açanlar, Kürdistan devrim güçlerini bölmüş olmuyorlarda, kendi milletinin kurtuluşu için örgütlenen ve mücadele eden Kürdler mi bölücü oluyor? Türk egemenlik sistemin sol açıkları aynen böyle söylüyor.
KUKM, bu odakları niye bu kadar rahatsiz ediyor? Haklı ve meşru olan KUKM´ne karşı Türk aydın ve sol'u niye sömürgeci TC devleti ile aynı kulvarda savaşiyor? Bu koşullarda Kürd-Türk birliği ve dayanışmasından bahsetmek neyin nesi oluyor? Bu yaklaşım ikiyüzlülükten öte Kürd milletinin haklı ve meşru mücadelesine karşı TC devletinin yaninda yer almak demektir.
Türk halkının hangi mücadelesi var ki, Kürd halkı desteklesin ve dayanışma içinde olsun? Ortalıkta böyle bir şey mi var? Yok oldugunu biz de, onlar da bilir. Ama buna karşın Kürd milletinin bedeli ağır bir mücadelesi olduğu inkara gelmez. Kürd milleti serhildanlari yaratırken çokça lafı edilen bu Türk işçi ve emekçileri neredeydi? Belki onların dili söylemeye güç getirmez. O zaman biz söyleyelim.
Kürd milleti serhıldanlara varan harikalar yaratırken, Türk işçi ve emekçileri binbir emekle yetiştirdiği evlatlarını davulu-zurnalı halaylarla “en büyük asker bizim asker“ diyerek çocuklarını Kürdleri öldürmek için katil elebaşılara teslim etmekle meşkuldu. Bu yalın gerçeği kim inkar edebilir?
Birlik ve dayanışmadan bahsedenler eğer samimi iseler kendi kuduz it sürülerini bağlasınlar, Kürd milleti üzerine salmasınlar.
Dikkat edilsin. Kürd milleti, yüzyılı aşkın bir mücadele yürütüyor. Tüm dayatma va aldatmalara karşın halkımız milli bir duruş gösterdi. Bu günde bu duruşun sahibidir.
Dikkat edilirse halkımızın verdiği imücadele tarihindeki tüm talepleri siyasal taleplerdir. Dile getirdiği taleplerin içinde tek bir ekonomik talep yoktur. Bu Kürdistan halkının ekonomik probleri yoktur anlamına gelmiyor. Bilahare korkunç bir sömürü ve yoksullukla karşı karşıya olduğunu kendi yaşamında iliğine kadar yaşıyor. Buna rağmen talepleri ekonomik değil, siyasiydi, öyledirde. Çünkü Kürdistan halkı biliyordu ki, devrimin özeliği geregi milli sorun çözülmeden ekonomik olarak durumundan bir düzelme olmaz.
Kürdistan devrimi, milli-demokratik bir devrimdir. Bu çözülmeden hiç bir sorunun çözülmeyeceğini kendi yaşamında biliyor. Ama çokça ultra-sınıfçılar bunu anlayamaz. Onlar, yaşamın gerçekliği karşısında subjektif niyetlerinin ve kendi milli çıkarlarının savunucuları oldular. Gerçeklere ve yaşananlara göz ve kulaklarını kapaıilar. Halkımızın taleplerini işitmemezlikten geldiler. Dahası Kürd milletinin haklı, meşru ve ilerici mücadelesi onlar için “emperyalizmi güçlendiren burjuva milliyetçiliği“ydi. Türkiye´de “toplumsal devrim“ durduğu yerde, Kürd milliyetinin milli kurtuluş mücadelesi de ne oluyordu? Dahası “proleter bir özelik tasimiyor“du. Bu nedenle cani ceheneme(!)
Yaklaşım bu olunca her rekteki “birlikçi“ kesimler, elbette KUKM´ne karşı sömürgeci zeminde seyredeceklerdii. Ama dışardan “demokrasi“, “sosyalizm“, “enternasyonalizm“ adına gazel okumaktanda geri kalmadılar. Dahası Kürdlere akıl satmaya çalıştılar. Oysa Kürd milletinin aklı kısa “birlikçi“ kesimlerin palavralarına değil, desteğe ihtiyacı vardı. Fakat Türk halkı, Kürd milletinin haklı ve meşru mücadelesini değil, kendi sömürgeci egemen sınıfların yürütüğü sömürgeci savaşa desteklerini verdi. Davulu-zurnali halaylarla binbir emekle yetistirdiği evlatlarınıKürd milletini katletmek için savaşa yolladı. Ve bu halkın „öncü“ güçleri M-L´ler, demokratlar, ilericiler vs. bunu görmeyecek kadar soysuzlaştılar. Üç maymunu oynadılar. Dahası bunu desteklediler. Bunu da “demokrasi“, “sosyalizm“, “enternasyonalizm“, “halkların kardeşliği“, “uluslararası proleteryanın genel çıkarları“ vs. her ne demekse adına yaptılar...
Bunların bir de, Kürd versiyonu vardır. Kürd milleti için bağımsızlık gereksiz ve imkansız diyenler var. Türk egemenlik sistem sınırlarına, uniter devletine, başta bayrakları olmak üzere sembollerine saygılıyız diyenler var...
Yazı epey uzun olduğu için burada kesiyorum. Bir başka yazıda da bunu vermeye çalışırım.
3 Mart 2010
HAKLI BIR MUCADELEYI ISPTA CALISMAK....