Ana içeriğe atla

Suriye’ye neden ve nasıl bir müdahale? İbrahim GÜÇLÜ

“Arap Baharı”nın, Tunus, Mısır ve diğer Arap ülkelerinde iktidarların değişimiyle sonuçlanmasından sonra, “Arap Baharı”nın tesiri bütün Afrika’da ve Ortadoğu Bölgesinde, özellikle de Arap ülkelerinde etkisini göstermeye başladı.

“Arap Baharı”nın geliştiği ve başarıya ulaştığı ülkeler, despotik, otokratik ve totaliter rejimlerin var olduğu ülkeler.

Suriye’nin “Arap Baharı”nın etkisinden kurtulması olanaklı değildi. Çünkü Suriye, oligarşik, otoriter, anti-demokratik, bir küçük mezhebin iktidar olduğu; hayatın küçük bir azınlık dışında tüm insanlar, etnik gruplar, Kürtler, farklı mezheplerin mensupları açısından çekilmez olduğu; bütün insanların hak ve özgürlüklerinden mahrum olduğu bir rejime sahip.

Suriye, Osmanlı İmparatorluğundan, Fransızların desteği ile koptu. Suriye’de bir dönem manda sistemi geçerli olmasına rağmen, bir dönem sonra bağımsız bir devlet haline geldi.

Suriye, Osmanlı İmparatorluğunun sömürgesi olmaktan çıkarken, aynı zamanda Kürdistan gibi bir sömürgeye sahip oldu. Suriye’nin Kürdistan gibi bir sömürgeye sahip olması, Lozan Antlaşması sonrası oldu.

Kasrı- Şirin Antlaşması ile 1639 yılında Osmanlı İmparatorluğu ve Fars İmparatorluğu arasında ikiye bölünen Kürdistan, Lozan Antlaşması ile dört parçaya bölündü. Kürdistan, bölgesel ve uluslar arası bir sömürge haline geldi.

Suriye, Osmanlı İmparatorluğunun sömürgesi olmaktan kurtulma meşru mücadelesini verirken, Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp etti. Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine, kendi dilleriyle eğitim-öğretim yapmasına izin vermedi.

Suriye kuruluşundan sonra Kürtler için bir zindan oldu. Başka bir deyimle, Suriye’ye “halkların zindanı” olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Suriye Devleti, Kürdistan’ı sömürgeleştirip, Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp ederken, diğer etnik grupların da hak ve özgürlüklere sahip olmasına da izin vermedi. Ayrıca Arap Halkına da iyi, güzel ve demokratik bir hayat sunmadı.

*****

Suriye’de, Baas Partisi’nin ve küçük –toplumun yüzde yirmisi olan- bir mezhebin iktidar olmasından sonra, faşizan ve otoriter bir rejim kuruldu. Devlet tam anlamıyla asker, polis, istihbarat elemanlarının, asker-sivil bürokrasinin devleti oldu. Bu küçük azınlık dışındaki tüm toplumsal kesimler, etnik gruplar, mezhepler, Kürtler, iktidar dışında tutuldu.

Suriye, Sosyalist Sisteme ve özellikle de Sovyetler Birliği’ne bağımlı hale geldikten sonra dokunulmaz oldu.

Suriye’de iktidar olan faşizan, nasyonal-sosyalist Baas Partisi’nin kendisini sosyalist ve emekçilerin partisi olarak tanımlaması, Suriye halkları ve insanı için hayatı daha da çekilmez hale getirdi.

Soğuk savaş koşullarında, dünyada, tek-tek ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi evrensel anlamda stratejik bir sorun değildi, bir sistem ve blok olarak var olan otoriter ve totaliter sosyalist istemin sorunlarının çözümlenmesi stratejik bir sorundu. Bundan dolayı da, Suriye dokunulmazlığını tep-tepe kullanıyor; halka, Kürtlere, her türlü işkenceyi, baskıyı ve zulmü reva görüyordu. Ülkenin tüm kaynakları ve uluslararası planda Suriye’ye akan olanaklar küçük bir azınlığın elinde toplanıyordu.

Sosyalist sistem, 1989 yılından sonra çökmesine rağmen, Suriye’de Baas Diktatörlüğü son bulmadı ve hayatını devam ettirdi. Ama soğuk savaşın son bulması ve sosyalist sistemin yıkılmasından sonra Baas Rejimi, daha güvensiz ve desteksiz bir rejim haline geldiğinden, zulüm ve baskı musluklarını daha sıktı.

Suriye, Baas İktidarına karşı hiçbir toplumsal gücün, mezhebin, etnik grubun, Kürtlerin açık ve demokratik örgütlenmesine ve muhalefetine izin vermedi. Bu nedenle Kürtler ve suni İslami muhalefet illegal düzlemde örgütlenmeye başladılar.

Kürt muhalefetinin örgütlenmesi 1957 yılımda Kürdistan Demokrat Partisi ile illegal gerçekleşti. Kürtler, Baas Rejimi döneminde de bu örgütlenmesini bir çoğulculuk içinde devam ettirdi.

Kürt muhalefetinin de ağırlıkla Sovyetçi karakterde olması, Baas rejiminin ömrünü uzatan bir etken oldu.

*****

“Arap Baharı”, Baas rejimini, sarsmakla kalmadı, halk kitlelerinin ayaklanmasıyla karşı karşıya bıraktı.

Suriye’de halk ayaklanması 15 Mart’ta Deraa kentinde başladı. Giderek Kürt kentleri dışındaki bütün kentlerde gelişmeye ve genişlemeye başladı.

Suriye’deki halk ayaklanması bu aşamada daha yaygın bir hal almış durumda. Suriye’de rejim ayakta kalmak, kendi ömrünü uzatmak için, Arap kentlerinde, yabancı ve sömürge kentlerinde olduğu gibi, uçak ve gemi bombardımanlarıyla katliamlar yapmakta.

Suriye, gelinen aşamada bölgede İran Devleti’nin, Hamas, Hizbullah örgütlerinin doğrudan desteğine; Rusya ve Çin’in dolaylı desteğine sahiptir. İran, Baas Rejiminin yıkılması, suni ve laik bir rejimin kurulması halinde kendi geleceğinin de tehlikeye gireceği, yalnızlaşacağı, kendi otokratik rejimini ayakta tutamayacağı korkusu taşımaktadır.

Buna karşılık, Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu, uluslararası camia ve Türk devleti Suriye’ye karşıt konumda.

Bir dönem önce, Birleşmiş Milletler Suriye’ye belirli yaptırımlar uygulamaya başladı. ABD, bu yaptırımları zaman içinde genişletti. Ama bu yaptırımlar, Suriye’deki iktidarın yıkılmasını bir tarafa bırakalım, reform yapmasını da sağlamadı.

Suriye, dünya için “bıçak kemiğe dayandı” bir konumda.

Türkiye, Suriye sorununu kendi iç sorunu olarak tanımlıyor. Bunu, Kürt millet meselesine ve İslami refleksle ifade ettiğini düşünüyorum.

Türkiye, Suriye’de çatışmanın derinleşmesi ve çatışma sonucu rejim değişikliğinin gündeme gelmesi halinde, Kürdistan’ın özerkleşeceğini, otonom hale geleceğini, Suriye’de federal bir sistemin koşullarının gelişeceğini düşünüyor. Bunun da kendisi için bir tehlike oluşturacağını kurguluyor.

Türkiye, bu nedenle Suriye’ye karşı son sözlerini söyledi ve önerilerini Dış İşleri Bakanı Davudoğlu kanalıyla Başer Esad yönetimine iletti.

Bundan sonra, bir asker müdahale beklentisi var. Bu beklentinin Türk Devleti tarafından gerçekleşeceği öngörülüyor.

*****

Suriye’de iç dinamiklerin, tek başlarına insafsız, adaletsiz, korku rejimini değiştirmesi olanaklı görünmüyor. Bunun için dışarıdan bir müdahalenin yapılması gerekir. Halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesine sıkı-sıkıya bağlı olmamıza rağmen, günümüzde iç işleri sorunlarının farklılaştığını, başka ülkelerdeki hak ve özgürlük ihlallerinin evrensel bir sorun haline geldiği bir kabul halindedir. Ben de bu kabulü benimsiyorum.

Suriye’ye müdahale, Türkiye’nin tek başına yapacağı bir müdahale olmamalıdır. Bu müdahale BM’nin kararına dayalı olarak uluslararası bir müdahale olmalıdır.

Bu müdahale sonrası, bütün toplumsal kesimlerin, etnik grupların, mezheplerin, sınıf ve tabakaların kendi kendilerini yöneteceği, haklarına kavuşacağı bir demokratik sistem tesisi edilmelidir.

([email protected])

Amed, 17. 08. 2011

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.