Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümüne yol açmayacağına inanılıyorsa o zaman Kürtlerin legal sivil mücadele yürütmeleri anlamsızlaşır. Ergenekon davası da, askeri vesayetin kaldırılması da,referandum da, seçimler de, velhasıl bütün demokratik gelişmeler bizi ilgilendirmez.Hatta çelişkilerin sertleşmesi için çatışmaların şiddetlendirilmesi gerekebilir. Provokasyonlar tercih edilebilir. İç çatışma teşvik edilir.Batıdan Kürtlerin kovulmasını sağlayacak olaylar geliştirilebilir.Kürdistan’da devleti ve Türkleri temsil eden herşeye saldırılır. Bölgede seçimlere izin verilmez. Daha bir çok başlık sıralanabilir.
Ibrahim Küreken
Türkiye’de 12 Eylül’de oylanacak Türkiye Anayasasının 26 maddesinin değiştirilmesinin referandumu yapılacak. Bunun üzerine Türkiye neredeyse ikiye bölünmüş. Birkaç liberal solcu, demokrat ile AKP, Saadet Partisi, BBP ve Kürt cephesinden HAK-PAR, KADEP ve kişi ve guruplar bu referanduma EVET denmesinden yana. Geriye kalan diğer tüm Kemalist, solcu, faşist, ulusalcı, bilumum devletçi, statükocu kesimler HAYIR diyeceklerini deklere ettiler.
PKK çevresi ise BOYKOT edeceklerini açıkladılar. Bunun üzerine de Kürt aydın ve yazar çevresi içinde de bu konuda değişik fikirler açıklandı. Bu açıklamalardan eski siyasi arkadaşım, fikirlerine slogan yüklemeden, insanı düşünceden düşünceye taşıyan yalın anlatımı ile yetenekli, ikna kabiliyeti yüksek, fikir adamı, araştırmacı ve yazar Sayın Cemil Gündoğan’ın PKK ve BDP’nin tutumunu destekleyen “Referandumda ne yapmalı” yazısını irdeleyerek düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.
Yıllardır Kürt meselesi ile ilgili yazılar yazıyorum.Yıllardır bu konuda yazılmış yazıları takip ediyorum. Kürtlerin bir çok aydın, düşünce adamı, araştırmacı ve yazarı vardır. Ancak Kürtlerin bu en yetişmiş kesimi arasında bile düşüncelerin tartışılması ve olgunlaştırılması yöntemi ya hiç yoktur veya varsa çok zayıftır. Yazılanları okuyanlar kendi içlerinde yazıdaki fikirlere ya karşıdır veya olumlu bulur. O konuda yazılanlara da katkı sunacak bir eleştirisi yapılmadığı için yazan kişinin doğruları beslenmez, yanlışlarının da giderilmesine yardımcı olmaz. Böyle bir kara döngüyü sonlandırmak için hazır bir arkadaşım da yazmışken biraz dokunmak istiyorum. (koyu harfli yazılanlar sayın Cemil Gündoğan’a aittir.)
“Türklerle Kürtlerin epeydir ortak bir gerçekleri yok. Ortak bir gerçeklik olmayınca tek bir tavrın, tutumun veya düşüncenin iki taraf için de aynı sonucu doğurması da her zaman mümkün olmuyor. “
Sayın Cemil Gündoğan’ın belirlemesini ele alalım.Türkler ve Kürtler arasındaki son 87 yıllık ilişkilerin yönlendirdiği duygu bölünmesi bu her iki toplumun ayni ortak değerler için ortak hareket etme yolunu zayıflatmıştır. Acıları ve sevinçleri farklı değerler üzerinden ifade edilen birbirine şüphe ile bakan iki ayrı toplum haline gelmişlerdir. Bu tespiti onayladıktan sonra, duyguları birbirinden farklılaşmış bu iki toplumun ortak istem ve arzularının yok olduğu anlamında olamayacağını da belirtmekte yarar vardır. Örneğin her iki toplumun da yararına olabilecek AB sürecindeki iyileştirmeler ve demokrasi için yapılacak hamleler ortak bir duruşu gerektirebilir. Bunu duygu farklılığı adına reddetmek büyük yanlıştır. Problemli olan bir başka düşünce Kürtlerin (yani PKK’nin) devletin içindeki çatışmayı körüklenmesini uygun gören açıklamadır.
“1) Merkezdeki çatışmanın devam etmesine katkıda bulunmak;Peki merkezdeki çatışmanın devamına katkıda bulunmak ne demektir?Lafı gevelemeye gerek yok, Hükümet kanadı alta düştüğünde Hükümete, Ergenekon kanadı alta düştüğünde Ergenekon’a destek çıkmak demektir.”
”Merkezdeki çatışmanın devam etmesine katkıda bulunmak” anlaşılır bir düşüncedir. Doğruluk payı da epey güçlüdür. Ama sonrasında tam da son yıllarda PKK’nin yapmış olduğu Ergenekona destek verme eylemi her bakımdan sorunlu bir davranıştır. Ergenekona destek verme olarak anlaşılan yeniden savaş kararı ve hergün yaptıkları AKP karşıtı açıklamalar iktidar partisini devre dışı bırakmaya yönelik çok detaylı bir devlet projesinin görüntüsüdür. Süreci yorumlarken bu tutumun hedefini küçümseyerek referandumdaki boykot kararını her iki merkezden de farklı bağımsız bir duruş olarak görmek eksik bir bakıştır. Kaldı ki süreci bütünsel değerlendirdiğimizde kimin kimi kullandığını eleştirel bir göz çok iyi kavrayacaktır. Kendimizi zorlayarak bir sonuç yakalamak her zaman olumlu sonuca götürmez. Bölgeyi sıkıyönetime,Türkiye’yi de darbeye hazırlayan Siverek olaylarını daha önce bir yazımda anlatmıştım. Apo’nun devleten aldığı talimatla önce Dengê Kawa’nın önderlerinden Ferit Uzun’u öldürtmesi ve bunu Bucaklar yaptı diye PKK’nin Bucak aşiretine karşı saldırıya geçtiği 1979 den 1980 darbesine kadar devam eden çatışmalarda devlet her iki kesimi de dengeleyerek savaşın sürmesini sağladı. Her iki tarafa da silah ve gerektiğinde adam takviyesi yaparak kendi amacına ulaşmaya çalıştı ve ulaştı. PKK nin yapılandığı dönemlerde Apo’yu yöneten Pilot Necati’nin PKK yi ilk kendi kadrolarına, sonra da diğer Kürt guruplarına saldırtmaları ne kadar sorunlu bir süreç yaşadığımızı o dönemi yaşayanlar bilir. Apo, bu dönem için Mahir Sayın’ın ”Erkeği Öldürmek” röportaj kitabında ”Ben Pilot Necati’nin devletin adamı olduğunu biliyordum. Bizi finanse ediyordu.Çok para getiriyordu. Ben Onu ve devleti kullandım” diyecekti. Sayın Gündoğan’ın o süreçte kimin kimi kullandığını bildiğini tahmin ediyorum.
” Bu çatışma sürmezse, PKK adına yapılan veya onun adına üstlenilen provakasyon eylemlerinin bazen birkaç saat, bazen de birkaç gün içinde deşifre edilip belgeleriyle, görüntüleriyle piyasaya serilmesi mümkün olmaz. Merkezdeki çatışan taraflardan biri galip gelsin, bu tür servisler “tık diye” kesilecektir. 1990’ları hatırlayınız, benzer olaylar o zaman da oluyordu, fakat merkezde ciddi bir çatışma olmadığı için bunların tamamı PKK’nin veya Kürtlerin üzerine yıkılıyordu. Bu kadarı bile bu çatışmanın devamının ne kadar hayati önemde olduğunu gösterir.
Burada da sorunlu bir düşünce görmekteyim. Bu gelişmeyi anlatırken esas üzerinde durulması gereken konu provokasyon eylemlerinin devlet içindeki çatışmalardan dolayı faillerinin veya olayın arkasındaki oyunun çabuk ortaya çıkması değildir. Provokasyonun aktörleridir. “PKK adına yapılan veya onun adına üstlenilen” olayın aktörlerinin biri PKK değilse bir başkası onun adına nasıl üstlenir. PKK resmen olaylara sahiplenmiştir. Burada arkadaşımın bilmeyerek provokasyoncuyu korur bir tavrı göze çarpmaktadır. Yazının bir başka bölümünde zaten bu düşüncesini etkisizleştiren şöyle bir ifadesi de vardır.“2004’de Ergenekonun PKK’ye yaptığı savaş siparişiyle perçinlendi,”
Şimdi bu tespitten düşünmeye başlarsak yüzlerce insanın ölümüne neden olan “Ergenekon’un siparişi” ile başlatılan savaş, Kürt halkının sorunlarını çözen bir süreç başlatır mı? Böyle düşünmek mümkün mü? Devletin 80 yıllık Kürtleri yok sayan, yok etmek isteyen siyasetinin sahibi kabul edilen Ergenekon’un Kürt partisi geçinen bir güce sipariş verdiği AKP nin iktidardan uzaklaştırılmasına hedefli bir savaşın güçlerin çatışmasını sağlayan Kürdü korumaya yönelik bir duruştan kaynaklandığını söylemek olur mu? Ne yapılıyor? Merkezin çatışmasını devam ettirmek için? Daha çok provokasyon, daha çok kan olsun diye taraflar birbiri ile karşılaşmasalar bile kendine yönelip karşıtı yapmış gibi savaş atmosferini yükseltiyorlar. Reşadiye, Dörtyol, Hantepe, Samsun, Tekeli, Aktütün, Dağlıca eylemlerini PKK üstlenmiş ve arkasında da bu eylemlerin devletin bilgisi dahilinde şaibeli eylemler olduğu ortaya çıkmıştı. Buna karşın yine Batman’ın Meymuniyê köyünde PKK’den korkan veya hesapları olan Kürt aydınlarını sessizliğe sürükleyen PKK mayınının patlaması ile yurtsever bir aileden Salih, Sadi, Sıdık Özdemir adında sivil mücadelenin de militanlarından üç kardeşin ve İnsan hakları savunucusu Sedat Özevin’in parçalanarak ölmesi de “Ergenekon’un siparişi” ile başlatılan savaşın gelişmesine hizmet ettiği için acaba merkezin çatışmasına mı hizmet ediyor? Devam ediyoruz.
“Benim için aynı ölçüde önemli olan ikinci nokta ise Kürtlerin siyasal bir aktör olarak sahnedeki varlıklarının güvenceye alınmasıdır.”
Doğru bir beklenti bu. Sorunu ve süreci tartışırken siyasi aktörlerin neler yüklendiği ve neler hedeflediğine de bakmamız lazımdır. Kürtlerin büyük kısmından aldığı destekle birkaç devrim yapacak güçte olan PKK’ nin devletten istediği nedir. Birlik ve bütünlük arzulayan yazılarını zevkle okuduğum Sayın Ferit Yurtseven’in her Kürdün hoşuna giden genel siyasi doğruları da içeren referandum yazısında büyük anlamlar yüklediği Demokratik Toplum Kongresi ne istiyor? Keli feli adamların hep birlikte kameraların önünde ayağa kalarak “biji serok Apo” sloganı ile devletten ne istiyor? O toplantılarda hangi projeler tartışılıyor ve olgunlaştırılıyor. Kongrenin kendi iradesinden bahsetmek mümkün mü? Orada gözükmekle kendilerine de paye biçildiği inanışından başka toplantıyı tertipleyenlerin dışında katılımcıların nasıl bir rolü olmuştur? Ya da oralarda bulunmanın yolu PKK’li olmayan Kürtlere saldırmakla mı garanti altına alınıyor? Bunlar cevap bekleyen sorulardır. Sayın Ferit Yurtseven’in toplantıya katılıp katılmadığını bilmediğimden soruları çoğaltmak niyetinde değilim.Bilgisayarın başında boyun ağrılarım dolayısıyla oturma sıkıntım olduğundan yazısını irdeleyen çalışmamı bitiremedim. Sağlığım elverirse yayınlamak isterim. Yine Sayın Cemil Gündoğan’ın yazısına dönersek,
“Konunun Kürt meselesiyle ilgili boyutuna gelince, yapmak istedikleri şey, artık çoktan aşılmış birkaç talep karşılığında Kürtlerin siyasi ve sosyal bir aktör olarak tasfiye edilmesinden ibarettir. Kanal 6’nın açılması gibi önlemler, iktidarda Ergenekon da olsaydı yapılacak olan işlerdi. Onlar iktidarda olsaydı şekli ve zamanlaması değişirdi, o kadar. Siz, mesela Ordunun Kürtçe kanal açıldı diye tank filan yürüttüğünü gördünüz mü? Kürt sorununu demokratik anlayışla çözmek demek, Ergenekoncuların genel çerçevesini çizmiş oldukları yol haritasını, o da ihtiyatı elden bırakmadan, izlemek demek değildir. Kürt sorununu, Kürtleri muhatap alarak çözmek demektir. Demokrasi bu değilse, başka nedir? “
Önce şu kanal 6 olayına bakalım. Kanal 6 tv.yayına başladığında Ergenekon’un avukatı olduğunu söyleyen CHP başkanı Deniz Baykal haftalarca karşı duruşunu sergiledi. Evet tanklar yollara dökülmedi ama hükümetin en son olarak YAŞ kararlarında askerlerin burnunu sürttüğü ve inisiyatifi ellerinden aldığı durumda da tankları artık yolarda yürütemedikleri görüldü. Bunu belirtirken henüz demokratik devletler seviyesindeki konumuna gelmemiş de olsa TSK nin bundan sonra PKK ye savaş siparişlerini eski rahatlığıyla veremeyeceğini de söylemek istiyorum. Bunu şunun için söylüyorum; PKK, Ergenekon gibi devlet güçlerinin elinden kurtulma şansına sahip olacak ve şu an yürüttükleri anlamsız savaş bir süre sonra son bulacaktır. Sorunlarını Ergenekon gibi devlet güçleri ile değil siyasi iktidarla tartışarak, konuşarak gerekirse çatışarak çözmeyi tercih edecektir. PKK nin tek inisiyatif sahibi ve bence tek düşüneni olan Apo bunu görecek kadar zekidir ve yakın bir zamanda bunu görecektir. Eğer biraz siyasi öngörüm varsa diyorum ki; Apo, bundan sonra iktidara sahip olması güçlenen Ergenekon’a sırtını dönecek ve kim iktidarda ise onunla müzakere yollarını tercih edecektir. Bu referandum sürecinde mi sonrasında mı olur, bilemem.Yakında bunun işaretlerini göreceğimiz kesindir.
“İkinci soru şu: Kürtler bu ince politikayı sürdürebilecek anlayış, ayar kabiliyeti ve iradeye sahip mi? Cevabı zor bir soru; ama en azından PKK’nin, merkezdeki çatışmanın beslenmesi gerektiği gerçeğini gördüğünü düşündüren bazı belirtiler var. ” Diyor sayın yazar.
PKK’nin merkezdeki çatışmanın beslenmesi gerektiğini gördüğü belirtiler nedir? Kendisinin de belirttiği AKP ye karşı Ergenekon’un savaş siparişini kabul etmesi midir? Yoksa o sadece Boykot kararından mı bu sonuca varıyor. Boykot kararının PKK nin aldığı “savaş siparişinden” bağımsız olabileceği düşünülebilinir mi? Kürtlerin duygu bölünmüşlüklerinden kaygılarının Türklerinkinden farklı olduğunu anlayabiliyorum. Örneğin çok az Kürt, Türk milli takımının başarısına bir Türk gibi sevinir. Bırakın sevinmeyi Türk milli takımı başka bir ülkenin milli takımıyla maç yaptığında ben şahsen Türk takımını destekleyen birini görmedim. Büyük bir kısmı rakip takımın başarısını ister. Ama diyelim ki Türkiye’nin AB ne girmesini Türkler istiyor diye Kürtler karşı çıkamaz. Duygu bölünmesini bu şekilde izah edemeyiz. Ya da Türkiye’nin demokratik ataklarına Kürdüz diye karşı çıkamayız. Böyle bir mantık olamaz. Gerek referandum gerekse devam eden Ergenekon davası bizi tatmin etmekten uzak bile olsa önemsemek lazımdır. Bugün onlarca general ve subay yargılanıyorsa bunu küçümseyemeyiz.Ya da Apo’nun dediği gibi “bizi ilgilendirmez, uzak durun” diyemeyiz. Yapmamız gereken Ergenekon’un Kürdistan’da işlediği binlerce cinayetin açığa çıkması için iktidarı zorlamak olmalıdır.
Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümüne yol açmayacağına inanılıyorsa o zaman Kürtlerin legal sivil mücadele yürütmeleri anlamsızlaşır. Ergenekon davası da, askeri vesayetin kaldırılması da,referandum da, seçimler de, velhasıl bütün demokratik gelişmeler bizi ilgilendirmez.Hatta çelişkilerin sertleşmesi için çatışmaların şiddetlendirilmesi gerekebilir. Provokasyonlar tercih edilebilir. İç çatışma teşvik edilir.Batıdan Kürtlerin kovulmasını sağlayacak olaylar geliştirilebilir.Kürdistan’da devleti ve Türkleri temsil eden herşeye saldırılır. Bölgede seçimlere izin verilmez. Daha bir çok başlık sıralanabilir.Bence henüz çok geç olmadan Kürtlerin kendi aralarında bunu tartışıp sonuçlandırması lazım. Bu konu bir çok platformda önümüze çıkmaktadır.Kürtler bunu kafasında çözmüş değillerdir. Kafası çelişkilerle doludur. Silahlı mücadeleyi kaçınılmaz kılan, bir ara savunulan anti-sömürgeci siyasi inanışla başlatılan 25 yıllık savaştan sonra hedef olmaktan çıkıp, özleme dönüşen bağımsızlık talebi, düşüncelerimizdeki eski ile yeninin içiçe karışıp muğlak bir hal aldığını göstermektedir. Kürtlerin kendi kaderini nasıl ve ne seviyede gerçekleştireceğini bu dönemde bilmesi lazımdır. Değişik istem ve dileklerin olması doğal olmasına rağmen özellikle şu an siyasetten ve örgütsel olarak Kürtleri temsil gücünü elinde bulunduran PKK’nin bu konuda fikirlerini beraklaştırması gerekir. Ondan bağımsız duruyormuş gibi duran ama aslında ondan bağımsız olamayan bir çok Kürt aydını da PKK netleşmediği müddetçe netleşemiyor. PKK’nin ”sipariş savaşı”nı (sayın Gündoğan’ı tehzih ederek söylüyorum) Kürtlerin bağımsızlık savaşı sanıyor. Böyle sandığı için de bir türlü sivil siyasi mücadele yöntemlerini hazmedemiyor ve büyük yanlışlıklar yapıyor. Büyük kentleri ceheneme çevireceğini söyleyebiliyor. Yani kafaları netleşmediği için ne ilegal mücadele verenler ne de legal mücadele verenler bulundukları platformlarda yeteneklerini kullanabiliyorlar. Kürtlerin en büyük çıkmazı buradadır bence,Silahlı mücadele Kürt halkının kendi sorununu tanımasına ve haklarının gaspına karşı harekete geçecek kadar siyasi bilince ve uyanışa vardırdıysa ve silahlı mücadelenin misyonunu tamamladığına inanıyorsak, önümüze çok önemli bir görevin çıkmış olduğunu görmeliyiz. Bu görev de, önceleri varlığımızı tanımayan ama artık varlığımızdan haberdar olan Türk halkının kendilerine enjekte edilen yüz yıllık faşist seçkinci ideolojinin zayıflatılması ve gasp edilen Kürt haklarının geri verilmesi konusunda onların ikna edilmesidir. Türk halkını çocuklarını öldürerek ikna edemeyeceğimizi de kavramış olmalıyız. Eğer Amerika-Vietnam savaşında olduğu gibi cepheden gelecek cesetlerin halkın savaşa karşı tepki geliştireceklerini düşünüyorsak yanılırız. Amerikanlılar kendi çocuklarının yabancı topraklarda bir hiç uğruna ölmelerine karşı çıktılar. Oysa Türk halkı, devletin kendilerine enjekte ettikleri devletçi, ulus devlet ideolojisinde Kürdistan’ı kendilerinin bir parçası saymaktalar. Hala da savaşta ölen çocuklarının arkasından ”devlet sağolsun” diyebilmeleri bu inanışından dolayıdır. Öyle ise, böyle bir hesap tutmayacağı gibi bu hesapta ısrar etmek Kürt halkına büyük zarar verebilir.
“: Kürtler referanduma evet derlerse, Hükümet, bunu, Kürt sorununu Kürt aktörünü tasfiye edilerek çözme politikasına Kürtlerin verdiği bir destek olarak anlayacak ve kullanacaktır. Hem içerde, hem de dışarda. ”
Bu mantık da yanlıştır maalesef. Bana yarar getirecek bir düşünceyi etkin kılmak için atılan adımları, ileride bana karşı da kullanılacak diye reddetmenin mantığını anlamış değilim.İktidar mantığı böyle olabilir belki. İktidarın bu mantığından duyulan şüphe bana hata yapma yolu açmaz.Çünkü zaten bunun cevabını yazarımız kendi yazısında cevap vermiştir.
“. Bundan sonra Türkiye’de ne iktidar, ne de muhalefet Kürt kartını görmezden gelen bir siyaset izleyebilir.” Bu kadar işte. Bütün söylediklerimiz bu sözün içinde gizli. Nihayet sevgili arkadaşımla güzel bir sonuçta anlaştık. Anlaştığımız bir düşüncesini daha buraya aktarıp son paragrafa uygun bir fıkra ekleyerek sevgili Cemil Gündoğan’la bu polemiği bitirmek istiyorum.
“….ortada ters yönde işleyen çok ciddi yapısal engeller vardır. Bunların en başında geleni ise Abdullah Öcalan’ın durumudur. Tutsaklık, can derdi, oportünizm, sinizm gibi faktörlerin kurucu yapı taşlarını oluşturduğu bir pozisyondan kendine yol çıkarmaya çalışan bir lidere itaat etmenin faturasında yazılı kalemlerden biridir bu.” “Öcalan, Türklerle Kürtler arasında devletin bütün taraflarının asgari rıza gösterdiği bir görüşme trafiği başlayıncaya kadar Kürtlerin boynundaki değirmen taşı olarak kalacaktır.”(Cemil Gündoğan. Referandumda ne yapmalı?)
Kişileri tenzih ederek bu fıkraya başlıyorum.
İki eski arkadaş yıllar sonra karşılaşıp hal hatır sorarlar. Biri diğerine “bir kızın vardı, nasıl şimdi, neler yapıyor?” cevaplıyor diğeri: “Kızım çok iyi bir işte çalışıyor. Büyük bir firmanın patronunun sekreterliğini yapıyor. Çok iyi yaşıyor. Yediği önünde yemediği arkasında. Onu az görüyoruz. Patronu ile dünyanın her tarafına gidiyor. İşi çok iyi, çok iyi,” diyor.“Peki senin kızın ne yapıyor şimdi?” diğeri cevap veriyor. “Vallahi benim kızım da oro… olmuş ama ben senin kadar güzel anlatamam”. Not. Referandumda neden EVET denilmesi ile ilgili yazımı daha sonra yayınlamayı düşünüyorum. Saygılarımla