Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 20 November 2013

PKK'ye eleştiri...
Insanlık adına yapılabilinecek en degerli çalışma özgürlük
yürüyüşüdür. İsmail Beşikçi‟ye “istediğin nedir?” diye sormuşlar, “Dağlarda bir
özgür gerilla yürüyüşü” cevabını vermiş. Düzeni en iyi tahlil eden birisi bunu
söylemiş. Bu dünyada istenebilecek en değerli yaşam talebi, özellikle de
Kürdistan‟da, gerillanın özgürlük yürüyüşüdür. Fakat PKK bunu tanınmaz hale
getirdi. Özgürlük yürüyüşünün moral düzeyinden tutalım zafer tutkusuna, amaç
zenginliğinden tutalım insanı çok yönlü güçlendiren bütün tarzlarına
kendilerini dayatma tarzının esef verici yönlerinin olduğu çok açıktır. Hiç
kimse onlara, hazırlıksız olarak bu özgürlük yürüyüşüne katılın demedi. Bu
ülkede, bu halk ve insanlık adına yapılabilecek en değerli çalışma ve savaşım
özgürlük yürüyüşüdür. En duyarlı bilim adamı diyor ki, “Benim istediğim tek
şey, dağda bir özgür gerilla yürüyüşü yapmaktır.” Bu ne demektir? Yaşamın en
arzu edilecek biçimi budur demektir. Yani yemek istemiyor, Avrupa‟yı,
metropolü, ailesini veya toplumunu istemiyor. İstediği özgür bir gerilla
yürüyüşüdür. Bu bilim adamı en doğru sözü söylemiştir. On beş yıldır zindanda
kalmış ve onlarca, hatta yüz yılı aşan ceza tehdidi altındayken bu sözü
söylüyor. Ayrıca kendisi Kürt de değildir. En güzel olanı nasıl da istiyor?
PKK‘nin yaptığı ise, özgürlük yürüyüşü müdür, çingene yürüyüşü mü belli değil. Bu
tarzı mutlaka düzeltmek gerekir. Acizleştirilmiş kişiliği bırakmak gerekir.
Zafer kişiliğine ulaşmaya ihtiyacları var. Çözümsüzlük ve acizliği bırakıp,
çözüm gücüne ve keskinliğe ulaşmalılar. Anlayışsızlıklara değil, yüksek
anlayışa bağlanmalılar. Bir çırpıda anlaşılabilecek ihtiyaçlar, gerekler var,
onlara sahip çıkmalılar. Bugün onları köreltmişse, tarihe bakmalılar. Bugün
kendilerini daraltıyor, zorluyorsa, geleceğe dair umudu yaman kılmalılar. Tüm
bunlar da çözümdür. Madem düşmanımız böyle kötüyse, yaşamdaki zorluklara ve en
önemlisi de nefret ettiğimiz köleliğin en aşağılık biçimlerine öfkeliyseler ve
bundan kurtulmak istiyorlarsa; onun eğitim, emek ve savaşım olanaklarını neden
değerlendirmiyor ve amacına ulaşmıyorlar? Herkes doğruyu anlayabilmeli,
görebilmeli ve konuşabilmeli, o dürüstlüğü gösterebilmelidir. Doğrulara anlam
vermedikçe ve gereklerini yapmadıkça, kimse bize adam demeyecek ve biz
şereften, saygıdan, yaşamdan bahsedemeyeceğiz. Özgürlük savaşçısı, önce kendine
hakim olan ve amaçları için kendini yürüten kişi demektir. Bir savaşı kazanmak
için somut olabilmek, alanlara ve orada olup bitenlere göre sürekli yoğunlaşmak
şarttır. Kiminle, nerede, ne kadar savaşacağız? Hangi yöntemle, ne tür
taktiklerle sonuç alacağız? Bu sorulara yanıt vermek, savaşta varım diyenin
pratikteki en temel görevidir. Bunları yapan başarır, yapmayan yenilir. Bir insanın
şerefi, “ben varım” dediği şeye bağlılık derecesiyle ölçülür. Bir kişinin
şerefsizliği, düşkünlüğü, sözümona “varım” dediği şeyle çelişmesidir. Savaşın
ilk şartı, bir doğru söze anlam verme gücünü göstermek ve kıyamet de kopsa o
doğrudan vazgeçmemektir. Ruhunda, bilincinde kıyamet koparmayan, dışa yönelik
herhangi bir savaşım veremez. Yaşadığımız sürece doğruları dayatmalıyız.
Kendini doğrulara adayan kişilik her şeyi başarabilir. Gerekli olan bu
kişilerin beyinlerine ve yüreklerine bazı doğruları yedirmektir. Söylenecek doğru
söz her yerde geçerlidir, özellikle de tayin edici, belirleyici yerlerde ve her
komuta düzeyinde çok önemlidir. Bir işi yapmadan önce anlamak lazım. Büyük
değerler için yaşama gücünü göstermeyenin, basit şeyler için yaşamasının hiçbir
değeri yoktur. Bir hataya veya bir alışkanlığa bir defa göz yuman kişi ömür
boyu sürecek bir yanlışlığın temelini atmıştır ve o, güçlü bir kişilik olamaz. Doğrulara
inanılmaz derecede bağlılığımız olmalıdır. Bu doğrularla çelişen tutumla
mücadele etmeye belki bir anda gücümüz yetmez, ama bu sorunu büyütmeliyiz,
mesele yapmalıyız, boğuşmalıyız, hiç olmazsa teslim olmamalıyız, boyun eğmemeliyiz
ve aşıncaya kadar görmezlikten gelmemeliyiz. Bu bazen kırk yıl, bazen on yıl
sürebilir, ama yanlışlara boyun eğmemeliyiz, göz ardı etmemeliyiz ve onlarla
boğuşmalıyız. Sonuç, başarı kişiliğidir. Yenebilirsek o an yapmalıyız,
yenemezsek zamana yaymalıyız. Bizi kendi değer yargılarımızdan en çok yoksun
bırakan, en olmadık her türlü yanlışlıkla ve kötülükle besleyen bu toplumsal
ortam ve devlettir. İddiasız kişilik, temel tarihi-toplumsal gerçeklerden, olup
bitenden habersiz, çok bencil ve bireyci kılınmış kişiliktir. Temel çizgiye,
temel değere bağlı olmayanın değeri olmaz. Devrim büyük inanç azim ve irade
davasıdır. En ciddi iş devrim işidir. Devrim suçu en büyük suçtur ve çokça
görüldüğü gibi genellikle en ağır ceza verilir. Devrim en temel iş değil midir?
Bunu kabul ediyorsak, o zaman onun çabasına amansız girişmeliyiz. Kürdistan'da
devrimci değişiklikler olacaksa, ki yaşamak için başka hiçbir çare yoktur, o
zaman bir savaş teorisine ihtiyaç vardır, yani devrimci zor gereklidir. Devrimin
içine girip de onun gereklerine göre olamamak, bilinçli ajanlıktan daha
tehlikelidir. Devrime gelip de gelişememek, dönüşememek bile tehlikelidir.
Devrimcilerin savaşımında büyük gönüllülük ve irade keskinliği esastır. Bizim şehitlere
verilmiş bir sözümüz var. PKK‟nin çok önemli olan ve yerine getirilmesi gereken
bazı değerleri vardır. Şehitlerin bize teslim edilmiş vasiyetleri var. Halka
karşı duyarlı olmalıyız. Bir de düşmana karşı teslim olmamalıyız. Büyük
şehitlerimize bakın, en zayıf dönemde umudun bile ayakta tutulmasının en zor
olduğu bir süreçte, hiçbir imkanın, olanağın olmadığı ve zindan gibi büyük
vahşetin sürdürüldüğü bir ortamda bunların inançlarına, bağlılığına ve eşsiz
direnme kişiliklerine bakın; bir de neredeyse elini sallasa başarıya koşacak,
her tür imkan ve ortama sahip olmasına rağmen kendini bile bile gelişmelerin
önüne engel olarak dikenlere bakın. Bu durum karşısında öfkelenmemek mümkün mü?
Bu parti kimin partisi, hangi değerlerin partisi? Bu savaş kimin savaşı,
savaşanlar neyin adına ve nasıl savaştılar? Mazlumlar'ın o tek hücredeki
soyluluğunu düşünmek zorundayız. Örneğin, düşmanın “ne olur bize bir istemini,
bir arzunu söyle yerine getireceğiz” demesine karşılık Kemal Pirler, “Biz,
sizin hiç bir isteminize asla yanıt olmayacağız” cevabını veriyorlar. Bunları
bir tarafa bırakamayız, bunlar kutsaldır. En özlü değerlerimizin soylu savaş
istemlerini böyle çarpıtamaz, karıştıramayız. Müthiş direnenlerin anısını
kesinlikle çiğnetemeyiz. Mazlumlar‟ın, Agitler‟in, Zilanlar‟ın ve Kemaller‟in o
korkunç direnişlerini göz önüne getirmeliyiz. Sayıları binleri, on binleri
geçti ve her birisi gerçekten abideleştirilmesi gereken şahadetlerdir. Ayrıca
bir de direnenler var, bir de çok mazlum bir halkın umutları var. Bunların
hepsi çok müthiştir. Biz bunların askeri olmalıyız. Bunların askeri olanlar
müthiş olur. Büyük devrimci pratiğe, devrimci anlayışa bu kadar hor bakan, bu
kadar bitik yaklaşan kişi en büyük namussuzdur. Önderlik, bu süreçlerde kendi
kendini yaşamak yerine, kendini temel halk çıkarlarına göre yaşatmaktır. Yapılması
gereken en temel şey, halkın bazı genel doğrularına sözcü olmak ve onunla
bağdaşır olmakdır. Kendini kandırmadan yaşatma gücünü göstermekdir. Genel halk
çıkarı, halkın özgürlük siyasetidir, halkın savaş aracıdır, halkın partisi,
ordusu ve onun kurallarıdır. Ordunun her tür hazırlık çalışmalarıdır,
eylemidir. En iyi öncü, tüm bunları kusursuz yapan ve yenilmez kılandır. Bu
kadar hazır yüce değerler adeta, al benimle zaferi sağla diyor. Örneğin
kitleler, silahlar hazır, maddi ve manevi gelişmeler her tarafta var. İsterseler
en sonuç alıcı bir savaşı bile planlayabilirler. Bu halkın bazı namuslu
insanları çıkar. Şimdi onları da engelliyorlar; “yapmayız, yaptırmayız, savaşmayız savaştırmayız” diyorlar.
Resmen yenilgiyi dayatma tutumunda ısrar var. Dayatılan bu oyunu bozmalıyız. Bir
yerde yüzlerce gerilla, neredeyse kırk-elli tane de komutan var, ancak altı
aydır dişe dokunur tek bir başarı sağlayamıyorlar. Pratik görev adamıyım, görev
üstleniyorum diyen birisi, yüzlerce gerillayla pratiğine en azından bir-iki
tane savaş sığdırır. Bu savaşla düşmanına ağır kayıplar verdirir ve yüzlerce
gerillanın komutanlığını da tepeden tırnağa örgütler. Eğer bir komutan isterse,
pusu atıp saldırıya geçer, düşmanı böler parçalar, gece gündüz farklı
yöntemleri dener ve böylece pek çok iş yapar. Mutlaka çok güçlü bir eylem
çıkarır. Çünkü komutan yaratıcıdır. Beş-on kayıp verdiğinde, karşılığında
düşmana da birkaç yüz kayıp verdirmişse bu, insana fazla acı gelmez. Büyük
askerlik şansını kötü kullandılar. O kutsal silahlara kötü yaklaştılar. Çok
ince olan askeri sanatı tanınmaz hale getirdiler. En rahat yapabildiğimiz iş,
gerilla tarzı askeri işti. Elimizden en fazla gelecek, bizi adam yapacak,
karnımızı doyuracak, bize kaybettiklerimizi tekrar kazandıracak olan, hatta tek
kabul edebileceğimiz iş, o gerilla tarzı askeri işten anlamak olmalıydı. Bizim
yapabileceğimiz en hayırlı iş budur. Askeri sanatla oynanmaz. Çoktan düşmana
yenilmiş, belki her gün yenilmeyi nefsine kabul ettirmiş bir kişilik militan,
asker ve gerilla olmak bir yana hep düşmanı konuşturacaktır. Bilindiği gibi düşman
karşısında bir hiçtirler. Düşmana biraz vurabilseler neyse. Bunların en büyük
silahı da çok muğlak ve netlikten uzak olmalarıdır. Düşmanı yenme konusunda
hiçbir düşünceleri yok. Yiğitlik iyi kavramak, iyi duymak ve mümkünse kendini
biraz kanıtlamaktır. Insan mevcut halk gerçeğimize bakar ve on yıllık savaş
kinini çıkarır. Bu toplumsal gerçekliği en yoğun bir biçimde yaşayanlar olarak,
nerede kaldı bunların kini ve öfkesi? Onlar olmadan savaş olur mu? Halkımız
için mutlaka bir yaşam hayalimiz olmak zorunda. Birbirlerini sadece boşa çıkarıyorlar.
Bundan daha tehlikelisi olur mu? Bilimsel olarak da kanıtlanmıştır ki,
uğraşacak başka bir işimiz yok. Ülkemizin her tarafı harap, hatta
halkımızın yüzde doksanı işsiz. Düşmanın varolan düzeni temelinde başka yapılacak
iş nerede? İşimiz budur. Bunun dışında hiçbir iş yok. Bize yapılacak başka
hiçbir şey bırakılmadı. Bir iş için kırk takla atıyorlar, Avrupalara, çöllere
kadar gidiyorlar. Oysa yapabileceğimiz en değerli iş budur. Aklın da, yüreğin
de yolu bizi buraya getiriyor. Kaldı ki bu, altın değerinde bir iştir. Buna
kendimizi ikna etmeliyiz. Kimse bize devrimi dayatmıyor. Yapılacak tek doğru iş
olduğu için bunları söylüyorum. Derinden ikna olmalıyız, iknadan da öteye kesin
bir kararımız olmalı. Bundan başka ne biz bir işe yararız, ne de başka tür bir
iş bize verilir. Zaten iş verme değil, her şeyi elimizden alırlar. İşi elde
etmek için önce toprak gerekir, İnsanın üretim gücü olarak özgür olması
gerekir. Bizim elimizde bunların hiçbirisi var mı? Yok. Neden büyük bir
devrimci olmuyorlar? Neden anlı şanlı bir komuta kişiliği gelişmiyor? Tabii ki,
bu işe tam olarak inanmadıkları için. Bu ülkedeki bütün iş kolları elimizden
alınmıştır. Yaşamın bütün maddi-manevi değerleri, kültür değerleri ve tarih de
dahil her şey elimizden alınmıştır. Bütün bunlar bir gerçek. Bütün bunlar
doğruysa o zaman devrimcilik muhteşem bir şey olur. Devrimci kurtuluş yolu,
devrimci örgüt, devrimci savaş, devrimci eğitim ve devrimci yaşam bizim için
altın değerindedir. Düşünün ki, işsiz bir köylü, bir hamal karnını biraz
doyurmaya yetecek bir somun parası kazanmak için on sekiz saat kan-ter içinde
çalışıyor. Ülkemizin gerçeği bu değil mi, bunu inkar mı edelim? Avrupa'ya
gidenler oldu, ancak orası halkımıza kan kusturmaktan başka ne yapıyor? Bu
gerçektir ve inkara gelmez. Eğer bu doğruysa, geriye kalan iş yapmaktır,
pratiktir. Bu ülkede devrimci olmaktan, devrimci iş yapmaktan başka hiçbir şey
değerli olamaz. Zaten başka bir iş de kalmamıştır. Tutumumuz böyleyse müthiş
bir partici, örgütçü ve propagandacı oluruz. Hele hele askeri olduk mu, müthiş
bir militan ve komutan oluruz. Müthiş bir eylem planlayıcısı oluruz. Çünkü her
şeyden hesap soruyoruz. Çünkü devrim, giderek altın değerinde bir iş olmaya
doğru gidiyor. Askeri iş, ideolojik ve siyasi işin en yoğun sonuç alan
kısmıdır. İnsan müthiş gelişir ve orada tutulmaz olur. İnsanlık içerisinde en
mutlak hakları bile elinden alınmış ve bunlar için savaşması gerekenlerin
başında geliyoruz. Halk olarak, parti ve ordu olarak; tabii ki savaşçı olarak
da savaşması gerekenlerin başında olmalıyız. Bundan daha değerli ve zorunlu
olan başka bir şey var mı? Bu savaşı tamamıyla kazanmazsak çok yazık olur. Bu
aşamada kaybetmek de ancak bazı çok anlamsız eksikliklerin ve yanlışlıkların
sonucu olabilir. Özgürlük, gerçekten altın değerinde bir yaşamdır. Buna büyük
bir saygıyla ve doğru yaklaşalım. Ve ona ulaşmak için gerekli olan çabaları
sergileyelim. Gerek tüm insanlık için, gerekse bu dayanılmaz koşullar altında
yaşayan halkımız ve en çok da kendimiz için anlamlı, başarılı bir yaşamın
savaşını verelim. Savaş, bir insan yaşamının en güzel sürecidir. Onunla
uğraştıkça güç kazanacak, güç kazandıkça da yaşama anlam vereceğiz. Yaşamımızın
diyalektiği, felsefesi budur. Ne böyle bir yaşam için savaşmaktan çekinilir, ne
de bu savaş içinde yaşamı geliştirerek ona anlam vermekten geri kalınır. Bile
bile başarısızlığa götüren, hatta imhamıza yol açan tutum ve davranışta ısrar
ne anlama geliyor? Bunu sürdürmekte çıkarları nedir? Yaptıkları, bile bile
kendini bitirme, anlamsız kılma ve hiçe götürmedir. Tüm kaybettiklerimizi
düşman diye tanımlanan gerçekliğe karşı savaşarak yeniden ele geçirmeliyiz. Düşmana
epey güç veren tutum ve davranışlar en alttan en üste ve her düzeyde kendisini
dayatmaktadır. Askeri kişiliğin abecesi kendini aldatmayan ve doğru bildiğini
yapan kişiliktir. Çünkü bu kişilik canını ortaya koymuştur. Bir ilkeye, bir
emre göre yaşama dürüstlüğünü gösterir. En iyi öncü kendini yenilmez kılandır. Yapabileceği
kadar sözün sahibi olmak iyi insan olmakla eştir. En basit yaşam bile örgütlülükle
olur. Örgütlemenin özü, insanları doğru işe ikna etmedir. Herkesin bazı temel
ulusal-toplumsal amaçları vardır. Hatta birey olarak bile yaşamak istiyorsak,
bazılarıyla birleşerek bunu sağlayabiliriz. Sen benim dediklerime uyarsın, ben
senin amaçlarına biraz bağlı yaşarım, sonuçta birbirimizi yürütürüz. Bu basit
bir yaşam kuralıdır. Toplumlar ilk olarak bu temelde oluştu. Bir taşı tek
başına kaldıramayan insan, bir başkasına “gel birlikte kaldıralım” der ve o
taşı kaldırırlar. Veya bir avcılığı “birlikte yapalım” derler. Daha sonra bunun
sonuçlarından birlikte yararlanırlar. Yeni yaşam amaçsız emeksiz ve savaşsız olmaz.
Yaşamak isteyen, amaca bağlanır. Yaşamak isteyen, emeğe bağlanır. Yaşamak
isteyen, bir tarza, bir tempoya, yani savaşa ve onun gereklerine bağlanır. Bu
da çok net. Bireysel yaşamaya karşı değilim, ancak bireysel yaşam emeksiz,
amaçsız ve savaşsız olmaz. Aptallığa, düşkünlüğe özgürlük istemek herhalde bir
hak olamaz. Hak istemek, iyi ve güzel şeyler içindir. Hak istemek, emeğini
verimli kullanmak içindir. Emek yoksunluğu, kölelik ve çirkinlik için asla hak
talep edilemez ve kimse de buna alet olmaz.

Selam ve saygilar

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.