Türk Başbakanı R. Tayip Erdoğan, Kürt meselesi konusunda, başta Kürtler olmak üzere dünya alemi oyalayıp kandırmaya devam edebilmek için, Kürdistan'dan Ankara'ya giden bir heyeti 8 Nisan 2008'de kabul etti. Heyete dahil edilmelerine rağmen siyasal bazı itirazlar nedeniyle anılan görüşmeye katılmayan iki kuruluş (Diyabakır Demokrasi Platformu ve İHD Diyarbakır Şubesi) dahil, değişik alanlardaki sivil toplum kuruluşlarından oluşan bu kalabalık heyetin, mensup oldukları hiçbir kuruluşun adında, bırakalım “Kürdistan“ı “Kürt“ kelimesi bile yoktur. Yani heyet, tam anlamıyla olmayan bir ülke anlamında kullanılan bir “Patagonya“ heyeti sayılmış ve doğal olarak kendileriyle “Patagonya“ ya ilişkin sorunlar (Kürd/Kürdistan meselesini ekonomik sorun olarak algılamak tamamen patagoniktir) konuşulmak istenmiştir.
Heyet üyelerinden olan Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, “Patagonya“ nın siyasi boyutlarından sadece birisi olan dil meselesini gündeme taşıyarak “bölge“ de Kürtçe ile eğitim yapılması ve resmi dairelerde de bu dil ile hizmet verilmesi savıyla “ordubozanlık“ yapmıştır. Bunun üzerine, Türk başbakanı daha önceki görüşmelerinde gerçekleşen benzer “ordubozanlık“ larını da gözönünde bulundurularak Sezgin Tanrıkulu'nu “yalancılıkla ve dürüst olmamakla“ suçlamıştır. Kendi çizgisinde tutarlı bir demokrat olan Sezgin Tanrıkulu, bu nitelemeleri kendisine ve inancına hakaret sayarak toplantıyı terketmiştir. Böylece “Patagonya vatandaşlığı“ nı ve patagonik ilke ve tutumları reddden Sezgin Tanrıkulu, içinde bulunduğu heyet dahil, Kürtlerin onurunu çiğnetmemekle kalmamış; Kürt/Kürdistan meselesi konusunda da koca bir oyunu bozmuştur.
Kendi çizdisindeki kararlılığından ve cesaretinden dolayı Sezgin'i kutlamak gerek... Keşke tüm heyet de aynı yolu izleseydi. Anılan heyet, bu yolu izlemediğine göre, dünün iflas eden inkâr ve imha politikası yerine ikame edilip Kürtlerin Türk egemenlik sistemine entegresini sağlamayı amaçlayan “Patagonya politikası“ nın, Kuzeyli Kürtler arasında, güçlü bir etkinlikle devam ettirileceği/edeceği anlaşılıyor.
Niçin Entegrasyona Hizmet Eden “Patagonya Politikası“ Güçlü Bir Etkinlikle Devam Edeceğe Benziyor?
Anılan heyet, genellikle Türk siyasal sistemine entegrasyonla da açıklanmıyacak kadar ekonomik olarak bağımlı iş (ticaret ve sanayi) çevrelerinden oluşmaktadır. Çok güçlü ulusal istikbal emareleri olmadıkça, bu çeverelerin kendi çıkarlarını tehlikeye atmaları; toplumsal, sınıfsal ve siyasal hiçbir gerçeğe uymadığı için, beklenmemelidir. Kuzey Kürdistan'ın mevcut konjonktöründe, “güçlü ulusal istikbal emareleri“ ni gerçekleştirebilecek esas güç olan PKK çevresi ise, anılan heyete katılmasa da TC patenli bu patagonik politikayı en sistemli ve sürekli biçimde uygulamaya çabalayan bir güçtür. Kendi dileğiyle rütbesini “Ulusal önderlik“ ten “Halk önderliği“ ne tenzil ettiren (indiren) Abdullah Öcalan, her “Görüşme Notları“ nda uluslaşma ve devletleşmeyi yerden yere vururken; bir Türk ulusu yaratmak için, her yolu reva görerek Kürt uluslaşmasının engellenmesini önüne koyan Mustafa Kemal'i ve Kemalizmi övmektedir. PKK'nin legal siyasi kanadı olan DTP, bu nedenle Kürt partisi olduğunu bilinçle ve ısrarla inkâr etmekte, Kürt uluslaşmasına hizmet etmekten özellikle kaçınmaktadır. Anılan Parti'nin Meclis Gurup ve Eski Genel Başkanı Ahmet Türk, geçenlerde Kürt/Kürdistan meselesi konusunu, bir sürü gerçekle dile getirdikten sonra, “Partimiz etnik bir parti değildir“ cümlesiyle sonuçlandırıp pişirdiği lezzetli yemeğe adeta tükürerek onu yenemez kılmıştı. PKK ve DTP'lilerin büyük çoğunluğu aynı söylemi kullanmakta, aynı işi yapmaktadırlar. Kuzey Kürdistan'da kullanılan oyların neredeyse yarısını alarak Türklüğe ve Atatürk ilkelerine hizmet etme yeminiyle TBMM'ne girip gurup kuran DTP, geçen ay Türkiye'de Kürtler için çok yaygın olarak ve katıksız bir biçimde uygulanmakta olan asimilasyona karşı TBMM Başkanlığı'na bir önerge vermişti. AKP'li Meclis Başkanı Köksal Toptan imzasıyla kendilerine verilen aşağıdaki cevap, patagonik politik koşullarda Kürtlerin TBMM'deki biricik rolerinin, entegrasyon yolunda ceza, iftira ve hakaretlerle ehlileştirilmek olduğunu açıklıkla ortaya koymaktaydı:
''Önergenizde, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, Anayasa ve bazı kanunlara dayanılarak asimilasyon politikası uygulandığı iddia edilmektedir.
“Önergede yer alan yorum, iddia ve ifadeler, Anayasanın başlangıçta belirtilen temel ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı millet anlayışına, Anayasada tanımlanan vatandaşlık kavramına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasına açıkça aykırılık içermektedir.
“Bu nedenlerle kaynağını Anayasadan alan yasama ve denetim yetkilerini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisince, Meclis Araştırması konusu yapılması hukuken mümkün olmayan önergeniz işleme konmamıştır.''
Eğer oy kullanan Kürtlerin neredeyse yarısının oyunu alan bir parti, TBMM'de , Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın Almanya'daki konuşmasında “insanlık suçu“ diye nitelendirdiği asimilasyonun Kürtler için yaygın olarak kullanılmasına karşı bir önerge bile veremeyecekse, o mecliste ne yapacaktır? DTP'liler, özellikle yukarıda belirtilen cevabın şahsında, milletvekili adaylığını bile reddettikleri Sezgin Tanrıkulu'nun haklı ve onurlu tutumunun yolunu izleyebilir; Meclis'i terkedip “Sine-i Millete“ dönebilirlerdi. Ancak DTP'liler, bırakalım böylesi bir yolu, önergenin belirtilen gerekçeyle işleme sokulmamasını bile mümkün olduğunca sessiz sedasız geçiştirmeye çalıştılar, çalışıyorlar. Kısacası neresinden bakılırsa bakılsın; Apo'nun PKK'sinin mekanizması içinde DTP'nin, bu ve benzeri uygulamalara karşı ulusal bir politikanın gereğini yapacak irade ve insiyatiften yoksun olduğu/olacağı çok açık...
Maalesef Kürt hareketindeki bu patagonik politika, PKK ve çevresi ile de sınırlı değildir. Kürt ulusal demokratik mücadelesi için sözde federasyonu programlaştıran veya savunan ve yine maalesef kendi adları da patagonik olan Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) ile Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) genel başkanları da demeç ve yazılarıyla federasyon olarak belirlenen amaçlarının aslında patagonik olduğunu bir nevi ispatlamaya çalışmaktadırlar. Anılan iki partinin Diyarbakır'da ortaklaşa düzenlediği bir mitingde HAKPAR Genel Başkanı Sertaç Bucak'ın “Türkiye'yi bölmek gibi bir amaç ve niyetlerinin olmadığı “ yolundaki açıklamasını bizzat dinlemiştim. Oysa o mitingde ne böylesi bir açıklamanın bağlamı ne de gereği vardı. KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi ise, zaten fırsat buldukça, daha usturuplu bir ifade ile “Parti olarak savundukları federal sistemin Türkiye'nin üniter yapısıyla çelişmediğini“ ilan ederek çok önemli bir “icat“ da bulunmaktadır. Açıktır ki, anılan bu açıklamaların aksine federasyon, siyasal ve idari olarak, bal gibi, Türkiye'yi bölmektir. Ve yine açıktır ki, anılan anlamda Türkiye'yi bölmeyi amaçlamadan, Üniter yapıyı reddetmeden ve bunlara cesaret edip yeltenmeden; patagonik politik ortamdan çıkıp Kürt ve Kürdistan'ın kurtuluşunda elle tutulur ilerleme sağlamak da mümkün değildir.
Kuzey Kürdistan'da, halen çok sınırlı bir etkiyle de olsa, pratikte siyasal ve örgütsel olarak bu patagonik atmosferin dışında siyaset yapan tek örgüt TEVKURD'dur.
Kürt Hareketi, Siyasal ve Örgütsel Olarak “Patagonya“yı Terketmek Zorundadır.
Fiili bir savaşla kazanılacak bağımsızlık dışında, Kürtlerin kendi kaderlerini nasıl tayin edecekleri ile ilgili hak, şu veya bu biçimde, bir seçim sandığından geçecektir. İster amaç istrerse de araçlar bakımından bakılsın; günümüz koşullarında, Kürtlerin ulusal kaderlerini savaşla tayin etme minderini seçmemeleri gerekiyor. Kürtlerin asıl amaçları savaş değil, her ulus gibi kendi ulusal hak ve özgürlüklerine kavuşmaktır. Üstelik, Kürtler, savaşın araç ve gereçleri bakımından sömürgecileriyle karşılaştırılmayacak kadar zayıf durumdadırlar. Mazlum bir millet olarak Kürtlerin asıl gücü, politik hak ve meşruiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Ve Kürtler, asıl bu alanı, temel mücadele alanı olarak kullanmalıdırlar..
Tüm bu nedenlerle Kuzey Kürtleri, uluslararası hukukla bağdaşmayan TC'nin yasalarına bakmaksızın, evrensel hukuk bakımından meşru olan bir ulusal politikayı benimsemeli ve buna uygun örgütlenmeler yaratmalıdırlar.
TC'nin, entegrasyon planlarını kolaylaştırmak için bize dayattığı, bizi adım adım yok eden patagonik politikayı ve örgütlenme biçimini acilen terk etmeliyiz. Bunun yerine, ulusal hak ve özgürlüklerimizi çıplak bir işgalle gaspeden sömürgecilerin karşısına, kendi ulusal özgürlük ve amaçlarımızı gerçekleştirmek amacıyla herşeyden önce ulusal varlığımızı kabul ve tescil ettirmek için; kendi ulusal nitelikli adımızla miliyetçisi, dindarı, liberali, solyal demokratı, komünisti ve bilcümle toplumsal ve siyasal aktörler halinde, politik alanda tek taraf/cephe olarak çıkmamız lazım. Güney Kürdistanlılar, 11 Mart 1971 “Otonomi Antlaşması“ nı uygulatamasalar da, anılan antlaşmayla varlıklarını anayasal olarak tecsil ettirerek günümüzdeki devletleşmenin temellerini attılar. Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi'nin (T-KDP) Genel Sektreteri Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şıvan), daha 1971'de, anılan Partisi'nin “Partimiz Türkiye Kürdistan'ında yaşayan Kürt halkının kendi kaderini bizzat kendisinin tayinine hakkı bulunduğuna inanır. Bu amaca varmak için, Kürt milli varlığının resmen tanınmasını ve Kürt Milli Demokratik Hakları'nın istirdadını (geri alınma-SA) temel şart sayar.“ İfadeli amaç maddesini, I. Olağanüstü kongresinde şöyle gerekçelendiriyordu:
“Arkadaşlar! Bu maddede çok açık olarak ifade edildiği gibi, partimiz amacına (Türkiye'de Kürt halkının kendi kaderini bizzat tayin etmesine hakkı vardır) varmak için iki temel aşamayı öngörmektedir: 'Kürt milli varlığı resmen tanınmalıdır'. Evet, yukarda birkaç defa tekrar edildiği ve sizce de çok iyi bilindiği gibi, herşeyin başında, cunta iktidarlarının resmi ağızlarında biz mevcut değiliz! Yani Kürt Milleti yoktur! Eğer birşey gerçekten varsa ve mevcudiyetini de tarihin en eski devirlerinden beri günümüze kadar sürdürmüş ve bugün de yaşıyorsa; o şeyin bizatihi kendisinin varlığını ispat etmesi ve bunu kabul ettirmesi gerekir. İkinci etap: 'Ve Kürt milli demokratik haklarının istirdadı mutlaka gereklidir.' Evet halkımızın millidemokratik hakları; zorbalıkla, kabalıkla ve kalleşçe gasp edilerek hasır altı edilmişlerdir. Bu temel haklarımız yani halkımızın milli-demokratik hakları istirdat edilmedikçe, asla halkımız kendi kaderini bizzat kendisi tayin edemez.“
Evet, herşeyden önce, Kuzey Kürtleri olarak, ister toplumsal ister siyasal alanda olsun, örgütsel alanda kendi ulusal kimliğimizle ortaya çıkıp politik yol haritamızı açıklıkla ortaya koymanın maharet ve cesaretini göstermek durumundayız. Siyasal veya toplumsal tüm örgütlenmelerimizi Kürd/Kürdistan nitelemeleriyle gerçekleştirmemiz gerekir. Eğer Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır Baro başkanı olarak değil de “Kürdistan Avukatlar veya Hukuçular Birliği“ nin bir yetkilisi olarak Türk Başbakanı ile görüşme yolunu seçip zorlasaydı, herhalde gerek demokratik ve gerekse de politik mücadelesi açısından daha meşakatli ve fakat geleceği daha etkili olacak olan bir yolu seçmiş olurdu. Bu, siyasal veya toplumsal alanda Kürt ulusal demokratik hakları için mücadele eden herkes için de geçerlidir. Zira “Kürd'üm“ diyen herkes için bu yol haritasının ilk durağı, Kürtlerin varlığının anayasal olarak kabul ettirilmesidir.
Bir ulus olarak Kürtlerin, kendi toprakları üzerinde kendilerini şöyle veya böyle yönetmeleri için mücadele eden tüm Kürtler (şahıs veya örgüt), bu amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için, TC'nin karşısına tek vücut veya taraf olarak çıkmak durumundadırlar.
Bu, her koşulda hem meşrudur hem de özellikle günümüz koşullarında olanaklıdır da.
Eğer Kuzeyli Kürtler, milletvekili olduklarında, kendi ulusal inkâr ve imhaları için “Türklüğün çıkarları ve Kemalizmin ilkeleri“ uğruna yemin etmek ; belediye başkanı olduklarında, Türk ulusal bayramlarında Türkiye Cumhuriyetini öven nutuklar atmak, subaylar arasında şaşkın ördekler gibi bu nutukların atıldığı törenlere katılmak, Mustafa Kemal'in, şehrinin sözde fahri hemşehriliğine kabul edildiği yıldönümlerini kutlayıp överek kişiliksizleştirilip onursuzlaştırılmak istenmiyorlarsa; her şeyden önce bir ulus olarak milli ve demoratik haklarını gerçekleştirip anayasal güvencelere kavuşturarak, kendi kaderlerini özgürce tayin etmenin koşullarını açıp olgunlaştırmak durumundadırlar.
11 Nisan 2008
Sait Aydoğmuş
Kürtler, Kürt sorununa şaşı bakıyorlar