1974 affıyla birlikte, Kürdistan ve Türkiye içinde büyük bir yurtseverlik havası esmeye başlamıştı. Güçlükler ve imkansızlıklar içinde de olsa inanan herkesin şevkle çalışacağı bir tarihsel döneme girilmişti. Meşruluğunu bizzat kendi dinamiğinden ve dayandığı toplumsal tabandan alan Kürt hareketi, artık kendi tarihsel çizgisinde akıp gürleşecekti..
' Tarihçinin görevi hem kendine karşıdır, hem de okuyucusuna. Bir ölçüde, ölüp gidenlerin arkalarında bıraktıkları ruhları tarihçinin ellerindedir. İncelediği ve yeniden canlandırdığı büyük ve güçlü ölümlülerin şan ve şereflerinden sorumlu olan tarihçidir. Yanılırsa, suçsuz olanlara leke sürerse, veya aşağılık ve utanç verici kişileri iyi gösterir, hayranlık uyandırmalarına neden olursa, tarihçi sadece büyük yanlış yapmakla da kalmaz, toplumun zihnini çelmiş, zehirlemiş ve toplumu aldatmış olur.' Albert Mathiez
Şunu çok açık bir biçimde ortaya koymak gerekir. Kürt ulusal ve sol hareketi elbette geçmişini tartışacak, yanlışlarını bulacak ve önünü aydınlatmak için gerekli olan muhasebede bulunacaktır. Ancak geçmişin değerlendirilmesi gibi önemli bir konu, tarih anlatma adına kişisel hırslar, dar hesaplar ve sığ amaçlar uğruna tahrif edilmeye kalkılınırsa, buna mutlaka karşı çıkmak gerekir.
12 Eylül müdahalesinin ortaya çıkardığı bir gerçek, mevcut Kürt ve Türk sol örgütlerinin bu sınavdan geçemiyecek kadar hazırlıksız yakalanmış olmalarıdır. Aslında bu gerçek, geçmişle yüzleşme, hem bireysel hem de kolektif meselelerin tartışılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu da her siyasal hareketin, kendi tarihine daha eleştirel bakabilme özgüvenine sahip olmasını gerektirir.
TKSP-PSK eski genel sekreteri Kemal Burkay, Anılar Belgeler II adı altında yayınladığı kitapla, aslında tarih yazım anlayışını yeniden tartışmaya açmaktadır.
Sayın Kemal Burkay her ne kadar tarihçi değilse de, parti tarihini yazabileceğine kendisini inandırmıştır.
Burkay'ın yazdığı anılarında dile getirdiği her şey, bugün halkımızın içinde bulunduğu koşullar itibarıyla, bize ileri adımlar atmamız için olanaklar sağlamaktan uzaktır.
Kitap, eleştirel çözümlemeden çok burun kıvırma ve çamur atmanın ağır bastığı, kötü niyetin, kin ve nefret beslemenin bir külliyatıdır. Burkay, kendi söz dağarcığında en incitici, en yakışıksız sıfatlarla insanlara saldırmaktadır.
Ayrıca Burkay, kendisinin kutsanmasını istemekte ve kendisini nasıl 'hatadan azade' ve dokunulmaz gördüğünü her satırda tekrarlamaktan sakınmamaktadır. Bir siyasi çalışmayı, bir parti örgütlenmesini neredeyse tek başına başardığını topluma ve kendisiyle birlikte sorumluluk alan ve çalışan bizleri de inandırmak istiyor. Bütün çabası bu! Yazar bilerek parti çalışmalarının etkinliğini sınırlıyor ve yapılan tüm çalışmaların ve birikimin salt kendi yazdığı makalelerin ürünü olduğunu savunmakla, farkında olmadan bütün hareketin tarihini karalıyor. Bu yazarın ruh halini ele vermektedir.
Böyle bir parti tarih yazım tarzı, bunca insanın emeğini ve nice fedakar insanın heyecanını gasp etmekle özdeştir. Kitapta aşağılama var, hakaret var ve partiyle ilişkisi kesilen herkese karşı nefret var. Olmayan tek şey sağduyu.
Gerçekliği , objektifliği, vicdanı ve vefayı dışarıda bırakan bir parti tarihi.
Yollarımızı Burkay'la Kesiştiren 12 Mart Dönemi Sonrasına Kısa Bir Bakış
12 Mart müdahalesi ve onunla birlikte gelişen toplumsal ve siyasi alt üst oluşlar, bütün politik eğilimleri, kesin siyasi tercihler yapmaya zorlayan koşulları yaratmıştı. Kürt hareketinin kimlik arayışı daha Diyarbakır hapishane sürecinde başlamıştı. Bu doğrultudaki, düşünce ve arayışlar her ne kadar ete kemiğe bürünmemiş olsa da belli ana eğilimler oluşmuş sayılırdı. Özellikle Kürtler artık, kendilerine güven vermeyen Türk sol hareketlerinin payandası olmayacak bir olgunluk ve yetkinliğe kavuşmuş sayılırdı. Türk Solu, Kürt özgürlük hareketıni kavrama ve ona destek verme konusunda en iyimser tanımlama ile tutarsızdı. Kaldı ki, ileride oluşacak Kürt siyasi hareketlerinin oluşmasında yer alacak olan kimi siyasi kadrolar için, bu ilk Kürt örgütlenme pratiği de olmayacaktı. Buna kimi TKSP-PSK kadrolarıda dahil. Daha önce ayrı örgütlenmiş Kürt siyasal partileri vardı.
1974 affıyla birlikte, Kürdistan ve Türkiye içinde büyük bir yurtseverlik havası esmeye başlamıştı. Güçlükler ve imkansızlıklar içinde de olsa inanan herkesin şevkle çalışacağı bir tarihsel döneme girilmişti. Meşruluğunu bizzat kendi dinamiğinden ve dayandığı toplumsal tabandan alan Kürt hareketi, artık kendi tarihsel çizgisinde akıp gürleşecekti..
Sayın Kemal Burkay Ülkeye döndüğünde, bizler (kendisinin en fazla hedef oklarına maruz kalanlar) Kürt halkının ayrı örgütlenmesi konusunda kesin kararımızı vermiş ve çok geniş bir ilişki ağını sağlamıştık. Nitekim sayın Burkay'ın karalamaların hedefi haline getirdiği kimselerin geldiği bölgeler, başta Özgürlük Yolu'nun ve daha sonra da TKSP-PSK'nin en etkin olduğu yerler olması tesadüf olmasa gerek. Örneğin: Ağrı, Kars, Van, Muş, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari ve Bingöl. Sayın Burkay'ın Kürdistan'ın diğer bölgelerinde neden örgütlenme başarısını gösteremediğini izah etmesi gerekmez mi? Ayrıca büyük metropollerdeki örgütlenmelerde de yine sözünü ettiğim insanların önemli etkisi vardır. Yukarıda da belirttiğim gibi, çok geniş bir ilişkiler ağına sahiptik. Sorun varolan o ilişkilerin rasyonalize olmasıydı. Nitekim, Özgürlük Yolu Hareketi ilk ortaya çıktığında, hareketin omurgasını bu potansiyel oluşturdu.
Oysa, Kemal Burkay her ne kadar ayrı bir kürt örgütlenmesine inanmış olsa da, yeni kurulmuş olan TİP'te çalışmayı da kafasının bir yerlerinde saklı tutmuştu. Nitekim, TKSP'nin kuruluşundan daha sonra, 30 Nisan 1975'te kurulan II.TİP'e katıldı. Mehdi Zana'da TİP kurucuları arasında yer aldı. Bu iki arkadaşın TİP'e katılmaları, TİP kurucular fotoğrafının Özgürlük Yolu dergisinde yayınlanması ve daha sonra da Burkay'ın parti kararı olmaksızın Tunceli'den milletvekili adayı olması yeni doğmakta olan hareketimize inanılmaz bir darbe vurmuş oldu ve Kürt kamuoyunun büyük tepkisine neden oldu. Kürdistan'daki bazı kitapevlerinin Özgürlük Yolu dergisi kolilerini açmadan iade ettikleri hatırlardadır. Bu iki arkadaşın zaafları, Özgürlük Yolu hareketinin (TKSP'nın) TİP'in bir yan kuruluşu olduğu propagandasının yayılmasına neden oldu. Bunu tamir etmek için çok zaman ve çaba gerekecekti.
Dünya genelinde yükselen sosyalizm dalgasının etkisiyle ve yine sosyalizmin ezilen ve sömürülen halkların tek umudu olduğu görüşünün Kürt kadroları arasında da giderek güç kazanmasıyla, Kürt hareketi de bu siyasal atmosferin etki alanına girdi. Böylelikle Kuzey Kürdistan da sosyalist örgütlenmenin objektif ve subjektif koşullar fazla analiz edilmeden ’sınıf partileri'nin kurulma süreci başladı.. Bu sosyalist ve işçi partileri hiç bir zaman gerçek işçi partileri olamadılar. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar itibariyle partilerin tabanını oluşturabilecek bir proleter sınıfın olmayışı, partileri doğal olarak toplumun değişik kesimleri içerisinde örgütlenmek durumunda bıraktı. Bu nedenle de siyasi hareketlerde, çoğunlukla sadece ilkede işçi sınıfını ya da emekçileri temsil eden aydınlar yer aldı. Hiç şüphesiz ki, Kürt aydınları mevcut siyasi ve sosyal birikimleriyle, radikal toplumsal değişimler için inançlı bir savaşım verdiler. Bu dönemde kurulan ve kendilerini sosyalist ya da işçi hareketi olarak tanımlayan yapılar, ’üyelerin onda dokuzu değilse bile dörtte üçü aydınlardan oluşan' örgütlerdi. Ülkenin sosyalist bir devrime hazır olup olmadığı sorunsalı belli bazı verisel parametreleri gerekli kılmasına rağmen, geleneksel solun geleneksel ’teori merkezleri'nin hazır reçetelerine itibar edildi. Toplumsal karşılığı olan siyasi bir iradenin üretilmesi gereği yerine, salt işçi sınıfını ön plana çıkaran ve onu fetişleştiren bir yapılanmanın ciddi bir toplumsal taban oluşturamıyacağı zamanla anlaşılacaktı. Bu gecikme, süreci doğru analiz edebilecek, ondan siyasal sonuçlar çıkarabilecek ciddi bir aydın ve entellektüel donanıma sahip kesimin yok denecek kadar az olmasındandı. Örneğin: Kürdistan'da ki, hiç bir siyasi hareketin, ülkenin sosyo-ekonomik yapısını araştırabilecek ne yetkin kadroları ne de ideolojik formasyonları vardı. Denilebilinir ki, sosyalizmden esinlenmiş olmakla birlikte, ideolojik formasyonun gelişmiş olmaması, oradan buradan alınan bilgilerin eklemlenmesi ile durum idare ediliyordu. Maalesef bugün de durum fazla değişmiş değil. Bu eksiklik, Kürt aydınlanmasının en ciddi problematiği olarak karşımızda duruyor. Bu süreç doğal olarak, soğuk savaş örgütlenmelerinin dar parametrelerine hapsolmuş otoriterist ve oligarşik yönetim anlayışlarının da ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu sürecin bazı tarihi, siyasi ve toplumsal özelliklerine daha ayrıntılı olarak değinilmesinde büyük yarar olduğu muhakkaktır. Ancak bu sorun, daha geniş bir çalışmayı ve tartışmayı gerektiriyor. Biz kendimizi sayın Kemal Burkay'ın saldırı ve savunma refleksleriyle sınırlandırırsak, daha doğru yapmış oluruz.
Bizler (çoğul birinci kişi adılını kullanmamdaki maksat, oluşmuş olan ortak bir hazırlık ve iradeyi vurgulamak içindir.) sayın Kemal Burkay'ın ülkeye dönüşünü ve bizlerle ilişki kurmasını sevinçle karşıladık. Sayın Burkay hakkındaki ortak kaanatimiz, kendisinin dürüst, fedakar ve dünya malına-mülküne fazla ehemmiyet vermeyen özelliğiydi. Bu daha fazla dışarıdan edindiğimiz bir kanaatti. Çünkü bizim Sayın Burkay'la, onun değişik özelliklerini daha fazla tanıma gibi bir pratiğimiz olmamıştı. Ayrıca biz gençler için, daha tecrübeli daha yetkin ve ideolojik formasyonu olan bir profile de ihtiyaç vardı. Kemal Burkay bu özellikleri kısmen taşıması itibarıyla, birlikte çalışabileceğimiz bir kimseydi. Bizde oluşan ağırlıklı görüş bu yöndeydi Yukarıda da belirtiğim gibi, Kürt siyaset sınıfı normal düzeyi olan insanlardan oluşmaktaydı. Önde görülen kadroların yön tayın edici ileri bilgi ve tecrübe birikimleri, kendisini kanıtlamış belirgin bir özellikleri, ya da özel bir yaratıcılıkları yoktu. 12 Mart darbesi ve ona bağlı olarak da Diyarbakır hapishane süreci, bunu fazlasıyla kanıtlamıştı.
O zamanın koşulları gözününe alınacak olunursa, en reel olanı yaptığımıza inanıyorum.
Bizim en büyük hatamız sayın Burkay'a fazlasıyla misyon yüklemiş olmamızdı. O, sayıp sevdiğimiz bir insan olduğu için kusurlarını, eksik ve hatalarını görmemeye çalışıyorduk. Daha doğru bir deyişle görmemezlikten geliyorduk. Aslında bugün geriye dönüp baktığımda, bizler O'nu koruyup kollamakta hiç bir fedekarlıktan kaçınmamıştık. O ise, kişisel benlik davaları uğruna, küçük hesaplarla hareket eden hizipçiliğin dar mantığına kendisini hapseden, evet-efendimcilere prim veren ve yol arkadaşlarına karşı güvenmeyen bir lider tipolojisi ortaya serdi. Bu da giderek, hareketin genişleme kapasitesini sınırlamaya neden olan ciddi bir etkene dönüştü.
Ancak hakkını yemeyelim, Özgürlük Yolu'nun çıkmasında ve giderek etkinleşmesinde en büyük katkı sayın Kemal Burkay'a aittir. Aramızda düşüncelerini rahatlıkla yazıya dökerek, polemik dilini ustaca kullanan ve yayın politikamızın etkinleşmesini sağlayan en önemli pay O'na aittir. Ayrıca bu tartışmalarda önemli açılımlar sağlanılmış, önemli noktalara ulaşılmıştır.
Ancak bizlerin yazma konusunda gösterdiğimiz ihmal ve üşengeçliğin, (burada en büyük hatanın bana ait olduğunu da kabul ediyorum.) yayın politikamızın etkin çoğulcu bir düşünce sistematiğine kavuşamamasında oldukça önemli bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca bu ihmal, ileride ortaya çıkacak örgütsel sorunların çözümsüzlüğünde de önemli bir rol oynayacaktı. Zira bu yazı yazma monopolü, sayın Burkay'a önemli ayrıcalıklar sağlayacak ve O bu imtiyazını, arkadaşlarına karşı bir silah olarak kullanacaktı.
Sayın Burkay'ın, kaç kez Merkez Komite toplantılarında, yaratılan siyasi etkinliğin, yazmış olduğu makalelerin ürünü olduğunu savunması ve fedakarca yapılan diğer tüm örgütlenme çalışmalarını gözardı ederek küçümsemesi, sert tepkilere muhatap olmuş ve bu tepkilerden alınarak, – ben sizin katibiniz miyim?- diyerek tozu dumana katmıştır. Zaten Kemal Burkay'ın parti politikalarını ilgilendiren her toplantıyı öfkeli ve hoşgörüsüz tutumuyla manipüle ederek sağlıklı bir tartışma ortamına meydan vermemesi giderek bir yöntem sorununa dönüşecekti. Açıkçası toplantılar O'nun tarafından bir nevi terörize ediliyordu. Belirli bir hoşgörü ortamı, farklılığa saygı ve özgür düşünmeye önem vermeme Sekreterin karakteristiğine dönüşmüştü. Bu tutum, giderek partinin hiç bir zaman demokratik bir işleyişe kavuşamamasında önemli bir etken oldu. Sekreterin kişisel hırsı ve yapay ilişki tutkusu, örgütü kaçınılmaz olarak bürokratik bir aygıta dönüştürdü. Sayın Burkay'ın en önemli özelliği, yanında gerçekleri söyleyenleri değil, “Aman efendim ne kadar doğru söylüyor ve yapıyorsunuz“ diyenleri tercih etmesidir. O, hiç bir zaman ortak akla inanmadı. Sayın Burkay, kendisini yazıda iyi ifade eden birisidir. Ancak, iyi idarecidir iyi yöneticidir demek, kendisine yapılacak en büyük haksızlıktır.
Doğru Olmayan İddialar
Sayın Kemal Burkay'ın bana ilişkin olan görüşlerinin hemen tümü yanlış ve maksatlıdır. Bu bir karalama propagandasıdır. Yukarıda belirttiğim yazı yazma konusunda ki ihmalkarlığım dışında, gerek parti örgütlenmesinde, gerekse Özgürlük Yolu dergisinin ilk sayısından son kapanış sayısına kadar olan zaman zarfında hiç bir fedakarlıktan kaçınmamış gereken her türlü sorumluluğu yerine getirmişimdir. Derginin redaktörlüğü, matbaa, dağıtım ve organize işlerinin tümü benim sorumluluğumda yürütülmüştür. Bu sorumluluk dönemi içerisinde hiç bir aksama ve olumsuzluk yaşanılmamıştır.
Partinin örgütlenmesinde de, Kürdistan'daki çok sayıda nitelikli kadronun harekete katılmasında en fazla katkısı olan insanlardan biri benim. Partinin ilk örgütlenme aşamasında ben ve birlikte hareket ettiğim arkadaşların belirleyici katkısı olmasaydı, sayın Burkay'ın pek fazla manevra şansı olamazdı. Çünkü, kendilerini TİP le özdeşleştiren siyasilerin parlak bir sınavları olmamıştı. Nitekim şanslarını deneyenlerin gelip vardıkları nokta ortadadır.
İkinci konu, benim yurtdışında özellikle Suriye'de bulunduğum ve sorumlu olduğum dönemde yan gelip yattığım iddiası. Bu sav tümüyle hilaf-ı hakikattır. Buna en doğru yanıtı, bizim dışımızdaki, Kürt ve Türk örgütlerinin sorumluları verebilir. Sayın Burkay'ın kabul etmesi gerekir ki, bizim dışımızda her iki ulusa ait çok sayıda örgüt ve temsilcileri orada bulunmaktaydı. Bence, bunun en doğru yanıtı yine sayın Burkay'da saklıdır. Hafızasına çok güvenen sayın Burkay ’ın, üzerinden ustaca atladığı bir şeyi kendisine burada hatırlatayım.
Kendisi İran'da ki, arkadaşların yanından dönüp Şam'a geldiğinde, ’Farukcuğum, buradaki durum gerçekten çok iyi, arkadaşlar arasındaki ilişkiler ve uyum çok iyi. Oysa ki, İran'da tamı tamına otuzbeş tımarhanelik vaka var ve hiç birinin ıslahı da mümkün değil' diyen bizzat kendisidir. Bu satırları yazmaktan ve hatırlatmaktan büyük üzüntü duyuyorum. Hele hele O'nun oradaki arkadaşları böyle bir sıfatla nitelendirmesine asla katılmıyorum. Lakin O'na gerçekleri hatırlatmanın başka da yolu yok. Sayın Burkay işine geleni yazmış.
Bu nasıl yan gelip yatmadır ki, bu ölçüde var olan uyum ve iyi ilişkiler ortamı, benim ayrılmamdan sonra bir sürü olumsuzluğun başgösterdiği bir ortama dönüşüyor. Kendisinin ifadesiyle, MK üyeleri yumruklaşabiliyor ve bu bir yığın rahatsızlığa neden oluyor. Bu keşmekeşlik ve yönetememezlik ortamında haksızlığa uğrayarak sonunda ülkeye dönme kararı veren hareketin en iyi militanlarından Ahmet Alkan'ın sınırda vurularak öldürülmesi olayını sayın Burkay'ın neden ifade etmekten kaçındığını kendisine sormak gerekir. Ayrıca yine üzerinden ustaca atlanılan intihar olayı. Bunlar, parti tarihi içinde yer almayacak kadar küçümsenecek olaylar mıdır?
Açığa kavuşturulması gereken noktalardan birisi de, benim kongreden kaçma olayımdır. Benim uzun yıllara dayanan bir böbrek rahatsızlığım vardı. Suriye'ye geçerken, sınırda dahi ciddi bir rahatsızlık geçirdim. Suriye'de belli bir süre içerisinde işlerimizi bitirdikten sonra, beraber olduğum Aziz arkadaşa, Avrupa'ya geçeceğimi söyledim. Amacım, bir imkan bularak tedavi olmaktı. Aziz arkadaşın dönüşünden sonra, bir ilişki ile Beyrut'a geçtim ve orada uzun sayılabilecek bir süre kaldım. Bu süre içerisinde Filistin örgütleri başta olmak üzere, kimi Kürt çevreleri ve yanlarında bulunduğum Irak Komunist partisinin yetkilileriyle uzun süreli görüşmelerim oldu. Bu süre içerisinde, hem parti politikamızı hem de o dönem kurulmuş olan UDG ( Ulusal Demokratik Güçbirliği) hakkında oldukça yararlı bilgilendirmelerde bulundum.
Burada bir parantez açarak belirtmekte yarar görüyorum: O dönem Aziz arkadaşla birlikte başlattığımız ilişkiler, daha sonraki yıllar bizim Orta-Doğu'daki ilişkilerimizin sağlam ve güvenilir altyapısına dönüştü.
Belli bir süre sonra yani Avrupa'ya geçişimi sağlayacak koşullar yerine gelince de Almanya'ya geçtim. Ben kısa bir sürede tedavi olup döneceğimi düşünürken, tedavim bayağı uzun bir süreyi kapsadı. Ve sonunda ciddi sayılabilecek bir ameliyat geçirdim. Bu süre zarfında, sayın Kemal Burkay'la iki kez görüştüm. Birisi, kendisinin kitapta belirttiği gibi, bulunduğum evde, ikincisi de tedavi gördüğüm hastahanede. İlk görüşmemizde yalnızdı ve bana, benim ülkede bulunmadığım süre içinde parti kongresinin toplandığını ve benim de yeniden Merkez Komitesine seçildiğimi söyledi. Buna çok sevindiğimi ve kendisine teşekkürlerimi söyledim. İkinci görüşmemiz ise, tedavi gördüğüm hastahanede gerçekleşti. Bu görüşmemizde sayın Burkay yalnız değildi, yanılmıyorsam yanında türkçe de bilen bir Bulgar arkadaşı vardı ve sohbetimiz genellikle sağlık sorunları üzerine oldu.
Sayın Burkay'ın ciddi bir sağlık sorununu bu denli istismar ederek, ondan siyasi bir senaryo yaratması gerçekten akıllara ziyandır. Benim kongreden kaçtığım iddiası ise, tamamen bir kara çalmadır. Ben ülkeden ayrıldığımda, kongrenin esamesi okunmuyordu. Kongrenin toplanması, benden sonra gelişen bir süreçtir. Kaldı ki, kongreden kaçmış olsam, bana tevdi edilen yeni MK görevi için, niye sayın Burkay'a teşekkürlerimi ve sevincimi bildireyim ki. Ayrıca, benim kendisine yapmış olduğum kongre toplama önerisi ise, tamamen ikimizin arasındaki, bir sohbet sırasında geçmiştir. Ben, kendisine parti yönetiminde genç bazı arkadaşların görev almasının partiye yeni bir dinamizm kazandırabileceğini, partinin daha etkin çalışabileceğini söyleyerek bu konuda iki genç arkadaşın ismini önermiş, O ise, bunların daha tecrübesiz olduklarını, parti yönetiminin tecrübeyi gerektirdiğini söylemişti. Bu sohbetimizin ileride, yorgunluğumdan dolayı yeni arkadaşları yönetime getirecek bir kongre toplayalım önerisine ve kongreden kaçtığım savına dönüştürülmesi, ancak sayın Kemal Burkay'ın düşünce kalıplarını zorlayarak, gerçeklerle hayalleri birbirine karıştırarak ’anı'laştırabileceği şeylerdir. Hayret doğrusu!
Kongreden söz açılmışken, PSK kongrelerinin hangi ortak iradeyı ortaya çıkardığı, hangi ortak iradeyı meşrulaştırdığı da önem kazanmaktadır. Kongre sorununu çok kısaca özetlemek için Kemal Burkay'ın anılarına baş vurmak gerekiyor. PSK'nin İkinci Kongresinden bir kesit : ’Bitlis kesiminden Cezmi ile Azad daha ciddi idiler ve bu dönemde de oldukça iyi sınav vermiştiler. Çağırıp ikisiyle de ayrı ayrı konuştum. ’Veysi'ye ve Mahmut'a MK'da görev vermeyeceğim, çünkü bunu hak etmiyorlar. Ama size vermeyi düşünüyorum, buna hazır mısınız?' dedim. İkisi de evet dediler. (Anılar-Belgeler 2.Cilt.s.417)
Aynı Kongre de Yücel Yeşilgöz için' Yücel Yeşilgöz kongrede bayağı neşeli, olumluydu, katkıları da oldu. Ancak zor dönemde iyi bir sınav vermemişti. ’Örgütte kalması için' ona herhangi bir rüşvet vermedim' (s.417) Dikkat edilirse, Genel sekreter kendi otoritesiyle, Parti'ye kendisi kadar ait olan herhangi bir kimseyi ya da örgütü dağıtma hakkına, aynı biçimde Partin'nin herhangi bir üyesini haklarından yoksun bırakma yetkisine sahip olduğunu övünçle ifade etmektedir. Parti'nin en önemli karar organı olan kongrenin nasıl bir atmosferde cereyan ettiği ve yeni Parti yönetiminin hangi ’dahiyane' metotlarla seçildiği ise ibretliktir.
Etkinliği sınırlı olan Parti'nın, kendini geliştirme parametrelerine sahip olmayışı, Kürdistan'ın toplumsal ve tarihsel gelişiminin nesnel ve öznel dinamiklerini analiz etme yeteneğine sahip olmayışı, Burkay'ın kişisel hırs ve hareketi likide etmesinde ki katkısı yanında başka faktörler de eklenince, Parti'yı dağılma sürecine getirdi ve bugünkü durum ortaya çıktı.
Ayrıca, Partinin yetkili organlarında dezenformasyonlar ve manipulasyonlar sonucu partiyi çıkmaza ve karanlığa sürükleyecek kararların alınmasındaki bizzat kendi sorumluluğunu ve rolünü neden bir değerlendirmeye tabi tutmuyor sayın Burkay? Bu refleks, sorumluluklarıyla yüzleşme gereğinden ve hatalarını kabul etme yükümlülüğünden kaçma refleksidir. Hatadan münezzeh bir lider kültü yaratma gayretinin, bu tür gerçekleri ortadan kaldırmaya yetmiyeceği aşikardır. Sayın Burkay, parti tarihini doğru dürüst yazacağına, kendisini ’adam asmaya meraklı bir yargıç' yerine koymaktadır. Bu da, ’Tarihte insan kendini gözlediği için, tarih zorunlu olarak özneldir' tespitini doğrulamaktadır.
İtibar Edilen İftira ve Yalanlar
Spekülasyonlar üzerinde bir karalama kampanyası yürütmenin hangi sınırsız suçlamalara vardığı ise dehşet vericidir. Daha önceleri de bizi kast ederek, TKP güdümünde bir Kürt partisi kurulma senaryoları piyasaya sürülmüştü. Bu ’kara propaganda'yı ciddiye almamış ve üzerinde durmamıştık. Ancak bu yalan ve iftiranın yeniden ısıtılarak, ona tarihi bir özellik kazandırma gayreti, daha önce de Kürt hareketine musallat olan bu tiksinti verecek düzeydeki siyasal yozlaşmanın ve seviyesizliğin, onu hala terk etmediğinin bir kanıtıdır.
TKP'nin güdümünde, benim de içinde bulunduğum bir grup arkadaş tarafından bir Kürt partisinin kurulması iddiasında bulunanlar, eğer bu iddialarını ispatlamazlarsa tarihe müfteri olarak geçeceklerdir. Ayrıca bu tarihlerde sorumlu konumda olan TKP yöneticileri de eğer, siyasi sorumluluk ve onur sahibi iseler onların da bu konuda bir tutum sergilemeleri gerekmektedir.
Kemal Burkay'ın hiç bir sorumluluk taşımadan, geniş bir yurtsever kesim tarafından çıkarılan BERGEH dergisini, bu kapsamda karalamaya kalkışmasına ise, Allah hiç kimseyi akıl-izandan yoksun bırakmasın demekten başka ne denebilir ki? Burkay'ın kocaman şakasına gelince: “Bu güdümlü parti, belki de Sol Birlik planında deşifre ettiğimiz için kendi adıyla sahneye çıkmaya cesaret edemedi. Yalnızca bir süre Bergeh adıyla iki-üç ayda bir yayınlanan bir dergi çıkardılar. 1980'li yılların sonlarına doğru sosyalist sistemi sarsan fırtına TKP ile birlikte bu güdümlü partiyi de onun yayın organını da sildi süpürdü.' Görüyor musunuz BERGEH'in arkasındaki güçleri, kocaman sosyalist sistem ve TKP. Onlar yıkılınca, bu güdümlü parti ve onun yayın organı BERGEH'de silinip süpürülüyor. Tam da mitomanik bir vakaa. Bu konularda bayağı tecrübe sahibi olan ustamız için değerli olan bu metafor, bizler için oldukça eğlendiricidir. Oysa bilindiği gibi, tam da sosyalist sistemin alt-üst olduğu 1989 yılında yayın hayatına başlayan ve 1991 yılında son veren BERGEH dergisi, Kürt yayın hayatının en nitelikli yayınlarından biri olma onurunu taşıyor. Çok sayıda yurtseverin emeğinin ürünüdür. Bu gerçeği, Burkay ya da onunla birlikte düşünme alışkanlığı edinen kimseler dışında kalan her yurtsever Kürt insanı da böyle kabul ediyor. Bu haksız iftira nedeniyle Kemal Burkay'dan bir özür beklemek, bizim de Kürt kamuoyunun da hakkıdır.Burkay'ın benim dışımda yapılan her şey karadır,' benim doğrularımdan başka doğru yoktur''kötülüğü daima ’dış düşmanlara' bağlama alışkanlığından vazgeçip, olaylara bazen de ’içerden' bakma duyarlılığını gösterirse, akla daha yakın analizlerde bulunma imkanını elde etmiş olur. Kendi grubu dışında, diğer grup ve akımlara, herkese her kesime bu kadar kin besleyen, kin üreten Burkay'ın artık sağduyuya ihtiyacı vardır. Çünkü bu yol yol değildir.
Kemal Burkay'ın ipe-sapa gelmez karalamalarına yanıt vermek, geldiğimiz zaman dilimi itibarıyla hicap vericidir. Ancak, O'nun hala otuz-kırk yıl öncesinin siyasi polemik dilini, analizlerdeki sığlığı inatla koruması ve bu tutumun günümüzün gerçekliğiyle, ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığını bir türlü kavrayamaması, kendisini sağ duyuya çağırmamızı gerektirmektedir. İçinde yaşadığımız bu konjonktür, sayın Burkay'ın biraz daha geniş vizyon sahibi olmasını gerektirmez mi?
*Faruk Aras - Özgürlük Yolu Dergisinin Sahibi - TKSP Kurucusu ve Eski MK Üyesi
Re: Anılarla karartılan tarih