Direkt zum Inhalt

Devletle ilgili sömürgecilik, şovenizm ve ırkçılık tanımlaması hâkime mi, devlete mi hakaret? İ.GÜÇLÜ

Diyarbakır 8. Asliye Mahkemesinde hakkımda açılan bir davada, mahkemenin önce Kürtçe tercümana karar vermesi ve daha sonra o kararını ortadan kaldırması üzerine hâkimle aramda geçen bir tartışmada dile getirdiğim görüşlerim, hâkim tarafından kendisine hakaret olarak tanımlandı. Bunun üzerine hakkımda suç duyurusunda bulunuldu.

Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Murat Kılıç (38816), ifademi aldıktan sonra, iddianame tanzim ederek hakaretten dava açtı.

Savcı, TCK’nın 125/3-a, 4, 58, 53. maddelerinden dolayı cezalandırılmamı istedi.

Birinci duruşma, 12.04. 2011 tarihinde gerçekleşti. Bir konferans nedeniyle Diyarbakır dışında olmamdan dolayı, birinci duruşmaya katılamadım.

İkinci duruşma, 21. 07. 2001 tarihinde yapıldı. Duruşmaya, avukatlarımı rahatsız etmemek için de tek başıma katıldım.

Duruşmada, “Benim, kişisel olarak hâkimlerle bir sorunum yoktur. Benim, devletle sorunum vardır. T.C Devleti, Türk ulus devletidir, Kürtlerin devleti değildir. Bu nedenle devlet, Kürtler için meşru değildir. Mahkemeler de devletin kurumlarıdır ve Türk milleti adına yargılama yapmaktadırlar. Bundan dolayı Türk Mahkemeleri de Kürtler ve benim için, meşru değildirler. Mahkemelerin benim hakkımda vereceği kararların da meşru olmayacağını şimdiden ilân ediyorum.”

Ayrıca, “Hâkîme hakaret etmedim. Tarihsel ve sosyolojik tespitlerde bulundum. Eğer hakaret yapmışsam, muhatabı devlettir. Çünkü hâkim devleti temsil ediyor…

Belgelerle de sabit olduğu gibi, “TEVKURD, Ehmedê Xanî Derneği, CIWAN-KURD, RAY Yayınevi, bir grup Kürt siyasetçisi ve aydını birlikte, 1925’de tezahür eden Kürdistan Milli Ayaklanma Hareketi’nin lider ve savaşçılarını anmak, bu Kürdistan Milli Ayaklanma Hareketi’ni yorumlamak ve bu milli hareketten ders çıkarmak için, 27. 06. 2008 tarihinde çalışma başlattılar.

“Bunun için 4 çalışma projelendirildi. Bu projeler:: 1- Binlerce bildiriyi kitlesel olarak dağıtmak, Kürdistan Milli Ayaklanma Hareketi’nin lider ve savaşçıların ailelerinin çalışmalara katılması için onlarla değişik il ve ilçelerde ilişki geliştirmek, 2- Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Salonunda panel yapmak, 3- Kürt lider ve savaşçılarını anmak için Ulu Cami önünde kitlesel bir basın toplantısı gerçekleştirmek, 3- Lice Yas Evi’nde Kürt liderleri ve savaşçıları için Mevlüt okumak.

“Ne yazık ki, bu çalışma programının ilan edilmesinden sonra, Diyarbakır Valisi ve Asliye Ceza Mahkemesi bu meşru ve demokratik çalışmalara yasaklama getirdi.

Çalışmaları sürdüren Hazırlama Komitesi, Valinin ve mahkemenin bu yasaklama kararını benimsemedi ve karşı çıktı. Bundan dolayı çalışmalarına devam etti. Sadece Paneli gerçekleştirme olanağı bulamadı. Çünkü Diyarbakır Büyük Şehir Belediye Yönetimi Vali ve mahkemenin yasaklama kararından sonra, salonda panelin gerçekleşmesine izin vermedi.

“Hazırlık Komitesi, Valinin ve Mahkemenin demokratik ve meşru olmayan kararını protesto etmek için Büyük Şehir Belediyesi önünde bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Bu toplantıda ben ve Hazırlık Komitesi adına Zeynel Abidin Özalp konuşma yaptık.

“Basın açıklamasından sonra da hem vali ve mahkemenin yasaklama kararını, hem de Kürt organizasyonlarının bu gelişmeler karşısındaki pasif tutumunu, duyarsızlığını protesto etmek için oturma eylemi yapıldı.

“Bu protesto eyleminden sonra, daha sonraki günlerde Ulu Cami önünde basın toplantısı yapıldı ve Dicle Yas evinde Mevlüt okundu.

“Bunun üzerine bu çalışmalar hakkında soruşturma başlatıldı. Her ne kadar bu çalışma kolektif bir çalışma, birçok ve yukarıda adını saydığım organizasyonlar, Kürt siyasetçi ve aydınları tarafından gerçekleştirilmesine rağmen benim hakkımda dava açıldı.

“Bu dava mahkemenin aldığı karar üzerine Kürtçe devam ediyordu. Ne yazık ki, Mahkeme hâkiminin değişmesinden sonra, Kürtçe görüşlerimi belirtme ve savunma yapma hakkımı, mahkeme elimden aldı. Ben de mahkemenin bu hukuki ve demokratik olmayan kararı karşısında direnişimi devam ettirdim. Mahkemenin bu olumsuz kararına rağmen, Kürtçe konuşmaya devam ettim.

“16. 02. 2010 Tarihli duruşmada, hâkimin hukuk dışı davranmasından dolayı, ben ve avukatlarım reddi hâkim talebinde bulunduk ve şöyle dedik: “…Diyarbakır’daki tüm mahkemelerde yapılan yargılamalarda müvekkilimiz Türkçe bilmesine rağmen, Kürtçe savunma yapmak isteyen müvekkilimiz için tercüman atanmıştır. Buna rağmen mahkemeniz Kürtçe tercümana yer olmadığına karar vermiştir. Bizce bu karar, mahkemenin hâkimi siyasi duruş olarak, Kürtçeye olan antipatisinden dolayı bu karara varmıştır. Biz bu siyasi tutum içinde olan hâkimin yargılama yapmaması gerektiği kanaatindeyiz.”

“Mahkeme bu talep üzerine, “reddi hâkim konusunda dosyayı incelemeye aldı.”
“Yine mahkeme aynı duruşmada, bilirkişilerin, basın toplantısında dile getirdiğim görüşlerimin suç olup olmadığına karar vermesi için dosyanın Ankara Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verdi. Bu konuda Kürtçe görüşlerimi belirttiğimden, mahkeme hâkimi tarafından ciddiye alınmadı.
“Buna karşılık, Ankara Nöbetçi Asliye Mahkemesi, mahkemenin dosyayı Ankara'ya göndermesinin gerekli olmadığına, Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesi'nin yapılan eylemin suç olup-olmadığına kendisinin karar vereceğini belirterek, dosyayı geri gönderdi.
“Duruşmada Ankara Mahkemesinin bu kararının açıklanmasından sonra, avukatım Sabahattin Korkmaz Ankara Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi'nin böyle bir karar alma yetkisine sahip olmadığını ifade etti.
“Hâkim, avukatımın görüş belirtmesinden sonra, Cumhuriyet Savcısının görüşlerini almak istedi. Bunun üzerine söz alarak, konuya ilişkin görüşlerimi açıklayacağımı belirttim. O zaman hâkim beni dinlemek zorunda kaldı.
“Ben de Kürtçe görüşlerimi açıkladım ve dedim ki: "Hâkim geçen duruşmada hukuk dışı işlem yaptı. Benim konuya ilişkin görüşlerimi sormadan karar oluşturdu. Her ne kadar geçen duruşmada, dosyamın üniversiteye gönderilmesinin doğru olmadığını belirtmeme rağmen, hâkim Kürtçe konuşmamı kabul etmedi ve görüşlerimi göz önüne almadı. Ben bugün de o görüşteyim ki, dosyamın Ankara'da üniversitedeki bilirkişiye gönderilmesini doğru görmüyorum. Çünkü Üniversite, bu konuda yetkili olmadığı gibi, hem de üniversitenin ilgili konuyla ilgili, benim hakkımda karar almasının meşruiyetine itiraz ediyorum."
“Mahkeme bu görüşlerimi yine de göz önüne almadı. Çünkü ben Kürtçe konuşmuştum. Mahkeme Tutanağında, "Mahkemede Kürtçe konuştuğum için görüşlerimin göz önüne alınmadığı ve meşru kabul edilmediği" tespit edildi.
“Bu arada avukatım Sabahattin Korkmaz, mahkemede Kürtçe savunma yapma hakkını gündeme getirdi ve mahkemenin Kürtçe tercüman hakkında karar almasını talep etti.
“Mahkeme hâkimi ilk plânda bu talebin münakaşa edilmesini engellemek istedi. Fakat bizim ısrarımız ve zorlamamız sonucunda sorunu gündeme almak zorunda kaldı. Avukatım, Lozan Antlaşması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin konuya ilişkin hükümlerini dile getirdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin her vatandaşının mahkemelerde kendisini Kürtçe ile savunmasının bu sözleşmelere göre hakkı olduğunu ifade etti.
“Cumhuriyet Savcısı da bu görüşümüzü paylaştı ve mahkemenin bir Kürtçe tercüman tespiti yapmasını talep etti. Mahkeme yine bu talebimizi ret etti.
“Mahkeme dosyanın tekrardan Ankara Nöbetçi Asliye Mahkemesi'ne gönderilmesine ve davanın Eylül ayında gerçekleşmesine karar verdi.
“Duruşma sonuçlandıktan sonra mahkeme hâkimine Türkçe şu görüşlerimi aktardım: " Kürtçe diline ve Kürtlere karşı düşmanlığınız, devletin şoven ve ırkçı yapısının sizde yarattığı duygular ve oluşturduğu düşüncelerden, kaynaklanıyor. Siz de gelecekte bu düşüncelerinizden dolayı pişman olacaksınız. Çünkü ben 1968 yılından bu yana birçok askeri ve sivil mahkemede yargılandım. Beni ve diğer muhalifleri yargılayan mahkeme hâkimleri toplum ve tarih karşısında değersiz hale gelmişler. Yaşamda ve tarihte onlardan olumlu değil, olumsuz bahsedilmişlerdir. Sen ve bütün hâkimler Ali Elverdi'nin yaşamından ders çıkarmalısınız. Ali Elverdi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idamlarına karar verdi. Ali Elverdi birkaç gün önce öldü. Fakat onun mezarının başında dört kişiden daha fazla kimse bulunmadı."
“Ayrıca, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan sonra, kuruluşunu Kürtlerin desteğiyle gerçekleştirmesine rağmen, Kürtlerin varlığını ret etti, Kürtlerin Türk olduğu savını resmi bir sav olarak benimsedi, Kürtlerin bütün ulusal hakları gasp edildi. Kürdistan sömürge haline getirildi. Buna karşılık, Kürtlerin, haklarını kazanması, bağımsızlık ve özgürlüğü için yürüttüğü ulusal mücadeleleri kanla ve devlet şiddetiyle bastırıldı. Kürt ulusal mücadele hareketlerinin bastırılmasından sonra da, Kürtlerin Türkleştirilmesi ve millet olarak ortadan kaldırılması resmi devlet anlayışı olarak benimsendi. Devletin bu anlayışı, günümüzde de devam ediyor. Bu anlayış, ırkçı, şoven, sömürgeci bir anlayıştır.
“Siz de, mahkemede daha önce Kürtçe savunma yapmam konusunda karar alınmış olunmasına rağmen, keyfi, hukuk dışı bir davranışla Kürtçe savunma hakkımı ortadan kaldırdınız, duruşmaların Türkçe sürdürülmesine karar verdiniz. Sizin bu kararınız, Kürtlere, millet olarak karşı olduğunuzun, Kürtlerin ulusal haklarına karşı ırkçı, şoven bir yaklaşım içinde olmanızın bir ürünüdür. Bu yaklaşımınız, devletin, geleneksel ve devam etmekte olan siyasetini ve yaklaşımını devam ettirmektir.
“Diyarbakır Mahkemesi'nin hâkimi alçak bir sesle: "Vicdani olarak müsterihim " dedi. Buna karşılık ben de, "vicdan izafi bir olgudur. İnsanı aldatır" dedim.
“Mahkeme bu detaylı görüşlerime rağmen, görüşlerimi, tek cümle halinde zabıtlara geçmiştir.
“Benim mahkeme hâkimi hakkında dile getirdiğim görüşlerim, hakaret içermemekte, tarihsel ve sosyolojik saptamaları içermektedir. Eğer bir hakaretten bahsedilecekse, o zaman devlete yapılmış bir hakaretten bahsedilebilir. Çünkü ben hâkimin devletin yaklaşım ve resmi ideolojisini savunduğunu söyledim. Benim konuşmamdaki asıl özne devlet, hâkim ise yardımcı ve ikincil öznedir. Hâkim devleti temsil etmektedirdiye görüşlerimi ifade ettim.
*****

Mahkemede bu görüşlerimi belirtmemden sonra, mahkeme hâkimi, karar vereceğini ifade etti.
Ben de savunma için talepte bulundum. Ayrıca davacı hâkimin de duruşmaya getirilmesini ve yüzüme görüşlerini belirtmesini talep ettim.

Bunun üzerine mahkeme, savunma için süre verdi. Hâkimin duruşmaya getirilmesini ret etti. Duruşmayı 21. 12. 2011 tarihine erteledi.

Ayrıca mahkeme, “hakkımda mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, hükmün açıklamasının geri bırakılması kararı verilip verilmeyeceği hususunda” soru sordu.

Ben de bu konuda “herhangi bir beyanda bulunmak istemiyorum. Gerçekçi olan şey hakkımda bu davanın açılmamasıydı” diye karşı görüş belirttim.

Amed, 22. 07. 2011

İbrahim GÜÇLÜ
(
[email protected])

Neuen Kommentar schreiben

Der Inhalt dieses Feldes wird nicht öffentlich zugänglich angezeigt.
CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.