Tarihini tam olarak hatırlamıyorum. Çiller`in başbakan olduğu ve örtülü ödenekten ayırdığı paralarla Öcalan'ı öldürtme planları yaptığı dönemdi. Apocuların televizyonundaki programa telefonla katılan eski MIT mensubu Mahir Kaynak, şunları söylüyordu: " Dünyanın neresinde bu kadar insan öldürülseydi orada halklar birbirinden kopardı. Eğer Türkiye`de halen halklar arasında bir kopuşma söz konusu değilse bunu Öcalan'a borçluyuz. Öcalan birliğimizin garantisidir. Toplumsal patlamaları engellemenin sübobudur. Ancak Türkiye'de bazı devlet adamları bu durumu görebilecek yeteneğe sahip değiller ve dahası sorumsuzca bazı maceralara kalkışıyorlar."
Bu sözler, diğer bütün sözler ve olaylar gibi silah sesleri arasında kim vurduya gitti. Aradan yıllar geçti. Şimdilerde, her anı tecavüzle geçen Türklerle zoraki "evliliğimizin" garantisi olmak sadece devlet kadrosu Öcalan'ın işi değil artık. Birçok Kürt siyasal kadrosu Öcalan´in yükünü paylaşmak, tecavüzün garantörü olmak, ona meşruiyet kazandırmak için adeta yarıştırıyor.
Kuzey Kürdistan'daki Kürt siyasal kadrolarının büyükçe bir bölümü radikal Marksist bir gelenekten geliyorlar.Hemen hepsi -ister bir partiyle birlikte çalışsınlar, ister bağımsız olsunlar- sosyalizmin dünya ölçeğindeki kamplaşmasında taraftılar. Ya SBKPnin, ya CKPnin ya da AEPnin ateşli birer savunucularıydılar ve bu kamplaşmanın çatışmalarını Kürdistan'a taşımakta idiler. İlk vurgunu, çıkarları uğruna ölümlere gittikleri kıblelerinin yıkılan duvarları altında kalarak yediler. Sersemlediler. Değerlerinin büyükçe bir bölümünü yitirdiler.
İkinci vurgunu ise; yıllarca seyirci ve amigo olarak destekledikleri, iki tarafı da aynı merkezden, yani Özel Harp Dairesinden kumanda edilen Kürdistan'daki kontra savaşın ortaya çıkardığı sonuçlarla yediler. Kürdistan'da yıllardır "kurşun hedef tanımaz" sloganıyla sürdürülen anti-Kürt savaş, sadece Kürdistan'ın demografik, coğrafik ve sınıfsal yapısını alt-üst etmekle kalmadı aynı zamanda hukuki, ahlaki ve insani değerler bakımından büyük bir yıkım yarattı.Kuzey Kürdistan'daki anti-sömürgeci siyasal güçleri örgütsel, siyasal,programatik ve diplomatik alanlarda çıkmazlara sürükledi. Siyasal kadrolarımızı dumura uğrattı.
Kadrolarımız, yıllardır Kuzey Kürdistan'da sürdürülen ve bugün devlet programı olduğu bütünüyle açığa çıkmış kontra savaşın envanterine henüz sahip değiller. Savasin yarattığı maddi- manevi (özellikle de manevi) yıkımı tespit edememişler. Yıllardır silahların perdelediği karanlık alanda Kürt Hareketini var eden ve ayakta tutan değerlerin nasıl boğazlandığını görememişler. Bu nedenle rotası ve hedefi belli olmayan bir seyr-ü sefer halindeler. Kim neyi, niçin ve hangi araçlarla istediğini bilmiyor. Kavramların içi boş ve anlamsız. Oynanmadık tek kavram, tek değer bırakılmamış. Her isteyenin (katiller ve işkenceciler dahil), istediği zaman girip fink attığı, etik değerlerden yoksun, her türlü puştluğun "meşru" olduğu, "köpeklerin salınıp, taşların bağlandığı" politik zeminde hem Kürt kitlesi ile oynanıyor hem de kutsal değerlerimiz harac-mezat satılıyor.
Dahası hukuksuz ve kuralsız bir zeminde duruluyor. Herkes siyaseti kendi koyduğu kurallarla yapıyor. Toplumsal değerlerimiz eski bir masal. Ülkeye, ulusa, şehitlere karşı sorumluluklar, onur, namus, dostluk, sadakat gibi kavramlara fatiha okunalı yıllar oldu.
Yani her anlamıyla büyük bir kargaşa ve ahlaki çöküş.
Umudunu, ruhunu, yüreğini ve inancını bütünüyle yitirmiş siyasi kadrolarımız, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesini kendi bezginliklerine ve değersizliklerine uyarlamaya çalışıyorlar.Türk Devletinin her tehdidine beyaz bayrak açarak ve programları daha da aşağılara çekerek, işi sefalet ve sadaka edebiyatına vardırarak cevap veriyorlar .
Kirlilik, hızlı ve tahammül edilmez kokular yayarak bünyelere yerleşiyor. Şimdilerde, ne Türk Devletinin Kürdistan'daki işgalinin ve zulmünün simgesi olan Türk Bayrağını öpüp başına koyanlar; ne felaket dönemlerinin çapulcu zihniyetiyle fırsat bu fırsat deyip kendini ve ailesini yüceltip fedakar Kürt Halkını aşağılayanlar; ne "Kürtlerin her şeyden önce Misak-milli ile ilgili Türk Devleti'ne teminat vermesi gerekir" diyenler ve ne de Derin Türk Devleti'nin çetelerini ve PKK'yi kullanarak yarattığı provokasyonları Kürtlerin ulusal haklarını savunan siyasal kadrolara fatura edenler zerre kadar utanmıyorlar. Ne işbirlikçilik ayıp, ne ajanlık ne provokatörlük, ne ihbarcılık. Fiyakası da cabası.
Bilinci karartılmış, hafızası tarumar edilmiş Kürt kadrolarının. Çoğu niçin yola çıktığımızı bile hatırlamıyor. Yaşanan zülüm, çekilen acılar, ölümler, işkenceler, cezaevleri, sürgünler, yakılıp-yıkılan bir coğrafyanın nedenini hatırlayan yok. Ne süngülenen hamile kadınlarımız, ne darağacına çekilen dedelerimiz ve ne kafası kesilen genç bedenlerimiz hiç bir çağrışım yapmıyor, bir görüntü oluşturmuyor artık. Bundandır ki, öldürüldükçe "Etle-tırnak" oluyoruz. Linç edildikçe "kardeş" oluyoruz.. Zülüm gördükçe zalime sevdalanıyoruz. Türk Devleti "devletimiz", Türk Bayrağı "bayrağımız", Türk Vatanı" vatanımız" oluyor.
Kısacası, önce sanal sosyalizmin dünya ölçeğindeki yenilgisi sonra Kürdistan'daki kirli savaş, zaten sığ ve öngörüsüz olan siyasal kadrolarımızın büyükçe bir bölümünü sömürgeci sisteme entegre etti, onları Tecavüzün Bekçileri yaptı .
Geldiğimiz yerde Öcalan yalnız değil artık. Kına yakılsın. "Ben bu savaşı yalnız başıma sürdürüyorum. Kimse beni anlamıyor." dediği günler geride kaldı. Bugün, bir yığın Öcalanımız var. Hepsi devlet kadrosu değiller elbet. İçlerinde çok iyi niyetliler de, Öcalan'a düşman olanlar da var. Ama bunun önemi yok. Önemli olan 20 yıllık savaş programıyla çekilmek istenilen yerde olmaları: Türk vatanının ve milletinin bölünmez bütünlüğünü savunmak!
Mazlum bir ulus için bu durumdan daha büyük ve daha yıkıcı bir felaket olabilir mi?
Simko SEVER
2 Ekim 2005
Re: Kürt Siyasi Kadroları- Simko SEVER/Peyamaazadi.org'dan aktar