Referandum sürecinde ortaya çıkan ayrışma ve PKK tekelinin kırılması, referandumun sonuçlarından çok daha önemli bir gelişmedir Kürdler açısından. Referandum sonuçları ne olursa olsun Kürdler şimdiden kazanmış durumdalar. Çünkü teslim alınan kişiliklerini geri aldılar. Mevcut koşullarda kişilikli insanların özgürleşmek dışında bir seçeneği olmadığı için er ya da geç Kürdlerin insani talepleri gerçeklik kazanacaktır. Yeter ki geri aldıkları kişiliklerini koruyup geliştirebilsinler….
12 Eylül, değer barındıran ve insani olan her şeyin yok edildiği, tek tip insan yaratma projesinin hayata geçirildiği karanlık bir dönemin başlangıcı olarak hafızalara kazındı.
Faşizme özgü tüm barbarlığın pervasızca sergilendiği 12 Eylül zihniyeti, fiziki olarak yok ettiklerinden çok, günümüze sarkan kişiliğe yönelik düşünsel tahribatlarıyla esas zararı verdi.
12 Eylül öncesi var olan devrimci/özgürlükçü potansiyelin bastırılma biçimi, ‘geçici bir sessizliğe/yenilgiye neden olsa da’ ortadan kaldırılamadı. PKK’nin “her şeyi yoktan var eden” ve tarihi kendisiyle başlatan(!) anlayışını, tarihsel birikimi yok saydığı için tarih biliminin sınırlarına sığdırmak olanaklı değildir. Aksine, PKK’nin bu anlayışı (her ne kadar tarihsel materyalizmi referans aldıklarını söyleseler de) tam da idealist tarih anlayışının karanlık dehlizlerinden/mistisizminden nemalandıklarının kanıtıdır…
12 Eylül uygulamalarının yok edemeyip sadece görünürde sessizliğe büründürdüğü birikim/potansiyel, alttan alta varlığını sürdürdü. İnsanlık dışı uygulamaların yarattığı öfke, kin ve intikam duygusu altta yatan potansiyelin büyümesini sağladı. Ancak bu büyüme sağlıklı değildi ve dizginlenemeyen bir hırçınlık barındırıyordu. Doğru politika, gelişen haklı tepkinin hırçınlıktan arındırılması ve var olan birikime/potansiyele sağlıklı bir şekilde adapte edilmesiydi. Dizginlenmiş olan hırçınlık, Kürdistan halkının haklı amacına, uygun araçlarla yürümesinin olanaklarını yaratacaktı.
Egemenler/12 Eylül’ün mimar ve uygulayıcıları, er ya da geç mevcut potansiyeli harekete geçirecek, gelişen tepkiyi hırçınlıktan arındırıp uygun araçlarla mücadeleyi sürdürecek bir yapının ortaya çıkacağını biliyorlardı; çünkü objektif koşullar bunu zorunlu kılıyordu.
Tam da bu aşamada ortaya çıkan PKK, farklı şekillerde değerlendirilip kendisine hak etmediği misyonlar yüklense de, tek tip insan yaratma, farklılıkları ortadan kaldırma ve var olan potansiyeli amacı dışında kullanarak devlete zarar vermeyecek şekilde yok etme/eritme politikasıyla 12 Eylül anlayışının eksiklerini gideren/onu tamamlayan bir işlev gördüğünü açıkça ortaya koydu.
12 Eylül zihniyetinin tüm barbar uygulamalara rağmen kişiliksizleştiremediği/teslim alamadığı birçok kararlı insanın Bekaa’da kişiliksizleştirilmesi başlı başına birçok şeyi açıklıyor. Devletin gözaltında, cezaevinde uyguladığı işkence yöntemlerinin aynısını uygulayan PKK, teslim almada, kişiliksizleştirmede devletten daha başarılı oldu.
Bunun başlıca nedeni ise, devlet tarafından “hain” ilan edilmenin bir olumlanma olması; PKK tarafından “hain”, “ajan” ilan edilmenin ise, kitlelerde, kişinin kendisine/değerlerine/emeklerine ihanet etmiş gibi bir algıya neden olma olasılığıydı.
PKK tarafından “hain” ilan edilen insanların neye ihanet ettiği, nasıl ihanet ettiği sorgulanmadan, nedenler araştırılmadan taban tarafından kabul görmesi, bu suçlamanın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.
Bir gün önce kahraman olarak görülen ve yüceltilen biri ertesi gün hain ilan edilebiliyordu ve bu durum itiraz görmüyordu…
Hem devlet hem de PKK tarafından hain ilan edilmeyi göze alanlar yaşatılmadı. Bu suçlamadan korkanlar ise, PKK’nin kişiliksizleştirme uygulamalarına tabi tutuldular.
PKK’nin kişiliksizleştirme uygulamalarında birçok PKK yöneticisi “itirafname” yazıp, “ben önderliğe layık olamadım, zaaflarımdan arınamadım, bundan sonra önderliğe layık olmak için uğraşacağım” demek zorunda kaldı. Burada amaç hem kişilikli insanların kişiliğini teslim almaktı hem de Öcalan’ın mutlak hâkimiyetini sağlayıp ona “doğaüstü” bir anlam yükleyerek dokunulmaz, sorgulanmaz kılmaktı. Ve ne yazık ki bu uygulamalar yakın zamana kadar etkisini sürdürdü.
“Hain” ilan edilme şantajı sadece PKK içinde etkili olmakla kalmadı aynı zamanda PKK dışında kalan Kürdlerde de oldukça etkili oldu. Bu nedenle PKK’nin tüm olumsuzluklarına rağmen ‘devletçi görünme korkusundan dolayı’ eleştiremeyen, sessizce onaylayan bir politik ortam oluştu uzun zaman.
Ortaya çıkan karanlık ilişkiler, PKK’nin devlet ile el ele vererek yarattığı tahribatlar ve en önemlisi de, 12 Eylül zihniyetinin biçimlendirdiği insan tipi miadını doldurduğu için “ihanet” şantajı etkisini yitirmiştir.
Artık PKK tarafından “hain” ilan edilmek kimseyi endişelendirmiyor; tam tersine çirkin ilişkiler ağı dışında kalındığının göstergesi olduğu için bu suçlama olumlanma olarak algılanıyor bilinçli insanlar tarafından.
Referandum süreci, 12 Eylül’ün ve devamında PKK’nin yarattığı kişiliksizleştirme politikasının iflas ettiğini gösterdi. Kürdler PKK tarafından dayatılanlara hayır diyebiliyor ve kendi seçeneklerini/doğrularını haykırabiliyorlar…
Referandum sürecinde ortaya çıkan ayrışma ve PKK tekelinin kırılması, referandumun sonuçlarından çok daha önemli bir gelişmedir Kürdler açısından.
Referandum sonuçları ne olursa olsun Kürdler şimdiden kazanmış durumdalar. Çünkü teslim alınan kişiliklerini geri aldılar. Mevcut koşullarda kişilikli insanların özgürleşmek dışında bir seçeneği olmadığı için er ya da geç Kürdlerin insani talepleri gerçeklik kazanacaktır. Yeter ki geri aldıkları kişiliklerini koruyup geliştirebilsinler….
Bu nedenle referandum sonuçlarından çok, yaşanan ayrışmayı derinleştirip PKK ile her türlü bağı mutlak şekilde koparmak ve gelişen muhalefetin Ulusal-Demokratik bir cephede buluşması için çaba sarf etmek gerekiyor...
27 Ağustos 2010