Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 8 January 2010

1974 affıyla birlikte, Kürdistan ve Türkiye içinde büyük bir yurtseverlik havası esmeye başlamıştı. Güçlükler ve imkansızlıklar içinde de olsa inanan herkesin şevkle çalışacağı bir tarihsel döneme girilmişti. Meşruluğunu bizzat kendi dinamiğinden ve dayandığı toplumsal tabandan alan Kürt hareketi, artık kendi tarihsel çizgisinde akıp gürleşecekti..

' Tarihçinin görevi hem kendine karşıdır, hem de okuyucusuna. Bir ölçüde, ölüp gidenlerin arkalarında bıraktıkları ruhları tarihçinin ellerindedir. İncelediği ve yeniden canlandırdığı büyük ve güçlü ölümlülerin şan ve şereflerinden sorumlu olan tarihçidir. Yanılırsa, suçsuz olanlara leke sürerse, veya aşağılık ve utanç verici kişileri iyi gösterir, hayranlık uyandırmalarına neden olursa, tarihçi sadece büyük yanlış yapmakla da kalmaz, toplumun zihnini çelmiş, zehirlemiş ve toplumu aldatmış olur.' Albert Mathiez

Şunu çok açık bir biçimde ortaya koymak gerekir. Kürt ulusal ve sol hareketi elbette geçmişini tartışacak, yanlışlarını bulacak ve önünü aydınlatmak için gerekli olan muhasebede bulunacaktır. Ancak geçmişin değerlendirilmesi gibi önemli bir konu, tarih anlatma adına kişisel hırslar, dar hesaplar ve sığ amaçlar uğruna tahrif edilmeye kalkılınırsa, buna mutlaka karşı çıkmak gerekir.

12 Eylül müdahalesinin ortaya çıkardığı bir gerçek, mevcut Kürt ve Türk sol örgütlerinin bu sınavdan geçemiyecek kadar hazırlıksız yakalanmış olmalarıdır. Aslında bu gerçek, geçmişle yüzleşme, hem bireysel hem de kolektif meselelerin tartışılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu da her siyasal hareketin, kendi tarihine daha eleştirel bakabilme özgüvenine sahip olmasını gerektirir.

TKSP-PSK eski genel sekreteri Kemal Burkay, Anılar Belgeler II adı altında yayınladığı kitapla, aslında tarih yazım anlayışını yeniden tartışmaya açmaktadır.

Sayın Kemal Burkay her ne kadar tarihçi değilse de, parti tarihini yazabileceğine kendisini inandırmıştır.

Burkay'ın yazdığı anılarında dile getirdiği her şey, bugün halkımızın içinde bulunduğu koşullar itibarıyla, bize ileri adımlar atmamız için olanaklar sağlamaktan uzaktır.

Kitap, eleştirel çözümlemeden çok burun kıvırma ve çamur atmanın ağır bastığı, kötü niyetin, kin ve nefret beslemenin bir külliyatıdır. Burkay, kendi söz dağarcığında en incitici, en yakışıksız sıfatlarla insanlara saldırmaktadır.

Ayrıca Burkay, kendisinin kutsanmasını istemekte ve kendisini nasıl 'hatadan azade' ve dokunulmaz gördüğünü her satırda tekrarlamaktan sakınmamaktadır. Bir siyasi çalışmayı, bir parti örgütlenmesini neredeyse tek başına başardığını topluma ve kendisiyle birlikte sorumluluk alan ve çalışan bizleri de inandırmak istiyor. Bütün çabası bu! Yazar bilerek parti çalışmalarının etkinliğini sınırlıyor ve yapılan tüm çalışmaların ve birikimin salt kendi yazdığı makalelerin ürünü olduğunu savunmakla, farkında olmadan bütün hareketin tarihini karalıyor. Bu yazarın ruh halini ele vermektedir.

Böyle bir parti tarih yazım tarzı, bunca insanın emeğini ve nice fedakar insanın heyecanını gasp etmekle özdeştir. Kitapta aşağılama var, hakaret var ve partiyle ilişkisi kesilen herkese karşı nefret var. Olmayan tek şey sağduyu.

Gerçekliği , objektifliği, vicdanı ve vefayı dışarıda bırakan bir parti tarihi.
Yollarımızı Burkay'la Kesiştiren 12 Mart Dönemi Sonrasına Kısa Bir Bakış

12 Mart müdahalesi ve onunla birlikte gelişen toplumsal ve siyasi alt üst oluşlar, bütün politik eğilimleri, kesin siyasi tercihler yapmaya zorlayan koşulları yaratmıştı. Kürt hareketinin kimlik arayışı daha Diyarbakır hapishane sürecinde başlamıştı. Bu doğrultudaki, düşünce ve arayışlar her ne kadar ete kemiğe bürünmemiş olsa da belli ana eğilimler oluşmuş sayılırdı. Özellikle Kürtler artık, kendilerine güven vermeyen Türk sol hareketlerinin payandası olmayacak bir olgunluk ve yetkinliğe kavuşmuş sayılırdı. Türk Solu, Kürt özgürlük hareketıni kavrama ve ona destek verme konusunda en iyimser tanımlama ile tutarsızdı. Kaldı ki, ileride oluşacak Kürt siyasi hareketlerinin oluşmasında yer alacak olan kimi siyasi kadrolar için, bu ilk Kürt örgütlenme pratiği de olmayacaktı. Buna kimi TKSP-PSK kadrolarıda dahil. Daha önce ayrı örgütlenmiş Kürt siyasal partileri vardı.

1974 affıyla birlikte, Kürdistan ve Türkiye içinde büyük bir yurtseverlik havası esmeye başlamıştı. Güçlükler ve imkansızlıklar içinde de olsa inanan herkesin şevkle çalışacağı bir tarihsel döneme girilmişti. Meşruluğunu bizzat kendi dinamiğinden ve dayandığı toplumsal tabandan alan Kürt hareketi, artık kendi tarihsel çizgisinde akıp gürleşecekti..

Sayın Kemal Burkay Ülkeye döndüğünde, bizler (kendisinin en fazla hedef oklarına maruz kalanlar) Kürt halkının ayrı örgütlenmesi konusunda kesin kararımızı vermiş ve çok geniş bir ilişki ağını sağlamıştık. Nitekim sayın Burkay'ın karalamaların hedefi haline getirdiği kimselerin geldiği bölgeler, başta Özgürlük Yolu'nun ve daha sonra da TKSP-PSK'nin en etkin olduğu yerler olması tesadüf olmasa gerek. Örneğin: Ağrı, Kars, Van, Muş, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari ve Bingöl. Sayın Burkay'ın Kürdistan'ın diğer bölgelerinde neden örgütlenme başarısını gösteremediğini izah etmesi gerekmez mi? Ayrıca büyük metropollerdeki örgütlenmelerde de yine sözünü ettiğim insanların önemli etkisi vardır. Yukarıda da belirttiğim gibi, çok geniş bir ilişkiler ağına sahiptik. Sorun varolan o ilişkilerin rasyonalize olmasıydı. Nitekim, Özgürlük Yolu Hareketi ilk ortaya çıktığında, hareketin omurgasını bu potansiyel oluşturdu.

Oysa, Kemal Burkay her ne kadar ayrı bir kürt örgütlenmesine inanmış olsa da, yeni kurulmuş olan TİP'te çalışmayı da kafasının bir yerlerinde saklı tutmuştu. Nitekim, TKSP'nin kuruluşundan daha sonra, 30 Nisan 1975'te kurulan II.TİP'e katıldı. Mehdi Zana'da TİP kurucuları arasında yer aldı. Bu iki arkadaşın TİP'e katılmaları, TİP kurucular fotoğrafının Özgürlük Yolu dergisinde yayınlanması ve daha sonra da Burkay'ın parti kararı olmaksızın Tunceli'den milletvekili adayı olması yeni doğmakta olan hareketimize inanılmaz bir darbe vurmuş oldu ve Kürt kamuoyunun büyük tepkisine neden oldu. Kürdistan'daki bazı kitapevlerinin Özgürlük Yolu dergisi kolilerini açmadan iade ettikleri hatırlardadır. Bu iki arkadaşın zaafları, Özgürlük Yolu hareketinin (TKSP'nın) TİP'in bir yan kuruluşu olduğu propagandasının yayılmasına neden oldu. Bunu tamir etmek için çok zaman ve çaba gerekecekti.

Dünya genelinde yükselen sosyalizm dalgasının etkisiyle ve yine sosyalizmin ezilen ve sömürülen halkların tek umudu olduğu görüşünün Kürt kadroları arasında da giderek güç kazanmasıyla, Kürt hareketi de bu siyasal atmosferin etki alanına girdi. Böylelikle Kuzey Kürdistan da sosyalist örgütlenmenin objektif ve subjektif koşullar fazla analiz edilmeden ’sınıf partileri'nin kurulma süreci başladı.. Bu sosyalist ve işçi partileri hiç bir zaman gerçek işçi partileri olamadılar. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar itibariyle partilerin tabanını oluşturabilecek bir proleter sınıfın olmayışı, partileri doğal olarak toplumun değişik kesimleri içerisinde örgütlenmek durumunda bıraktı. Bu nedenle de siyasi hareketlerde, çoğunlukla sadece ilkede işçi sınıfını ya da emekçileri temsil eden aydınlar yer aldı. Hiç şüphesiz ki, Kürt aydınları mevcut siyasi ve sosyal birikimleriyle, radikal toplumsal değişimler için inançlı bir savaşım verdiler. Bu dönemde kurulan ve kendilerini sosyalist ya da işçi hareketi olarak tanımlayan yapılar, ’üyelerin onda dokuzu değilse bile dörtte üçü aydınlardan oluşan' örgütlerdi. Ülkenin sosyalist bir devrime hazır olup olmadığı sorunsalı belli bazı verisel parametreleri gerekli kılmasına rağmen, geleneksel solun geleneksel ’teori merkezleri'nin hazır reçetelerine itibar edildi. Toplumsal karşılığı olan siyasi bir iradenin üretilmesi gereği yerine, salt işçi sınıfını ön plana çıkaran ve onu fetişleştiren bir yapılanmanın ciddi bir toplumsal taban oluşturamıyacağı zamanla anlaşılacaktı. Bu gecikme, süreci doğru analiz edebilecek, ondan siyasal sonuçlar çıkarabilecek ciddi bir aydın ve entellektüel donanıma sahip kesimin yok denecek kadar az olmasındandı. Örneğin: Kürdistan'da ki, hiç bir siyasi hareketin, ülkenin sosyo-ekonomik yapısını araştırabilecek ne yetkin kadroları ne de ideolojik formasyonları vardı. Denilebilinir ki, sosyalizmden esinlenmiş olmakla birlikte, ideolojik formasyonun gelişmiş olmaması, oradan buradan alınan bilgilerin eklemlenmesi ile durum idare ediliyordu. Maalesef bugün de durum fazla değişmiş değil. Bu eksiklik, Kürt aydınlanmasının en ciddi problematiği olarak karşımızda duruyor. Bu süreç doğal olarak, soğuk savaş örgütlenmelerinin dar parametrelerine hapsolmuş otoriterist ve oligarşik yönetim anlayışlarının da ortaya çıkmasına neden oldu.

Bu sürecin bazı tarihi, siyasi ve toplumsal özelliklerine daha ayrıntılı olarak değinilmesinde büyük yarar olduğu muhakkaktır. Ancak bu sorun, daha geniş bir çalışmayı ve tartışmayı gerektiriyor. Biz kendimizi sayın Kemal Burkay'ın saldırı ve savunma refleksleriyle sınırlandırırsak, daha doğru yapmış oluruz.

Bizler (çoğul birinci kişi adılını kullanmamdaki maksat, oluşmuş olan ortak bir hazırlık ve iradeyi vurgulamak içindir.) sayın Kemal Burkay'ın ülkeye dönüşünü ve bizlerle ilişki kurmasını sevinçle karşıladık. Sayın Burkay hakkındaki ortak kaanatimiz, kendisinin dürüst, fedakar ve dünya malına-mülküne fazla ehemmiyet vermeyen özelliğiydi. Bu daha fazla dışarıdan edindiğimiz bir kanaatti. Çünkü bizim Sayın Burkay'la, onun değişik özelliklerini daha fazla tanıma gibi bir pratiğimiz olmamıştı. Ayrıca biz gençler için, daha tecrübeli daha yetkin ve ideolojik formasyonu olan bir profile de ihtiyaç vardı. Kemal Burkay bu özellikleri kısmen taşıması itibarıyla, birlikte çalışabileceğimiz bir kimseydi. Bizde oluşan ağırlıklı görüş bu yöndeydi Yukarıda da belirtiğim gibi, Kürt siyaset sınıfı normal düzeyi olan insanlardan oluşmaktaydı. Önde görülen kadroların yön tayın edici ileri bilgi ve tecrübe birikimleri, kendisini kanıtlamış belirgin bir özellikleri, ya da özel bir yaratıcılıkları yoktu. 12 Mart darbesi ve ona bağlı olarak da Diyarbakır hapishane süreci, bunu fazlasıyla kanıtlamıştı.
O zamanın koşulları gözününe alınacak olunursa, en reel olanı yaptığımıza inanıyorum.

Bizim en büyük hatamız sayın Burkay'a fazlasıyla misyon yüklemiş olmamızdı. O, sayıp sevdiğimiz bir insan olduğu için kusurlarını, eksik ve hatalarını görmemeye çalışıyorduk. Daha doğru bir deyişle görmemezlikten geliyorduk. Aslında bugün geriye dönüp baktığımda, bizler O'nu koruyup kollamakta hiç bir fedekarlıktan kaçınmamıştık. O ise, kişisel benlik davaları uğruna, küçük hesaplarla hareket eden hizipçiliğin dar mantığına kendisini hapseden, evet-efendimcilere prim veren ve yol arkadaşlarına karşı güvenmeyen bir lider tipolojisi ortaya serdi. Bu da giderek, hareketin genişleme kapasitesini sınırlamaya neden olan ciddi bir etkene dönüştü.

Ancak hakkını yemeyelim, Özgürlük Yolu'nun çıkmasında ve giderek etkinleşmesinde en büyük katkı sayın Kemal Burkay'a aittir. Aramızda düşüncelerini rahatlıkla yazıya dökerek, polemik dilini ustaca kullanan ve yayın politikamızın etkinleşmesini sağlayan en önemli pay O'na aittir. Ayrıca bu tartışmalarda önemli açılımlar sağlanılmış, önemli noktalara ulaşılmıştır.

Ancak bizlerin yazma konusunda gösterdiğimiz ihmal ve üşengeçliğin, (burada en büyük hatanın bana ait olduğunu da kabul ediyorum.) yayın politikamızın etkin çoğulcu bir düşünce sistematiğine kavuşamamasında oldukça önemli bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca bu ihmal, ileride ortaya çıkacak örgütsel sorunların çözümsüzlüğünde de önemli bir rol oynayacaktı. Zira bu yazı yazma monopolü, sayın Burkay'a önemli ayrıcalıklar sağlayacak ve O bu imtiyazını, arkadaşlarına karşı bir silah olarak kullanacaktı.

Sayın Burkay'ın, kaç kez Merkez Komite toplantılarında, yaratılan siyasi etkinliğin, yazmış olduğu makalelerin ürünü olduğunu savunması ve fedakarca yapılan diğer tüm örgütlenme çalışmalarını gözardı ederek küçümsemesi, sert tepkilere muhatap olmuş ve bu tepkilerden alınarak, – ben sizin katibiniz miyim?- diyerek tozu dumana katmıştır. Zaten Kemal Burkay'ın parti politikalarını ilgilendiren her toplantıyı öfkeli ve hoşgörüsüz tutumuyla manipüle ederek sağlıklı bir tartışma ortamına meydan vermemesi giderek bir yöntem sorununa dönüşecekti. Açıkçası toplantılar O'nun tarafından bir nevi terörize ediliyordu. Belirli bir hoşgörü ortamı, farklılığa saygı ve özgür düşünmeye önem vermeme Sekreterin karakteristiğine dönüşmüştü. Bu tutum, giderek partinin hiç bir zaman demokratik bir işleyişe kavuşamamasında önemli bir etken oldu. Sekreterin kişisel hırsı ve yapay ilişki tutkusu, örgütü kaçınılmaz olarak bürokratik bir aygıta dönüştürdü. Sayın Burkay'ın en önemli özelliği, yanında gerçekleri söyleyenleri değil, “Aman efendim ne kadar doğru söylüyor ve yapıyorsunuz“ diyenleri tercih etmesidir. O, hiç bir zaman ortak akla inanmadı. Sayın Burkay, kendisini yazıda iyi ifade eden birisidir. Ancak, iyi idarecidir iyi yöneticidir demek, kendisine yapılacak en büyük haksızlıktır.

Doğru Olmayan İddialar

Sayın Kemal Burkay'ın bana ilişkin olan görüşlerinin hemen tümü yanlış ve maksatlıdır. Bu bir karalama propagandasıdır. Yukarıda belirttiğim yazı yazma konusunda ki ihmalkarlığım dışında, gerek parti örgütlenmesinde, gerekse Özgürlük Yolu dergisinin ilk sayısından son kapanış sayısına kadar olan zaman zarfında hiç bir fedakarlıktan kaçınmamış gereken her türlü sorumluluğu yerine getirmişimdir. Derginin redaktörlüğü, matbaa, dağıtım ve organize işlerinin tümü benim sorumluluğumda yürütülmüştür. Bu sorumluluk dönemi içerisinde hiç bir aksama ve olumsuzluk yaşanılmamıştır.

Partinin örgütlenmesinde de, Kürdistan'daki çok sayıda nitelikli kadronun harekete katılmasında en fazla katkısı olan insanlardan biri benim. Partinin ilk örgütlenme aşamasında ben ve birlikte hareket ettiğim arkadaşların belirleyici katkısı olmasaydı, sayın Burkay'ın pek fazla manevra şansı olamazdı. Çünkü, kendilerini TİP le özdeşleştiren siyasilerin parlak bir sınavları olmamıştı. Nitekim şanslarını deneyenlerin gelip vardıkları nokta ortadadır.
İkinci konu, benim yurtdışında özellikle Suriye'de bulunduğum ve sorumlu olduğum dönemde yan gelip yattığım iddiası. Bu sav tümüyle hilaf-ı hakikattır. Buna en doğru yanıtı, bizim dışımızdaki, Kürt ve Türk örgütlerinin sorumluları verebilir. Sayın Burkay'ın kabul etmesi gerekir ki, bizim dışımızda her iki ulusa ait çok sayıda örgüt ve temsilcileri orada bulunmaktaydı. Bence, bunun en doğru yanıtı yine sayın Burkay'da saklıdır. Hafızasına çok güvenen sayın Burkay ’ın, üzerinden ustaca atladığı bir şeyi kendisine burada hatırlatayım.
Kendisi İran'da ki, arkadaşların yanından dönüp Şam'a geldiğinde, ’Farukcuğum, buradaki durum gerçekten çok iyi, arkadaşlar arasındaki ilişkiler ve uyum çok iyi. Oysa ki, İran'da tamı tamına otuzbeş tımarhanelik vaka var ve hiç birinin ıslahı da mümkün değil' diyen bizzat kendisidir. Bu satırları yazmaktan ve hatırlatmaktan büyük üzüntü duyuyorum. Hele hele O'nun oradaki arkadaşları böyle bir sıfatla nitelendirmesine asla katılmıyorum. Lakin O'na gerçekleri hatırlatmanın başka da yolu yok. Sayın Burkay işine geleni yazmış.

Bu nasıl yan gelip yatmadır ki, bu ölçüde var olan uyum ve iyi ilişkiler ortamı, benim ayrılmamdan sonra bir sürü olumsuzluğun başgösterdiği bir ortama dönüşüyor. Kendisinin ifadesiyle, MK üyeleri yumruklaşabiliyor ve bu bir yığın rahatsızlığa neden oluyor. Bu keşmekeşlik ve yönetememezlik ortamında haksızlığa uğrayarak sonunda ülkeye dönme kararı veren hareketin en iyi militanlarından Ahmet Alkan'ın sınırda vurularak öldürülmesi olayını sayın Burkay'ın neden ifade etmekten kaçındığını kendisine sormak gerekir. Ayrıca yine üzerinden ustaca atlanılan intihar olayı. Bunlar, parti tarihi içinde yer almayacak kadar küçümsenecek olaylar mıdır?

Açığa kavuşturulması gereken noktalardan birisi de, benim kongreden kaçma olayımdır. Benim uzun yıllara dayanan bir böbrek rahatsızlığım vardı. Suriye'ye geçerken, sınırda dahi ciddi bir rahatsızlık geçirdim. Suriye'de belli bir süre içerisinde işlerimizi bitirdikten sonra, beraber olduğum Aziz arkadaşa, Avrupa'ya geçeceğimi söyledim. Amacım, bir imkan bularak tedavi olmaktı. Aziz arkadaşın dönüşünden sonra, bir ilişki ile Beyrut'a geçtim ve orada uzun sayılabilecek bir süre kaldım. Bu süre içerisinde Filistin örgütleri başta olmak üzere, kimi Kürt çevreleri ve yanlarında bulunduğum Irak Komunist partisinin yetkilileriyle uzun süreli görüşmelerim oldu. Bu süre içerisinde, hem parti politikamızı hem de o dönem kurulmuş olan UDG ( Ulusal Demokratik Güçbirliği) hakkında oldukça yararlı bilgilendirmelerde bulundum.
Burada bir parantez açarak belirtmekte yarar görüyorum: O dönem Aziz arkadaşla birlikte başlattığımız ilişkiler, daha sonraki yıllar bizim Orta-Doğu'daki ilişkilerimizin sağlam ve güvenilir altyapısına dönüştü.

Belli bir süre sonra yani Avrupa'ya geçişimi sağlayacak koşullar yerine gelince de Almanya'ya geçtim. Ben kısa bir sürede tedavi olup döneceğimi düşünürken, tedavim bayağı uzun bir süreyi kapsadı. Ve sonunda ciddi sayılabilecek bir ameliyat geçirdim. Bu süre zarfında, sayın Kemal Burkay'la iki kez görüştüm. Birisi, kendisinin kitapta belirttiği gibi, bulunduğum evde, ikincisi de tedavi gördüğüm hastahanede. İlk görüşmemizde yalnızdı ve bana, benim ülkede bulunmadığım süre içinde parti kongresinin toplandığını ve benim de yeniden Merkez Komitesine seçildiğimi söyledi. Buna çok sevindiğimi ve kendisine teşekkürlerimi söyledim. İkinci görüşmemiz ise, tedavi gördüğüm hastahanede gerçekleşti. Bu görüşmemizde sayın Burkay yalnız değildi, yanılmıyorsam yanında türkçe de bilen bir Bulgar arkadaşı vardı ve sohbetimiz genellikle sağlık sorunları üzerine oldu.

Sayın Burkay'ın ciddi bir sağlık sorununu bu denli istismar ederek, ondan siyasi bir senaryo yaratması gerçekten akıllara ziyandır. Benim kongreden kaçtığım iddiası ise, tamamen bir kara çalmadır. Ben ülkeden ayrıldığımda, kongrenin esamesi okunmuyordu. Kongrenin toplanması, benden sonra gelişen bir süreçtir. Kaldı ki, kongreden kaçmış olsam, bana tevdi edilen yeni MK görevi için, niye sayın Burkay'a teşekkürlerimi ve sevincimi bildireyim ki. Ayrıca, benim kendisine yapmış olduğum kongre toplama önerisi ise, tamamen ikimizin arasındaki, bir sohbet sırasında geçmiştir. Ben, kendisine parti yönetiminde genç bazı arkadaşların görev almasının partiye yeni bir dinamizm kazandırabileceğini, partinin daha etkin çalışabileceğini söyleyerek bu konuda iki genç arkadaşın ismini önermiş, O ise, bunların daha tecrübesiz olduklarını, parti yönetiminin tecrübeyi gerektirdiğini söylemişti. Bu sohbetimizin ileride, yorgunluğumdan dolayı yeni arkadaşları yönetime getirecek bir kongre toplayalım önerisine ve kongreden kaçtığım savına dönüştürülmesi, ancak sayın Kemal Burkay'ın düşünce kalıplarını zorlayarak, gerçeklerle hayalleri birbirine karıştırarak ’anı'laştırabileceği şeylerdir. Hayret doğrusu!

Kongreden söz açılmışken, PSK kongrelerinin hangi ortak iradeyı ortaya çıkardığı, hangi ortak iradeyı meşrulaştırdığı da önem kazanmaktadır. Kongre sorununu çok kısaca özetlemek için Kemal Burkay'ın anılarına baş vurmak gerekiyor. PSK'nin İkinci Kongresinden bir kesit : ’Bitlis kesiminden Cezmi ile Azad daha ciddi idiler ve bu dönemde de oldukça iyi sınav vermiştiler. Çağırıp ikisiyle de ayrı ayrı konuştum. ’Veysi'ye ve Mahmut'a MK'da görev vermeyeceğim, çünkü bunu hak etmiyorlar. Ama size vermeyi düşünüyorum, buna hazır mısınız?' dedim. İkisi de evet dediler. (Anılar-Belgeler 2.Cilt.s.417)

Aynı Kongre de Yücel Yeşilgöz için' Yücel Yeşilgöz kongrede bayağı neşeli, olumluydu, katkıları da oldu. Ancak zor dönemde iyi bir sınav vermemişti. ’Örgütte kalması için' ona herhangi bir rüşvet vermedim' (s.417) Dikkat edilirse, Genel sekreter kendi otoritesiyle, Parti'ye kendisi kadar ait olan herhangi bir kimseyi ya da örgütü dağıtma hakkına, aynı biçimde Partin'nin herhangi bir üyesini haklarından yoksun bırakma yetkisine sahip olduğunu övünçle ifade etmektedir. Parti'nin en önemli karar organı olan kongrenin nasıl bir atmosferde cereyan ettiği ve yeni Parti yönetiminin hangi ’dahiyane' metotlarla seçildiği ise ibretliktir.
Etkinliği sınırlı olan Parti'nın, kendini geliştirme parametrelerine sahip olmayışı, Kürdistan'ın toplumsal ve tarihsel gelişiminin nesnel ve öznel dinamiklerini analiz etme yeteneğine sahip olmayışı, Burkay'ın kişisel hırs ve hareketi likide etmesinde ki katkısı yanında başka faktörler de eklenince, Parti'yı dağılma sürecine getirdi ve bugünkü durum ortaya çıktı.

Ayrıca, Partinin yetkili organlarında dezenformasyonlar ve manipulasyonlar sonucu partiyi çıkmaza ve karanlığa sürükleyecek kararların alınmasındaki bizzat kendi sorumluluğunu ve rolünü neden bir değerlendirmeye tabi tutmuyor sayın Burkay? Bu refleks, sorumluluklarıyla yüzleşme gereğinden ve hatalarını kabul etme yükümlülüğünden kaçma refleksidir. Hatadan münezzeh bir lider kültü yaratma gayretinin, bu tür gerçekleri ortadan kaldırmaya yetmiyeceği aşikardır. Sayın Burkay, parti tarihini doğru dürüst yazacağına, kendisini ’adam asmaya meraklı bir yargıç' yerine koymaktadır. Bu da, ’Tarihte insan kendini gözlediği için, tarih zorunlu olarak özneldir' tespitini doğrulamaktadır.

İtibar Edilen İftira ve Yalanlar

Spekülasyonlar üzerinde bir karalama kampanyası yürütmenin hangi sınırsız suçlamalara vardığı ise dehşet vericidir. Daha önceleri de bizi kast ederek, TKP güdümünde bir Kürt partisi kurulma senaryoları piyasaya sürülmüştü. Bu ’kara propaganda'yı ciddiye almamış ve üzerinde durmamıştık. Ancak bu yalan ve iftiranın yeniden ısıtılarak, ona tarihi bir özellik kazandırma gayreti, daha önce de Kürt hareketine musallat olan bu tiksinti verecek düzeydeki siyasal yozlaşmanın ve seviyesizliğin, onu hala terk etmediğinin bir kanıtıdır.

TKP'nin güdümünde, benim de içinde bulunduğum bir grup arkadaş tarafından bir Kürt partisinin kurulması iddiasında bulunanlar, eğer bu iddialarını ispatlamazlarsa tarihe müfteri olarak geçeceklerdir. Ayrıca bu tarihlerde sorumlu konumda olan TKP yöneticileri de eğer, siyasi sorumluluk ve onur sahibi iseler onların da bu konuda bir tutum sergilemeleri gerekmektedir.

Kemal Burkay'ın hiç bir sorumluluk taşımadan, geniş bir yurtsever kesim tarafından çıkarılan BERGEH dergisini, bu kapsamda karalamaya kalkışmasına ise, Allah hiç kimseyi akıl-izandan yoksun bırakmasın demekten başka ne denebilir ki? Burkay'ın kocaman şakasına gelince: “Bu güdümlü parti, belki de Sol Birlik planında deşifre ettiğimiz için kendi adıyla sahneye çıkmaya cesaret edemedi. Yalnızca bir süre Bergeh adıyla iki-üç ayda bir yayınlanan bir dergi çıkardılar. 1980'li yılların sonlarına doğru sosyalist sistemi sarsan fırtına TKP ile birlikte bu güdümlü partiyi de onun yayın organını da sildi süpürdü.' Görüyor musunuz BERGEH'in arkasındaki güçleri, kocaman sosyalist sistem ve TKP. Onlar yıkılınca, bu güdümlü parti ve onun yayın organı BERGEH'de silinip süpürülüyor. Tam da mitomanik bir vakaa. Bu konularda bayağı tecrübe sahibi olan ustamız için değerli olan bu metafor, bizler için oldukça eğlendiricidir. Oysa bilindiği gibi, tam da sosyalist sistemin alt-üst olduğu 1989 yılında yayın hayatına başlayan ve 1991 yılında son veren BERGEH dergisi, Kürt yayın hayatının en nitelikli yayınlarından biri olma onurunu taşıyor. Çok sayıda yurtseverin emeğinin ürünüdür. Bu gerçeği, Burkay ya da onunla birlikte düşünme alışkanlığı edinen kimseler dışında kalan her yurtsever Kürt insanı da böyle kabul ediyor. Bu haksız iftira nedeniyle Kemal Burkay'dan bir özür beklemek, bizim de Kürt kamuoyunun da hakkıdır.Burkay'ın benim dışımda yapılan her şey karadır,' benim doğrularımdan başka doğru yoktur''kötülüğü daima ’dış düşmanlara' bağlama alışkanlığından vazgeçip, olaylara bazen de ’içerden' bakma duyarlılığını gösterirse, akla daha yakın analizlerde bulunma imkanını elde etmiş olur. Kendi grubu dışında, diğer grup ve akımlara, herkese her kesime bu kadar kin besleyen, kin üreten Burkay'ın artık sağduyuya ihtiyacı vardır. Çünkü bu yol yol değildir.
Kemal Burkay'ın ipe-sapa gelmez karalamalarına yanıt vermek, geldiğimiz zaman dilimi itibarıyla hicap vericidir. Ancak, O'nun hala otuz-kırk yıl öncesinin siyasi polemik dilini, analizlerdeki sığlığı inatla koruması ve bu tutumun günümüzün gerçekliğiyle, ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığını bir türlü kavrayamaması, kendisini sağ duyuya çağırmamızı gerektirmektedir. İçinde yaşadığımız bu konjonktür, sayın Burkay'ın biraz daha geniş vizyon sahibi olmasını gerektirmez mi?

*Faruk Aras - Özgürlük Yolu Dergisinin Sahibi - TKSP Kurucusu ve Eski MK Üyesi

نەناسراو (not verified)

Fri, 01/08/2010 - 23:57

' Tarihçinin görevi hem kendine karşıdır, hem de okuyucusuna. Bir ölçüde, ölüp gidenlerin arkalarında bıraktıkları ruhları tarihçinin ellerindedir. İncelediği ve yeniden canlandırdığı büyük ve güçlü ölümlülerin şan ve şereflerinden sorumlu olan tarihçidir. Yanılırsa, suçsuz olanlara leke sürerse, veya aşağılık ve utanç verici kişileri iyi gösterir, hayranlık uyandırmalarına neden olursa, tarihçi sadece büyük yanlış yapmakla da kalmaz, toplumun zihnini çelmiş, zehirlemiş ve toplumu aldatmış olur.' Albert Mathiez TKSP-PSK eski genel sekreteri Kemal Burkay, Anılar Belgeler II adı altında yayınladığı kitabi okumasamda,ona yönelik elestirilerden anladigim kadariylan,Anılarla karartılan tarih te sözü edilen sahislardan biride sizsiniz.gecmis konumunuzu belirlerken,söylerken, su anki konumunuz ise sanki bir özür dilenmesiylen hal olacak gibi.Degerli sehidimiz Zeki Adsiz yasiyor olsaydi eger "ki kürdistani yüreklerde yasiyor ve yasatilacaktirda)siz gibi bir savunma icinde olmayacagi kesindir.zaten yasarken gerekli tavri koyan,durus sergileyen degerli Zeki Adsiz in yasam hikayesindende bu bariz bir sekilde anlasiliyor.oysa sizin hikayenizi okurken,tavirdan ziyade neden bir özür beklediginizi anliyorum.kendi anilarinizi bir baska karatilan anilarda aciklamaya calisirken,haklisinizi nasilgenel sekreterinizin "Burkay, kendisinin kutsanmasını istemekte ve kendisini nasıl 'hatadan azade' ve dokunulmaz gördüğünü her satırda tekrarlamaktan sakınmamaktadır. Bir siyasi çalışmayı, bir parti örgütlenmesini neredeyse tek başına başardığını topluma ve kendisiyle birlikte sorumluluk alan ve çalışan bizleri de inandırmak istiyor. Bütün çabası bu! Yazar bilerek parti çalışmalarının etkinliğini sınırlıyor ve yapılan tüm çalışmaların ve birikimin salt kendi yazdığı makalelerin ürünü olduğunu savunmakla, farkında olmadan bütün hareketin tarihini karalıyor. Bu yazarın ruh halini ele vermektedir."derken sizde birazda bunu utangac bir sekilde yapiyorsunuz gibi.nasilmi? "Bizler (çoğul birinci kişi adılını kullanmamdaki maksat, oluşmuş olan ortak bir hazırlık ve iradeyi vurgulamak içindir.) sayın Kemal Burkay'ın ülkeye dönüşünü ve bizlerle ilişki kurmasını sevinçle karşıladık. Sayın Burkay hakkındaki ortak kaanatimiz, kendisinin dürüst, fedakar ve dünya malına-mülküne fazla ehemmiyet vermeyen özelliğiydi. Bu daha fazla dışarıdan edindiğimiz bir kanaatti. Çünkü bizim Sayın Burkay'la, onun değişik özelliklerini daha fazla tanıma gibi bir pratiğimiz olmamıştı. Ayrıca biz gençler için, daha tecrübeli daha yetkin ve ideolojik formasyonu olan bir profile de ihtiyaç vardı. Kemal Burkay bu özellikleri kısmen taşıması itibarıyla, birlikte çalışabileceğimiz bir kimseydi. Bizde oluşan ağırlıklı görüş bu yöndeydi Yukarıda da belirtiğim gibi, Kürt siyaset sınıfı normal düzeyi olan insanlardan oluşmaktaydı. Önde görülen kadroların yön tayın edici ileri bilgi ve tecrübe birikimleri, kendisini kanıtlamış belirgin bir özellikleri, ya da özel bir yaratıcılıkları yoktu. 12 Mart darbesi ve ona bağlı olarak da Diyarbakır hapishane süreci, bunu fazlasıyla kanıtlamıştı. O zamanın koşulları gözününe alınacak olunursa, en reel olanı yaptığımıza inanıyorum."örneginde oldugu gibi.12 mart örneginizi bilemem ama 12 eylül örneginde,hele Amed zindaninda sinifta kaldiginizi söyleye bilirim. ya su "belirlemede"bulunurken söylediklerinize ne demeli?. "Bizim en büyük hatamız sayın Burkay'a fazlasıyla misyon yüklemiş olmamızdı. O, sayıp sevdiğimiz bir insan olduğu için kusurlarını, eksik ve hatalarını görmemeye çalışıyorduk. Daha doğru bir deyişle görmemezlikten geliyorduk. Aslında bugün geriye dönüp baktığımda, bizler O'nu koruyup kollamakta hiç bir fedekarlıktan kaçınmamıştık. O ise, kişisel benlik davaları uğruna, küçük hesaplarla hareket eden hizipçiliğin dar mantığına kendisini hapseden, evet-efendimcilere prim veren ve yol arkadaşlarına karşı güvenmeyen bir lider tipolojisi ortaya serdi. Bu da giderek, hareketin genişleme kapasitesini sınırlamaya neden olan ciddi bir etkene dönüştü."bir özür dilemeklen fift olacaksiniz gibi. Doğru Olmayan İddialar basligi altinda kendinizi savunmaniz ise,Genel Sekreteriniz Burkayi elestirmeniz yaninda cok zayif kaliyor. her bir satiriniz irdelenirken gercektende sizden bir özür dilemesi yeterli olacak gibi.oysa size yakisan, sayin Şadiye Adsiz'dan Kemal Burkay'a Acik Mektupu altina imza atmak olacakti. saygilar

Anonymous (not verified)

Sat, 01/09/2010 - 20:02

TKSP eski Genel Sekreteri Kemal Burkay`a ait anıların 1. cildi yıllar önce çıkmasına rağmen bu güne kadar fırsat bulup okuyabilmiş değilim. Kısa sayılacak bir süre önce basılan 2. cildini ise bir toplantıyı izlemek üzere uğradığım Berlin KOMKAR derneğinde gördüm. Eline tutuşturulmuş bir genç yanıma gelip satın almamı istedi; ben de aldım ve uygun bir zamanda, her iki cildi aynı anda okumak üzere bir kenara koydum. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Aradan bir-iki hafta geçti, kitapla ilgili iki ayrı telefon aldım. Telofonu açan dostlar, Anıların 2. Cildini okuyup okumadığımı soruyorlardı. „Okumadım“ deyince de okumam gerektigini söylediler. Hatta bir tanesi „Topa tutulmuşsun, sinirlerini sağlam tut,“ dedi. Bu olaydan sonra, hiç beklemeden, 2. Cildini elime aldım ve okumaya başladım. Şimdi üyesi olmasam da, PSK, halkımızın yakın tarihinde önemli bir yeri olan, onun özgürlük mücadelesine gözardı edilemiyecek katkılar sunan bir örgüt. Onunla ilgili böylesi bir çalışmanın kamuoyun sunulmuş olması elbet önemlidir. Aslında, büyük-küçük ayırımı olmaksızın öteki örgüt ve gruplarına ilişklin olarak bu tür çalışmaların yapılmasında büyük yarar var. Ne var ki bunu yapmaya soyunanların, bir dönemin aktörleri ve şahitleri olarak, sorumluluklarını göz ardı etmemeleri, buna hakları olmadığını bilmeleri gerekir. Onların, objektif ölçüleri bir kenara bırakmaları, anı ile polemikçiliği birbirine karıştrmaları, hele de eline fırsat geçmişken birilerinin defterini dürmeye çabalamaları sağlıklı bir yöntem değil. Bu, Kürt hareketinin bu gün varmış olduğu olgunluk düzeyi ile de bagdaşmıyor. PSK eski Genel Sekreteri`nin anıları, maalesef bu yönden düzey olarak hayli geri. Burkay, yerine göre kimi önemli şeyleri görmezlikten geliyor, kimilerini ise abartarak öne çıkartıyor. Yorumlarında oldukça tek taraflıdır. Arkadaşlarını nerede ise sadece „sorun çıkartan kişiler“ olarak tanıtmış. Gerektiğinde onları en sert şekilde eleştirirken katkılarına değinmeyi pek te önemsememiş. Bana gelince, öncelikle şunu açık söyliyeyim; ben Kemal Burkay`dan, kendimle ilgili objektif bir değerlendirme yapar beklentisi içerisinde hiç olmadım. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu kadarını da beklemiyordum. Burkay, o ünlü kindarlığı ile eline kalemi almışken bir kez daha ortalığı toz-dumana boğmuş. Bu durumda bana da, onun kimi iddialarına karşılık vermek gibi cansıkıcı bir işi yapmaktan başka bir seçenek kalmıyor. Beri taraftan, üzerinde konuştuğumuz sorunlar çeyrek asırdan fazla bir zaman öncesine ait konulardır. Bunların, okuyucunun ezici çoğunluğuna yabancı şeyler oldukları açık. Dolayısıyla da yaptığımız iş, haklı olarak bir çok yönü ile onlara bir masal gibi, hatta komik gelecek ve eminim ki içlerinde halimize gülenler de olacak. Ne var ki yazılanlar arşive girecek şeylerdir. Gelecek kuşaklar, ileride bu halkın bir döneme ait mücadelesinin tarihini öğrenmek istediklerinde bu tür „anılara“ da bakacaklar. Doğrusunu söylemek gerekirse, eger işin bu yanı olmasa, Burkay`ın iddialarına yanıt verme geregi duymazdım. Çünkü ben kapalı kapılar ardında olan biri değilim, meydandayım. İnsanlar, söylenenlerin doğru olup olmadığına karar verebilecek kadar yakından tanıyorlar beni. 1980`lerin Başlarında Almanya`da Yaşadığımız Kimi Sorunlar Burkay`ın bahsettıgi 1981-82 döneminde Almanya`da bir dizi sorun yaşadık. Bahsettiğimiz dönemde, bu ülkede Partinin 1. derecde sormlusu bendim ve çeşitli eleştirilerin hedefi oldum. O zamanki PSK Genel Sekreteri Burkay başta olmak üzere MK`de görevli kimi arkadaşlar bu elştirler üzerinde detaylıca durdular. Sonunda, olay MK toplantısında genişçe tartışıldı ve eleştiriler esas itibariyle haklı bulunmadı. Partinin değerlendirmesi, o söz konusu sorunun temelinde, Z. Atsız`ın başını çektiği hizipçi çabalar ile kimi arkadaşlarımız arasında „Türkiye`den gelenlere“ duyulan tepkiler vardı ki kişi olarak ta Burkay`ın görüşü bundan farklı değildi. Tabi bu arada toplumumuzun sahip olduğu kimi geleneklere bağlı olarak, kitlemizde ortaya çıkan sorunlardan da bahsetmek gerekir. Örneğin, KOMKAR Yürütme Kurulu`nda görevli bir arkaşımızın eşi ile olan ve sonunda da ayrılıkla sonuçlanan sorunu, o zaman bizi ciddi ölçüde uğraştırmış, Almanya birimindeki Parti sorumlusu olarak ben de, küfür dahil bu işten payıma düşeni almıştım. Onlara göre o arkadaş derhal görevden alınmalı ve dışlanmalıydı. Bunu yapmayan örgüt derimci değildi, oportünistti vs. İlginç olan, eşi Kürt olan arkadaşa bu tarzda tepki gösterilirken, aynı dönemde alman eşinden ayrılan bir diğer arkadaşımızın durumu ile ilgili kimse tek söz etmemişti. Kuşkusuz, Parti Merkez Komitesinin yaptığı bu belirleme, tek tek kişiler olarak benden ya da başka arkadaşlardan kaynaklanan yanlış ve eksikliklar olmadığı anlamına gelmezdi. Elbette bu tür yanlışlarımız vardı ama bunlar, ortaya çıkan tablonun asıl nedenleri değillerdi. İlginçtir, Burkay anılarında beni topa tutarken, Partinin yapttığı bütün bu değerlendirmeleri adeta unutuyor, unutmakla da kalmıyor, olmayan karar ve görevlendirmelerden bahsediyor. Örneğin, anılarının bir yerinde benimle ilgili şu satırlar var: „ Kendisini önce Hollanda sorumlusu olarak görevlendirmeyi kararlaştırmıştık. Ne varki burası için endişelerim vardı. Belli bir sempatizan kitlemiz olsa da, örgüt bakımından henüz gereği gibi işlenmemiş bir birimde, Süleyman gibi kitle ilişkilerinde başarısız biriyle başlamak yanlış olur diye düşünüyordum. Bu nedenle görev yerini değiştirip İsveç`e aldık. Orada kendisini denetleyebileceğimi sanıyordum. Ancak iki hesap yanlış çıkktı. Ne Mahmut Hollanda`da bir işe yaradı, ne de İsveç`te Süleyman`ın zararlarını önleyebildim..“ (Anılar, 2. Cilt, s. 412) Sözü uzatmadan şunu söyliyeyim ki ne yetkili parti organlarının bu cümlelerde ifade edilen tarzda bir saptaması ve kararı var, ne de bu gerekçeye dayanan böyle bir görevlendirme söz konusudur. Bunları ilk kez duyuyorum. Kaldı ki bu satırlarda „Hollanda sorumlusu olarak görevlendirildiğimi“ söylerken, 335. Sayfada ise “Hollanda için daha önce Süleyman`ı düşünmüştük,“ diyor. İkisi farklı şeyler. Üstelik, görev yerimin Burkay`ın söylediği gerekçelerle değiştirilmesi şurda kalsın, kendisinin de belirttiği gibi 1982 MK toplantısında , bir Avrupa Komitesi oluşturulmmuş ve başına da ben getirilmiştim. Bu, daha önce sürdürdüğüm Almanya sorumluluğuna göre daha üst bir görevdi, tabiri caiz ise bir terfiydi ve 1984 yılı başlarında İsveç`e gidinceye kadar da bu görevde kaldım. Peki nasıl oluyor da MK hem beni başarısız görerek görev yerimin değiştirilmesine karar veriyor hem de bani daha üst bir görev olan Avrupa Komitesi başkanlığına getiriyor? Burkay beni „tanıtmaya!“ devam ediyor: „... Hem genel olarak insani ilişkilerde, hem de kadrolarla ilsihkilerinde başarısızdı. Bir şef gibi yönetiyor, bazen küçümseyici, kırıcı, itici oluyordu...“ diyor. Burkay`ın bahsettiği dönem, işlerin çok yoğun olduğu bir dönemdi. Üstelik ben hizip hareketinin 1. derecede hedefiydim. O dönem pek çok haksız eleştiri ve tahrikle yüz yüze kaldım. Ama buna rağmen hissi ve tepkici davranmadım, beni eleştirileren arkadaşlarla ilişkilerimde olumusuz yönde en ufak bir değişiklikliğe gitmedim. Tersine daha özenli davranmaya çabaladım. Eleştiride bulunmanın bir hak olduğunu, defalarca yüzlerine söyledim. Böylece birlikte çalışmaya devam ettik ve oldukça başarılı bir perfomans sergiledik, ses veren güçlü eylemler gerçekleştirdik. O dönemde, gösterdiğim soğukkanlılık, tahrikleri boşa çıkartmada sağladığım başarı, daha sonraki yıllarda bir çok arkadaş tarafından deflarca dile getirildi. Hatta bunların içerisinde, „Bu kadar tahammülü nasıl gösterdigine akıl erdiremiyorum,“ diyenlerin varlığını, Burkay da biliyor. Ayrıca bu tutumumun Zeki Atsız`ı da hayli rahastız ettiği gözden kaçacak gibi değildi. Onun, „Kardeşim adam da sinir yok ki, ne dersen de, sana kızmadan karşılık veriyor,“ diye adeta dert yandığını bilen arkadaşlar var. İlginçtir, yıllar sonra, soğukkanlı tutumum ile ilgili benzeri sözleri, birlikte çalıştığımiz İsveç ve İngiltere`deki arkadaşlardan da duymuştum. Onlar da „sabırlı“ davranışıma akıl erdiremediklerini söylemişlerdi. Zeki`nin onca haksız saldırıları ile karşı karşıya kalmama rağmen, MK toplanıp sorunu konuşuncaya kadar, onunla ilgili olarak, kurallara aykırı tarzda kimseye bir şey söylemedim. Onun Partiden uzaklaşmasını istemedim. Bu düşüncemi MK`sine sunduğum değerlendirme raporunun sonunda dile getirimiştim. Toplantı sırasında ise onun iddialarına yanıt verdikten sonra kendisine dostluk eli uzattım. Bana yapttığı haksızlıklara rağmen kin tutmadığımı, gerekirse kendisiyile birlikte çalışmaya hazır olduğumu, örgütten kopmayacağını umduğumu söyledim. Ama Zeki atması gereken adımları atmadı ve partiden ayrıldı. Ayrıldıktan sonra de kişisel planda başlıca hedefi gene bendim. Hem yazılı hem de sözlü olarak bana çamur atmaya devam etti. Buna karşılık onunla ilgili olarak insanlara bilgi verirken, hakaret ve iftira niteliğinde bir tek söz söylemedim. Bunu, her kesten çok o günlerde yüz yüze olduğum kitle biliyor. Öte yandan, kuşkusuz calışma hayatında işler her zaman düşünüldüğü gibi gitmiyor. İnsanın kızması, tepkilerinde taşkınlığa kaçması mümkündür. Benim de bu tür davranışlarım olmuş olabilir. Ancak bir egilim olarak birlikte çalıştığım kişileri dinlememek, onlara kızmak, saygı sınırlarını aşan sözler sarfetmek ve nihayet organ kararlarını gözardı etmek, benim yabancısı olduğum konulardır. Bunun başlıca tanıkları da yine birlikte çalıştığım arkadaşlardır. Oysa Burkay`ın bu konuda, zaman zaman küfretmeye de varan repertuarı bir hayli zengindi ve ben de zaman zaman bundan payıma düşeni allıyordum. Kitlesel çalışma durumuna gelince; yaşadığımız iç sorunlara rağmen bu dönemde kitlesel gücümüzde küçümsenemeyecek bir artış meydana gelmişti ki 1982 MK toplantısında somut örnekleriyle ortaya koyduğum bu duruma kimseden herhangi bir itiraz gelmemişti. 1983 MK Toplantısından Sonraki Eleştirilerim Kemal Burkay; „Süleyman arkadaş, özellikle 1983 MK toplantısının ardından bana karşı bir tutum içerisine girmişti. Aşırı derecede duygusal eleştiriyordu. Sanıyorum nedenlerden biri görev yeri ile ilgiliydi. Almanya`da yıprandığı, kadroların bir bölümüm ile ilşkileri bozulduğu ve bir hayli tepki topladığı için oradan almayı uygun gördük. O ise Almanya`yı en önemli merkez olarak görüyordu ve burada alınmış olmayı içine sindiremiyordu. Bunu syonradan bir MK toplantısında açık açık söyledi,“ diyor. (Anılar 2. Cilt s. 412) Bu toplantıdan sonra eleştirilerimin dozunun arttığı doğrudur. Ama bunun nedeni görev yerimin değiştirilmesi falan değildi. Temel neden, aramızda ötedenberi süregelen yönetim tarzına ilişkin yaklaşım farkının kaynaklık ettiği birikim, bizzat bu MK toplantısı sırasında karşılaştığım durumdu. Olayı kısaca özetliyeyim: MK toplantısı nedeniyle Şam`a gittiğimizde, o bölgedeki arakadaşlarımız arasında ciddi sorunlar bulunduğunu gördük. Gruplaşmış, ikiye bölünmüşlerdi. Böyle durumlarda, özellikle de yönetici konumunda olan arkadaşların, araştırma ve bilgi edinme aşamasında elden geldiğince objektif olmaları, taraflara eşit mesafede durmaları gerekir. Oysa PSK Genel Sekreterinin tutumu bu ölçünün çok dışındaydı. O, daha baştan itibaren taraflardan birini partiye sahip çıkan, ötekini ise zarar veren olarak gördü ve bunu günlük davranışlarına da fazlasıyle yansıttı. “Partiyi koruyan“larla bazen açık bazen gizli görüşürken, diğer tarafı adeta dışlamıştı. Peki gerçekten de durum Genel Sekreter arkadaşımızın söylediği şekilde olamaz mıydı, yani gruplardan birinin, kasıtlı olarak parti çıkarlarına zarar verici bir tutum içerisine girmiş olabileceği düşünülemez miydi? Elbet olabilirdi. Ama bu konuda kesin bir yargıya varıp tavır takınabilmek için yeter derecdede somut kanıtların bulunması gerekirdi. Oysa Burkay arkadaş, bize sadece sezgilerinden bahsediyordu. Bir sezginin ise böyle bir tavır için haklı neden olamıyacağı açıktı. Kaldı ki öyle gençler vardı ki MK üyeleri arasındaki anlaşmazlığın ne olduğundan haberleri bile yoktu. Genel Sekerter Burkay`ın bu taragir tutumu beni aşırı derecede rahatsız etmişti. Hatta Politbüro olarak yaptığımız toplantıda o an aramızda olmayan Aziz`e yönelik davranışlarını “Aziz`e bu kadar saldırmanız doğru değil,“ sözleri ile eleştirmiştim. Biçimsel olarak ifade ediş tarzım kabacaydı ama gördüklerim beni böyle davranmaya itmişti. Almanya`dan İsveç`e gidişim ile ilgili yaptığım değerlendirmeye gelince; her şeyden önce Partinin merkez organlarında görevli biri olarak her arkadaş ile ilgili olduğu gibi kendi durumumla ilgili olarak ta değerlendirme yapabilir, yanlış bulduğum şeyleri söyleyebilirdim. Bunda yadırganacak ya da anlaşılmayacak bir şey yok. Bahsedilen olayın özeti ise şöyleydi: O dönemde, partinin merkezi organlarında görevli arkadaşların, görev yerleri belirlenirken, ailevi durum ve öteki birysel etkenlerin çok ileriye gittiğini düşünüyordum. Bunun için toplantıda konuyu prensip yönüyle ele aldım, arkadaşklara görev vermede belirleyici ölçünün partisel çalışmaların sağlıklı yürütülmesi olması gerektiğini söyledim ve kimseyi kızdırmamak için de kendimi örnek gösterdim. Söylediklerim özetle “Örneğin parti beni Almanya`dan alıp İsveç`e gönderecekse, esas olarak ailemin orada olmasını değil, bunun çalışmalara olan etkisini göz önünde tutmalı. Böyle hareket edildiği zaman yanlış görevlendirmeler önlenmiş olur,“ dedim. Nitekim bu sözlerin söylenmesinden bir kaç yıl sonra, Merkez Komitesi, çalışmaların durumunu göz önünde tutarak beni yeniden Almanya`da görevlendirdi ve 2 yıldan fazla bir süre bu ülkede kaldım. Demek ki söylediklerimde pek te haksız değilmişim. İkinci Kongre ile İlgili Değerlendirmeler Nerdeyse bir „Süleyman Kongresi“ olarak sunulan İkinci Kongre hakkındaki değerlendirmelerinde de, Burkay`ın banimle ilgili tek yanlı tutumu değişmiyor, hatta kışkırtma kokan detaylar aktarıyor. Oysa eğer, kamuoyuna bu ölçüde ayrıntılı bilgi vermek istyorduysa bizzat kendi değerlendirmeleri ile ilgili olarak ta bazı şeyler söylemesi gerekirdi. Çünkü Kongre`ye katılacak delegelerle ilgili konuşmalarımız, kendisinin belirttikleri ile sınırlı değildi. Benım önerilerimi, buna karşılık kendisinin verdiği yanıtları unutmuş olabilir mi? Burkay, Kongre sırasında Almanya delegelerinin bana karşı çok eleştirici davrandıklarını, benim acınacak duruma düştüğümü söylüyor. Öyle miydi, değil miydi tartışmasına girmek istemem, çünkü bunun objektif bir kriteri yok. O kongrede Almanya delegelerinden bana eleştiri yönetenler oldu elbet. Ama dile getirilenlerde yeni bir şey yoktu. Yeni olan, 1981 gelişmelerinden sonra ilk kez bir kongrede yüz yüze gelmiş olmamızdı. Söylenenler, daha önce yapılan ve parti organlarınca esas itibariyle haklı görülmeyen eleştirilerin bir tekrarıydı. Tabi buna karşılık ben de kendi görüşlerimi açıkladım. Ama Genel Sekreterimiz Burkay, her nedense Partinin konuya ilişkin değerlendirmelerını delegelere aktarma geregı duymadı. Daha önce, bu arkadaşlardan iki tanesiyle, konuya ilişkin olarak yaptığı bir görüşmeden sonra, „Bunlar ne dediklerini bilimiyorlar, yazdıklarından haberleri yok,“ demişti. Bu çerçevede de bir şey söylemedi. Burkay arkadaşın, bu olaya değinirken „Bazı arkadaşlar kendisine acıdıkları için cevap vermediler,“ şeklinde sözleri ise bana hayli komik geldi. Acaba Burkay, o delegelerin „acıdıkları“ için bana yanıt vermediklerini nasıl saptadı? Fal mı baktırdı, yoksa birileri sonradan yanına gidip bu tür şeyler söyleyerek böbürlendiler de kendisi de bunları ciddiye mı aldı? Bunlardan hangisi doğru bilemem ama şu kadarını söyliyeyim ki o kongrede gelen eleştirilere yanıt verdiğimde, eleştirici arkadaşlarımız içerisinde kızarık bir yüzle gözlerini yerden ayırmayanlar olmuştu ve bu da öteki Almanya delegeleri arasında espiri konusu haline gelmişti. Kemal Burkay, o kongre sırasında, benim bir konu ile ilgili olarak yaptığım özeleştiriyi de genelleştiriyor ve aramızda tartışma konusu olan tüm sorunları kapsamış gibi sunuyor. Ola ki ben meramımı iyi anlatamamışım ya da kendisi anlıyamamış; bunlarin her ikisi de mümkün. Ama daha sonraki bir MK toplantısında aynı konuyu açınca kendisine yaptığım özeleştirinin çerçevesini yeniden anlatmıştım. Anlaşılan onu da önemsememiş. Benim, bu özeleştirde samim olmadığım ve hesaplarım bulunduğunu söylemesi ise işin cabası. Oysa benim, o görüşme esnasında söylediğim başka sözler de vardı. Örneğin „Benim kendimle ilgili her hangi bir öneri ve beklentim yok. Kongrenin kararları benim için bağlayıcıdır,“ demiştim. Bunları söyleme gereğini duymuş olmam ise elbet nedensiz değildi. Burkay arkadaşla aramızda, öteden beri süregelen görüş farkları, tartışmalar vardı. Bu iş, belli ölçüde güvensizliğe de yol açmıştı. Genel Sekreter`in yeni döneme, uyum içerisinde çalışabileceği bir ekiple işe başlamak istemesi doğaldı. İşte bu sözleri söylememin nedeni, birlikte çalışacağı yeni MK için isim önerirken rahat hareket etmesini sağlamaktı. Açıkça „Benden yana rahat olun, her hangi bir şekilde sorun çıkarmam,“ demek istemiştim. Esasında bu tarz davranış benim için yeni bir şey de değildi. Benzer sözleri, Zeki`nın yol açtığı sorunların tartışıldığı 1982 tarihli MK toplantısı öncesinde de kendisine aynen söylemiş, görev yerimin değsihtirilmesi dahil, MK`nın benimle ilgili vereceği bütün kararlara saygılı davranacağımı, bu konuda kimsenin her hangi bir terddüde düşmesine gerek olmadığını belirtmiştim. Ama PSK eski Genel Sekreteri, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek peşinde olduğundan bütün bunlar olmamış gibi davranıyor. Parti, MK Üyesi Arkadaşlar Bakımından Yerleşilecek Ülke Olarak İsveç`i Öne Çıkarttı. Benim İsveç`e gidip yerleşmem, aslında daha önceki MK toplantılarının birinde alınan bir prensip kararına dayanıyordu. Bu ülkeyi tercih edişimizin nedeni, orada koşullların nisbeten daha rahat olmasıydı. Düşüncemize göre, ailelerin rahat koşullarda olmaları, merkezi organlarında görevli arkadaşların, parti çalışmalarına daha fazla zaman ayırmalarına, manevra yapma olanaklarımızın artmasına olanak verirdi. Ayrıca İsveç iltica taleplerini nisbeten daha kolyca ve çabuk kabul ediyordu ki bu da kadrolarımızın bir engeli erken aşıp hareket serbestisi kazanmaları anlamına gelmekteydi. Parti, en başta bu gerekçe ile İsveç`e gidip iltica başvurusunda bulunmamı uygun gördü. Şimdi anlaşılıyor ki Burkay`ın kafasında, kendine göre yaptığı hesaplar varmış ve bu hesapları da büyük bir gizlilik içerisinde saklamış, çeyrek asır sonra anılarını yazarken açığa vurmaya karar vermiş. Tabı her kes gibi ben de bunu şimdi öğreniyorum. Burkay yukarıya alınan sözlerinde, „Süleyman`nın İsveçte de örgüte zarar vermesini önleyemdim,“ derken de ilginç iddialarına bir yenisini ekliyor. Ölayı çok kısa olarak özetleyeyim: İsvsç`e gittikten sonra yapılan ilk Politibüro toplantısında, bu ülkede örgüt sorumlusu olmam yönünde öneri gündeme geldi, gerekçelerimi söyleyerek karşı çıktım. Ama Politbüro itirazımı kabul etmedi ve görevi bana verdi. Bü ülkedeki örgüt durumu ile ilgili belli bilgilerim vardı ama fılen işe başladığımda, beklediğimden çok daha olumsuz bir durumla karşı karşıya olduğumu gördüm. Ardından, gelen taleplere uygun olarak çözüm için bir öneri sundum ama Genel Sekreter kabul etmedi. Burkay arkadaş, kimi parti üylerinin çok haklı olan taleplerini kabul etmiyor, onların çalışmamak ve hatta örgütten kopmak için bahane peşinde olduklarını söylüyordu. Öyle söylüyordu ama aslında uzaklaşmalarını isteyen kendisiydi. Sonunda da olan oldu ve o kopmayı önlemeyi başaramdık. Ayrılanların eleştirileri o birimde henüz çok yeni bana değil, Burkay ve onun kimi uygulamalarına idi. O zaman, henüz partiden ayrılmamış olan Faruk Aras da yazdığı çok kısa bir değerlendirme yazısında, yaşanan sorunların Burkay`ın tutumundan kaynaklandığını açıkça dile getirmişti. İste benim İsveç maceramın birinci raundu böyle başladı. Kimi Yanlışlarım Üzerine Peki bu kadar önemli olyaların yaşandığı dönemde, benim yanlışlarım, zaaf ve eksikliklerim yok muydu? Tabı ki vardı ve bunlar defalarca yetkili organların gündemine de girdiler. Ben ise bunları ne inkar etme yoluna başvudum ne de maazeret uydurmaya kalkıştım. Kendi anlayışıma göre doğru olana doğru, yanlış olana ise yanlış dedim. Ne var ki Nerden gelirse gelsin, eleştirileri asla parti çalışmalarını aksatmanın bir gerekçesi haline getirmedim. Tersine hiç yılmadan, duraksamadan, bütün gücümle çaba harcadım. 1981-82 döneminde, büyük pay sahibi olduğum yanlışlardan biri, Almanya`a da parti örgütlenmesine giderken acele etmiş olmamızdı. Yeterince hazırlık yapmadan giriştiğimiz bu iş sonradan başımızın çok ağırmasına neden oldu. Bir diğer önemli yanlışım ise insanları özellikle de kadroları hayatın gerçeklerinden çok kafamdaki ideal ölçülere göre değelendirme yoluna gitmemdi ki bu da kimi konularda yanılmama neden oldu. Yine aynı dönemde, örgüte gelir sağlamak amacıyla giriştiğimiz bir iş kurma girişiminde de ciddi bir yanlışa düşmüştüm. Hep Eleştirmek Ama Yapılan İşleri Görmemek Ya da Es Geçmek Beri tarafftan aynı dönemde acaba çalışma alanında neler yaptım, omuzumda ne gibi yükler vardı, bir de ona bakmak gerekir. Öncelikle şunu söyliyeyim ki burada üzerinde durduğumuz 1980`lerin başları, PSK açısından Almanya`da çok verimli ve başarılı çalışmaların yapıldığı dönemlerden biridir. Elbet sağlanan başarılar, hem parti ve hem de kitle örgütlerimizin özverili cabalarının bir ürünüydü ama bundan bana da bu birimin 1. dereceden sorumlusu olarak mütevazi bir pay düşüyordu sanıyorum. Üzerimde görevler nelerdi? 1. Partinin MK ve Politbürosunda görevliydim, 2. Partinin Mali işleri bende toplanmıştı. Üstelik banka hesabı kullanmıyorduk, paralar sürekli yanımdaydı. Partisel çalışmalar ile tutuklanan ya da yerlerinden ayrılan arkadaşların ailelerine yardım amacıyla hayli yoğun bir para akışına sahiptik. Parayı saklamak, güvenlikli şekilde ilgili yerlere ulaştırmak, harcamaların kayıtlarını tutmak ve günü geldiğinde ise ilgili yerlere gerekli raporları sunmak oldukça cansıkıcı ve zor bir işti. Diyebilirm ki bu dönemde, para işi kadar başka hiç bir çalışma benim için yorucu olmamıştır. 3. Almanya gibi kısmen büyük ve yoğun kitlemizin bulunduğu bir ülkede, Partinin en üst düzey temsilcisi olarak omuzlarımda çok zaman alan ve güç yanları olan bir örgütsel çalışma yükü vardı. 4. Demokratik kitle örgütlerimizin gerekli gördükleri alanlarda kendilerine destek veriyordum: Örneğin egitim çalışmaları, seminer ve konferanslara konuşmacı olarak katılma ve öteki kimi sorunların çözümünde yardımcı olma vb. 5. Dengê KOMKAR`ın redaksiyonunun sorumlusuydum. Üstelik rolümüz sadece gazeteyi çıkartmakla sınırlı değildi. Onun küçültümüş baskısını yapıyor, ülkeye gönderiyorduk. Bu iş için uygun araç ve kişiyi bulma, gideceği yerle bağlantısını kurma, konuya ilsihkin öteki gelişmeleri izleme, asıl olarak benim üzerimden yürüyen işlerdi. 6. Daha sonra yayın hayatına başlayan Riya Azadi gazetesinin redaksiyonunda da görev aldım. Almanya`da bulunduğuu süre zarfında, onun ülkeye ve değişik yerlerde bulunan parti birimlerine ulaştırılmasını da yine esas olarak ben yapıyordum, 7. Gerektikçe dış ilişkiler alanındaki çalışmalarda yer almaktaydım, 8. Ülkede barınamıycak arkadaşlar ile ailelerin güvenlik içerisinde yurt dışına çıkartılmaları işinde bana düşen hayli şey vardı. 9. Dengê KOMKAR ve Riya Azadi deki görevlerime ek olarak ta yazı yazma alanında çalışmalarım vardı. Örneğin, A. Taş imzasıyla yayınlanan „Burjuavzi`nin Paslı Silahı Kermalizm“ broşürü ile önce Riya Azadi`de yazı olarak, sonra ise broşür şeklinde yayınlanan „50. Yılında Dersim Ayaklanması“ isimli broşürler bu dönemin ürünleridir. Daha sonra yayiinlanan „Türkiye Kürdistanı: Ekonomik ve Sosyal Yappı“ adındaki kitabımı da esas olarak aynı yıllarda hazırlamıştım. Örnek Bir Eylem: 41 Günlük Açlık Grevi Bu dönemde, hayata geçirdiğimiz bir çok başarılı eylem içerisinde, 1981 yılının son ayında Frankfurt`ta gerçekleştirilen ve benim sorumluluğumdaki bir ekip tarafınfan yönlendirilen 41 günlük açlık grevine bir kaç cümle ile de olsa değinmek isterim: Açlık grevi, Kürt sorununun Avrupa`da tanıtılması ve faşist cuntanın teşir edilmesi alanında o ana kadar hiç bir olayın yaratmadığı etkiyi yarattı. Radyo ve televizyonlar konu ile ilgili bir hayli program yaptılar. Bir delegasyon, grevcileri temsilen, Strasburg`a davet edildi ve arkadaşlarımız Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlmentosu yetkilileriyle görüşmelerde bulunup taleplerini ilettiler. Grev, 115 dolayında gazete ve dergide yer almıştı. Yayınlanan yorum ve haber sayısı 225`in üzerindeydi. Aynı günlerde, bir bilgilendirme dosyası hazırladık. Sonra, Almanya`da Yeşiller hareketinin önde gelen ismi Petra Kelly`nın desteğiyle gerekli ilişkiyi kurduk ve ben Fransa`ya hareket ettim. O tarihte Paris`te bulunan ve sonraki yıllarda PKK tarafından katledilen Hüseyin Akagündüz ile birlikte Strasburg`da on gün kadar kaldık. Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, politik parti temsilcileri, Sendikalar, Öğretmen Örgütleri, Kiliseler, bölge Valisinin de içerisinde bulunduğu geniş çevrelerle onlarca görüşme yaptık. Bu arada ilişkilerimiz sonucu, Le Monde gazetesi, cuntanın yapttıkları ve arkadaşlarımızın durumu konu edinen bir makale yayınladı. Avrupa Konseyi ile Avrupa Parlamentosu Kürdistan`a bir ineceleme delegasyonu yollamayı kabul ettiler. Strasburg`da bu çalışmaları yaparken bizi evinde konuk etmek dahil, her türden yardımı sunan yahudi asıllı Ester Peter Davis`i, yeri gelmişken saygıyla anmak isterim. Ezilen halkların saygın bir dostu olan bu devrimci kadının dayanışmasını başka bir yazıda anlatmayı, bir boyun borcu olarak kabul ediyorum. Kitle İle İlsihkilerim Üzerine Bir Kaç Söz Kemal Burkay, anılarında beni „kitle ilişkilerinde başarısız“ olarak nitelendirirken aslında en güçlü olduğum yanlarımdan biri ile beni vurmaya çalışmak gibi bir hesap hatasına düşüyor. Bahsedilen 1981-82 döneminde, daha önce değindiğim nedenlerle, KOMKAR merkezinin bulunduğu Frankfurt kentinde gerek yönetcilerle gerekse kitle içerisinde bazıları ile ilihkilerimde sorunlar yaşandığım doğruydu. Ama Federal Almanya Frankfurtt`tan ibaret değildi ve biz de bu koca ülkede faalıyet yürütüyorduk. Değişik bölgelerde arkadaşlarla son derece iyi ilişkilerim vardı. Hem de bu ilsihkiler o kadar iyi ve samimiceydi ki aradan geçen çeyrek asırdan fazla zaman bunların unutlmasını sağlayamadı. Almanya dışında örgütsel çalışma yaptığım öteki kimi Avrupa ülkeleri bakımından da durum bundan farklı değil. Pek çok arkadaşla bu gün hala telefonlaşıyor, fırsat buldukça yüz yüze görüşüyoruz. Halen bölgelere davet ediliyorum ve konuşmacı olarak seminer konferans vb. topantılara katılıyorum. Gerçek böyle, çünkü ben konuşmamla, davranışlarım va yaşam tarzımla hep onlardan biri oldum. Birlikte iyi şeyler başardık. Düşünüyorum da, acaba başarılı kitle ilişkisi başka türlü nasıl olur? Sonuç Kemal Burkay ile 20 yıla yakın aynı örgüt çatısı altında calıştım, birlikte pek çok güçlüğü gögüsledik. Bazı koşullar nedeniyle, bu süre içerisinde büyük ölçüde aynı yerleşim biriminde olduk. Bu nedenle de kendisine en yakın ve diyebilirim ki en iyi tanıyan çalışma arkadaşı olma özelliğine sahip oldum. Partiye üye olduktan çok kısa bir süre sonra MK üyeliğine yükseldim, yürütme organında (Politbüro) görev üstlendim. Bu bir ölçüde koşulların dayatması sonucu olsa da özünde yanlış bir görevlendirme idi. Çünkü o yıllarda, böylesine hızlı bir yükselişi hak edecek derecede politik birikimim yoktu. Ancak yılmadım. Hem kendimi yetiştirmeye yönelik çabamı hızlandırdım ve hem de elimden geldiği ölçüde parti çalışmalarına omuz vermeye çalıştım. Bu işte, sadece partimizin lideri değil, aynı zamanda bir agabey olarak gördüğüm Kemal Burkay`ın çok önemli katkısı olduğunu inkar edemem. Partiye girmeden önce de yazı yazıyordum ama bu konuda onu kendim için hep bir öğretmen olarak görmüşümdür. Ne var ki partide bir şeylerin iyi gitmediğini görmem de çok sürmedi. Merkez Komitesine üye olan arkadaşlardan bazılarının çalışmalara yeter ölçüde hatta hiç omuz vermemeleri, bazılarının Genel Sekreterle iliskilerinde göze çarpan gerginlik, o dönem bu tür konulara oldukça ideal ölçülerle yaklaşan beni şaşırtıyordu. Yürütme organı olarak bizim çalışmamız ise son derece amatörce ve yetersizdi. Genel Sekreter, nerdeyse zamanının tümünü yayın çalışmasına ayırıyordu. Örgütlenme, eğitim, denetim, displin ve güvenlik gibi konularda kayda değer bir çabamız yoktu. Özünde, bir dergi etrafında bir araya gelen bir gruptan öte bir şey değildik. Bu, beni zamanla kimi eleştirilerimi dile getirmeye itti. Belki bunlar başlangiçta fazla derli toplu değillerdi ama istenseydi yararlanılabilecek şeylerdi. Bu alandaki görüşlerimi kimi arkadaşlarla yaptığım ikili görüşmelerde de açıkladığım oldu. Kanımca, 1980 yılbaşında yaptığımiz 1. Kongre eksiklikleri saptama ve çözüm yolları göstermede oldukça ileri bir adımdı. Ne var ki ona uygun düzenlemeler sürerken, önce 1980 Mart Operasyonu, arkasından da 12 Eylül darbesi geldi ve biz de önümüze koyduğumuz programı gerçekleştirme şansı bulamadık. Sonraki yıllarda partinin iyi yönetilmediğine ilişkin kanım daha da perçinleşti. Parti Genel Sekreteri Kemal Burkay`ın yönetim tarzında da bana göre ciddi yanlışlar vardı. Onun izlediği yöntemle güçlükleri aşamıyacağımız kanısı bende günden güne güçleniyordu. Ancak, partide olduğum sürece, onun Genel Sekreterlik görevınden ayrılmasını hiç düşünmedim. Amacım ve isteğim, onun yönetim tarzıni değiştirmesiydi. Şimdi, kendi kendime „Acaba doğruu mu yaptım?“ diye sorduğum oluyor ama o zamanki tututmum böyleydi. Sonuçta, Burkay temelde değişmedi, ben ise onun nazarında „kuşku duyulan sorun kişi“ olmaya devam ettim. Dönemin ağır koşulları, gevşek ve hantal parti yapımızla birleşince de, hızla olayların arkasından sürüklenen ve devamlı eriyen bir örgüt haline geldik. Hiç yılmadan ve her hangi bir kişisel çıkar gözetmeden mücadeleye bir ömür adamış olan Burkay, kimi yanılgılara rağmen teorik tartışmalarda başarılı bir seyir cizgisi izledi, bu bakımdan yurtsever harekete önemli hizmetler sundu. Kürt örgütleri arasında sıkça rastlanan şiddete başvurma yöntemlerine hep karşı çıktı, dostluğu ve birliği savundu ki bence, politik çizgisindeki en başarılı yan budur. Ama güçlü kalemi, aynı zamanda sik sık kırıcı ve dışlayıcı oldu. Sağlıklı teorik tesbitlerine paralel esnek ve toparlayıcı bir eylem çizgisini hayata geçirmede yetersiz kaldı. Hissiliğin de etkisiyle, basın karşısında beklenmedik hatalara düştüğü oldu. Bir süre önce çıktığı bir televizyon programında, hiç değilse dönemin özelliklerine bile bakmadan ajan diye isimler vermesi, bunun somut bir örneğidir. Burkay`ın partiçi eleştiriler karşısındaki tutumu da genellikle hissiydi. Hep fazla kuşkucu oldu. Eleştirinin kendisinden çok, onu yapanın „artniyetlerine“ kafa yormak, değişmeyen alışkanlıklarından biri olageldi. Buna karşılık, yanına sokulan ve pembe tablolar çizmeye çalışanların, gerçek niyetlerini görmekte yetersiz kaldı. Bu durum, kadroları değerlendirmede, normali aşan ölçüde yanılgıya düşmesine neden oldu. Bundan da öte, Burkay arkadaşımız, gerektiğinde riskleri göze alıp büyük oynamayı beceremeyen bir politikacıdır. Gündemini sürekli ayrıntılara boğdu, hedeflerini zaman zaman çok küçülttü. İleride partili yılarımda karşılaştıklarımı daha geniş olarak yazar mıyım, emin değilim. Ama görünen o ki PSK tarihi yazıldıkça, benim de katılmak zorunda kalacağım tartışmalar sürüp gidedecek. Kuşku yok ki belli bir olgunluk düzeyi korunarak yapıldıkça ve birilerinin defterini dürme amacı gütmedikçe, bunlardan gocunmak için her hangi bir neden yok. Umudum o ki eleştiri ve değerlendirmelerimiz bu çerçevenin dışına taşmasın, bizi düzeysiz tartışmaların içerisine itmesin, hatta çamurla uğraşmak zorunda bırakmasın.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.