[color=#990000][size=x-large][b]“Türkleri temsil eden ve Kürtler için meşru olmayan mahkemenin yargılama hakkı da yoktur...“[/b][/size][/color]
[img]http://www.hpg-online.net/ku/rojevi/images/kontra_ibrahim_guclu.jpg[/img]
[b]İbrahim GÜÇLÜ[/b]
[i]([email protected])[/i]
4 Eylül 2005 tarihinde bir grup Kürt aydın ve siyasetçinin çağrısı
ile Ankara'da yapılan, yüzlerce Kürt aydın ve siyasetçisinin katıldığı
konferans hakkında, “terör örgütünün amacının propagandasını yapmaktan
(TCK'nun 220/8.maddesi)“ dolayı, Ben, A. Melik Fırat, Fuat Önen ve
Sinan Çiftyürek hakkında dava açıldı. Bu dava, çok yönlü bir tartışma
ve mücadele geliştirildi. Kapsamlı yazılı savunmalar sunuldu.
Mahkeme, kişiliklerimizi, dünya görüşlerimizi, Kürt ve Kürdistan
sorununa ilişkin çözüm önerilerimizi göz önüne alarak, PKK'nın
propagandistleri olmayacağımızı anlamış olacak ki, iddiasını değiştirmek
yoluna gitti. Bu sefer de, Kürtleri Türklere karşı kin ve düşmanlığa
alenen tahrik ve teşvikten (TCK'nun 216.maddesinde) yargılanmamız yolunu
seçti.
Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu iddiasına karşı, Diyarbakır 3. Asliye
Ceza mahkemesi kanalıyla aşağıdaki savunmayı gönderdim. Sunduğum yazının
başlığı, savunmamın başlığıdır.
[color=#336633][size=x-large][b][center]* * *[/center][/b][/size][/color]
[b]Ankara ( ) Ağır Ceza Mahkemesine,[/b]
4 Eylül 2005 tarihinde, bir grup Kürt siyasetçisinin çağrısı
üzerine Ankara'da Kürt aydınları ve siyasetçilerinin katılımıyla
gerçekleşen konferansa/genel toplantıya ben de katıldım. Bu genel
toplantı, 200'den fazla katılımcının yer aldığı, heyecanlı, kaliteli,
döneme uygun düşen, düşünce fırtınası yaratmaya elverişli, geniş katılımlı
bir toplantıydı.
Bu genel toplantı, Başbakan Recep T. Erdoğan'ın Ağustos 2005
başlarında Diyarbakır'da Kürt sorununun varlığını kabul ettiği, Kürt
sorununun çözümünün daha fazla demokrasi ve özgürlüklerle çözümlenebileceğini ileri sürdüğü, devletin Kürtlere karşı hatalı davrandığını kabul
ettiği konuşmasından sonra gerçekleşti. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın
konuşmasından sonra, Kürt sorunu gündemin en ön sıralarında yer aldı,
yazılı ve görsel basında sorunun tarafı olan Kürtler, Kürt partileri,
aydınları, siyasetçileri dışında herkes konuşmaya başladı. Kürtlere
sorulmadan projeler, çözümler, beylik değerlendirmeler yapılmaya başlandı.
Asıl konuşması gereken Kürtlere hiçbir şey sorulmuyordu. Bunun üzerine Kürtlerin, “Kürtler ne yapmalıdır? Kürtler birlikte ne yapabilirler?“
sorusu etrafında bir araya gelmesinin doğru olacağı fikri, bu genel
toplantıya kaynaklık etti.
Bu genel toplantının yapılmasından önce, toplantının
yapılacağının duyurulmasından sonra, kamuoyu, yazılı ve görsel basın
tarafından ilgi duyulan, yorumlanan bir toplantı oldu. Görsel ve yazılı
basında verilen bilgiler, yapılan değerlendirme ve yorumlar, genel
toplantının muhtevasına ilişkin çok az şeyi yansıtan nitelikteydi.
Toplantı öncesinden, toplantıyı amacından saptırmak için, “PKK'ya karşıt olanların gerçekleştirdiği toplantı“, “PKK dışındaki Kürtlerin karşı
cephe oluşturma çabaları“ ve benzeri değerlendirmeler yapıldı.
Bu değerlendirme ve saptamaların hiçbiri toplantının amacını açıklamak
konumunda değildi. Toplantıya, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin
tayin hakkını ret eden, Kürtlerin de diğer millet gibi devlet olma ve
kendi toprakları üzerinde yönetme hakkını ret eden, federasyona, otonomiye, özerkliğe karşı olan “Demokratik Cumhuriyet Tezi“ karşısında olanların
çoğunlukla toplantıya katılması, “Demokratik Cumhuriyet Tezi“nin de Öcalan
ve PKK tarafından savunulmakta olması nedeniyle, yazılı ve görsel basında bu
tür değerlendirmelerin yapılmasına yol açtı.
Genel toplantının sonuçlanmasından sonra da, görsel ve yazılı basında
aynı çarpıtmalar, bu sefer toplantının amacını, toplantıda
konuşulanların çarpıtması devam etti. Mahkemenizde, yazılı basında
parça-pörçük, bütünlüklü yapıdan koparılmış, çoğu boyutlarıyla da
anlaşılmaz kılınmış olan bana ve arkadaşlarıma ait konuşmalarımız
gerekçe gösterilerek hakkımızda Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava
açılmıştır.
Cumhuriyet Savcılığı, TCK'nun 220/8. maddesinin ihlalinden dolayı,
yani terör örgütünün amacının propagandasını yapmaktan dolayı dava açmıştır.
Bu davanın mesnetsizliği görüldüğünden, bizim mahkemenize sunduğumuz
yazılı savunmalarımız inceledikten, siyasetçi ve aydın kişiliğimizin
boyutları kavrandıktan sonra, hakkımızdaki suç isnadı değiştirilerek,
TCK'nun 216. maddesinden hakkımızda yargılamanın devamı istenmektedir. Bunun
için bize sunulmuş bir yeni iddianame olması gerekirken, mahkemeniz tarafından Cumhuriyet Savcısına hazırlatılmış bir yeni iddianame de söz konusu değildir.
Bu bağlamda, bir hukuksuzluk ve usuldışılık, en hayati olanı da haksızlık söz konusu.
Ama hakkımızda açılan dava siyasi bir dava, kastı içeren bir dava,
resmi ideolojinin gereği olarak açılan bir dava olmasından dolayı da, ortada
olan bu bariz usulsüzlük ve hukuksuzluk da çok anlamlı bir konu
olmamaktadır. Özellikle de mahkemeniz, Türk üniter ulus devleti, Türk
egemenliği adına beni/bizleri Kürtler olarak yargılama hakkına ve
meşruiyetine sahip olmadığından, teknik ve hukuksuzluk konuları
üzerinde durmayı abesle iştigal kabul ediyorum. Bu nedenle de, esasa
ilişkin konular üzerinde düşünce ve görüşlerimi yoğunlaştıracağım.
[center][b]* * *[/b][/center]
Toplantıda 35-40 kişi konuşma yaptı. Ben de konuşma yapanlardan
biriydim. Bu tür toplantılarda genel olarak Kürtçe konuşma yapmama
rağmen, toplantı Ankara'da yapıldığı için, devlet yetkilileri de
Ankara'da bulunduklarından, görüşlerimin onların kulaklarına doğrudan
gitmesi için Türkçe konuşma yaptım. Benim de konuşmam da yazılı basına
yansıdı için dava konusu oldu. Bunu da hiç anormal bir olay ve garip bir
durum olarak karşılamadım.
Katıldığım konferanslarda, kongrelerde, genel toplantılarda
yaptığım konuşmaların hepsi, resmi devlet politikasına aykırı
görüldüğünden, doğrusu da konuşmalarımın hepsinin de resmi devlet
politikasına aykırı olması doğal ve normal bir olay olduğundan, hakkımda
dava açılmıştır. Geçmişi bir tarafa bırakalım, son on yılda kendi
yaşamımla ilgili yargılama deneyimime baktığım zaman, bunu rahatlıkla görebiliyorum. Son on yılda, konferanslarda, kongrelerde, genel
toplantılarda yaptığım konuşmalarda kameralara takılanların hepsi,
dergi ve gazetelerde benimle yapılan röportajların hepsi,
televizyonlarda katıldığım bütün programlar ve konuşmalarım dava
konusu olmuştur.
Benim yargılama deneyimim, Türkiye'nin demokrasi, düşünce ve ifade
özgürlüğü açısından bulunduğu geri, ilkel, totaliter ve otoriter
yapıyı göstermesi bakımından da anlamlıdır. 21. Yüzyılda insanların
halen düşüncelerinden dolayı Türkiye'de yargılanmakta olması, Türkiye'nin
modern ve demokratik dünyadan, Avrupa Birliği dünyasının bir parçası olmaktan
ne kadar uzak olduğunu göstermesi bakımından da anlamlıdır.
T.C Devletinin tarihi, Kürtlere ve Kürt ulusuna, etnik topluluklara,
devlet dini ve mezhebi dışındaki dinlere ve mezheplere, sivil ve
asker iktidarı/devlet eliti dışındaki tüm toplumsal kesim ve sınıflara
düşmanlık olduğu kadar, aynı zamanda bütün düşüncelere, resmi devlet
düşüncesi olan Kemalizm dışındaki tüm düşüncelere de düşmanlık tarihidir. Kürtlere, Kürtlüğe, Kürdistan'a dair düşünceleri üretenler başta olmak
üzere, resmi ideoloji dışında sosyalistçe, liberalce düşünenler, tek-tek
olduğu gibi kitlesel olarak gözaltına alınmışlar, işkence görmüşler, yargılanmışlar, büyük cezalara çarptırılmışlardır. Askeri rejim dönemleri
bu anlamda büyük bir laboratuar görevi görmektedir. Günümüzde de bu trajedi
devam ediyor.
Benim ve üç arkadaşım hakkında mahkemenizdeki bu yargılama da, devletin
bu yargılama geleneğinin devamı bir yargılama, devletin Kürtlere ve Kürt
ulusuna karşı olan inkar ve düşmanlık politikasının bir parçasıdır.
Devletin Kürtlere ve Kürt ulusuna karşı düşmanlığı, çoğu zaman da
mahkemeler eliyle sürdürülmüştür ve sürdürülmeye devam ediyor.
Onun için bir kez daha altını çizerek belirtiyorum ki, devlet
Kürtlerin devleti olmadığı gibi, mahkemeler de Kürtlerin mahkemesi
değildir. Mahkemeler, Türk devleti ve Türk sömürgeci egemenlik sistemi
adına yargılama yapmaktadır. Bu bağlamda Kürtlerin mahkemesi değildir.
Bu bağlamda da, Kürtler ve benim açımdan mahkemelerin meşruiyeti yoktur.
Bu görüşüm, sizin mahkemeniz için de geçerlidir. Mahkemenizin de beni ve
bizleri yargılaması meşru ve yerinde değildir.
[b]* * *[/b]
4 Eylül 2005 tarihli toplantıda yaptığım konuşmada devletin,
hükümetin, Başbakan Erdoğan'ın Kürtler ve Kürt ulusu hakkındaki geleneksel
ve güncel düşüncelerini eleştirdim. Başbakanın Diyarbakır'da Kürt sorununu
kabul etmesine rağmen, Ankara'ya gittiği zaman söylediklerini unuttuğunu,
resmi devlet ideolojisine, sivil ve askeri elit mutlak ve seçilmemiş
iktidarına uygun görüşleri tekrarladığını, tek devlet, tek millet, tek
bayraktan bahsettiğini sert bir dille yerdim ve kınadım.
Toplantı da, Kürtlerin bir ulus olduklarını ve Türk milleti içinde
mütalaa edilemeyeceğini; devletin Kürtlerin devleti olmadığını, üniter ve
Türk ulus devleti olduğunu; devletin Kürtlerin ve Türklerin, diğer etnik grupların devleti olması için federal ve konfederal şekilde
yeniden yapılandırılmasının gerekli olduğunu; Kürtlerin de Türkler ve diğer
dünya milletleri kadar hak sahibi olduklarını, sömürgeci Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin Kürtlerin varlığını ret ettiğini, bütün haklarını
gasp ettiğini; mevcut bayrağın ve diğer sembollerin ırkçı ve şoven
semboller olduklarını ve Kürtlere ait olmadıklarını ifade ettim. Ayrıca,
devletin 100 yıla yakın bir zamandır Kürtlere reva gördükleri uygulama
ve siyasetler hakkında görüşlerimi dile getirdim.
Toplantıda sadece eleştirmek ve görüş belirtmekle kalmadım. Aynı
zamanda Kürtlerin sahip olması gereken hakları ve siyasi statüye ilişkin
çözüm projelerimi de sundum. Türkiye'nin Kıbrıs'taki 150 Türk için en
azından konfederal devlet istemesini, Sovyetler Birliğinin egemenliği
altında yaşayan milletlerin devlet hakkını savunmasını, Yugoslavya'daki Arnavutların devlet hakkını, Arnavut'taki 20 bin Türk için genel ve
yerel iktidar, Türkçenin resmi dil olmasını talep etmesini; Irak'taki
Türkler bütün ulusal haklarına sahip olmasına, konumları, sayısal
ve toprak durumları elvermemesine rağmen onlar için özerklik talep
etmesini, değerlendirdim. Türkiye'nin bu yaklaşım ve düşüncelerinden Kürtler
ve Kürt ulusu için de çıkarsama yaptım. Kürtçeden eğitim ve öğretim hakkına
bile karşı çıkılmasının, Kürtleri aptal yerine koymak, hiçe saymak anlamına geldiğini ifade ettim. Kürtlerin de ismi geçen halklar ve Türkiye'deki
Türkler kadar hak sahibi olması gerektiğini, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesinin hakkı olduğunu, Kürtlerin Kürdistan'da
iktidar, devletin federal yapılanmasında genel iktidara ortak olmasını
dile getirdim.
Bugün de 4 Eylül 2005 tarihli toplantıda yaptığım konuşmadaki
görüşlerimi aynen tekrarlıyorum. Toplantıda ileri sürdüğüm görüşlerim, bugün
için de geçerlidir. Bu görüşlerim, daha uzun bir dönem de, Kürtler bütün haklarına sahip olduğu zamana kadar da, değerlerinden bir
şey kaybetmeyeceklerdir.
Mahkemenizin bu tarihi gerçekler karşısında, düşüncelerimden dolayı yine
de bu davayı görmekte olması da, durumun, Kürtler ve Türkler şeklindeki
ikili denklemle karşı karşıya olduğumuzu, mahkemenizin Türk tarafında
olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda da, mahkemenizin tarafsız, hukuka
uygun hareket etmesi en genel anlamda olanaklı olmadığı gibi, beni
yargılama hakkına sahip olmadığını da kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.
[center][b]* * *[/b][/center]
4 Eylül 2005 tarihli toplantıda “Kürtler ne yapmalıdır?“ sorusu
etrafında geliştirdiğimiz düşünce fırtınası ve ileri sürdüğümüz
projeler sonucunda, merkezi çalışma alanı Kürdistan/Diyarbakır olan
Kürt Ulusal demokratik Çalışma Grubu oluştu. Bu çalışma grubu, 26-27 Mayıs
2007 tarihine kadar sürdürdüğü çalışmalarının sonucunda yaptığı kongrede
Kürt Ulusal Birlik Hareketi'ne dönüştü. Bu hareket, Diyarbakır'da sivil
ittiatsız bir hareket olarak, benimsediği program ve tüzük çerçevesinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin
tayin etmesi, Kürt ulusunun kendi toprakları üzerinde iktidar olması,
Kürtlerin de Türkler ve diğer dünya milletleri kadar hak sahibi olması
için çalışma yapmaktadır.
Bu bağlamda, mahkemenizin yargılama konusu yaptığı toplantıda, böyle
hayırlı ve yararlı bir sonucun ortaya çıkmış olması sevindirici bir vakıa
olarak mahkemenizin tutanaklarına da not düşülmesi gerekmektedir.
* * *
4 Eylül 2005 tarihinde Kürtleri, Türklere karşı düşmanlığa ve
kine alenen teşvik etmek gibi hiçbir gayem olmadı ve olamaz da.
Ben/Bizler Kürdistan Davasının emekçileriyiz. Dava adamlarının başkalarına düşmanlık yapması ve kin beslemesi düşünülemez. Dava adamları davalarının
peşinde koşarlar. Ben çok iyi biliyorum ki, düşmanlık ve kin duygusu
sahibini vuran ve ters tepen bir silahtır. Düşmanlık ve kin, yüce
değerleri savunan dava adamlarının işi değildir.
Benim görüşlerimden, Kürtler başta olmak üzere Türklerin ve diğer etnik grupların bu otoriter ve totaliter sömürgeci devletten ve devlet yönetiminden kurtulması için harekete geçmesi gerektiği anlaşılırsa, doğru anlaşılmıştır ve buna söyleyecek fazla bir şeyim yoktur.
Bütün bu nedenlerle, bu davanın hızla ortadan kaldırılması gerekir.
[b]Diyarbakır, 21. 05. 2008
İbrahim GÜÇLÜ[/b]