Eski zamanların “İyi Kürd”ünün kriterleri belliydi. Kürt bey veya ağası olacak; Kürt oylarını Türk partilerine taşıyacak, ancak Kürt olduğunu anımsatan herhangi bir davranış içine girmeyecekti. Dersim İsyanı’ndan, 1990’lı yılların başına kadar böyle idare edildi. Kürt kanı, alın teri ve emeği, Kürt varlığını yasaklayan Türk varlığına onursuzca armağan edildi. Bir zamanın Cudi, Zagros, Ağrı, Botan’ın beyleri olanlar, ana dili yasak çocuklar doğurmaktan utanmadılar. Ülkeleri olan Kürdistan adını Doğu Ve Güneydoğu olarak anmak onlara bir sıkıntı vermedi. Sıkıntı vermiş olsa bile bunu içlerine gömdüler.
Kürt yoksullarına dayanan PKK mücadelesi, marabaların, hamalların, inşat işçilerinin ve talebelerin isyanı bu inkar denklemini bozdu. Kürt oylarını ve emeğini inkar ve katliam rejimine taşıyan kimliksiz ağalığın bir değeri kalmadı. Yeni duruma göre, yeni “İyi Kürt” denklemi kuruldu. Şimdi bu denklemin inşası için kıyasıya bir mücadele var. Kürt kimliğini de savunan “İyi Kürt”ün hakimiyet süreci tabii ki yine Türk devletinin ve Türk basının onay ve referans verdiği şekilde işleyecekti…
Yaşar Kaya, “Barış için silahlar susmalıdır”, adlı bir kampanya düzenlememizi istemiş ve Türk basının buna ilgi duyacağını söylemişti. Ben kendisine, umudunu kırmamak için, Türk basınının bizim bildiriye ilgi göstermeyeceğini söyleyememiştim. Çünkü bizim bildiride PKK karalanmıyordu, PKK güçlerinden ateşkes istenirken, Türk ordu birliklerinden de ateş kesmesi isteniyordu. Türk basınının böyle bildirilere ihtiyacı yoktu. Türk basınının ihtiyaç duyduğu, PKK’nin suçlandığı ve kayıtsız şartsız teslim olmasının istendiği bildirilerdi. Böyle bildiriler Kürt Bülbülseverler Derneği’nden gelse de Türk basınında manşet haber olabilirdi.
Yaşar Kaya’yı kırmadım. Cengiz Çandar, Hasan Cemal gibi yazarlara ilettim. Ahmet Altan’ın şahsi e-maline Yaşar Kaya adına postaladım. Birkaç gün bekledim, çıt çıkmadı. Kürdün eşeğini haber yapan Ahmet Altan’ın Taraf Gazetesi hiç söz etmedi… Çünkü kendisi hakkında önemli yazılar yazdığım Ahmet Altan, bizlerin adını gördüğünde, kırmızı görmüş “İspanyol Boğa”sı gibi homurdanıyordu…
Kürdün "Ters Lale"sini ve erken çiçek açan bademlerini sık sık haber yapan PKK’ye bağlı yayın organları, onların haklarını da savunduğumuz bu bildiri ve imza kampanyasından hiç söz etmedi. Çünkü onların basın anlayışı, Kürt ulusu adına mücadele yürüttükleri halde, örgüt basın anlayışını bir türlü aşmıyordu, Kürdün farklılıklarını içeren bir basın rotası bir türlü tutturamıyorlardı.
“Barış için silahlar susmalıdır,” kampanyasını Türk basınına ait iki yayın organı yayınladı… Biri bianet, diğeri Birgün gazetesi… İkisi de her defasında yerin dibine batırmakta bir sakınca görmediğimiz solculara aitti, ikisinin de yayınlamasına bir arkadaş aracı olmuştu…
İnkar dönemlerinin “Kötü Kürt”leri isyancılardı. Son isyan da bastırıldıktan sonra, İstanbul, Ankara ve Diyarbakır hattında öğrencilik yaparken aynı zamanda gizli Kürtçülük icra edenlerdi. Şimdinin “Kötü Kürt”ü, ismi üstünde PKK’dir. PKK, “Kötü Kürt”lüğün bileşkesidir. Cenazeleri, gayrı kurda kuşa yem edilmesi gerekenlerdir…
Zaman değişmekte, fakat Türk devletinin “iyi ve kötü Kürt” ayrımı bitmemektedir.
Beşikçi’nin, benim ismimin de geçtiği Aydınlar adı yazısı, Taraf Gazetesine “PKK’den hesap sorulmalı” spotlarıyla giriş yaptı. Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, PKK’yi eleştirdiği için yazıyı anlamlı bulduğunu söyledi. İsveç’ten bir arkadaş gece yarısı aradı ve Türk televizyon kanalında Beşikçi’nin yazısının okunduğunu bildirdi.
Hoca’nın biz zamanlar, “MİT’in bir şubesi gibi çalışıyorlar” dediği Türk basınındaki bu olağanüstü hız ve ilgi beni de şaşırttı.
“PKK’den hesap sorulmalıdır” diyen her yazı, kimden gelirse gelsin Türk basınının ve PKK karşıtı Kürt basınının manşet haberidir.
Ben de bu konuyu çok düşündüm: Hangi PKK’den ve nasıl hesap sorulacak? PKK Lideri Öcalan, ağırlaştırılmış müebbet hapisle hapishanededir… Bir ara Kürt dağlarında şahinlik yapan Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasıyla Atatürk portreleri çiziyor… Kürdistan dağlarının en savaşçı komutanlarından olan Nizamettin Taş ve Ebubekir yaşamlarını PKK’den ayrı bir şekilde sürdürüyorlar… Sorumluluk yaptığı süre içerisinde Avrupa’da Kürt aydınlarna karşı sert tavır sergileyen ve bir çok kez benim de kitaplarımı sergilerden attıran Kani Yılmaz öldürüldü… Cezaevlerinde PKK sorumluluğu yapan ve çıktıktan sonra da çeşitli görevler üstlenen Mustafa Karasu dağda, Selim Çürükkaya ayrı duruyor… PKK’den hesap sorulmalıdır derken, geriye üç isim kalıyor Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan…
Bu üçünün de boynuna ağırlaştırılmış Türk müebbedi takıldığında PKK’den hesap sorulmuş mu olacaktır?
PKK’nin en ölçüsüz dönemleri 1989, 90, 91, 92, 93 ve sonraki birkaç yıldır… Bu aynı zamanda, iki kelimelik askeri ve siyasal ortaklığı olmayan Kürt direnişçilerinin koştukları dağlarda birbirlerine ölçüsüz ve şaşkın yaklaştıkları yıllardır. Bu yıllar hüzün yıllarıdır. Bu yıllar aynı zamanda bugün eleştirenlerin PKK’yi olağanüstü övdükleri yıllardır. Bunun kitapları, kayıtları, demeçleri vardır…
Bütün ülkelerde, ulusal kurtuluş hareketlerinde, devrimler ve karşı devrimlerde suçlar işlenir. Silah varsa hem direniş, hem de suç vardır. Tarih, hiçbir soya bu konuda ayrıcalık tanımaz. İktidarın, hakim olmanın, rakibini bertaraf etmenin, silahla savaşmanın dürüstlüğü olmaz. Burada savaşın nasıl yürüyeceği, ne kadar adaletli olunup ne kadar olunmayacağı savaşan güçlerin kültürü, insana bakış açısı, yürüttükleri savaşın niteliğiyle yakından ilgilidir.
Bayan gerillaya aşık olan bir Kürt gerillasını öldüren Kürt köylüsü bir gerilla tanıdım. Oturduğu kayanın üstünden suçlu bir hüzünle ufuklara bakarken sordum:
"Niye vurdun onu?"
“Biri benim anama, bacıma namussuzca bakarsa onları da vururum.”
PKK, İngiliz ve Alman halkını savaştırmıyordu, savaştırdığı bu halktı… Kaldı ki, İngilizlerin ve Almanların savaşlarının Kürt savaşından daha insancıl olduğu söylenemezdi.
PKK’deki kardeşini arayan bir bayan tanıyorum. 10 yıldır kardeşini birlikte arıyoruz. Sonuca gidebileceğimizi düşünerek benden haber bekliyor. Aradığımız kişi, geri çekilme kararının alındığı 1999 yılına kadar Adıyaman bölgesindedir. Kız kardeşi Avrupa’dan Adıyaman’a gitmiş, birlikte resim bile çektirmişlerdir. Geri çekilmeden bir gün önce Avrupa’daki kız kardeşini telefonla aramış ve geri çekilmekte olduğunu söylemiştir… Hepsi bu kadardır… Sonrası yoktur. Beş kişi yoktur ortada. Bir üst komutan da yok. Yaşadıklarıyla birlikte kayıplar. Söylenen tek şey var, Fırat’ı geçerken beşi de boğulmuştur… Cesetleri gayrı kurda kuşa yem olmuştur…
PKK’den ayrılan arkadaşlardan soruyoruz, onların da bilgisi bu kadardır. Geri çekilenleri sınırda toplayan birliklerin komutanından soruyorum, ağlıyor. O günler anlatırken, tekrar yaşamak istemiyor. Şimdi PKK’den ayrı yaşıyor. Ağustos’ta başlayan ve Türk ordu birliklerinin acımasız saldırıları altında kış ortalarına kadar süren geri çekilme sürecinde nehirlerde gerilla cesetleri topluyorduk, diyor arkadaş… Sınırlara vuran perişan gerilla gruplarını anlatırken sanki ciğerleri sökülüyor…
Kürtlerin kendi iç trajedilerinin acısını hiç kimse Kürtler kadar yaşayamaz. İlgisiz kişilerin acı muhabbeti bizlere hiç inandırıcı gelmiyor. Beni en çok kahreden, Kürt acısının, hoyrat Türk basının elinde paçavraya çevrilmiş olmasıdır. Türkler yanlış bir kararlar bir gecede Enver Paşa komutasında ölen 90 bin askeri için törenler düzenler, onları ve komutanlarını saygıyla anarlar. Kürdün kayıpları, Kürde karşı Kürde acı yaşatan Türkler tarafından bir iç hesaplaşma, bir kin ve öç alma duygusu olarak körüklenir.
Hesap vermek, hesap almak, geçmişle yüzleşmek, suç ve günahların dökümü yapmak koşul ister… Türkün bunları yapacak koşulları var. Devleti var, sorgu polisi, savcısı, mahkemesi var. Kendine göre suçlu tespit ettiğini içeride tutacak cezaevleri var. Türk hizmet etmiş olanlara, bağlayacağı maaşlar ve vereceği ödüller var…
Kürdün neyi var peki? Dağ başlarında sığındığı birkaç mağara ve sığınak var… Oradakileri de indirip Türk sokaklarının mendil satıcısı yapmakla demek PKK’den hesap sormuş olacaklar.
Bizim topraklarda bin yıllardır kaybedilmiş adaletin varacağı nokta burası mı olacaktı?
Bugün artık PKK eleştirisi çocuk oyuncağı gibi kolay bir şeydir. Eleştiriyi bırakın, herkes istediği zaman Türk televizyonlarına çıkıyor, PKK’nin ne kadar çok çok çok kötü olduğunu anlatıyor… MİT üyesi yapıyorlar, Genelkurmay toplantılarına katıyorlar, PKK merkez komite üyelerine devlet gözetiminde yat gezisi yaptırıyorlar… 30 yıldır bir yastık ve döşekte yatmamış olanları çıkar gruplarına dahil ediyorlar. Yani artık Türk dil kurumu sözlüğünde PKK için söylenebilecek yeni bir sözcük kalmamıştır… Hepsi tüketilmiştir… Türkçe kelimeler tüketildiği için, Avrupa görmüş olanlar İngilizce, Almanca ve Fransızcadan ödünç sözcükler alıyorlar…
İyi ve kötü Kürt ayrımını şiddetle reddediyorum ben. İyi ve kötü Kürt kavramının, Türk devlet olanakları kötü kullanılarak halkıma giydirilmiş aşağılık bir elbise olduğunu söylüyorum… Türk devletinin ve onun aydınlarının Kürt referansı vermesini de Kürt toplumunu aşağılamak olarak algılıyorum… Bizim aydın ölçülerimiz nettir.
PKK’li bir gerillanın saçıcının telinin Türk devletine teslim edilmesini istemem. PKK ve diğer Kürt örgütleri arasındaki gerilimin bitmesi benim hayattaki en önemli arzumdur. Kürt sorununun çözüme ulaşabilmesi için bu gerilimin bitmesi şarttır. Barzani ve Talabani arasındaki düşmanlık bittikten sonradır ki, Barzani Kürdistan Başkanı, Talabani Irak Devlet Başkanı olmuştur. Yirmi milyonluk Kuzey Kürdistan halkı, birbiriyle sürekli didişen ve bu didişmekten dolayı farklı olanak ve ilişkiler peşinde koşan tanınmış 20-30 Kürt siyasetçisini istediği yere taşıyacak büyüklükte bir inanç ve potansiyele sahiptir. Kimsenin bu noktada “iyi veya kötü Kürt” kategorisine kendisini teslim etmesine ihtiyaç yoktur. Türk devletine de ihtiyaç yoktur. Seçim barajının % 5’e indiği ilk seçimde Kürtler, Kürt kimliğini ve özgürlüğünü savunan en az 60 milletvekilini meclise sokacaklardır. Bu sayı Diyarbakır merkezli Kürt Ulusal Kongresi tarafından geçmişte birbirleriyle kavgalı olan Kürtler arasında çok adil bir şekilde dağıtılmak zorundadır. Belki ilk tanışma, ilk seçim, ilk grup toplantısı gerilimli geçer… Ama Kürtler buna da alışırlar…
Hiç kimse, hiçbir Kürt, hesabını PKK’nin tasfiyesi üzerine yapmamalıdır. Böyle bir tasfiye mümkün olmayacaktır. Olanaksız olandan çok daha olanaksızdır. Dağ PKK’si biter, şehir PKK’si devam eder. Silahlı güçlerin devre dışı kaldığı yerde, halkı direniş gücü sahneye çıkar. Seçimlerde oy potansiyeli belirleyici olur… Çünkü burada artık zaman içinde kendisini dayatacak olan Kürt ulusunun kendi doğrultusu olacaktır. Başkalarının nasıl ulusal ve toplumsal yasaları varsa, Kürtlerin de olacaktır.
PKK ve ona yakın kuruluşlar Kuzey Kürdistan’ın asgari siyasal birliğini sağlamak zorundadır. Kürt örgütleriyle bir araya gelmek, seçimlerde ortak adaylar çıkarmak, dil, kültür ve güvenlik konusunda ortak hareket etmek zorundadır. Alışılmışın dışında davranarak, özellikle ilk genel seçimlerde birbirleriyle çekişmeleri olan siyasetçilerini anlaşmaya zorlayarak, onları ortak seçim listelerine dahil etmek zorundadır…
PKK ile kavgalı olan Kürt çevreleri, eleştiri ölçüsünü aşan ve düşmanlıkları körükleyen tutumlardan sakınmalıdırlar. Türk devletinin Kürtlerin başına geçirmeye çalıştığı yeni çorap için birbirlerini kırıp dökmemelidirler.
Kürt halkının özgürleşmesinin yolu açılmıştır. Öldüremeyen ve işkence yapamayan Türk devleti Kürdistan’da artık bir korkuluk bile olamayacaktır. Bir araya gelindiğinde, görülecektir ki, birbirini en ağır şekilde suçlayanların ortak üç talebi vardır:
Dil, Özgürlük ve güvenlik…
Kürtler bunu, Türk devletinin rüşvet olarak sunduğu “Kürt sorununun cepçiliğine” tamah ederek değil, kendi aralarında birlik sağlayarak ve ortak bir hukuk oluşturarak elde edeceklerdir… Bu mutlaka sağlanacaktır…
Yamuıkluk geçer akçe olursa...