2009 Kürdistan'ın Kuzeyi İçin Kayıp Bir Yıl Oldu
Amacım bir bütün olarak 2009 yılında Kürdistan'ın Kuzeyinde olup-bittenlerin bir değerlendirmesi değildir. Yazacakların sadece sözü edilen 'açılım süreci'yle ortaya çıkan resmi nasıl gördüğümle sınırlı kalacaktır.Genel de, Kürdlerin durumu pek parlak olmasa da, Kuzeyin durumu içler acısıdır. Kuzey Kürd'ü kendisiyle oynanan bir nesne haline dönderilmiştir. Halk Türk egemenlik sistemi ve Apocu ihanet arasında kartopu misali kendisiyle oynanmaktadır. Umut verici dinamikler bu her iki güç tarafından danışıklı bir savaşın girdabında heba edilmektedir.Bunun en bariz örneği 'açılımi' dedikleri süreçte yaşananlardır. Sistem ve ihanet adeta Kürd halkıyla birlikte oynadı. Son dönemlerde Kürdlere bir serap gösterildi ve oraya yönlendirildi. Sorun çözüldü ha çözülecek havası yaratıldı. Halka bol bol umut pompalandı. Sorunun ismi bile telefuz edilmeden herkes sorunun çözüm adresi oluverdi. Kimi de eyvah benimde bu çorbada tuzum olsun hesabıyla dalkavuklukta prim yaptı. Ne diyelim. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var hesabı.Türk hükümeti öyle bir hava yarattı ki, Türkiye sevdalısı Kürdler 'çözüme katkı' sunmak için birbirleriyle yarıştı. Gizli örgüt kurmadıklarını, eline silah almadıklarını, devletin sınırlarına daima saygılı olduklarını değişik araçlarla gümdeme taşıdılar. A. Öcalanın emriyle Türk egemenlik sistemine teslim edilen Apocu gruplarla öyle bir izlenim yaratıldı ki Öcalancı kesim, 'Türkiye eski Türkiye değil, sorunu çözecek bir irade var' deyip, sorun çözülür mesajını topluma pompaladılar. Sabrımızı taşırmayın diyen misak-ı millinin Türk cenahtaki zevat ta teslim olanlar anelerinin yiyeceği içli köfteyi yerlerse bu iş bitti havasını çaldı.Ne değişmiştide bu hava estirildi? Ortalama insan bunu anlamadan karşılıklı sert mesajların verilmesi ve silahların yeniden ateşlenmesi ile ortalık yeniden toz dumana verildi.Arkasından bu da, olmadı sil baştan havası çalındı.Kürd milleti ile oynanan bu oyun sergilenirken, evet biz 'katırı doğurtamasınız' demiştik. Her ne kadar sorunun çözümünü istenmeyenler olarak algılandıksa da, aslında istemeyenlerin yukarıdaki havaları çalanlar olduğu kısa bir sürede açığa çıktı.Her ne demekse bir 'demokratikleşme ve normalleşme süreci' başladı diye kulaklara öflendi. Sahi ne demekti, 'demokratikleşme ve normalleşme süreci'?Demokratikleşmeyi anladık diyeyim, ama demokratikleşme mücadelesi, -gerçi sistemin tabularına dokunacak dişe dokunur bir çaba ortalıkta yok- olsa bile tek başına Kürdistan sorununun çözümünün kendisi olmadığı açık. Kuşkusuz Türkiye'de varsa eğer bir demokratikleşme mücadelesi Kürdler, bunu canı gönülden destekler, ama demokratik bir Türkiye Kürdistan sorununu çözmüş bir ülke olmayabilir. Dünya da bunun sayısız örneği var.Peki gözümüzün içine ikidebir sokulan şu normalleşme nedir? Eğer normalleşmeden anlatılmak istenilen tek taraflı Kürdlerin elindeki silahların susması ise bunun sorunun çözümü yönünde bir anlamı yok. Bilinir! 1938 sonrasından 1970'lerin ortalarına kadar Kürdler silaha baş vurmadı. Ama Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karşı en ince, en çirkin, en acımasız uygulamaları bu döneme denk gelir. Kürdistan Sorunu Bir Devrim Sorunudurİsmine ne derseniz deyin nihayetinde dünyada çözümü en güç bir sorun var karşımızda. Sorun tartışılacaktır elbette. Soruna ilişkin taraflar çözümünü dile getirecek ve varsa güçleri uygulama alanına süreceklerdir. Bu güne dek yapılan gibi. Gel-gitler devam edecektir. Bu nedenle sorun ele alındığında 'açılım' dedikleri süreç ne AKP ile başladı ne de onunla bitter. Gerçi açılım sürecinden ne anlamamıza bağlıdır. Kürdistan sorununun çözümünden bahsediliyorsa yok öyle bir şey. Fakat kimi demokratik reform hamleleri olacak. Bu bir yerde AKP'nin varlık nedenide olacak. Ordu merkezli Kemalist güçleri geriletmenin ve hükümet olarak kalmanın bir yerde garantiside budur. Bana göre süreç, AKP ve ordu merkezli Kemalist güçler arasında süren mücadele aranasında kendi mecrasında devam edecektir. Sözü edilen 'açılım'a bakıldığında sorun Kürdistan sorununun ötesindendir. Çünkü her halükarda sorunun sahiplerinin muhatap kabul edilmediği bir koşulda sorunu çözerim diyen çözümsüzlüğe bıraktığını söylemek abartılı bir tespit değildir. Bu gerçekliğe karşın bir gerçeklik daha var. Kürdler adına ortada bir muhatap ta yok. İşin gerçeği tarafların bir çözümsüzlük içinde olduğudur. Bu çıplak gerçeklik hem Türk egemenlik sistemi, hem de Kürdler açısından böyledir.Kürdistan sorununun çözümü için Türk egemenlik sistemin hiçbir kanadı tarafından kamuoyuna sunulan ne demokratik, ne de başka bir proje var. Fakat AKP'nin kendi konumunu güçlendirmek için bazı girişimleri var. Nedir diye sorarsanız sözü edilen her ne demekse 'açılım'la hedeflediği Kürdistan sorunu üzerinden ordu merkezli Kemalist güçleri geriletme mücadelesidir. Bunun yanısıra ordunun tetikçisi konumuna gelmiş Öcalan ve örgütünü denetimlerine almaları ve gücü yeterse tasviyesidir. Bunu başarabilirlerse büyük bir iş yapmış olurlar. Bu iyi bir şey midir? Elbette! Kemalistlerin geriletilmesi tüm demokratik kesimlerin yanısıra Kürdlerinde çıkarınadır. Yanısıra Öcalan ve örgütünün tasviyeside. Bu güne dek olup bittenlere bakıldığında bunun tersi bir gelişme oldu.'Açılım süreci' Öcalan ve örgütünü güçlendirdiği bir gerçektir. Bunun mimarı Türk Genelkurmayıdır. Güneyden geitirilip teslim edilen grupların kitlesel karşılanması, İmralı cezaevi koşullarının kötü olması bahanesiyle halkı sokağa dökmeleri, DTP konvoylarına yapılan saldırılarla mağdur duruma sokulması ve sonuçta Türk Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması vs. Öcalan'ı güçlendirme operasyonunun duraklarıydı. Sonuçta da sürecin tek hakim unsuru olduğu herkese algılandırıldı.Öcalan'ın güçlendirilmesi, Türk egemenlik sistemin ordu merkezli Kemalist kanadın politıkasıdır. Onun vasıtasıyla hem Kürdleri kontrol etmek, danışıklık temelde kontrol altına alınmış bir savaşla orduyu toplumda kurtarıcı aktör olmasını sağlamak, sistemin diğer kanatlarını iktidardan uzak tutmak gibi bir çok işlev görmektedir.Bunlar herkesin gözü önünde seyretmektedir. Bu kadar açık ve aleni ilişkilere karşın kimi Kürd çevrelerince Öcalan'ın Kürd milli kurtuluşcusu olduğu tezi ileri sürülmesi izlenen anti-Kürd politıkanın destekleyicileri konumuna düşmesine yol açmaktadır.Düşünmek gerekir. Sözde sistem tarafından bu kadar “tehlikeli” görülen bir örgüt kendi elerinin altında olan bir unsura nasıl oluyorda yönlendiriliyor? Bu bile sorgulanmiyor. Dünyada bunun benzeri var mı acaba diye kendilerine masum bir soru bile sormuyorlar. Sahi Türk egemenlik sistemi bu kadar mı demokratikleşti? Her hafta onun adına sayfalarca talimat avukatların eline verilip örgütü yönetmesini sağlayan mekanizma bu işi niye yapar diye düşünülmüyor. Eline verilmiş telefonla örgüt, grup ve hatta bireylerin nasıl hareket ettirilmesine niye müsaade ediliyor?Bu imkanların Öcalan'a sağlandığını herkes biliyor. Ama işin tuhaf yanı sistem sahipleri buna rağmen onu teröristbaşı, kimi Kürdler, onu Kürd milli kurtuluş mücadelesinin önderi ilan eder. Ne handikap!Kürd aydın ve politıkacısı aklını başına toplamalıdır. Kişisel kaygılarını bir yana bırakıp ihanete ihanet diyebilmelidir. Demeye yürekleri yetmiyorsa susmasını bilmelidir.Kürdler, Öcalan ve örgütünden kurtulmadıkça boyunlarında gönülü kölelik ilmiği eksik olmayacaktır. Bu nedenle Kürdlerin başına bela olmuş Türk Genelkurmayın bu tetikçilerini kim tasviye ederse etsin desteklenilmesi gerektiği kanısındayım.Sistemin AKP ve ordu merkezli Kemalist kanatları arasında iktidar mücadelesi el-ense çekmelerle sürüyor. Kişi olarak temenim Kemalist kanadın nakavt olmasıdır. Bu, hem Türklere, hem Kürdlere birazda olsa nefes aldırır.Eğer 'açılım'a Kürd-Kürdistan sorunun çözümü yönünde bakılıyorsa bu büyük bir yanılgı olur. Oysa bunun tersi doğrudur. 'Açılım' esprisiyle hedeflenen Kürdleri Türk milleti içinde daha ince bir hasapla eritme girişimidir.Gerçi ortada bize yansıyan bir proje yok. Olanında “milli birlik ve kardeşlik projesi” olduğudur. Bununda sonuçları ortada. Cumhurriyetle birlikte uygulamada olan bu proje. Şu an sözü edilen, geçmişin bir tekrarı olur. Türk egemenlik sistemi Kürdlerin inkarı üzerine kurulmuştur. Sistem bir bütün olarak temelinden sarsılmadan Kürdistan sorununun çözümü mümkün değildir. Çünkü Kürdistan sorunun çözümü sistemin varlık sorununu göndeme getirir. Hangi kanat ta olursa olsun sistem sahiplerinin bunu göze almasının mümkünü yoktur. “İyi şeyler olacak” dedikleri, Kürdleri eski sistem içinde nasıl yönetebiliriz hesabı yapılıyorsa bu tutmaz. Bir asıra yakındır uygulandı bu. Olmuyor. Kürdleri bir soykırımdan geçirip sorunu çözme dönemide bitti.Bu günden sonra Kürdleri boş vaatlerle kandırmak dönemi de, çoktan aşıldı.Geriye sistemin temel taşlarına dokunmadan Kürdleri de, razı edecek bir düşünceleri var. Ama bununda içi doldurulmuş değil. En aşağı bize yansıyan bu. Devletin derin dehlizlerinde ne pişiyor, yarın önümüze neyi servis edeceklerini bilmiyoruz. Bu nedenle Kürdlerin kafasıda bulanık. Bir açılım sürecidir deniliyor ama, neyi açıyorlar kimsenin bir bildiği yok. Bu bağlamda neyi destekleyip desteklemiyeceğimizde karanlıkta kalıyor. Kimi çevre balıklama atılsada neyi destekliyorsunuz diye sorulduğunda verebilecekleri bir cevapları yok. Ama tüm bu olup bittenlere rağmen ister kimin teşvik ve zorlamasıyla, ister Kürdlerin mücadelesi sonucu, ister TC devletinin kimi bazı kanatların iyi niyetiyle, sebebi ne olursa olsun Kürdistan sorununun Türk meclisinde tartışılması bile başlı başına çok önemli. Bizim anladığımız anlamda sorunu çözme diye bir anlayışları elbette yok. Mevcut sistemle zaten mümkün değil. Dahası Kürdistan sorunu sıradan bir sorun değil. Dil-diş meselesi değil. Ülke, millet ve iktidar meselesidir. Sorunun bu temelde çözülmesi demek TC devletinin bekasını alt-üst eder. Bu nedenle sistemin hangi kanadı olursa olsun sorunu çözüyorum desede inandırıcılığı olmaz. Onların anladığı çözüm Kürdleri bir millet olmaktan çıkarıp TC devletinin kimliksiz vatandaşları olarak kabul görülmesidir. Kürdlerin bazı demokratik istemleri konusundan da bazı cilalı adımların attılmasıdır. Bunlarda kolektif haklar olmaktan öte bireysel haklarla sınırlı kalacağıdır. Burada şunuda görmek gerekir. Sorunun çözümü olmaz ama, tartışma masasına getirilmesiyle bir çok konunun açığa kavuşmasınada yardımcı olacağı kesin.'Açılım süreci'yle Birçok Gerçekte Su Yüzüne ÇıktıKürdler, 70 yılı aşkın bir zamandır 1938'de Dersim'de olup bittenleri kimseye inandıramadı. Açılım süreci bunu net olarak ortaya koydu. Evet Dersim'de olan bitten bir soykırımdır. Biz Kürdler yıllardır bunu dile getirdik. Kimseye kendimizi anlatamadık. Ama bu 'açılım'la bunu devletin kendisi itiraf etti. Kürdler, bunun için tüm dinamiklerini harekete geçirseydi ve milyar dolar bu uğurda harcasaydı bunu onlara dedirtemezdi. Ama her ne sebeble olursa olsun bu 'açılım'la sistemin tüm kanatları bunu bilerek mi, bilmiyerek mi kabul etti, ama ettiler. Kimi yaptık, etik, kestik, bu günde yapmamız gereken budur dedi. Kimi de bunun adı katliamdır dedi.Sonuçları büyük olacaktır. Şimdiden bunun sayısız emareleri ortaya çıktı. En aşağı Alevi kardeşlerimiz evlerinde astıkları dede-baba katilinin resmini indirmeleri için düşünmelerine vesile olur. Bu bile az şey değildir. Yanısıra bir asıra yakın bir zaman diliminden inkar ve imha üzeri inşa edilmiş Türk egemenlik koşullarında bazı demokratik hakların verilmesi başlı başına bir devrimdir. Kafamızı proje var mı, yok mu meselesine takmamız gerekmiyor. AKP'nin samimi olup olmaması bir yana “iyi şeyler olacak” gibi neyin iyi olacağını bilmemiz gereken bir proje aramakta gerekmiyor. Bu koşullarda bunun mümkünü yok. Ne devlet, ne ordu merkezli Kemalist güçler, ne de hükümet olarak tek tek veya birlikte üzerinde anlaştıkları bir 'çözüm' projesi'ni ortaya koymaya hazır değildirler. Üzerinde anlaştıkları cumhurriyetin temel felsefesidir. Bunun ötesi yoktur.Ama bu kesimlerin başka alanda kıran kırana bir mücadele içinde olduğu gerçeği var ortada. Bu alan Kürdistan sorunu değildir. AKP'nin Kürdistan sorununu çözümü konusunda ne yapmak istediğini onun adına şöyle-böyle yapmak istiyordu, ordu bunu istemiyor demek doğru değildir. Ama ordunun Kürd-Kürdistan sorununun çözümü yönünde bir anlayışının olmadığını ortada. Mesele böyle olunca AKP'nin tek başına samimi olsada yapabileceği pek fazla bir şey yok. Çünkü önünde bir asıra yakın süren bir ordu iktidarı var. Bunu aşmak AKP'nin başaracağı bir iş değildir.Devleti kuran, sahibiyim diyen kuruluşundan bu güne iktidar olan ordu Kürd-Kürdistan sorunundan esneyebilir mi diye düşündüğümde evet demek için ortada bir veri yok, ama bunun aksine bu ordunun intiharı demek olduğunu söylemek yanlış değildir. Ordu da, durduğu yerde intihar etmiyeceğine göre olumlu bir beklentiye girmenin gereği yok.Her şeye rağmen AKP, her demokratik ülkede olduğu gibi orduyu asli görev sınırları içine itebilir mi diye bir fikir cimnastiği etsekte bunun cevabıda negatiftir. Her ne kadar “Ergenekon yargılamaları” ile orduya bir darbe vursada bir bütün olarak orduyla bir hesaplaşmayı göze alamamaktadır. Bu da AKP'nin samimi-samimiyetsizliğinden öte gücüyle orantılı bir olay. Samimi olsa bile buna güce yetmez.Samimi olmadğı ayrıca bir gerçek. AKP'nin Kürdistan sorununu çözme diye bir plan projesi yok ve olmayacak. Eğer önümüze sürülen şu meşhur 'iyi şeyler olacak' tekerlemesiyse bunun esas amacının Kürd milletini devletsiz ve kimliksiz kalmalarını öngörmektedir. Bunun lamı cımı yok. Kemalist güçleri bir yana bırakalım. AKP'ninde Kürdistan meselesinden bu güne dek izlediği politıkalarına bakılırsa onlardan kalır bir yanı yoktur. “Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek dil”, tek kuzulkurtlar onlarında amentüleridir. AKP, bunu aşabilir mi? Sanmıyorum. Beklememekte gerekir. Bu sorun Kürdlerin sorunudur. Ne zaman ki, Kürdler; millet olmadan doğan haklarını formüle etti, bunu mücadelesiyle sömürgeci sistem ve uluslararası güçlere gücüyle dayattı, sorunun çözümü o zaman gündeme gelir. Yoksa kıravat takıp, bavulunu hazırlayıp, sistem sahiplerine mektuplar düşeyip çözümünüze katkı sunmamıza vize verin mantığıyla Kürdler daha çok kölelik zincirini boyunlarında taşırlar.Emanetçilik KapukulukturÖcalan hakkındaki görüşlerim biliniyor. Tek cümle ile ifade etmek gerekirse Türk devletinin Kürd milli mücadelesini tasviye etmek için devreye koyduğu bir Kürd-kırandır. Geşmişte olup-bittenleri bir yana bıraksakta, açılım sürecide gösterdi ki, kendi bireysel pozisyonunu çözümün önüne çıkarmasının nedenide budur. Fakat işin ilginç tarafı bazı Kürd aydın ve politik çevrelerce ortaya çıkan sayısız veriye rağmen Öcalan'ı Kürd tarafı olarak devlet tarafından niye kabul görmediği düşüncesidir. TC devletinin şu veya bu kanadının böyle bir istemini anlarım ama, Kürdlerin böyle düşünmesini anlamaktan zorlanıyorum.Öcalan, Türkiye'ye gelmesiyle birlikte eskiden beri bağlı olduğu devletin kendisi olan derin güçlerin denetiminde olan bir alanda tutuldu. Eski yol arkadaşlarının bir çoğu şu an Ergenekon dosyasından yargılanıyor. Bu konuda bir panik yaşıyor. Onun kendini yaşatabilmesi ve konuşturması bir yerde AKP ile ordu ve sivil alandaki iz düşümleri arasındaki mücadeleye bağlı. Soruna bu temelde bakıldığında onun ordu mezkezli Kemalist kanat ta yer alması gayet normal.O günden sonra da, onun Kürdlerin ulusal demokratik haklarını elde etmek için herhangi bir projesi olduğunu söylemek anormal olur.Kürd halk kitlelerinin desteği arkasında olsada Öcalan'nın veraseti altındaki örgütlülüklerde Kürdler lehine bir olumluluk beklemek büyük bir yanılgıdır. Yanılgıdan öte Öclan'a bilerek veya bilmeyerek destek vermektir. DTP'ye haddinden fazla misyon biçildi. Peki ne oldu? İkidebir iradesizliklerini beyan etmelerinin dışında olumluluk hanelerine yazılacak bir emare ortada bırakmadan sahneden indirildiler. Şimdi sıra BDP'de. Bunların misyonu nedir, aklıselim olarak bakmak gerekir. Bana göre Türk egemenlik sistemin Öcalan'a yüklediği Kürd milli potansiyelini tasviyesinin araçları olmanın ötesinde bir misyonları yoktur. Bu anlamıyla DTP’lilerin “Demokratik Çözüm” sürecine ilişkin politikalarından bahsetmek mümkün değildir. Kendilerine özgün bir düşünceleri yoktur. Bu durum kendilerine sorulduğunda gösterdikleri adres Öcalan olmaktadır.BDP'nin akibetide onlardan farklı olmayacaktır. Öcalan ihanetinin militanı olacaklar.Öclan'ında kimin adamı olduğu, neyin politıkasını yaptığını her hafta onun adına Türk egemenlik sistem sahipleri tarafından avukatların eline tutuşturdukları metinlerde yeterlice var. Ne DTP'nin, ne de onun yerine ikame edilen BDP'nin başında olan tayfa özgür değil. İcazetli emanetçidirler. Kalk diyorlar kalkıyorlar, otur diyorlar oturuyorlar. Bağımsız bir iradeleri yok. Atanmış memurdurlar. Kendilerine denilenleri itirazsız yerine getiriyorlar.DTP'nin Anayasa Mahkesi tarafından kapatılmasıyla DTP'lilerin bundan sonra ne yapmaları gerekir meselesi tartışıldı. Aslında bu bir yerde Öcalan verasetindeki örgütlülüklerin misyonunu kavramamaktı. Bu örgütlülüklerde tek söz sahibi Öcalandır. Ne yapmaları gerektiğini çoktan söylemişti bile. Başka da kimseye söz düşmezdi. Dahası bu kapatma meselesini DTP'nin sahibi Öcalan tarafından pek önemsendiğini sanmıyorum. Bunu en güzel bir şekilde kapatılan DTP'nin Diyarbakır il Başkanı Fırat Anlı ifade etti. 'Kimse merak etmesin. Birkaç ay sonra kimse DTP'nin kapatılmasını hatırlamaz bile' dedi. Dediyse bir 'bildiği' vardı. Araya zaman geçmeden bu bildik şöyle tezahür edildi. Anayasa mahkemesinin DTP'yi kapatma kararından sonra DTP'li milletvekilleri istifa edeceklerini açıkladılar. Türk cenahtaki her kanat onları ikna edip meclise dönmelerini sağlamak için büyük bir çabanın içine girdi. Etkili olmayacağı belliydi. Bunun üzerine Öcalan devreye sokuldu. Uyarısı üzerine bu kararından vazgeçip tekrar meclise dönme kararını aldılar. Bu kararı onun dışında da kimse onlara aldırtamazdı.Peki Öcalan niye bu temelde görüş belirtti? DTP'lilerin istifa etmesi, sine-i millete dönmesi, sokağa inmesi Türk egemenlik sistemini sarsardı. Kürdlerin Ankara ile bağları biraz daha darbe alırdı. Pompalanan bembe umutlar biraz daha aşınırdı. Mevcut olan kargaşa ortamının nereye varılacağı kestirilemezdi. Bunların önünü almak ve sistemi rahatlamak için bu karar alındı ve sistem sahipleri rahatladı.Rahatlanan sadece sistemin asli sahipleri değildir. Misak-ı millinin tüm gönülü bekçileri oldu. Kürd millet haklarının gaspının sürmesinden Türk ırkçılarına taş çıkaran tatlı su kurbağaları gibi öbek öbek öten, Kürdler ile Türkler arasında 'gönül bağları' keşfeden sözde sosyalist ve demokratlar, bu kararla derin bir oh çektiler. Öcalan ve örgütü, onları bir kez daha rahatlattı.Aynı rahatlamayı Ankara sevdalısı Kürdlerde yaşadı. Ama nereye kadar?Kim ne derse desin, Kürdler ile Türkler arasında 'gönül bağları' yoktur. Evet aralarında bir bağ vardır. O bağ Kürdlerin oyları ile seçilmiş Belediye Başkanlarının ellerine vurulmuş kölelik zinciridir. O zincir kırılmadıkça Kürdlerle Türkler arasında 'gönül bağları'ndan bahsetmek beyaz adamın niyetini bize gösterir.Beyaz adamın niyeti ortada. Fakat sorun bununla bitmiyor. Sakatlık Kürdlerde de var. Baba-dede, nine-anne, bacı-kardeş katline sevdası dinmiyor. Sömüge insan kişiliği kendisi her halükarda ortaya koyuyor. Bir işe yarıyor mu? Ne gezer!Kürdler, ne kadar yalvarırsa yalvarsın Türk egemenlik sistemin Kürdler hakkındaki bakışı değişmiyecektir. Değişir diyenler halkın oyları ile seçilmiş Belediye Başkanlarının birbirlerine bağlanmış haldeki utanç resme baksınlar. O resim, Türk egemenlik sistemin Kürd milletinin bağımsızlığı, özgürlüğü gasbedilişinin resmidir. Osmanlıyı bir yana bıraktık. Bir asıra yakındır bu resmi biz Kürdlere layık gören sistem sahipleriyle birlikte yaşamayı Kürdlere dayatanlar masum değildir.Dönem Sine-i Türk Meclisine Değil Sokağa İnmeye İşaret EdiyorBir kere şunu net olarak görmek gerekir. Kürdlerin çoğu Türklerle zihinsel kopuşunu bittirmiştir. Mevcut yargı ve duruşlariyla Kürd halk kitleleri ayağa kalkacak kıvamdadır. Ama buna önderlik edecek milli bir güc yok ortalıkta. Öcalan ve örgütü ise bu potansiyelin enerjisini Türk egemenlik sistemi lehine boşa akıtmaktadır. Durum budur.Fakat bu gerçeklik kimi Kürd aydın ve politik çevreleri tarafından görülmek istenmemekte ve ihanet odağına hiçte hak etmediği Kürd özgürlük mücadelesi itici gücü payesi biçmektedirler. İdeolojik, siyasal bir kirlilik yaşanmaktadır.Şunu görmek gerekir. DTP'nin kapatılmasıyla Kürdlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapmanın Ankara nezdinde kabullenilemiyeceği mesajı net olarak bir kez daha verildi. Kürdlerin Ankara sendronumuna bir kez daha bir nokta koydu. Dağ yolu gösterildi. Türk egemenlik sistemi, dağı Öcalan ve ekibi vasıtasıyla kontrol altına almış. Bu konu da bir korkuları, bir sıkıntıları yok. Sine-i millete dönüş kararı beraberinde sokak savaşınıda getirirdi. Sokak savaşı kontrol edilmesi zor belalı bir mücadele türüdür. Sistem sahipleri bu tehlikeyi görünce resmi, sivil görevli ve kendine daima vazife çıkaran misak-ı millinin gönülü bekçileri devreye girdi. “Aman tehlike çanları çalışyor. Kürdleri kaybediyoruz. Bu ayrışmayı hızlandırır, ne edip edilip DTP milletvekilerin meclise dönmelerini sağlamak gerekir” görüşünden birleştiler. Bu işi de ancak Öcalan sağlayabilirdi. O da gerekeni yaptı.Bu olan bittendi. Fakat milli kurtululçu bir çizginin kabulleneceği bir gelişme değildi. DTP için söylemiyorum. Onun yeri belli. Görevi Öcalan üzerinde Türk sistemine hizmettir. Bunun için varedildi ve gerektiğinde de yok edilmesi pekte zor olmadı. Daima yedeği var. Güçlendirilerek ve daha da, kontrol altına alınarak devreye sokuluyor.Bunlar değilde onun yerine örgütlü milli kurtuluşcu bir parti olsaydı durum farklı olurdu. Aslında DTP'nin kapatılması beraberinde çok olumlu gelişmelere yol açabilirdi. Milletvekilleri istifa edilip sine-i millete giderdi. Sokağa inerdi. Kitleler hazırdı. Başına geçer Kürd milletinin demokratik haklarını dilendirirdi. Devletin sokak savaşı ile baş etmesi mümkün olamazdı. Bunu A. Öcalan ve örgütüde kontrol altına alamazdı. Bu günkü uluslararası ortam da, devletin soykırım yaparak bastırmasına yol vermezdi. Devleti masaya oturmasına mecbur eden yol sokak savaşından geçerdi. Dağ bunu hazırlamak için vardır. Dünyadaki milli kurtuluş mücadelelerine bakıldığında bu yol zafere götürmüştür. Bunu ancak milli bir politıkanın itici gücü yapar. Kürd milli gücü olmayan DTP'nin başındaki tayfa gibi icazetli bir ekiple olmaz.Olan bitten budur. Bunu görmek zor olmasada kimi aydınlarımız DTP'nin başındaki tayfadan plan program yapmaları beklentileriyle çok gülünç duruma düştüler.Peki Buna Rağmen DTP Niye Kapatıldı?DTP'nin kapatılmasının sayısız nedeni var. DTP'nin kapatılması ordu merkezli Kemalist güçlerin bir operasyonudur. A. Öcalan bu operasyonda baş rol oynadı. Nedensiz değildir.Ordu merkezli Kemalist güçlerin kendi muhaliflerine güç gösterisidir. Ele geçirdikleri iktidarı öyle kolay kolay 'açılım'cılara kaptırmayacağı mesajıydı.Öcalan'ın gücünü bir kez daha ordu karşıtı 'açılım'cı güçlere göstermeye yönelikti. Hatta tek muhatap olarak onu tartıştırmaya vardıracak kadar başarılı oldu.DTP içindeki mırın-kırıncıların tasviyesini sağladı.AKP tarafından başlatılan 'açılım süreci'ni durdurmaya yöneliktir. Bunlar yapılırken olup bittenlerin faturasını AKP'ye çıkarmaktır. Onu kendi silahıyla vurmaktır.Oysa ki, DTP'yi kapatan AKP değil. Sistemde iktidar olan ordu kanadıdır. Fakat bu böyle olsa da faturası AKP'ye çıkarılmaya çalışılacaktır. Özelikle bu döneme denk getirilmesinin belli başlı amaçları buydu. Hukuki olarak kapatılma gerekçesine bakıldığında bunlar kuruluşundan bu güne vardı. Niye dün değil de bu gün sorusuna cevap verilirse kapatmanın nedenide açığa çıkmış olur. Tokat eylemi bu işin tozu biberi oldu. Ama herkes biliyor ki, bu eylem olmasaydı da, DTP kapatılacaktı. Eylem DTP'yi kapatan tayfanın elini güçlendirdi o kadar. Aslında eylem kararını veren, yaptırtan ve PKK'ye fature edenlerde bu güçlerdir.Meseleye sağduyulu bakıldığında 33 erin öldürülmesi, Dağlıca, Aktütün karakol baskınları, Ankara ve Diyarbakır'da patlatılan bombalamalar kimin eseri ve kime hizmet ettiyse Tokat eylemide o güçlerin ve onların politıkalarına hizmet etmiştir. Başındanda belirtiğim gibi Türk egemenlik sistemi ve PKK Kürd millet potansiyelini tasviye etmek için kontrolü orta ölçekli danışıklı bir savaş içindedirler. Bu kirli savaşta kimin tetik çektiği, kimin üslendiğinin pek bir önemi yok. Mesele bu politıkanın çıkarlarına hizmet ediyor mu, etmiyor mu? İki taraf olarak görülen ama, aslında aynı merkez tarafından yönlendirilen bu güçlerin ordu iktidarının devamını sağlamak için bu danışıklı savaşın sürmesi çıkarları gereğidir. Sorun bu olunca, Öcalancı örgütlerin Türk ordusunun merkezde yer aldığı kanatla söylem ve eylemlerinin aynılığından bahsetmek o kadar da acayip değildir. Olan sadece bir gerçeğin görülmesi ve dile getirilmesidir. Dalkavukluk Bir Meslek Halini AlmışBir kez daha söyleyeyim. Realite bu olmasına karşın kimi Kürd aydın ve politik çevrelerince dile getirilemeyişi bir yana, tersinden Öcalan ve onun veresetindeki örgütlere Kürd özgürlük mücadelesi misyonu biçmleri anlaşılacak gibi değil. Bu da biz Kürdlerin bir çıkmazıdır. Eğer siz haklı iseniz ve haksız kadar cesaretli konuşamiyorsanız haksızlara çoktan teslim bayrağı çekmişsiniz demektir. Olan budur. Bu nedenle Kürdler kaybeden oldu.Kimi Kürd aydın ve politik çevrelere bakıyorum. Genelkurmayın tetikçisi bir şahsı ve örgütünü temize çıkarmak için o kadar kıvırıyorlar ki, neyi kurtarmaya çalıştıklarına bir anlam veremiyorum. Adamın ihanetini örtmek için tüm entekletüel birikimlerini ortaya koyuyorlar. Habire kafalarında gerekçeler yaratıyorlar. Kendileri buna inaniyorlar mı? Hiç sanmiyorum. Peki niye ihanet değirmenine güç taşıyorlar diye sorulursa herkesin elbette kişisel bir cevabı vardır. Onları burada sıralamayayım. Ama amaçları ne olursa olsun yaptıkları ihanetin yedeğine düşmektir. Bununda vebali büyüktür. Bilinmelidir ki, Kürdlerin başına ne geldiyse ihanetin değirmenine güç taşıyan bu çevrelerin de bunda büyük bir payı vardır. Bunca verilere rağmen Kürd milleti lehine A. Öcalan ve örgütünden olumlu beklentileri olanlar, bilerek veya bilmiyerek Kürd milletine çok büyük zararlar vermektedirler. Sahi bu ihanet odağı dün Kürdlere acı ve zarar vermenin dışında ne verdi de, bu günden sonra versin? Benim bildiğim bu ihanet odağının başardığı tek şey bol bol ihanetçi ve dalkavuk ürettiğidir. Aynı felaket Türkiye'de de yaşanmaktadır. Kendilerine aydın, demokrat, ilerici sıfatını takanlar bol bol bilgi kirliliği üretmektedirler.Bakınız! Demokrat olmanın kıstası devletleri tarafından ezilen bir millete bakış açısı ölçüdür. Bu ölçüye vurursak Kürd-Kürdistan sorununa endeksli Türk demokratı var mı derseniz, hepimiz biliyoruz ki, yok. Her şeyden önce Kürdlerin bir millet olduğu, Kürdistan diye bir ülkeleri olduğu, bunun toz kundurmadıkları devlet-i aliyeleri tarafından işgal ve gasp edildiği konusunda bir kabulleri yok. Etme eylemeyin komşu denildiğinde ırkçılarına taş çıkarırcasına 'sabrımızı taşırmasınlar' diyen bir zihniyet sahibidirler. Onlara sorarsanız 'sosyalisttirler', 'demokrattırlar', ama öyle değildirler.Şuna emin olmak lazım. Kürdistan konusundan bu kesimler, Türk ırkcısından daha ırkçıdırlar. Türk ırkçılığı sadece Kürdleri yok saymakla sınırlı değildir. Kürdlerin millet olmadan doğan haklarını yok saymakta ırkçılıktır. Kişinin yüzüne sosyalist, demokrat maskesi takması onu ırkçı olmaktan kurtarmıyor. Alman nazileride bu maskeyi takmıştı. Dahası Ergenekoncu Türk sosyalistleri ortada.Bağımsızlıkçı Güçler İradesizleşmiştirSonuç olarak derim ki; bence hayalci olmamak gerekir. Kimi Kürd çevrelerin kendi hayallerini gerçekmiş gibi Kürd toplumuna servis etmeye çalışmaları tehlikelidir. Bundan uzak durmak gerekir. Kimse Kürdistan sorununu çözmüyor. Hele şu çözümcüler Türk ve onun olmuş ihanet ise defalarca düşünmek gerekiyor. Tamam inkar dönemi aşıldı diyelim ama, yok etme düşüncesi egemen bir anlayış. Tek teklerle başlıyan ve bitten hassasiyetleri orta yerde duruyor. Bu mantık değişmedikçe sorunun çözümü başka bahara kalmış demektir. Bu süreci kısaltmak biraz değil, bir bütün olarak Kürdlerin elindedir. PKK'yi ayrı tutuyorum. O, düşmanın olmuş bir truva atıdır.Geri kalan Kürd politik güçlerin konumu ortada. O da umut vermiyor. Tehlike bu alanda alarım halindedir. Aşılır mı, ne zaman bilemem, ama Kürdler kendi sorunlarını çözmek istiyorlarda herkesin anladığı dilde konuşacak bir politik güç yaratmak zorundadırlar.Temenim 2010 yılında Kürdler bunu başarsın.Bu vesiyleyle tüm dostların sağlık, esenlik ve kendi ülkelerinde onurlu bir yaşama kavuşma dileğimle yeni yılını kutluyorum.28 Aralık 2009
Re: 2009 Kürdistan'ın Kuzeyi İçin Kayıp Bir Yıl Oldu