Skip to main content

KANLA YEŞEREN AĞAÇ -14

Kötü haber çabuk yayılırdı.

Xezal’ın okulu bırakıp kaçtığı da, hemen kulaktan kulağa dolaImıştı. Baba Imam ise en son olarak, o da ‘dost acı söyler’ meramında, bacanağından duymuştu. Üstelik bir Türk’e gönül verip, okumaktan vaz geçtiği şeklinde...

Duyar duymaz, önce kötü bir şaşkınlık geçirmiş ve olduğu yere çökmüştü. Sonra yerinden kalkıp oradan oraya, ne yapacağını bilmez bir halde dolanıp durmuştu. Aklını başına devşirdeğinde akıam olmuştu. Hemen garajlara inip, ilk rastladığı otobüsle Ankara’ya gitmişti.

Sorup soruşturdu, fakat gören, yerini bilen birine rastlamamıştı. Sanki sır olmuş gibi hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu.

Antepli öğrencilerin sıklıkla gittiği lokallere, kaydettiği Talebe Yurduna, Hukuk Fakültesine sormuştu. Aramış bölüm arkadaşlarını bulmuşu, tanıyanlara da rastlamıştı, fakat onlar günlerdir görmediklerini söylemişlerdi..

En son, kayıp aratmak için baş vurduğu karakolda, karşısına çıkan bir komiser, Imam’ın dilekçesini alıp incelemişti. Xezal’ın adı ve soyadını okuyunca köpürerek:

“_Ulan nasıl evlat yetiştiriyorsun senı Vırt vırt çıkar, sal sokağa! Sonra da terörist olsunlar! Buna evlat mı diyorsun senı”

Imam küfreder gibi konuşan memura, bozuk türkçesi ile:

“_Beg niye terbiyeni bozuyorsunı Ben kayıp çocuğumu karakola değil, kime sorayımı” diyebilmişti.

Bu söz, sanki dinamitin fitilini ateşlemiş ve koca komiseri sağa sola b. k saçan bir bomba gibi patlatmıştı. Zıvanadan çıkmıştı. artık çocuk azarlar gibi Imam’ın üzerine başırıyordu.

Imam, çocuğunun selameti için, yanıtladıkça saldırganlaşacağını anladığı bu ahlaksıza karşılık vermemeyi daha uygun görmüştü.

Adam cevap almayınca, kısa sürede sakinleşmiş gibi, dilekçe ile arkasınra duran demir dolaba dönmüştü. Kilidi açarak bir dosya çıkarmıştı.

Dolabın üstünde, üzerinde general üniforması taşıyan bir M Kemal portresi asılı duruyordu. Asker ve polis, toplumun üzerine zülüm uygulayan ayrılmaz ikili...
Önüne aldığı dosyayı karşıtırıp, yine Imam’a ters ters bakarak:

“_Evet yanılmamışım, iki defa bize misafir olmuş! Anlıyor musun, iki defa karakolumuza düImüş! Anlatmış mıydı sana bunu!” diye sormuştu.

“_Yok begim, ben Antep’in köylerindenim, nerden haberim olsun!..”

Durup, kara kara düşündü. Ne yapmıştı kızı karakola düşecek?.. Adamın karşısındakine fütursuz davranmasına rağmen dayanamayıp sormuştu:

“_Ne yapmış begim!”
“_Elinin körünü yapmış! Devlet düImanılığı yapmış! Söyle len, sen de terörist misin ha?”

Sonra söylene söylene Imam’ı kovalar gibi kapı dışarı etmişti.

Zavallı baba, saatlerce karakolun önünde beklemişti. Belki yumuşar da bir haber verir diye ummuştu.

Baba yüreği, adamın hakaret dolu sözlerine, çocuğunun selameti için katlanmıştı. Zaten katlanmasa, kendi de eziyet görmekten başka, ek bir değişiklik olmayacaktı. Devlet memurlarının böyle zalim ve işkenceci olanları özellikle korunuyorlardı. Yüzlerce şikayet dilekçesi, mahkemelerde beklerken, yüzlercesi beraatleri ile sonuçlandırılıyordu.

Bu yenilir yutulur olmayan ve hangi derecede olursa olsun, hiçbir devlet görevlisinin, suçlu bile olsa kimseye sarfetmeğe hakkı bulunmadığı, hakaret dolu sözlere karşılık vermemesine rağmen, yine de bir bilgi veren olmamıştı.

Fakat o umudunu yitirmeden beklemeyi sürdürmüştü.

Akıam saatlerinde yanına yaklaşan bir sivil:

“_Hemşerim, ben de babayım! Senin çocuğun bizde değil, boşuna buralarda sefil olma, evine dön! Sen git onu dağlarda ara! Buralarda çok dolaIma, senin için de iyi olmaz!” dedi.

Bunu tavrı tehdit eder birine benzemiyordu. Fakat yine de saygısızca idi. Ama ne demek istediğini de tam olarak anlamamıştı.

Karakoldaki komiserin kızını tanıması, ayaklarını oraya başlamıştı. Sanki kızını burda bulacakmış duygusu ile bir türlü oradan ayrılamamıştı. O kadar da çok insan vardi ki içeri girip çıkan... Ancak Imama’a ilgileri ürkek, meraklı ve kaçamak bakışlardan ibaretti.

Saatlerce beklemişti. Memurların kimi yaya olarak, kimi arabalarıyla evlerine dağılana kadar umudunu kesmemişti. En son kendini kovan komiserin sivilleri çekerek dığarı çıktığını görünce, yüreğine bir korku düImüştü. Adamın evine gittmekte olduğunu anlamıştı. Demek mesai bitmişti, demek kızından haber almak için devletten umut kalmamıştı.

Karanlık çökünce oradan uzaklaşıp bir otel aramıştı. Üzüntüden birşey yememişti. Buna rağmen açlık aklına gelmişti. Uzandığı yatakta neler yapabileceğine dair hayallere dalmıştı. iki memurun söylediklerindin anlam çıkaramağa çalışarak sabahı etmişti.

Günün ilk saatlerinde sokağa çıkmıştı. Gittiği yönü ve ne yapacağını bilmeden saatlerce bir açar aramıştı. Sonra aklı “sen git onu dağlarda ara” sözüne takıldı. Bu sözü, komiserin “devlet düImanı, terörist” sözleri ile ilişkilendirince, kızının gerillaya gitmiş olabileceği düşüncesine kapıldı. Bu düşünce yüreğine su serper olmuştu. Çünkü, eğer bu doğru idiyse kızı hala yaşamaktaydı...
Ya “yanılmamışım, iki defa bize misafir olmuş” sözleri ile denildiği gibi, hala ellerinde ise... Ya öldürüp bir yere gömdülerse... Ya hala işkence altında idiyse...
ınsan sağlam bir haber almadan nasıl rahat olabilirdi?

Tüm aramalara karşın, Imam bir sonuç almadan dönmüştü. Soranlara kısaca “bulamadım” deyip içeri kapanmıştı.

Kim bilir insanlar neler uyduracak, neler ekleyeceklerdi. Kimseye söz söyleyecek, dert anlatacak hali kalmamıştı.

Tası tarağı toplayıp, buralardan göçmeyi düşünüyordu.

Bir akıam karısına açıklamağa karar verdi. Mal mülk dediğin, bir iki tarla ile sayıları üçe çıkmış ineklerden ibaret değil miydi? ınekleri satar para ederlerdi. Yad elde lazIm olurdu. Yada birine yarıya bakı bırakır, giderlerdi. Tarlalar da, ne zaman dönerlerse malları idi.

Mayrê mutfağında ağıdını inleyerek uğraşıyordu. Imam onu çağırıp konuşmak istedi. Daha ağzını açmamışken kapı çalındı.

“_Lo ez lı xaynê malê me, zahmet xwe derı veke!” diye seslendi kocasına.
Imam kapıyı açınca karşısında muhtar ve bir köylü kalabalığı gördü?.

Muhtar:

“_Axşamın xer olsun! Bir axşam çayını içmeğe geldix. Bizi içeri almayacax mısını”
“_Xer sizede olsun, buyur!”

kapıyı sonuna kadar açtı. Misafirler tek tek içeri geçtiler. Imam’ın içini korku, merak ve sıkıntı karışımı bir duygu trafiği kapladı.

içeri geçen, salon dedikleri büyük holda, ayakabılarını çıkararak oturma odasına geçtiler. Kimi makatta, kimi duvar önlerinde serili kilimlerin üzerine atılmış, yer minderlerine attılar kendilerini. SIrtlarını sapla doldurulan el örmesi yastıklara dayayarak oturdular.

Duvarda, el örmesi Hz Ali, geyik ve tavus kuşu fiğürlü üç ince hallı asılı idi.
KIsa bir hal hatır sorma serenadından sonra, ortama egemen olan kasveti dağıtmak için Muhtar:
“_Kim dedi Mayrê bize çay vermez diye?”

şakayı kavrayan Mahmut:
“_Kim diyecek, sen kendin dedin ya!” dedi gülerek

RIza:
“_He vallah, ‘bu saatten sonra kimse bize çay vermez’ dedin!” diğerleri de mırıldanarak onaylayınca, Muhtar mutfağa seslenip:
“_Mayrê bacı bunlara inanma, hem kendileri dediler, hem de benim üstüme atıyorlar!”
Imam:
“_şakayı bırakın da, akıam akıam böyle sözleşmiş gibi gelişinizin xeyri, anlamı nedir?” dedi ciddi ciddi...

Bu sual üzerine herkesi yüzünü Muhtara çevirdi...

Muhtar:
“_Gelişimizin sebebi xerdir!..”dedi.

Sözünün ardını getiremedi. Destek arar gibi etrafa baktı. Gördü ki bütün başlar kendine dönmüş, bu zor soruya ne cevap vereceğini merakla beklemekteler...

Açarsız lafa başladı. Ne diyeceğini bilemediğinden değil, fakat sözü uzatarak, tatlı bir şekilde ve planladıkları gibi bir yerlere başlamak içindi. Imam’ın ansızın sorması, kafasını karşıtırmış ve istemsiz bir pot kırma tehlikesi yaratmıştı. Bu soru temaya girişi doğal olarak zorlaştırmıştı.

“_Gelişi sebebimiz xerdir, evet xerdir. Gelişimezin sebebi elbette xerdir Imam...”
“_Buyurun deyin dinliyorum...”
Muhtar etrafa bakındı. ‘Evet, iyi gidiyorsun devam et’ anlamında başı ile onaylayanlar gördü.
“_Seni qardeş gibi bilirim. Seni qardeş gibi bilmesem bile, senin derdin hepimizin derdidir.”

Topluma dönerek:
“_Öyle değil mi?” diye sordu.
‘Evet, öyledir!’, ‘ha vallah doğru’ gibi sesler yükseldi.
“_şimdi de baxim Imam, şu köyde en az bir çocuğu gerillaya gitmemiş xane qaldı mış Biliriz ki sen bunu kendine dert edip eve kitlenmişsin?”

Yanıtlaması için Imama bakıp bekledi.

Başı önde dinleyen Imam’dan karşılık verecek herhangi bir tepki görmeyince, tekrar etrafa bakındı. ‘Güzel, güzel devam et’ manasında başını sallayanlara bakarak sürdürdü.

“_Qardeşim çıx evinden insanların içine gel. Ne qızın, ne sen utanacak bir şey yapmadınız! Utanması gereken birileri varsa, o da yıllar yılı dilimizi, dinimizi yasaxlayan devlettidir. Çocuxlarımızı dağa çıxaran, bu yasaxlanan haqlarımızı geri alma hevesidir.”
“_H e vallah Muxtar doğru dersin!” diye sesler yükseldi. Muhtar açılıp saçıldı daha bir sürü güzel söz söyledi. En son:
“_Sen dua et ki o zeki , o ahlaqı temiz ve güzel Xezal’Imızın şahadet xaberi gelmesin!”

Bu söz ortalığa egemen olmuş tüm neşeyi tuz buz etti.

DIşarı çıktıklarında, gecenin buz kesmiş ayazına tutuldular.

KIrdığı potun sıkıntısı Muhtarı eziyordu. Bu nedenle soğuğu daha derinden hissetmekteydi. Ceketinin yakasını kaldırarak korunmak isterken, tutulduğu titremeyi zaptedemiyordu.

“_Tüh be, iki lafın belini qırmayı beceremedim. Beni de ne diye başınıza muxtar seçersiniz, aha sizin Şapşal muxtarınız...”
“_Ödümü qopardın vallahi Muxtar, sonra toparlamasaydın, gerçekten fena etmiştin.” Dedi Recai.

-sürecek

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.