Açlık Zenginlerin Krizi
2007’de tarım ürünleri üretimindeki düşüş, bazı tarım ürünlerinin alternatif yakıt üretiminde kullanılması ile finans sermayenin tarım ürünleri üzerindeki spekülasyonları sonucu artan tarım ürünleri fiyatlarının artması nedeniyle yoksul ülkelerdeki açlık can yakıcı bir şekilde uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiştir. Zaten, FAO 2000 yılında 6 milyarı aşan dünya nüfusunun 800 milyonun açlık sınırında yaşadığını tespit etmiştir. 2000 yılında alınan bir kararla 2015’te dünyada açlık çekenlerin sayısını 400 milyona düşürülmesi hedeflenmişti. Küreselleşen dünyada iletişimdeki gelişmeler sonucu, dünyanın her tarafındaki olayların anında izlenmesi olağan bir hale geldiğinden yoksul ülkelerde açlık anında dünya kamuoyuna yayılmaktadır. Bu durum zengin ülkelerdeki bazı kesimleri rahatsız ettiğinden zengin ülkelerin yöneticileri, en azından görüntüde de olsa yoksul ülkelere yardım ediyor imajını vermek zorunda kalmaktadırlar. Bundan dolayı, başta BM bünyesinde olmak üzere kurulan organizasyonlar kanalıyla açlık çakilen ülkelerdeki krizi hafifletecek yardım programları zengin ülkelerin öncülüğünde uygulanmaya konulmuştur. Kapitalizm öncesi çağlarda açlık krizleri dönemsel ve yerel kalmaktaydı, kıtlık iklim koşulları, savaş vb. nedenlere dayanmaktaydı. Bundan dolayı nüfus artışı ve şehirleşme oranları ülkelerin tarım üretim kapasitelerine bağlıydı. Zaten şehir olgusunun doğuşu ile tarımsal üretim arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Verimliliğin yüksek olduğu ve doğal ulaşım yollarının tarımsal artığı kolay taşımaya elverişli olduğu bölgelerde (Mezopotamya, Mısır ve Güney Çin) ilk şehirler doğmuş ve tarımsal üretim tekniklerinin yaygınlaşmasıyla şehirler diğer bölgelerde de oluşmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında Akdeniz’de doğan Finike uygarlığı Akdeniz’in kıyısında şehirler kurarak şehir kültürünü yaygınlaştırmıştır. Devamında Yunan uygarlığı tarfından kurulan şehirler ile ticaret gelişerek yaygınlaşmıştır. Tabii ki kurulan şehirlerdeki nüfusun beslenmesi tarımsal üretimin düzeyine bağlıydı. Bu dönemde, şehir nüfusu tarım üretimi ve ürünlerinin taşınmasıyla doğru orantılı olarak artmaktaydı. Yunan uygarlığından etkilenen Roma sistemi, Roma şehrini esas almaktaydı. Yunan sisteminin daha büyük bir ölçekte ve geniş bir coğrafyada uygalanması imparatorluğun merkezi olan Roma şehrini dünyanın ilk megapolu haline getirmiştir. M.S. 1. yüzyılda, Roma’nın nüfusunun 1 000 000’u aşmasından sonra şehirin beslenmesi bir var olma savaşına dönüşmüş, Sicilya, İspanya, Tunus ve Mısır Roma şehrini besleyen tahıl üretim merkezlerine dönüştürülmüştür. Zira Roma şehrinin yıllık 250 000 ton buğday tüketiminin % 75 ile 95’in ithal edildiği, bu anlamada Roma parazit bir şehir haline gelmiştir. Bu arada şehirle kır arasında işbölümü ve şehirlerdeki yoğunlaşma tarımsal üretimi daha verimli hale getiren buluşlara da olanak sağlamıştır. Artan şehir nüfusunun ağırlaşan talebinin yarattığı baskı tarımsal üretimde teknik ilerlemelere neden olurken, teknik ilerleme hızı şehir nüfusu ile kır nüfusu arasında bir denge yaratmıştır. Kapitalizm öncesi toplumlarda şehir nüfusu bölgeler ve dönemlere göre % 4 – 10 arasında değişmekteydi, Dünya geneli için şehirleşme oranı % 5’ler dolaylarında kalmıştır.. Kapitalizmin başat hale geldiği 1800’lü yıllarda dünya genelinde şehirleşme oranının % 8’e dayandığı, 1900’de bu oran % 17 aşarken, 1950’de dünya nüfusunun % 27’den fazlasının şehirlerde yaşadığı görülmektedir. Bu süreçte yoksul ülkelerde şehirleşme oranıçok yavaş artarken, zengin ülkelerde hızlı bir şehirleşme yaşanmıştır. Dünya ekonomisi 2. Dünya savaşından sonra sürekli ve göreceli olarak yüksek oranlı bir büyüme sürecine girmiştir. Zengin devletler, 2 kutuplu Dünyada kapitalist sistemde kalkınma sağlamak amacıyla yoksul devletlere ithal ikameci keynezyen politikalar önermişlerdir. Dünya genelinde şehirleşme oranı 1999’da % 45’i geçmiştir. Bu çerçevede, bir çok devlet Dünya Bankası destekli ithal ikameci politikalar uygulamaya başlamış ve sanayileşme sürecinde ihtiyaç duyulan işgücü kırlardan sağlandığından, kırdan kentlere göç teşvik edilmiştir. Yani taşralardaki kendine yeterli ekonomilerden yeni sanayilere kaynak ve işgücü transferi yoluna gidilmiştir. Köylerde kendini besleyen insanlardan bazıları şehire gelince başka sektörlerde üretici olabirken, önemli bir kısmıda işsizler ordusuna katılmışlardır. Bir taraftan tarımsal üretim düşerken, diğer taraftan tüketici sayısı nüfus artışınında katkısıyla artığından, yoksul ülkelerin gıda ve beslenme alanında dışa bağımlılığı sürekli olarak artmıştır. Köylerden gelenlerin büyük bir çoğunluğu altyapıdan yoksun ve koşulları çok sınırlı olan gecekondulara yerleşmektedir. BM nüfus tahminlerine göre 2020’de 2 milyar kişinin yoksul ülkelerin şehirlerinin gecekondularında yaşayacağı tahmin edilmektedir. 1980’den sonra başlayan süreç SSCB’yi tarihe mal etmiş ve 2 kutuplu dünyadan ABD’nin hegomonyasında küreselleşmenin hızlandığı bir sürece girilmiştir. İletişim ve ulaşım alanlarındaki gelişmeler küreselleşmeyi derinleştirip ve yaygınlaştırarak yoksul ülkelerdeki talebi körükleyerek zengin devletlerdeki tüketim kalıplarını yoksullara dayatmıştır. Bunun sonucu dünya genelindeki talep nüfus artışının da etkisiyle üretimden daha hızlı artmaya başlamış, yoksul ülkelerdeki tarımsal üretim ise İMF ve Dünya Bankasının dayatmalarıyla endüstriyel tarım ürünlerine yönlendirildiği için tarımsal üretim talebe karşılık veremeyecek düzeye inmiştir. Bunun yanı sıra aşırı büyüyen finans sektörü paranın getirisini yükseltmek için spekülasyon konusunda sınır tanımamakta ve tarımsal ürünler üzerinde yüksek karlar yapacağını tespit ederek bu alana büyük sermayeler yatırmış ve talep artışının alduğu koşullarda fiyatların aşırı yükselmesine yol açmıştır. Fiyatlardaki hızlı artış karşısında nüfusların besleyemeyen 40’tan fazla yoksul ülke yeterli ithalat yapamadığı için açlıkla karşı karşıya gelmiştir. Kapitalizm öncesinde yerel kalan kıtlık, küreselleşen dünyada tüm dünyayı etkileyen bir fenomene dönüşmüştür. Açlık bu denli yaygın olması zengin ülkeleri korkutmuş ve bu durumu kontrol etmek ve açlık krizini aşmak için bir çok toplantı düzenlenmiş, son olarak 7 – 9 temmuz arasında Japonya’da düzenlen G 8 toplantısında gıda ürünleri fiyatlarını regüle etmek ve kıtlıkla mücadele etmek için alınması gereken önlemler ele alınmıştır. Artık kıtlık sadece yoksulların sorunu olmaktan çıkmış ve zengin devletler dengeleri korumak amacıyla yoksul ülkelerin halklarını bulundukları konumda tutmak için işbirliği yaparak tarımsal üretimi ve tarım ürünleri fiyatlarını dengede tutmaya çalışacaklardır. Sonuçta. yapay dengelerin ne kadar süreyle sürdürülebileceğini zaman gösterecektir. Ahmet ALİM France, 9 Temmeuz 2008
Re: Açlık Zenginlerin Krizi