Direkt zum Inhalt
Submitted by Rêvebir_D on 30 March 2014

Fethullah Gülen nin cemaati bir taban ve kitle hareketi değildir, devletin çeşitli kurumlarına ittifak kurdukları partileri kullanarak, adamlarını açıktan atama, yada sözlü sınavlar çerçevesinde hükümetler kanal...ıyla kayırtma yollarıyla kilit noktalara koyup zapt ederek(hakimlik, savcılık, istihbarat, polislik, son dönemde askeriye, genel anlamda memurluk sözlü sınavlarında olduğu gibi) etkili olmayı esas alan bir kadro hareketi olduğundan, bunların AKP ye oy vermemesi, bu partinin oy oranında yüzde bir oranında dahi bir düşüşe yol açmaz. Zaten sadece yazılı sınavları esas almak yerine, sözlü sınavları uygulamak adam kayırma alçaklığı içindir. Yazılı sınavda yüzün üzerinde soru sorulmakla en yüksek puanı alanlar değil de, sözlü de sorulan, yada sorulmayan birkaç soruya verilen cevap üzerinden bilginin test edilemeyeceği açıktır. Ancak AKP hükümetinde koalisyon ortağı olan bu cemaatin ve Kemalist ulusalcıların ve bunların ittifakı olduğu uluslararası güçlerin planlı yıpratma kampanyasının % 10 civarında AKP ye oy kaybına yol açacağı kanasındayım. Bu durumda Akp inin oy oranı çeşitli anket kuruluşlarının yansıttığı gibi % 51 değil, % 42 bandında olur. Her halükarda Akp birinci parti olur. AKP bu yıpratma kampanyasına rağmen % 40 oy oranın altına inmediği sürece, başarısızlığı tartışılmayacaktır, başarılı kabul edilecektir.
AKP nin bütün yüklenme ve yıpratmalara rağmen yüzde kırk oranın üzerinde oy alması ise, siyaset yapabilmesine, proje üretmesine, Kürdistan sorununu ve diğer temel siyasal sorunlarda sahte de olsa statükocu değilmiş gibi bir görüntü yaratarak, çeşitli kesimlerde beklentiler oluşturmasına, kitle ile birebir bağ kurarak örgütlenmesini geliştiren bir yapı olmasına, parasal kaynaklarının yoğunluğuna ve medya araçlarının çeşitliliğiyle karizmatik özelliği olan önderlerin olmamasına, ayrıca savaş ekonomisinin yarattığı tahribatın bulunmadığı bir zeminde ekonomiyi geliştirmesine borçludur. AKP ye yönelen kampanya uluslararası güçler yönünden bu partiyi başına buyruk davranamaz konuma sokmak, uluslararası güç merkezlerini esas alır konuma getirmek amaçlı iken, içerde ise Kemalist-ulusalcı kanadın iç iktidar mücadelesi olduğu gibi, “ Hizmet Hareketi” olarak bilinen Fethullahçılar yönünden de artık iç iktidar mücadelesidir. AKP nin de, Hizmet hareketinin de, Ulusalcı Kemalistlerin de dayandığı ve ittifakları ( uluslararası güçler) vardır. Bu nedenle TC deki mücadele iç mücadele olduğu kadar, dış mücadeledir. AKP-Fethullah koalisyonu, ulusalcı-Kemalist odağı tümden tasfiye etmeye yönelmedi, iktidarlarını kabul etmeyen ve darbe çalışması yapan kesimden küçük bir kısmını deşifre edip yargıya teslim ederek, iktidar olabilmek imkanını yarattı. Ancak kimileri gerici AKP nin, gerici ve faşist Kemalist kontrgerillayı tümden tasfiye edebileceğini, sömürgeci devletlerinde sifonu çekerek kirli basaklarını temizleyeceğini zannetti. Oysa her zaman bilettiğimiz gibi; Akp gibi gerici bir yapının bu tür bir misyonu, niteliği ve cesareti yoktu. Ordunun Özel Harp dairesine bağlı Özel Kuvvetler komutanlığı bünyesinde örgütlenmiş, hem asker-operasyonel dairesi, hem de teori-planlama dairesi olan Türk kontrgerillası devlet politikası çerçevesinde oluşturulduğundan, Teşkilatı Mahsusa ya dayanan yüzyılı aşkın bir tarihi bulunduğundan, kontrol altına alınarak korundu. Bu açıdan Türk devletinin soykırımları örtbas edilmeye devam edildiği gibi, Roboski de görüldüğü üzere yeni soykırımda yapıldı. Faili meçhul adı altında gerçekleştirilen Kürt soykırımı ve failleri korunmaya devam edildi, PKK ve BDP de bu konunun takipçisi ve dayatıcısı olmaktan kaçtı. Apo, devletin kabul ve referanslarını tekrar ettiğinden ve PKK de çizgi bağımsızlığı ,hareket özgürlüğü ve değer yargı sistemi kalmadığından, Kürdistan ulusal ve siyasal mücadelesinin ihtiyaçlarını tüketme çizgisi esas alındı. Gelinen noktada üç gerici odağın iktidar mücadelesinde cemaat ve AKP koalisyonu dağılıp çatışma başlayınca, AKP hem Kemalist ulusalcılara hem de Cemaate karşı mücadele edemeyeceğini gördüğünden, ulusalcı Kemalistlerle (yani kimilerinin Ergenekon dediği ancak benim kontrgerilla olarak isimlendirdiğim kesimlerle) uzlaşarak cezaevlerini boşaltı. AKP nin Kemalist ulusalcılarla uzlaşma hamlesine, Cemaat de Mustafa Sarıgül ve Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden kemalist-ulasalcı kesimlerle uzlaşma çalışmasına girdi. Bu da ulusalcı-Kemalistlerin yeniden değerlenmesine, zayıflatılmış provizyonlarının güçlenmesine yol açacaktır. AKP ye yönelen kampanyanın bir nedeni i de Türkiye’nin emperyalistleşmiş ekonomisinin bir gereği olarak; siyasette ve askeri hakaret tarzında da emperyalist yayılmayı gerçekleştirme eğilmeleri olan, bu nedenle de diğer emperyalist güçlerle yarışmak isteyen AKP hükümetini ve özellikle de lideri Erdoğan ı yıpratarak güçsüzleştirme, kendilerinden bağımsız hareket edemez duruma sokma, cumhurbaşkanı olmasının önünü kesme ve hatta mümkün olması halinde başbakanlık yapamaz hale koymak, hatta tasfiye etmek içindir. Bu durumda Abdullah Gül e alan açılacağı açıktır, Gül isterse Cumhurbaşkanı yada Başbakan olabilecektir. Yıpranmayan ve yıldızı parlatılacak diğer bir kişide; AKP deki bakan Babacan dır. Kampanyanın tümden sonuç vermesi halinde; Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık koltuğunu bunlar dolduracaktır. Mevcut durum ve tabloda AKP, ulusalcı Kemalistlerin üzerine gidemez, nitekim uzlaşma tahliyelerle gerçekleşti, yeni koşullara göre teslim olmada gerçekleşebilir. Tasfiye etmeyenler önce uzaklaşmak ve daha sonraki süreçte de teslim olmak zorundadır. AKP, Cemaati yerel seçimlerden hemen sonra karşı kampanya konsept ve kanuni düzenlemelerle kanunun dışı örgüt veya terör örgütü şeklinde tanımlayarak tasfiye sürecini başlatacaktır. AKP ile Cemaat çatışması şiddetlenecektir.
CHP nin ise bir projesinin olmaması, düzenin bütün gerici kalıplarını soykırımlarla oturtan bir parti olarak statükoculukta ve bekçilikte ısrar etmesi, siyaset üretemez durumda olması, lider enflasyonunu bünyesinde barındırsa dahi lider kişilik çıkaramaması, Kılıçdaroğlu nun lider özelliğinin olmaması, darbeler dışında tarihsel ve toplumsal dokuya uymayan bu yapıyı iktidar kılmanın olanaklı olmaması gibi nedenlerle, AKP nin ağır derecede yıpratılmış olmasına rağmen, söz konusu Kemalist partinin ikinci pati olacağı, her hâlükârda % 30 oranın altın oy alacağı, daha doğrusu % 28 bandında bir oy oranında kalacağı açıktır. Oy oranı ne olursa olsun yapılacak ilk kongrede İstanbul da % 38 veya daha yüksek bir oy oranı alarak seçimleri kaybedecek Mustafa Sarıgül ün AB ülkeleri ile ABD nin desteğinde CHP nin başına getirilmesi için destekleneceğini, buna karşın ulusalcı-Kemalist kanadın da Rusya-Çin desteğinde Metin Fevzioğlu yada Mustafa Balbay ı koz olarak öne sürerek, bu parti içeresinde iktidar mücadelesine gireceklerini, her hâlükârda liderlik yapamayan ,dönüştüremeyen, sadece kontrol altında tutabilen Kılıçdaroğlu nun kiribilitesini tüketmesi nedeni ile değiştirileceğini düşünüyorum CHP faşist bir sistem partisidir, sistem partilerinin tamamını da istisnasız olarak uluslararası güçler dizayn eder. CHP de var olan bu iki kanattan hangisi partinin iktidarını alırsa alsın; kopmalar, ayrılmalar, tasfiyeler ve hatta bölünme olabilecektir. Biri diğerini tasfiye edecektir. Kılıçdaroğlu, adam gibi Kürt ve Alevi olduğunu söylemekten kaçınsa da, Alevileri belediye başkanı ve milletvekili adayı olarak yazmaktan imtina etsede, aleviler yönünden bir güvencedir. Kılıdaroğlu nun, partinin başından alınması ve özellikle de ulusalcı kanadın yönetimi ve liderliği tümden devir alması durumunda; 80 yıldır Alevilerin önemli bir bölümünün soykırımcılarına sarılma sendromunun sonuna gelineceğini, Alevilerin önemli bir bölümünün ve bu partide var olan Kürtlerin kendilerini çekmesiyle de CHP nin % 10 oy alamayan etkisiz bir yapıya dönüşerek, tasfiyesinin başlangıç hamlesinin gerçekleşebileceği kanısındayım. Çünkü CHP yirmi milyonluk alevi nüfusunun oyalarının önemli bir bölümünü sürekli aldığından, Alevilerin kendilerini çekmesi bu partinin altının boşalması sonucunu doğuracaktır. Alevilerin buradan koparılması zorunludur, bunun için anti Kemalist devrimci bilinç götürmek ve Alevileri sisteme entegre eden korucu başlarından kurtarmak gerekmektedir.
MHP bu yerel seçimlerde % 17-18 bandında bir oy oranın ile üçüncü pati olacaktır. Kasetlerin ve örgütlü kampanyanın yarattığı yıpranma nedeniyle AKP nin kaybettiği oyların bir kısmı MHP, Sadet Partisi, Huda-Par, CHP ve BDP arasında bölüşülecektir. Bu durumda Devlet Bahçeli genel başkanlık koltuğunu koruyacaktır. MHP de ileriki yıllarda lider değişikliği olduğunda ise alternatif Meral Akşener olabilecektir. MHP nin oy oranı artıkça da, faşist söylemindeki hararet de artacaktır.
BDP-HDP ise % 7-8 bandında bir oy oranına ulaşacaktır. Bu oy oranı BDP nin örgütlemesinin, tabanın genişlemesi olarak anlaşılmamalıdır. Önceki yerel seçimlerde köy ve mezralardaki oylar sadece muhtar seçimi yönünden sayıldığından, kırsal alandaki bu oylar ilçe ve il belediyeleri seçimine (partinin genelde aldığı oylara) dahil olamıyordu. PKK nin hazır tabanına dayanan, kendi başına hiçbir örgütleme yaratamayan BDP-HDP nin oy oranına bu yolla kırsal kesimdeki-köylerdeki oyların da dahil olması sonucu bir artış olacaktır. Esasen 1999 dan bu yana, PKK-BDP çizgisi sadece alternatifin olmamasından yararlanmaktadır, buna rağmen aktif tabanını önemli ölçüde kaybetmiş bulunmaktadır. Bu nedenle eylemlerinde ekseriyetle çocuklar ile ev kadınları bulunmakta, yetişkin yaştaki erkekler ise olabildikçe azalmış bulunmaktadır. Bu haliyle var olan taban da geçmişe nazaran aktif olmayan bir tabandır, bu tabanın önemli bir bölümünün desteği pasif bir oy atma ile sınırlı hale gelmiştir. Pasif bir oy atmaya indirgenmiş bu destek de, önemli ölçüde alternatifin henüz ortaya çıkmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Apo nun, sömürgeci devletin bir askeri olarak; PKK yi tasfiyeci, işbirlikçi çizgide tutma, kontrol etme, saptırma çabaları ile demokratik cumhuriyetçi ve demokratik özerklikçi çizgisi ve bu unsurun zindandan da olsa, sömürgeci devletin istemlerine göre örgütü yönetme istemi red edilmeksizin güçlenme olanaklarının olmayacağı açıktır. Daha da çözüleceklerdir.
İlçelerin, beldelerin, köy ile mezarların oy oranlarının yeni seçim sistemi çerçevesinde ilçe ve il belediye başkanlarının belirlenip seçilmesinde de sayılır hale gelmesi, kır nüfusunun tümüne yakının Kürt olması, daha doğrusu PKK nin kırda daha etkili olması, ilçelerdeki oy oranlarının il merkezini bilerler hale gelmesi neticesinde, Mardin belediye başkanlığını BDP kazanacaktır. Sanıldığı gibi Ahmet Türk ün geniş bir aşireti yoktur, bir kabile kadar küçük yapıdadır. Ayrıca kişi önemli de değildir, kitleler kişiye değil acılarına ve umutlarına çaresizlik içinde oy vermektedir. Yani Ahmet Türk dışında biri olsa da aynı oyu alacaktır. Yine ilçe, belde köy ve mezra oylarının Urfa Büyükşehir Belediye başkanlığının belirlenmesinde ilk kez hesaba katılması ve buradaki nüfusun ağırlıklı olarak Kürt olması, yani şehir merkezi gibi çok kozmopolit olmaması ve ayrıca Fakıbaba gibi bağımsız aday olarak % 42 oy alarak AKP yi tek başına geçen güçlü bir adayın bulunmaması, AKP nin adayının zayıf olması gibi faktörlerin sonucunda, geçmiş yerel seçimlerde % 10 civarında oy bandı olan BDP nin veya AKP nin büyükşehir başkanlığını alabilecek noktaya çıkması mümkündür. Kimilerinin yansıttığı gibi; Osman Baydemir in kişisel rolünün olacağı kanısında değilim, çünkü BDP nin tabanı kişiye oy vermemektedir, ayrıca Osman Baydemir in hitabet gücü, örgütçülüğü, karizmatik niteliği(lider özelliği) ve teorik alt yapısı, herhangi bir projesi de yoktur. Uluslararası güç odakları bu durumda olan kimi bireylerin kendi başlarına projelerinin de olmayacağını, merkezde oluşturdukları projelerin emanetçisi ve dilendiricisi olabileceklerin, irade sahibi olamayacaklarını düşünerek bunları parlatıp lider yapma çabası verebilmektedir.
Diyarbakır, Şırnak, Van, Hakkâri, Siirt, Bingöl, Bitlis, Iğdır, Ağrı il belediyelerini de BDP alacıktır. Dersim ise; BDP ve CHP arasındaki yarışta her iki partiden birinin az bir oy farkıyla kazanabileceği bir şehirdir. Kılıçdaroğlu,Kamer Genç ve Hüseyin Aygün nün bu seçimde bir faktör olarak bulunmaları, ancak daha önceki yerel seçimlerde olmamaları ile Kürt Alevilerinde Kemalist partilerin etkisinin fazla olması, BDP yönünden önemli bir dezavantaj ve CHP yönünden de avantajdır. DHF nin ise pratikte de olsa geçen yerel seçimde CHP yi desteklemiş olması, ancak bu seçimde ise kendi bağımsız adayını çıkarmış olması ve nüfusun düşük oranda olması nedeni ile küçük oy miktarlarının dahi etkili olması karşısında bu durum BDP yönünden bir avantajdır. DHF, kısmen de olsa CHP nin oylarını geçen yerel seçime göre düşürecektir. İskenderun-Hatay ve Artvin iı CHP, Ardahan ve Erzurum u MHP, Sivas, Erzincan, Elazığ, Antep ise AKP alacaktır. Kars ise benim açımdan belirsizdir. Hemen hemen Karadeniz ilerinin tamamına yakınını, Kayseri yi, Konya yı, Adana yı ise AKP alır. İstanbul da CHP ve Sarıgül kaybedecek, AKP büyükşehir belediyesini kazanacaktır. İzmir de CHP yerel seçimi alacaktır. Ankara da ise hem AKP nin son süreçte kasetlerle ve kampanyalarla yıpratılması hem de İbrahim Melih Gökçek in yirmi yıldır belediye başkanı olmasından kaynaklanan yıpranması, öte yandan Mansur Yavaş güçlü bir aday olmamakla birlikte, CHP nin dışından yani geldiği MHP geleneğinden ev tabanından da oy alabilme potansiyelinin olması karşısında; bir birine çok yakın bir oy oranı alacakları ,arada % 1 veya 2 gibi bir farkın olabileceği, bu nedenle her iki adayında kazanma şanslarının bulunduğu açıktır. Bu durumda Melih Gökçek in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını kaybetmesi sürpriz olmayacaktır.
Sadet Partisi, hem AKP nin muhafazakar cenahta ve değerlerde önemli ölçüde yıpranması, hem de oturmuş bir gelenek olması ile ev ev diyalog kurarak örgütlenme çerçevesinde seçim çalışmalarını yürütme özeliğinin olması sayesinde sıralamada beşinci parti olarak % 2 veya en fazla 3 bandında bir oy oranına ulaşacaktır.
BBP de % 1 oranında oy alabilecektir. Diğer partilerin oy oranları ise daha küçük çapta olacağından değerlendirmeye gereksinim yoktur, etkisiz olacakları açıktır.
Burada dikkat edilmesi gereken Kürt sivillerinin kanına kirli ellerini bulaştırarak, devletin kontrgerillasının lokal bir birimi olarak Kürdistan da tetikçilik yapan Hizbullah örgütünden yargılanmış yada avukatlıklarını yapmış yada aynı ailelerden gelmiş kişilerden oluşturularak perde önüne çıkarılan ve Arapça daki Hizbullah adının Kürtçe anlamdaşı olan (bir anlamda çevirisi olan) Huda-Par adıyla kurulan, günümüzde Kürdistan daki seküler siyaseti tahrip ederek, yeni koşullarda siyasi tetikçilik yaparak, Kürt nüfusunun önemli bir bölümünü devletin siyaseti çerçevesinde yönlendirme , kontrol etme ve gerektiğinde çatıştırma misyonu olan yapıdır. Hizbullah-Huda-Par denilen bu yapının Kürdistan illerindeki toplam oy oranı nazara alındığında; üçüncü parti olacaklarını, Batman, Silvan vs gibi bazı yerlerde ikinci parti olabileceklerini, önemli bir çıkış yapabileceklerini düşünüyorum. Daha önemlisi ev ev gezerek, elitist siyaset ve örgütleme tarzından uzak duran, dini değerleri kullanarak insanlarımızın duygularına seslenen, cennet vaad eden, yoksulun kapısını kimse açmazken fıtre, zekat götürerek kazanan bu yapının çalışmasına 5 yıl daha bu çerçevede devam etmesi ve buna karşın PKK-BDP-HDP deki siyasi-sosyal ve ekonomik yozlaşmanın söz konusu işbirlikçi çizgide devam etmesi ve terk edilmemesi, ayrıca gerçek anlamda alternatif bir yurtsever devrimci seküler ve bağımsızlıkçı çizginin yeni bir gelenek olarak örgütlenememesi halinde, 5 yıl sonra yapılacak yerel seçimlerde BDP nin elindeki belediyelerden yarısına yakınını da Huda-Par alabilecektir.
KADEK in parti niteliğini almadığını, Şerafettin Elçi nin kendisini kişisel olarak tatmin etme mekanizması olduğunu, genel seçimlerde milletvekili olma karşılığında on yıllardır özel sohbetlerinde eleştirdiği, işbirlikçi ve ajan olarak nitelendirdiği Apo yu lideri haline getirdiğini, inandırıcılığının olmadığını, son kongrelerini de örgütlenme yapmamaları ve üye kaydetmemeleri üzerine 23 kişiyle yaptıklarını daha önce yazarak, bu yapının 2014 yılındaki yerel seçimlerde (ve ömrü varabilirse en son genel seçimlerde de) işbirlikçi PKK-BDP nin yardakçısı olma karşılığında birlik adı altındaki sahte bir söylem üzerinden pazarlıklara giremeye çalışacağını ve daha sonra da kendisini feshedeceğini yazmıştım. Nitekim sadece dört ilçede KADEP adaylarının belediye başkan adayı olmaları için BDP ye teklif verdilerse de, ciddiye alınmadı. Eğer parti ömürleri yeterse, genel seçimlerde de bir iki kişiyi listeye koyma adına sahte birliği bir daha yaparak, işbirlikçi çizgi ve siyasete ortak olarak, meşrulaştırma işlemindeki rollerini bir daha oynayabileceklerdir. Ancak DDK geleneğinden gelip bu isimler dernek kuranların, ÖSP nin, Serefettin Elçi ve Hak Par ın içinde olduğu pazarlık sürecindeki görüşmelerle Apo yu bütün Kürtlerin lideriymiş ve üstelik hiç kimsenin de işbirlikçi çizgisiyle sorunu yokmuş gibi bir izlenime ulaştıklarından, PKK-BDP nin artık bu yapılarla sahte ve söylem düzeyindeki bir birliğe bile ihtiyacı kalmamıştır. Gerek KADEP in ve gerekse bu yapı gibi KDP nin adını ve geleneğini 1965 ten yaklaşım eli yıl sonra mezardan çıkararak siyaset yapmak üzere kendilerini parti veya yapı olarak ilan edin diğer yapıların ve gerekse de DDKD adına mezardan çıkararak pazarlamaya çalışanların parti niteliklerinin olmadığını, bir geleceklerinin olmayacağını, tasfiye olduğu için yaklaşık 30-40 yıldır kitle ile teması ve mücadelede sürekliliği olmayan yapıları mezardan çıkarmak yenine, bugünün ve geleceğin koşullarına yanıt verecek yeni bir bağımsızlıkçı gelenek kurarak; yeni bir tarz çizgi ve kadrolarla yol alınabileceğini, tasfiye oldukları için halkta sinerji enerji ve umut yaratamayacak çekim gücü olamayacak yapıları güneyden parasal yardım almak yada kişisel ve ailesel çıkarlarını gerçekleştirmek için pazarlayanların siyaset bezirganı olacaklarını, ancak yurtsever devrimci mücadele yürütemeyeceklerini, mücadele adamı niteliklerinin de bulunmadığını düşünüyorum. Yine HAK-PAR ve gerisindeki PSK nin de aslında tasfiye olmuş bir yapı olduğu, bu yapının kalıntıları üzerinden gelişme, örgütlenme, umut olma, sinerji yaratma olanağı bulunmadığı, uzlaşmacı, entegrasyoncu ve Türkiyeli bütün yapılar gibi işbirlikçiliğe de acık olduklarını, PKK-BDP ye karşı alternatif olmayacaklarını, örgütlenme yaratacak ve direnecek bir gelenek olamadıklarını, bu olguların da son 30 yılda ispatlanmış bulunduğunu, sonuç itibariyle yerel seçimlerde de bir etkilerinin olmayacağını düşünüyorum.
Tunus ta, Mısır da, Suriye de, Irak ta, Türkiye de iki veya üç gerici çizgi çatışmakta, devrimci demokratik alternatif ise bulunmamaktadır. Halk kitleleri gericiler arasında saflaşarak ezilip katliamlara ve zulümlere maruz kalmaktadır. Bunun temel nedeni de bu ülkeler ile İran daki sözde sosyalist solunun kendi ulusal devletinin kurucusu olan burjuvazinin uşağı olması ve kesin kopuş sağlamamış olmasıdır. Bu ülkelerde kendilerini sosyalist sol olarak nitelendiren yapılar; Türkiye de daha bariz olduğu gibi; ya sosyalizmi ve devrimciliği İttihatçı-Kemalist-Orducu-devletçi çizgide yorumlayıp yozlaştırarak, alternatifi kendi yapılarında tüketerek faşist devletin işbirlikçisi ve gerici statükosunun bekçisi, payandası ve üstelik darbe dönemlerinde de kurbanı olabilmektedirler. Yada ikinci bir yol olarak kimileri de yüz yıldan fazla bir süredir iktidar mücadelesi veren liberal muhafazakar ve Osmanlıcı çizgiye demokratiklik değeri yükleyerek, bu arada sosyalizmi liberalize ederek, sistemin bu kanadının payandası yapmaktadırlar. Bu durum; sosyalist solun ve hata burjuva sosyal demokrat bir partinin bile doğmamasına, kendilerini sosyalist komünist olarak tanımlayanların da; sömürgeci devletlerinin payandası, yani işbirlikçisi olmalarına yol açmaktadır. Türkiye de kendilerini komünist, sosyalist, yada anarşist olarak tanımlamalarına rağmen; Kürdistan nın bağımsızlığını savunarak bunun için mücadele etmeyenler, 1915 teki Ermeni, Pontuslu Rum, Asuri ve Kürt Ezidisi soykırımı ile 1921 Koçkiri deki Kürt Alevisi,1937/1938 Dersim deki Kürt Alevisi soykırımını, Malatya, Maraş, Madımak, Gazi deki soykırımları tanımayanlar, Türk devleti içeresinde 1908 den bu yana iktidar mücadelesi veren İttihatçı-Kemalist Ulusalcılarla bunların karşısındaki liberal muhafazakar Osmanlıcı kanadı tümden gerici ilan etmeyenler (bütünüyle red etmeyenler) bu manda kendi burjuvazilerinden kesin kopuş sağlamayıp herhangi bir güç odağına ilericilik, devrimcilik, demokratlık yükleyenler devrimci yada sosyalist değil, kendi burjuvazilerinin işbirlikçi köpekleridir. Burada ortaya koyduğumuz kıstaslar devrimci ve sosyalist olmanın temel kriterleri ve turnusol kağıtlarıdır. Kaldı ki Türkiye de devrimci ve sosyalist olduğunu söyleyen örgüt ve bireylerin % 90 bu türden köpeklerden oluşmaktadır. Bu türden sahte sosyalist parti örgüt ve yapılarla aydınları sürekli eleştirerek tüketmek yerine, bunlarla ittifaklar kurmak, bunları meşru görmek ise gerçek anlamda devrimci çizgi ve partilerin oluşumuna engeldir, siyasi yozlaşmaya, ajan pratikleşmeye ve alternatifsizliğe yol açmaktadır.
Alevilerin büyük bir bölümün ise; kendilerini devrimci ve demokrat olarak nitelendirirken, bu coğrafyanın en gerici, en faşist ve en kokuşmuş siyasal çizgisi olan Kemalizm’in dayanağı haline gelerek ayakta tutukları, birer gerici durumuna düşerek Kemalist gericiliğe güç verdikleri, soykırımcılarını oluşturan iki çizgiden birini tercih ederek, kendi katillerine aşık oldukları, bir tür Frankfurt sendromu yaşadıkları bilinmektedir. Kendilerini sosyalist sol olarak tanımlayanlar veya Alevi olarak tanımlayanların çok büyük bölümü kendilerini bu illetten kurtulmamışken, Abdullah Öcalan nın ajan pratiği ve rolü çerçevesinde örgütünün kemalistleştirilmesi, örgütü aracılıyla da halkımızın kontrol altına alınarak bilincinin kirletilmesi üzerine, Kürdistan siyasal hareketinin de Kemalizm’in uşağı, payandası ve gerici bir işbirlikçisi haline gelerek tasfiyeci nitelik aldığı, bu kokuşma ve mikrobun diğer yapılara da geçerek, genel anlamda bir siyasi yozlaşma yaşandığı açıktır. 2011 yılının sonuna kadar Ulusalcı-Kontrgerilacı -Kemalistlerin işbirlikçisi olan Apo, 2012 yılında İmralı Cezaevinin kontrol ve iradesinin Akp nin eline geçmesi üzerine ise AKP nin işbirlikçiliğine geçtiği bilinmektedir. Apo, örgütü PKK yi Kemalist işbirlikçilikten, AKP işbirlikçiliğine çekmeye çalışmaktadır. Nede olsa, devlet aynı sömürgeci faşist devlettir, hangi kanadın iktidara geçtiği önemli değildir, önemli olan hangi kanat hükümet olursa olsun, Apo nun örgütü ve kültü kanalı ile Kürt halkını ve mücadelesini saptırarak devletin hizmetinde tutmasıdır. Aydınlıkçıların, Apo nun, kanat değiştirerek AKP tarafına geçmesi üzerine öç alma kampanyası başlatması sonrasında verdiği demeçte ise ; tutumunda bir değişiklik olmadığını, en başta devlete verdiği taahhüt ve sözleri yerine getirmeye çalıştığını söylemesi, ulusalcı Kemalistlere birer mesajdı. Diğer Kürt grup ve partileri de AKP gibi milliyetçi muhafazakar ve gerici bir sistem partisine demokratlık sıfatı yükleyerek; bu partinin işbirlikçisi olarak durmaktadırlar. DDDK de adını kullanarak dernek kuranlar, HAK PAR, KADEK, Platforma Kûrden Demokrat ve Kürdistan nın Güneyindeki KDP ile bu yapının etkisinde olup Kuzeyde var olan yapıların tamamı AKP yi statükocu bir sistem partisi ve gerici değil de, demokrat değerleri, değişimi temsil ediyormuş gibi yaklaşarak, bu partinin siyasi işbirlikçileri olan entegrasyoncu çözüm sahipleri olmaktadırlar. Yani Sadece Kürdistan nın Kuzeyindeki eğilimler değil, Kürdistan nın Güneyi nedeki KDP nin de, AKP ile ilişkisi bile işbirlikçi bir ilişki durumundadır. İşte bu nedenlerle de Kürtlerin ve Kürdistan nın iki yakası bir araya gelememekte, ulusal birlik sağlanamamakta, ulusal bir strateji, konsept ve paradigma bulunmamakta, eğilimler arası çatışma riskleri devam etmekte, en uygun uluslararası ve bölgesel koşullara rağmen bu koşullardan yararlanıp Ortadoğu da ezilen uluslar ve ulusal azınlıklarla baskı altındaki dini aidiyetlerle ittifak kurarak; her aidiyetin hak ve özgürlüklerini hep birlikte sağlama şiiarıyla bağımsız Kürdistan hedefine gidilememektedir. Kürdistan daki parti örgüt ve yapıların sömürgeci devletlerin içinde iktidar mücadelesi veren yapılarla ilişkilenerek, mücadelenin ve örgütlenmenin zorlayıcı ve mecbur edici gücü yerine bunlardan medet umarak işbirlikçi siyaset ve çözümlerini halkımıza götürmeleri, alternatif yurtsever devrimci- bağımsızlıkçı partinin olmaması siyasal-sosyal-ekonomik yozlaşmayı derinleştirmekte, Kürdistan da siyasal sistemde yeri olmaması gereken Hizbullah-Huda Par gibi yapılara gelişme imkanı sunmaktadır. Kürtler ve Kürdistan veya Kürdistanlılar dört parçada sömürgeci devletlerinin içindeki güç ve kanatlara (AKP ye veya Ulusalcı Kemalistlere) işbirlikçi tarzda çivilenmiştir. Bu çiviyi kırmak ve çıkarmak, sonuç itibariyle Türkiyeli, İranlı, Iraklı, Suriyeli siyaset yerine, Kürdistan i siyaset ve çizgiyi dayatmak zorundayız.
Kürdistan da yurtsever devrimci-bağımsızlıkçı bir parti yoktur, bağımsızlıkçı bir partinin olmaması Kürtler açısından utanç vericidir. Bu utanç verici durum; Kürdistan daki siyasetin işbirlikçi ve yozlaşmış özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kürdistan ulusal siyasal mücadelesi; yurtsever devrimci olmak zorundadır, yurtsever devrimci olmak içinde, bağımsızlıkçı olmak zorundadır. Kürdistan da demokratik cumhuriyetçilik(kültürel özerklik),demokratik özerklik(siyasal değil idari özerklik),kanton sistemi, eyalet sistemi, federasyon, konfederasyon vs gibi kesin kopuş stratejisine, bağımsızlık hedefine yönelmeyen bu çözüm biçimlerinden birisini savunan her aydın, her siyasetçi, her grup, her kurum, her örgüt ve her parti pratik düzeye varsada varmasa da anlayış ve zihinsel yönden işbirlikçidir. Bu temelde Kürdistan daki siyaseti iki temel gruba ayırarak yaklaşmak zorunludur. Birincisi; bugün revaçta olan, bu işbirlikçi çözüm biçimlerinden birini programına koyan uzlaşmacı-entegrasyoncu ve dolayısıyla işbirlikçi olanlardır. İkincisi de şu an bir örgütü ve partisi olmasa da, dağınık ve örgütsüz olan kadroların savunduğu, ayrıca bir özlem ve uğruna da bütün bedellerin ödendiği hedef olarak halk kitleleri içinde(tabanda) güçlü olan yurtsever devrimci bağımsızlıkçı çizgidir. Bağımsızlıkçı aydın, siyasetçi, kadro ve yurtseverlerin partilerini yeni bir gelenek temelinde oluşturup mücadeleye başlamaları, burada ortaya koyduğumuz ikili ayrım üzerinden konum almamaları da kendileri açısından utanç vericidir.
Bakış ve yaklaşımım bu çerçevede olduğundan; 1999 Mayıs ın dan bu yana oy kullanmama tarzındaki tutumumu koruyarak, yarın yapılacak yerel seçimlerle 2015 yılında yapılacak genel seçimlerde düşüncelerime paralel bir partinin olmaması sebebiyle yine ya oy kullanmayacağım, yada geçersiz oy kullanacağım.

30 Mart 2014

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.