Skip to main content

Cengiz Çandar (not verified)

Thu, 12/17/2009 - 16:35

Küreselleşme böyle bir şey işte. Özellikle iletişim teknolojisinin gelişmesi sayesinde herkesin her şeyden anında haberdar olabilmesi. Ülkenin en uzak köşelerinde pekalâ yerel sayılabilecek bir olayın ülkenin tümünü tedirgin edecek genel bir nitelik kazanabilmesi. Bundan yıllarca öncesinde Muş'un Bulanık ilçesinde bir esnafın eline Kalaşnikov alıp dükkânına saldıran DTP'lileri tarayarak iki kişiyi öldürmesi ve yedi kişiyi yaralaması anında İstanbul gazetelerine, internet sitelerine manşet olarak çekilip, Ankara'nın siyasi gündeminin en üzerine oturabilir miydi? Kürt sorunun içine girdiği tehlikeli evre, bu nedenle de, herhangi bir başka gündem maddesini üzerine çıkıyor. Çıkmak zorunda. Dolayısıyla, herkese çok ağır sorumluluklar düşüyor. Zira ’Örgüt' ile ’Devletin güvenlik güçleri' arasındaki 25 yıllık çatışma boyutlarının maazallah bir ’iç savaş' sinyalleri veren biçimde bir ’toplumlararası çatışma' boyutlarına taşınması ihtimali ülkemizin önünde uzanıyor. Tüm barış ve demokrasi güçlerinin, böyle bir çatışmadan doğrudan çıkar üreten çevrelerden farklı olarak, ülkemizin birliği ve Türk ve Kürt halkımızın ortak selâmeti için, Anayasa Mahkemesi'nin berbat ettiği siyaset sahnesinin yeniden düzenlenmesine olumlu katkıda bulunması gerekiyor. Türklerin ve Kürtlerin, müştereken... *** Anayasa Mahkemesi'nin kararı durumu nasıl tehlikeli bir mecraya sürüklemişse, Kürt siyasi hareketinin önemli aktörlerinin TBMM'den çekilme kararı da, o tehlikeli mecrayı derinleştirici niteliktedir. İşlerin vardığı noktada Abdullah Öcalan'ın belirleyici rolü görmezden gelindiği takdirde, olan-biteni anlamak ve işlerin daha nerelere uzanabileceğini kavramak da mümkün olmaz. Abdullah Öcalan'ın ne düşündüğü ve ne istediği, avukatlarıyla yaptığı görüşme notlarının Fırat Haber Ajansı tarafından yayımlanması sayesinde öğreniliyor. Son görüşme notları ile son bir hafta cereyan eden gelişmeler yan yana konulduğunda, neyin nasıl olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Fırat Haber Ajansı'nın yayımladığı Öcalan'ın söylediklerinin tümü de değil. Notların kamuoyuna tümüyle yansımayan şu bölümünü izleyelim: “(Abdullah Öcalan), Ahmet Türk'ün veya Murat Karayılan'ın sorunu çözmeye gücünün yetmeyeceğini, çünkü birçok otonom grubun bulunduğunu, bunlara ancak kendisinin sözünü geçirebileceğini, bu nedenle kendisinin önünün açılarak örgütle görüşmesine imkân sağlanması gerektiğini, avukatları üzerinden veya telefonla bu işin yürütülemeyeceğini, TBMM'de bulunacak bir yolla kendisine siyaset yolu açıldığı takdirde kendisinin duruma el koyarak örgütü ikna edebileceğini, siyaset yolu açıldığı takdirde cesaret edebileceğini (sorunun çözümüne katkıyı kastediyor olmalı cç) ... belirtmiştir.“ Devam edelim: “DTP'nin kapatılıp kapatılmamasının belirli bir gelişme olmayacağı, kapatılması halinde bütün kesimlere hitap edebilecek yeni bir demokratik oluşum çalışmalarına başlanması, bu süreçte DTP'lilerin DTK (Demokratik Toplum Kongresi) faaliyetlerine yoğunlaşması gerektiğini ifade etmiştir.“ Yani? 1. Anayasa Mahkemesi yasaklama kararından önce Abdullah Öcalan'ın kendisi Ahmet Türk'ü Kürt sorununa çözüm katkısı yapabilecek bir siyasi aktör olmasına takoz koymuştur. Bu anlamda, Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile Abdullah Öcalan'ın niyeti arasında ilginç bir ’Faust Paktı' göze çarpıyor. Ama daha da çarpıcısı, Abdullah Öcalan'ın ’KCK Yürütme Konseyi Başkanı' sıfatı taşıyan ve tutuksuz en önemli PKK lideri konumunda bulunan Murat Karayılan'ı bile devreden çıkartarak, ’muhatap benim' ilânında bulunmasıdır. 2. ’DTP'nin kapatılıp kapatılmamasının belirleyici bir gelişme olmayacağını' belirterek Anayasa Mahkemesi zihniyeti ile o kararı paylaşanlarla Öcalan arasında bir ’kesişme' ortaya çıkıyor. Daha önce de Öcalan'ın DTP'nin kapatılmasını umursamadığını hatta bundan yarar sağlamayı umduğunu yazmıştık. Nitekim Abdullah Öcalan, ’yeni adresi' de gösteriyor: Demokratik Toplum Kongresi. 3. O ’Demokratik Toplum Kongresi' (DTK) Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararından hemen sonra Diyarbakır'da toplanıp radikal kararlar alıyor, bunların içinde Abdullah Öcalan'ın “İmralı'dan alınarak ’geçici bir süre' için ev hapsine konulması da var. DTP'li milletvekillerinin TBMM'yi terk etmesi kararı da aslında DTK kararları arasında. Bütün bunlar önceki gün yazdığım gibi, PKK'nın (daha doğru bir deyimle Abdullah Öcalan'ın) kendisiyle devlet arasındaki demokratik yasal alanın Kürt temsilinden boşaltılmasını ifade ediyor. Anayasa Mahkemesi de, yangına tam anlamıyla körükle giderek, ’Demokratik Açılım'ı arkasından hançerlemiştir. *** Gelin bir de Murat Karayılan'ın Abdullah Öcalan'ın ’sorunu çözmeye gücünün yetmeyeceğini' bildirdiği, buna karşılık liderine sadakatte kusur etmeyen Kandil'deki komutanın- Fırat Haber Ajansı'nda önceki gün yayımlanan uzun mülâkatında Kürt gençlerine yaptığı çağrıya bakalım. Murat Karayılan, Kürt gençliğinin ’yönü'nün ’dağlar' olması gerektiğini öne sürüyor ve dağlara ’akın edilmesi' çağrısında bulunuyor. Bir de ’alternatif' sunuyor; ’ya kitlesel eylemlere katılın' diyor veya ’dağlara çıkın'. Bu dilin, Mayıs 2009'da Hasan Cemal ile yaptığı uzun söyleşide, daha iki hafta önce Türkiye gazetesinde yayınlanan söyleşide kullandığı dille bir ilgisi var mı? Murat Karayılan, ’dağdan inme süreci' diye nitelenebilecek ’Demokratik Açılım'ın geldiği noktada tam tersine ’dağlara' çağrısı yapıyor. “Ya dağa gelin, ya sokaklara çıkıp şehirlerin altını üstüne getirin“ demiş oluyor. Bu da ’demokratik yasal alan'dan ’Kürt temsili'nin kaldırılmasının vahim sonuçlarından biri. Karayılan, Kürt sorununa ilişkin olarak Türk tarafında bunca zamandır en büyük riskleri almış olan ’liberal demokrat çevreler'e de dışlayıcı bir dille çatıyor. ’Bazı kesimler açılımın Tokat eylemi provoke edildiği edildiğini ileri sürdü. Özellikle liberal demokrat çevreler tarafından hareketinize karşı geliştirilen bu tavrı nasıl görüyorsunuz?' sorusuna şu cevabı veriyor: “Bazıları ’Açılım Tokat eyleminin duvarına çarptı' diyorlar. Bu kadar insafsızlık, bu kadar körlük, bu kadar çifte standartlık olunamaz. Birileri Kürt sorununun çözümünden yana olduğunu söylüyor, kendisine liberal demokrat adını takıyor, daha sonra da ’PKK bu yedi askeri vurdu, ben artık bundan sonra da PKK'ye karşıyım, tutum değiştirdim' diyebilmektedirler.“ Buradan yola çıkıp, Cudi ve Gabar'da öldürülen PKK'lıları, Çukurca'da bir ay önce öldürülen sekiz PKK'lı hatırlatıyor, ardından “Sayın demokrat bey efendiler Kürt gerillaları insan değil midir?“ diye bir ifade kullanarak “Ben bu tür çevre ve kişileri bu konuda vicdanlı davranmaya, samimi olmaya ve çifte standart tutumları bırakmaya davet ediyorum. Her gün sokaklarda Kürt gençleri öldürülmektedir, buna ses çıkarmamaktadırlar. Askere karşı bir tepkisel çıkış olduğunda avazları çıktığı kadar bağırmaktadırlar“ sözleriyle tepkisini ortaya koyuyor. Bu değerlendirme ve yakıştırmanın haksızlığı ve bu yaklaşımın isabetsizliği üzerinde durmak gerekmiyor. Ancak, şu gerekiyor: Yazılanları alt alta okuyun, önümüzdeki döneme ilişkin ne yapılması ve ne yapılmaması gerektiğini görün ve anlayın. Türkler ve Kürtler... ’Devlet' tarafından DTP'ye boşalttırılan ve DTP'nin –en azından bir bölümünün- İmralı-Kandil telkinleriyle boşaltmakta gönüllü davrandığı ’demokratik yasal alanda Kürt temsili' asla ve kesinlikle boş bırakılmamalıdır. Alan; silahlara, şiddete, terk edilmemeli, kan davasına açık tutulmamalıdır. Herkes ama herkes başını iki elinin arasına almalı, tekrar tekrar düşünmeli ve diline olağanüstü özen göstermeli ve hâkim olmalıdır... Radikal

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.