22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimleri
22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimleri Türkiye ve Kürdistan için yeni bir döneme girildiğini göstermektedir. Bu seçimlere ilişkin bir değerlendirmeden önce, DEHAP'ın 2002 seçimlerinde elde ettiği sonuçların analiz edildiği 21 Kasım 2002 tarihli makalenin aydınlatıcı olacağı açıktır. 3 Kasım Seçimlerinin Analizi ve DEHAP'ın Durumu Türkiye siyasetinde büyük bir alt üst oluşa işaret eden 3 Kasım 2002 seçimleri, 12 Eylül 1980 darbesi ile Türkiye'de empoze edilmek istenen siyasal rejimin nasıl sonuçlandığını göstermesi açısından çok öğreticidir. Bu yazıda öncelikle 12 Eylül'ün yaratmak istediği rejime ilişkin kısa bir gönderme yaptıktan sonra, 3 Kasım seçimlerinin sonuçları üzerine bazı değerlendirmeler yaparak, DEHAP'ın seçim kampanyası ve aldığı sonuçları analiz ederek, önümüzdeki dönem için önerilerle bitirilecektir. Siyasette iki akım Türkiye'deki siyasal rejimin iki ana elemanı olan merkez sağ ve sol eğilimler, 19. yüzyıl sonlarında kurulan ve sonra ikiye bölünen İttihad-ı Terraki'nin 1902'de Paris'te yapılan 2.Kongresinde Prens Sabahaddin'in önderliğindeki liberal ve ademi merkeziyetçi kanad, Jakoben, merkeziyetçi yönetimden ayrılarak Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyet'ini kurmuştur. 1908'de ilan edilen, II. Meşrutiyet'ten itibaren, Türkiye ağırlıklı olarak merkeziyetçi, batıcı, Sekular ve Jakoben özellikleri ağır basan İttihad ve Terrakki geleneğinden gelen CHP ve bu eğilimden gelen kesimler tarafından yönetilmiştir. Bunun istisnası, Prens Sabahaddin geleneğinin devamı sayabileceğimiz, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve ANAP'ın hükümet olduğu dönemlerdir. (Hükümet olmakla, iktidar olmak ayrı kavramlardır ve göreceli olarak 1950-1960 dönemi hariç esas iktidar odağı hep ORDU eksenli olmuştur). Bu kısa hatırlatmadan sonra 1980'de yapılmak istenen rejim değişikliği ele alınacaktır. 1980 Darbesinin rejimi 1970'li yılların sonunda Türkiye siyasal, ekonomik sosyal alanlar başta olmak üzere büyük bir kriz yaşamakta idi. Emekçiler ve demokrasi güçleri krize bir çözüm olamayınca, esas iktidar olan ORDU 12 Eylül 1980'de darbe yaparak yönetime fiili olarak el koymuştur. Bu darbe, Türkiye'de siyaseti, ekonomiyi ve sosyal hayatı zapt-u rapt altına alarak, Türkiye halklarına bir deli gömleği giydirmeyi amaçlamıştır. Özellikle, Jakoben ve merkeziyetçi anlayışın ürünü olan bir anayasa hazırlatılmıştır. Böylece, siyasal ve sosyal alanlar, iktidarı MGK kanalıyla kontrol eden ORDU'nun tapulu arazisi haline getirmiştir. Özünde yapılmak istenen, iktidarın (MGK) mutlak kontrolunda olan, iki partili bir rejimi kalıcı bir şekilde yerleştirmek idi. 2002 seçimlerinden sonra, 5 Kasım'da T.Erdoğan ve 6 Kasım'da ise D.Baykal, Türkiye'nin iki partili bir sisteme nihayetinde kavuştuğunu ve bu rejimin gelişmiş batı toplumlarında önceden uygulanmakta olduğunu ve bu sistemin ülkenin önünü açacağını söyleyerek bu rejimin savunuculuğunu yapmıştır. (Hatta T.Erdoğan bu sistemi kalıcılaştırmak için, seçim sisteminde gereken düzünlemeleri yapacaklarını açıkladı). Böylece, merkezdeki iki parti diğer küçük partiler tarafından tehdit edilmeyecek ve iki parti dönüşümlü olarak ülkeyi yöneteceklerdir (ABD ve İngiltere gibi). Yalnız bu durumun geçici bir hal olup olmayacağını önümüzdeki yıllarda görülecektir. Fakat, bu sonuç dünyanın en anti-demokratik seçim sistemlerinden birisinin sonucu olan bir kazadır. Zaten bu sistemi yerleştirmek için düzenlenen, 1982 anayasasından sonra 1983'te yapılan ilk seçimlerde bu sistem tutmamış idi. Açıkcası, 1982'deki plebisitte %91.2'lik oy oranıyla onaylanan, anayasanın yapıcılarının adayları olan Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Halkçı Parti'den birisi yerine, Özal'ın ANAP'ı seçimleri kazanarak sürpriz yapmıştır. Özal'ın bu seçimlerde Türkiye'de ilk defa uyguladığı "Lider" imajının program ve parti ideolojisinin önüne geçtiği kampanyası halkın generallere tepkisi ile birleşince sivil imajlı Özal seçimleri %45'lik oyla kazandı. Ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihi koşullarına uymayan 12 Eylül'ün öngördüğü, rejimin uygulanabilirliği daha ilk seçimlerde tutmayacağı anlaşılınca, 1961 anayasasının 111. maddesiyle oluşturulan daha çok askeri özellikler gösteren ve askerler ile cumhurbaşkanından oluşan danışma kurulu olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK), 1982 Anayasa'sının 118. maddesince yeniden düzenlendi. 1983 seçimlerinden bir ay önce ise bu kurulun görev yetkileri Ordu'nun iktidarını güçlendirip kalıcılaştırılacak şekilde anayasal güvencelere kavuşturuldu. Nihayetinde, 3 yıllık yoğun baskılar altında programlanan rejimin sigortası olan MGK, hükümet olan tüm parti ve koalisyonların üstünde olarak, devletin idaresinde ORDU'nun rolünü kalıcılaştırarak, hükümetlerin marjlarını iyice daraltmıştır. 12 Eylül'ün Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden 20 yıl sonra yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde öne çıkan en önemli olgu siyasetin esas aktörleri olan siyasal partilerinin klasik biçimden çıkarak, "yönetim şirketi" biçimini almaya başlayarak, lider karizmasına dayalı bir seçim kampanyasının belirleyici olmasıdır. Seçimlerle ilgili değerlendirmelerimize geçmeden önce 3 Kasım seçimlerine ilişkin veriler aşağıdadır. 3 KASIM'IN SONUÇLARI Toplam seçmen sayısı : 41.382.462 Kullanılan oy : 32.646.124 Geçerli oy : 31.528.783 Seçime katılma oranı : %78.9 Geçerli oy oranı : %76,2 Geçerli oylara göre : %53.7 Toplam oylara göre : %40.9 AKP oylarının Genele oranı : %34.3 AKP oylarının Türkiye G. oranı : %26.1 Partilerin analizi Partiler bazı kriterlere göre gruplanarak, seçimlere ilişkin analizlere devam edilecektir :1- Sağ ve sol tandanslı oylara göre gruplama; a) AKP, DYP, MHP, ANAP, SP, BBP, YP, BTP, LDP ve MP'den oluşan sağ partiler geçerli oyların %70'ni almıştır. b) CHP, DEHAP, DSP, YTP, İP, ÖDP, ve TKP'nin oluşturduğu sol partilerin oyları ise ancak %29 olmuştur. 2- IMF'ye alınan tavra göre gruplama; a) AKP, CHP, DYP, MHP, ANAP, SP, DSP, YTP, BBP, BTP, LDP ve MP'nin oluşturduğu partiler grubu, IMF yanlısı tavırlarını açıklayarak ülke ekonomisini IMF'nin belirlediği politikaları uygulayacakları açıklayarak geçerli oyların %83'ünü toplamışlardır. b) DEHAP, GP, YP, İP, ÖDP ve TKP'den oluşan partiler grubu ise IMF'yi ve politikalarını ret ettiklerini söyleyerek %15,3 oranında oy alabilmişlerdir. 3- Koalisyon partilerine ve muhalefet partilerine verilen oylara göre gruplama; a) DSP, MHP ve ANAP'ın oluşturduğu hükümet koalisyonu geçerli oyların ancak % 14'7'sini alabilmişlerdir. b) Muhalefeti oluşturan 15 parti ve bağımsızlar ise oyların % 25'3'ünü kendilerine çekmişlerdir. 4- Gerçek bir demokrasi, Kürt sorunu azınlık hakları konularında alınan tavra göre gruplama; a) Gerçek bir demokrasi oluşturularak, azınlıkların ve Kürt halkının önündeki kendilerini ifade engellerinin kaldırılmasını savunan DEHAP geçerli oyların %6.22'sini toplayabilmiştir. b) Uygulamadaki sistemi demokrasi kabul eden ve azınlık hakları ve Kürt sorununa katı ve inkarcı bir yaklaşım içinde olan partiler oyların % 93'ünü almışlardır. Bu partilerin öne çıkardığı temalar ise daha çok popülizm, milliyetçilik ve dini alanlarda yoğunlaşmaktadır. Türk rejiminin merkezi 1980 darbesine kadar Türk siyasetini belirleyen merkez sağ ve merkez sol'un durumu, seçim sonuçlarında ele aldığımız ilk maddedir. Türkiye siyasetinde merkez her zaman devlete endeksli olagelmiştir. Yani hükümet olabilmenin yolu merkeze yerleşmekten geçmektedir. bundan dolayı, merkezin tanımı hangi partilerin bu kategoriye girdikleri ve burada kalıcı olup olmayacakları sorusuna cevap teşkil eder. Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti çerçevesi iyice belirlenmiş hikmetinde sual olunmayan her derde deva resmi ideoloji kemalizmin ORDU yorumu, içine giren siyasi partileri merkez partiler olarak kabul eder. Fakat, 1990'lı yıllarda ve 2000'lerin başlarında bu konuda çok çelişkili durumlarla karşılaşılmıştır. Örneğin; resmen bir merkez partisi olan DYP merkeze ait olmayan duruşlar gösterirken, MHP kendine merkezde yer aramış ve bugün AKP ve Erdoğan kendilerine merkez sağ misyonu yüklemişlerdir. Önümüzdeki süreçte, AKP'nin merkeze kabul edilip edilmeyeceğini hükümet uygulamaları ile daha iyi göreceğiz. Merkez sağ ve merkez sol Bu kısa parantezden sonra; Türk siyasi yaşamı ve seçimlerinde hep belirleyici olan, merkez sağ ve sola ilişkin değerlendirmelere geçebiliriz. Tek parti yönetimini hariç tutarsak, 1950 ve 1954 seçimleri dışında 2'den fazla parti parlamentoda temsil olanağı bulmuş ve 1990'lı yıllara kadar merkez dışı partiler en fazla % 10 dolaylarında oy almışlardır. Bu çerçevede, 1986'da yaptığımız bir istatistiki analize göre, 1950 seçimleri ile 1979 ara seçimlerinde partilerin aldıkları oyları sağ ve sol partiler esasına göre gruplayarak yaptığımız projeksiyonun sonuçları aşağıdaki gibidir: Sağ partiler bloku % 53,5 oya sahip iken sol partiler bloku % 37,5 oya sahiptir. Dolayısıyla, merkez dışı partilerin oy oranı % 9'dur. Özellikle 1970'li yıllarda, tek başlarına çoğunluğuğu sağalayamayan merkez partilerini hükümete taşıyan bu merkez dışı partiler (MSP, MHP ve bağımsızlar) olmuştur. Bu durum, dönemin ekonomik ve sosyal yapısı ile bir uyumluluk içerisindedir. Zira, 1980'lere kadar sosyal devlet politikaları temelinde uygulanan, Keynezyen iktisat politikaları bir orta sınıf yaratarak, rejimin istikrarı ve geleceğini bu sınıfın genişletilmesinde görmekte idi. Sistemden beslenen bu orta sınıf ise bu sistemin devamını sağlayacak merkez partilerini dönüşümlü olarak hükümet ve/veya muhalefete getirmekte idi. Başka bir deyişle, görünürde ve/veya uygulamada olan politik, ekonomik, sosyal vb. tüm politikalar ORDU'dan onay alınarak; seçmenlere çoğunluk olarak oylatılarak uygulanır. Böylece, şekli demokrasinin yönetilenlerin yönetime katılması, gerçek bir katılım olmadan en geniş kesimlere götürülmesinin bir yolu olarak, için seçimlere başvurulmakta idi. Burada mevcut hükümet partisine karşı uygulanacak alternatif politikaların ORDU'dan çıkarak, basın-yayın, resmi ideolojinin sözcüsü aydınlar vb. kanallarla halka ve seçmenlere benimsetilen politikaların, hangi lider ve parti kanalıyla en istikrarlı ve kapsamlı şekilde uygulanacağına karar verilen düzlem seçimlerdir. Bu anlamda, rejim kendisi için tehlikeli saydığı üç parti liderinin seçimlere katılmasını engellemiş ve AKP seçimlerde Erdoğan'ı aday göstermeden girmiştir. Yani, genel anlamda AKP'nin seçimlere katılmasına izin verilmesi, bu partinin anketlerde hep birinci parti olmasına rağmen, ORDU'nun bu hassas dönemi AKP ile görtürmek isteği şeklinde yorumlanmaktadır. Zira, içinde geçmekte olduğumuz dönem Türkiye ve bölge için önemli kararların alınacağı ve ciddi değişikliklerin olacağı bir dönemdir. Türkiye, 12 Aralık 2002 Kopenhag'da AKP Hükümeti döneminde, AB'ye üyelik için tarih (Aralık 2004)' aldı. Bu da 1963'ten beri süren AB'ye üyelik sürecinin önemli bir noktası oldu. Diğer taraftan, ABD yakın bir gelecekte Irak'a müdahale edecektir. Bu müdahale Ortadoğu'daki dengeleri zorunlu olarak değişikliğe uğratacaktır. Bu bölgede sınırların değişiminden tutalım bazı devletlerin tarihe karışması ve yeni devletlerin ortaya çıkması ile sonuçlanabilir. Ordu eksenli iktidar bu zor dönemde kolayca harcayabileceği ve hükümet tecrübesi az olan bir partiye, hükümet olma yolunu açmıştır. Neticede, AKP devlete rağmen seçimleri kazanmamış, aksine içinde bulunduğumuz dönemin ihtiyaçlarına en uygun olan parti olduğu için seçimleri kazanmış veya kazandırılmıştır. Ahmet Alim Fransa Kasım 2002