Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 25 April 2012

Kürt Muhalefeti ve Apê Kero Siyaseti-Hüseyin Turhallı


Dün, 17:42 Kategori: Manşet

Kürt Muhalefeti ve Apê Kero Siyaseti-Hüseyin Turhallı

Kürt Muhalefeti ve Apê Kero Siyaseti

Siyasette muhalefet, ekonomide de rakabetten vazgeçilemez. Ancak bir noktadan sonra güçsüzün korunması gerekiyor. Yanlışlarına rağmen Kürt muhalefetini bu gerekçelerle eleştirmekten çekindim. Buna karşılık hakaretlere, haksızlıklara uğramayı, tehditler almayı göze alarak egemen Kürt siyasetini de eleştirdim.

Ancak Kürt muhalefeti hiçbir zaman muhalefet olmayı bilemedi. Ölçüyü kaçırdı. Düşman safındaymış gibi söylem ve tutumlar oluşturdu. Kendisini ve toplumu vurmaya yönelmiş mahalefete “dur!” demek gerekiyor/du.

Sürgün, Dönüş ve Direniş başlığı altında yazdığım yazıda İbrahim Güçlü’ye yönelik eleştiri sınırlarını aşıp ilişki içinde bulunduğu kurumlardan kendisine karşı bazı yaptırımlara gitmesini istedim. Kurumlar tepkisiz kaldı. Ancak İbrahim Güçlü “Umarım uygun bir cevap verirsin” diyerek Şemdin Sakık’ın esaret koşullarında yazdığı bir kitaptan 39 sayfılık bir alıntı gönderdi.

Alıntı Tekoşin isminde bir bayan gerilla ile Şemdin Sakık arasında geçen bir diyalogu konu alıyor. Diyalogda Abdullah Öcalan’ın bayanlarla ilişkisinden söz ediliyor.

Politik sanatta politikacının yüreğindeki hırs, el emekçisi bir işçinin kol kaslarındaki güç kadar gereklidir. Ancak bu hırs, kontrol dışına çıktığında sahibini vurur. Savaşta ve politikada bu türden yüzlerce örneğin tanığıyım. İstisnasını ise hiç görmedim.

İbrahim Güçlü bir hukukçudur. Bir hukukçu elindeki argümanları hangi zaman dilimi içinde nasıl bir zeminde kullanacağını bilmek durumundadır.

Şemdin Sakık esir düşmüş eski bir gerilla komutanıdır. Esir, iradesi ve fiziki varlığı karşıtları tarafından gaspedilen kişidir. Bu nedenle esir stütüsündeki kişilerin tıpkı çocuklar ve deliler gibi fiil ehliyetleri sınırlıdır/yoktur. Haklar ve borçlar edinemezler. Eski yapılarına karşı kullandıkları ifadeler de delil niteliğini taşımaz. Bu nedenle İbrahim Güçlü usul açısından hukuki bir hata içindedir.

Daha da ötesi Şemdin Sakık esir düştükten sonra pişmanlık dilekçesi vermiş, operasyonlara katılmış, sığınaklar göstermiş, telsiz cihazlarında ve FM radyo dalgası üzerinde gerillaya “Teslim ol” çağrılarını yapmış, gerillanın nasıl bitirileceğine ilişkin devletin ilgili orgalarına askeri taktikler yazıp vermiştir. Bu ifadelerin tümü Şemdin Sakık’ın Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına yazdığı dilekçesinde mevcuttur ve bu dilekçenin bir örneği de İbrahim Güçlü’nün yoğun ilişki içinde olduğu rizgari sitesinde de yayınlanmıştır.

Bir önceki yazıda “Meşruiyet direnişle kazanılır. Direnişe ters düşmekle de kaybedilir.” demiştim. Dolayısıyla meşruiyet zeminini kaybedenler ilgili alanla alakalı olarak söz söyleme hak ve yetkilerini yitirirler. İtirafçı konumuna düşmüş Şemdin Sakık’ın Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin olarak söyleyebileceği bir sözü kalmamıştır. Bir politikacı olarak İbrahim Güçlü’nün meşruiyet zemininin ne olduğunu, nasıl kazanıldığını ve yitirildiğini bilmesi gerekiyor/du.

Hukukta “illiyet bağı” denilen bir olay var. İlliyet bağı olaylar ve olgular arasındaki dokuyu ifade etmek için kullanılır.

Şimdi İbrahim Güçlü’nün Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği “ PKK tarafından şurada şu kadar asker, korucu, kişi öldürüldü. Suçluların bulunup cezalandırılmasını.....” isteyen dilekçesi ile Abdullah Öcalan’ın bayanlarla ilişkisi arasında nasıl bir bağlantı var?

Abdullah Öcalan’ın söz konusu davranışı, başkalarına itirafçı olma hak ve yetkisini mi tanıyor?

Bir önceki yazıda kurumların sorumlu ve aklı selim davranması gerektiğini söylemiştim. Bu sorumsuz davranışları nedeni ile İbrahim Güçlü’nün içinde yer aldığı kurumlar ciddi bir biçimde düşünmek ve tavır geliştirmek zorundadırlar. Kürt siyasal hayatının geleceği açısından bu olay önemlidir.

Politik öncüler dahil hiç kimse cürüm işleme hak ve yetkisine sahip olamaz/olmamalıdır. Biz bu cürümleri görmezden gelsek bile tarih ve toplum görür ve af etmez.

Mart 1995 te Şam’da Parti Merkez Okulu denilen yerde idim. Bir gün Abdullah Öcalan beni çağırdı. Bana “Akadaşlar, Hüseyin’nin tarih ve toplum bilgisi iyidir, diyorlar. KDP ve Güney hakkında ne biliyorsun?” dedi.

Ben de hangi konuda, yada partinin yapmak istediği şey ne? diye sordum. O da bana “Güney’de devrimci iktidarlaşmaya gideceğiz” dedi.
“Aman ha Başkanım! PKK Güneyde bu biçimiyle iktidarlaşamaz. Tehlikeli bir iş. KDP’de bitebilir PKK’de” dedim. “Nasıl oluyor o?” dedi.

Mervani devletinin yıkılışından sonra kurulan 18 Kürt Eyyubi Beyliği var. Hepsinin çöküş nedeni birbirleri ile olan kavgalarındandır. Bu kavgalardan biraz uzak durabilen imar ve tedrisatla uğraşan Maya Farqin Beyliği biraz daha uzun süre ayakta kalabildi, dedim.

“Peki sence nasıl yapalım?” Güneyde sosyal çalışma/hizmet yapalım. İktidarlaşma belki o zaman gerçekleşebilir, dedim.

Bizim söylediklerimiz bize kaldı ve Ağustos 1995’te KDP ile amansız bir savaş başladı. 2.200 peşmerge ve 700 gerilla bu savaşta can verdi. 273 köy boşaltıldı.

1999’da Abdullah Öcalan İtalya’ya sığındığında KDP, o savaşta öldürülen sivillerin ve boşaltılan/yakıllan köylerin isim ve resimlerini bir dosya biçimide İtalya’ya verdi.....

İç çatışmaya dayalı bir siyasetle Güney Kürdistan’da iktidarlaşmayı hedefleyen Öcalan’ın yanlış muhalefeti, bir kıta ötede sığındığı Roma’da suç dosyası biçiminde karşısına çıktı!

Geçen gün eski bir yoldaşımla telefonda konuşurken bana “ Barışın sihirli bir formülü yok mu?” dedi. Ben de olmaz olur mu? Elbetteki var. AKP’deki 75 Kürt milletvekili partilerinden istifa edip BDP’ye geçsin. Bir gün içinde barış gelir, dedim. Güldü “Bana bir destek noktası bulun düyayı kaldırayım, diyen Archimedliksin” dedi.

Bu sözler şaka gibi gelebilir. Ancak gerçek şuki devlet partileri Kürdistan’da sosyal tabanlarını yitirmedikçe Kürdistan’a barış gelmez. Devlet desteğine dayanarak Kürdistan’da siyaset yapmak da geçmişteki Hizbullah cinayet siyasetinden öteye geçmez.

Kürt aydını başta PKK, KDP, YNK olmak üzere bütün Kürt parti ve şahsiyetlerini eleştirmyi bilmeli ancak düşmanlık yapılmasına asla izin vermemelidir. Politikacılar da muhalefet etme ile ile düşmanlık yapmak arasındaki ayırımı bilmek durumudadır. Ne yazık ki Kürt muhalefetinin siyaseti, Ömer Polat’ın Dilan Romanındaki Apê Kero Siyaseti gibidir. Apê Kero siyasetinden de sadece utanç içinde bir tükeniş çıkar.

Hüseyin Turhallı
[email protected]

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.