Direkt zum Inhalt

Klaus THEWELEİT’in «FANTASMALGORİES»ine göre TÜRK ASKER BARBARLIĞI!

Klaus THEWELEİT’in «FANTASMALGORİES»ine göre TÜRK ASKER BARBARLIĞI!

 

Mehmet Müfit

 

Klaus Theweleit, günümüz anti-faşist Alman sosyoloğudur. Bir çok eserleri yanisira, 1977’de yayinladiği «Fantasmalgories» adli araştirma kitabiyla ün saldi. Almanlarin kendi geçmişleriyle hesaplaşmalari gerektiğini savunarak, bu kitabinda, faşist «nazi» askerlerinin neden siradan askerler olmadiklarini, niçin cani olduklarini geniş detaylariyla kanitlamaya çalişmiştir. Fransizcaya 2015’te çevrilip yayinlanan bu kitaptan esinlenerek, Kürdistan’da savaş yürüten Türk askerleri ve kolluk kuvvetlerinin barbarliklarinin harihi, siyasi, ideolojik ve kültürel nedenlerine ilişkin bir takim görüşlerimi yazmak istiyorum.

 

                              *                    *                    *

 

Temmuz 2015‘ten beri, Türk devletinin sonderece kapsamli ve sistemli bir şekilde Kürdistan’da yürüttüğü savaş, eşine ender rastlanan bir vahşetle devam etmektedir. Tarafsiz kaynaklarin verdiği bilgilere göre, 8 bin Kürt katledilmiştir, 13 şehir yerlebir edilerek 1 milyon 625 bin Kürt evini terk etmeye mecbur edilerek göçe zorlanmiştir. 

 

Siradan savaş kurallarini ve halini aşan bir durumla karşi karşiya bulunulmaktadir. Devlet güçlerinin tam anlamiyla Kürt halkina karşi caniliği söz konusudur burada. Bu caniliğin tarihsel, sosyal, ideolojik ve kültürel sebeplerini anlamak ve tartişmak gerekiyor. Cünkü Kürdistan’da yürütülen savaşta sorun siradan işgalci güçlerin bilinen davraniş biçimini aşmaktadir. Türk toplumu faşist histerik bir topluma dönüştürülmüştür. Türkiye’nin her yerinde Kürt düşmanliğini dişa vuran «sivil» Türkün linç etme pratiğinin yayginlaşmasi ve «pogrom» girişimleri bunun sonucudur. Askeri planda ise, «canilik» pratiği sistematik bir hal alarak yayginlaşmiştir. 

 

Türk devleti, ulusal dinamiklerin konsantrasyonu haline gelen şehirleri yikarak, kendisine karşi direnen vatansever Kürt gençlerini katlederek önceden kesinleştirilmiş devlet planina işlerlik kazandirmak maksadiyla savunmasiz Kürt halkina kan kusturuyor. Bu savaş bir devlet politikasidir; istenilen sonuçlar alinincaya kadar devam edecek anlaşilan. Türk ordusu genel kurmayinin hakim olduğu «Milli Güvenlik Kurulu» bütün olup bitenin baş planlayicisi ve baş sorumlusudur. O bakima, son derece iğrenç konumda olmasina karşin ve kellesini kurtarmak çabasi içinde azginlaşan T. Erdoğan’in tek başina hedef gösterilmesi kasitlidir. «Sahnenin önüne» sürülmüş olan AKP hükümeti ve T. Erdoğan hiç şüphesiz suçludurlar, ne var ki; Kürdistan’daki barbarliğin mimari ve uygulayicisi Türk ordusu ve onun denetiminde olan devlet güçleridir. Tekrarliyorum, merkezinde Türk ordusu bulunan bir bütün olarak Türk devlet sistemi sorumludur bütün katliamlardan ve yikimlardan. T. Erdoğan bu gün var yarin yoktur ama bir kurum olarak Türk ordusu ve devlet sistemi Kürdistan’dan atilincaya kadar var olacaklardir. Bununla şunu anlatmak istiyorum; düşmanin bir tek şahsa indirgenmesi yanliştir ve hedef şaşirtmadir. T. Erdoğan, temsil ettiği devletin bütünü değil bir parçasidir. Öyle bir atmosfer yaratilmiş ki, sanki T. Erdoğan gidince her şey düzelecek, Kürdistan’da barbarliklar ve zulüm son bulacak. Oysaki, devlete hakim olan asil iktidar erki yarin için bir «günah keçisi» hazirlamaktadir. O bakima, Kürdistan’i işgal edip ilhak eden Türk ordusu ve bir bütün olarak devleti bir tarafa birakip T. Erdoğan’a yüklenen bütün diskurlar ve söylevler Kemalistlerin yedeği konumuna düşmüşlerdir. Bir hedef şaşirtmasi söz konusudur burada. 

 

Ama benim bu yazida üzerine dikkat çekmek istediğim asil mevzuat bu değil; Kürdistan’da bütün barbarliği yapan Türk askerlerinin caniliği üzerine bir kaç gözlemde bulunmak istiyorum. Türk askeri üzerine bir araştirma yapmanin olanaği yoktur. Türk sosyologlari, psikologlari yada psikanalistlerinin böyle bir çalişma yaptiklarina da rastlamadim. Türkiye’ye gidip gelenlerden ve bana bu yönlü çalişmalari bulabilecek yakinlarimdan bir çok kere istememe rağmen ne Türk ordusuna ilişkin nede askerlerin ruh halini araştiran, izah eden bir tek kitap bulamadik. Her konuda yazilmiş kitaplar var ama Türk ordusuna ve Türk askerine ilişkin bir tek sosyolojik «ilmi» çalişma yada kitap yok!?! Belli ki, bir engel var. 

 

Hadise sadece, Türk askerlerinin ve polis güçlerinin barbarliğina vurgu yapmak, teşhir etmekle sinirli kalmamalidir; siradan barbarliği aşan bir durum ve ruh hali var ortada. Türk askerinin ve diğer devlet güçlerinin Kürdistan’daki varliği, özetle, barbarliği temsil ediyor. Bu bilinen ve sayisiz örneğiyle hem tarihsel hem de günlük olarak yaşanmis ve yaşanmakta olan bir gerçekliktir. Öyleki, sonu gelmeyen yaşanan her «Kürt trajedisi» bunu canli tutmaktadir. 

 

Ne var ki; burada izaha muhtaç iki önemli nokta var; birincisi, yaşanan barbarliklar Kürtlerin hafizasinda sayisiz izler  birakmasina karşin neden siyasi planda kalici, sağlam yön verici derinlemesine gelişen milli bir belleğe dönüşmemiştir? «Kürtlük bilincinin» zayifliği hatirlanmalidir. 

 

Bilindiği gibi, bilinç iki biçimde gelişme gösterir; enlemesine ve dikine yani derinlemesine. Bana göre, Kuzey Kürdistan’da daha çok enlemesine bir bilinç hakimdir. Demek ki, bir çok insanin sandiği gibi, baski ve zülüm, otomatik olarak bilinç edinmeye yol açmamaktadir. Öyle olsaydi, Kürtler yaşadiklari barbarliklar neticesinde dünyanin en bilinçli insanlari olurlardi. Ikincisi ise, Türk ordu güçlerinin, savaşmanin ötesinde neden caniliğe başvurduğudur? Kürt aydinlari ve bil cümle siyasi «sinif» bunun analizine girişmemiş, tartişmamiş ve sonuçlar çikarmamiştir. Türk devletinin düşman olduğunu tekrarlamanin kanaatimce fazla bir anlam taşimamaktadir. Elbette, Kürdistan’i işgal edip ilhak eden Türk devleti, bütün bir sömürgeci sistemiyle düşmandir. Bu gerçegi, Türk devletini düşman olmaktan çikarmiş olan Türkiyecilik yapanlarla yada Kürdistan’in sömürge statüsünü inkar etme temelinde, Kemalistlerin ideolojik ve siyasi etkileri altinda, AKP hükümetine karşi (sanki sistemin dişinda bir güçmüş gibi) Türk ordusuyla Kürtlerin ve Alevilerin ittifak yapmasini vaaz eden gönüllü devşirmelerle şimdilik yazimizin konusu çerçevesinde tartişmanin bir yarari yoktur. 

 

Türk askeri ve kolluk kuvvetleri neden siradanliği aşan caniliğe sahiptirler?

 

Klaus Theweleit, faşist nazi askerlerinin siradan asker olmadiklarini, bunun Almanlarin sadece yüzlerce yillik askeri gelenekleriyle izah edilemeyeceğini, bu geleneğin ayni zamanda «erkek toplumu» olma özellikleriyle beslenerek, faşist ideolojik «askeri eğitimle» güçlendirilerek canilik yapmaya hazirlandiklarini, yani «asker productionu»/»üretimi» ile  izah ediyor. (adi geçen eser, sayfa 108). 

«Askeri eğitim» ile askerlerin «sexualitési» arasinda da bir bağ kuran K. Theweleit, hiyerarşi içinde «üst» sorumlularina karşi yerine getirmek zorunda olduklari «itiatkarlik görevlerini» Nazi askerleri de, kendi «altinda» ezmesi ve yok etmesi gerekenlerden beklediklerini izah eder. (age, sayfa 343). Onun belirttigi gibi, faşist nazi askeri, sadece yapmak zorunda olduğundan dolayi değil, ayni zamanda «üstünlüğünü» ve «erkekliğini» kanitlamanin yolu olarak caniliğe başvurmuştur. 

 

Siradan asker sadece «vatani» görevi için değil ayni zamanda savaşmak için vardir. Devletin sahip olduğu alt yapi bu görevini icra etmek için oluşturulmuştur. Bu icraatinda o, ölür yada öldürür ve «sorun» orda kapanir. Ne var ki; Alman faşist Nazi asker örneğinde olduğu gibi, asker, «siradanliğin» ötesinde bir başka düzeyde ve içerikte olmanin ötesinde bir icraati icra etmekle yükümlüdür. Asil görevi, «siradan asker» olmayi aşarak canilik yapmaya yöneliktir.  

 

Hepimizin gördüğü ve bildiği gibi, Türk askeri ve kolluk kuvvetleri, Kürtleri öldürmekle yetinmiyorlar, tipki Alman Nazi askerlerinin yaptiğini fazlasiyla yapmaktadirlar; canileşerek bütün zayifliklarini ve eksik olan «insanliklarinin» hincini onlardan çikarmaktadirlar. Fransiz sosyoloğu Albert Memmi, «Sömürgeleşenin Portresi» adli ünlü kitabinda bu durumu «le complexe de Neron» teorisiyle izah etmektedir; caniler, kendi «kurbanlarina» işkence ettikçe, onlari katlettikçe daha çok «cellatlaşma duygulariyla beslendiklerini» ve «nefrete gömüldüklerini» yazar. (age, sayfa 77).

 

Kürtlerin hafizalarinda asla silinmeyecek olan Türk askerlerinin icraatlari üzerinde durmak gerekiyor; şayet canina kiydiklari Kürt bir erkekse, onu öldürmekle yetinmiyorlar, boğazina halat geçirip askeri araçlarinin peşinden sürüklüyorlar. Ya da, askeri tanklarinin paletleri altinda ezerek «un-ufak» ediyorlar. Yok eğer öldürdükleri Kürt bir bayansa, çirilçiplak soyarak tacizde bulunuyorlar. Ve Türk askeri bundan şehvetle zevk almaktadir. Bunun sayisiz örneğini herkes gördü ve yaşadi. 

 

O halde, Türk askerinin kin ve nefret dolu olan bu «icraatini» izah etmeye çalişalim. Çünkü ortada anormal bir durum var; askeri savaş pratiğinin bütün sinirlarini aşan bir canilikle karşikarşiyayiz. Türk askeri, derin bir ruh hastasi olma örneğini yaşamaktadir. Bu durum, ferdi ruhsal hastalikla izah edilemezliğin ötesinde Türk toplumunun benliğini derinlemesine sarmiş olan ideolojik, siyasi ve kültürel çürüme ve yozlaşmayla ancak açiklanabilir. Çünkü, askerin yaptiği canilikleri, «sivil» türk, sokakta, iş alanlarinda Türkiye’nin her yerinde devlet otoriteleri tarafindan teşvik edilerek, yargilanmaktan muaf tutularak, yapmaktadir. (Bunun için kanunlar bile yapildi). Kürtlere karşi yaptiği caniliği, «darbe girişimi» diye tabir edilen «iç iktidar çatişmasinda» görüldüğü gibi, sokaktaki Türk, kendi askerine karşi da yapmiştir; askerlerin kitleler tarafindan linç edilmeleri ve kellelerinin kesilmesi bunun kanitidir. Bu neyin göstergesidir? Tespit ne olmalidir? 

 

Türk toplumunun, hem barbarlik tarihinden miras aldiği ve hem de uzun yillardir aldiği eğitimle şiddet kültürünü içselleştirmesiyle faşist histerik bir toplum olmayi yaşamakta olduğunun kanitidir bu. Kürdistan ve davasi düşmanlari için, yapilacak olan en doğru tespit budur diye düşünüyorum. Siyasi tespitte hata yapmamak için bunun göz önünde bulundurulmasinda yarar vardir. 

 

Türkün harihsel şiddet kültürü? 

 

Türk askerinin, tarihsel olarak işgalci ve ilhakçi olma özelliğinden kaynaklanan bir vasifin ötesinde nasil bir icraata sahip olduğunu gördük. Biliyoruz ki, Türkler askeri ve talanci tarihi bir geçmişe sahiptirler, bununlada göğüslerini gererek marifetmiş gibi övünürler. İlgili bütün tarihi araştirmalari kapsayan kitaplar bu tespiti doğrulamaktadir. Zoroastre (Zerdüşt) bile onlardan ve barbarliklarindan söz etmiştir: Dönem dönem «Turani» kavimlerin dalgalar halinde İran’a gelerek talan kaldirdiklarini yazmiştir. MÖ VII ve  VI yüzyil (Bakiniz, «AVESTA. Le Livre sacré du zoroastrisme. Zoroastre» 1996-Paris).

 

Bilindiği gibi, orta Asya’daki kadim kavimlere o dönemlerde, «Turani» derlerdi. «Türk» diye taninmaz ve anilmazlardi. Çinliler ise onlara «Kuzey barbarlari» derlerdi. Çok daha sonralari ünlü «Çin seddi» bile «Türk» barbarliğini engellemek için kurulmuştur. İlk Çin imparatoru Qîn, MÖ 221 yilinda söz konusu muazzam duvarin kuruluşuna karar veren ve insaatini başlatan olmuştur. Bir halkin tamamiyla «deli» olmasi gerekiyor böylesi bir duvarin kuruluşunu gerçekleştirmek için. Bu duvar (sed) tam 8 bin kilometre’den oluşuyor; 5 bin km diş duvar, 3 bin km’de iç duvardan oluşmaktadir. Büyük bir insanlik emeği ve çabasiyla korku histerisi içinde bu duvar örülmüştür. Ama yine de «kuzey barbarlarinin» saldirilari ve işgalleri engellenememiştir. 

 

Bunun üzerine, «kuzey barbarlari» kelimesi ve tanimlamasi herhalde hafif bulundu ki, Çinliler onlara iki kelimeden oluşan «T’ou kiue» ismini verdiler. Bu tanimlama tamamiyla küfür anlamina geliyor. Bunu ilk defa, pro-Türk olan Fransiz tarihçisi Jean-Paul Roux’nun «Histoire des Turcs» (1984-Arthème Fayard) adli Türklerin tarihine iliskin yaptigi çalişmasinda okumuştum ama ne anlama geldiğini yazmiyordu. (age, sayfa 23) Zamanla «T’ou kiue» sirasiyla, önce Araplar tarafindan «Turki», sonralari ise Avrupalilar «Turcoman» diye telafuz etmeye basdiklarini öğrendim.

 

Daha sonralari, «Türk» kelimesinin «étymologique» anlamini Cenevre Universitesi kütüphanesinde keşfettiğim zaman, spontane bir biçimde sevincimden gayri-ihtiyari olarak çiğlik attim. Kendimde değildim ve «surveillant» (gözetici) gelip beni uyarmak zorunda kaldi. O kadar mutlu olmuştum ki sevinçten adeta uçuyordum ve gülme histerisine kapildiğimdan dolayi dişariya kendimi zor attim. «Türk» kelimesinin başka bir anlami olsaydi o duygulari yaşamayacaktim. Ne ironi! Çin’ce iki kelimeden oluşan ve Türkleri tarif eden militarist, agresif, saldirgan, barbar özelliklerine uygun bu kadar yerinde bir başka tanimlama olabilir miydi acaba? 

 

Kürtçesi « segê har», Fransizcasi «le chien enragé», İngilizcesi « the dog in rage» dir. O bakima, «T’ou kiue» halklari bu tanimlamanin gerçek manasini bildiklerinden dolayi kendilerine asla «T’ou kiue» demezlerdi; ya ait olduklari aşiretlerinin ismiyle, «Selçuklar», «Kirgizlar», «Kazaklar»  gibi, yada liderlerinin ismiyle «Özbekler», «Osmanlilar» gibi kendilerini ifade ederlerdi.

 

Çevreme, arkadaşlarima ve hatta tanidiğim Türklere bu «keşfimi» anlattim. Türklerin çoğu bu gerçegi ögrenmek istemiyorlar, hakaret sayiyorlar. Oysaki, «Türkün» bilimsel açiklamasi budur. Türklerin, bir kaç akademisyen dişinda, hepsi  «Türkün» bu anlamini bilmiyorlar. Bilenlerde linç edilmemek ve «afaroz» olmamak için susmayi tercih etmektedirler. Kürtlere gelince, kendi ülkeleri olan Kürdistan’i işgal edip ilhak eden, sürekli kan kusturan düşmanlarini yeterince tanidiklari kanaatinde değilim. 

 

Ne demişti büyük Çin filozofu Sun Tzu; «düşmanini taniki kendini taniyasin». Bu bakima, Türklere ve önümüzdeki süreçlerde değişebileceklerine ilişkin beklentilere ve hayallere kapilmak sadece Kürdün gaflet içine düşmesi olur. Hadisenin özeti budur. 20.01.2017

 

Mehmet Müfit

 

Neuen Kommentar schreiben

Der Inhalt dieses Feldes wird nicht öffentlich zugänglich angezeigt.
CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.