Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 7 January 2009

Kürt aydınlanmasının önde gelen şahsiyetlerinden İsmail Beşikçi ile yakın dostuz. Dostluğumuz kişisel değil. Bizi birbirimize yakın kılan, daha doğrusu beni ona yakınlaştıran şey, İsmail Beşikçi'nin Kürt özgürlüğü konusundaki tutarlı ve dik duruşudur. Bu nedenle 1990'lı yılların başından beri tanışırız.

PKK, Kürt mücadele tarihinin en uzun direnişine öncülük etmiş bir halk hareketidir. PKK sadece yöneticilerden oluşmuyor. PKK'de en az otuz bin Kürdistan şehidinin kanı ve emeği var. Milyonlarca Kürdün alın teri var.

İsmail Beşikçi'nin, PKK'ye düşünsel olarak yakın durduğu zamanların tanığıyım. Çok yakınlık aynı zamanda kendi içinde uzaklaşma potansiyeli taşır. Gazeteciler, sanatçılar, bilim adamı ve sosyologlar bir siyasi partiye her zaman belirli bir mesafede durmalıdırlar. Bu mesafe onlara aynı zamanda geniş bir eleştiri özgürlüğü tanır.

Bir gazetecinin, sanatçının, aydın veya bilim adamının yakın durduğu siyasi partiden kendi düşündüğü gibi davranmasını beklemesi gerçekçi bir beklenti değildir. Sanatın, hukukun, bilim ve siyasetin dili farklıdır. Bu dalların sonuca varmadaki yöntemleri de farklıdır.

Siyaset bir bilim midir? Çok tartışmalı bir sorudur bu. Siyaset bilimin konusu olabilir, fakat siyasetin kendisi bir bilim değildir. Ülke ve toplum yönetme sanatıdır siyaset. Bu sanatı da her grup, her sınıf, her ülke, her ırk kendi çıkarına göre yorumlar... Çok zalim ve ırkçı bir siyaset dünyaya hakim olabilir, fakat bu durum o siyasetin iyi veya bilimsel olduğu anlamına gelmez. Yine çok hümanist ve eşitlikçi bir sayasal anlayış hiçbir başarı kazanmadan tarihin düşünsel çöplüğünü boylayabilir.

Kürtler, ulus siyasetini bencilce savunmadıkları için başarısızdırlar. Ulusalcılık bencilliktir, sınır çizmedir; benim mülküm, benim toprağım, benim ırkım demektir. Kürtler bunu diyemedikleri için dünyanın en büyük devletsiz ulusudur.

Geçmişte İsmail Beşikçi ile bu konuları mektupla da tartıştık. Bir sosyolog ve bilim adamı olarak İsmail Beşikçi'nin Kürtlerin hak ve özgürlüğünü savunmada bir sorunu yoktur. Kürtlere uygun gördüğü statünün felsefesinde de bir sorun yoktur. Beşikçi, bütün ulusların iki yüz yıldır tepine tepine kullandıkları doğuştan gelen hakları Kürtlerin kullanmasını da istemektedir.

Fakat Kürt siyasetlerinde, siyasetin kendisinde, uluslar arası koşullarda, güç dengelerinde, Kürtlere biçilen konumda bilimin çözemeyeceği sorunlar vardır. Kürt toplumunun ve öncülerinin ağır sorunları bulunmaktadır.

Sanırım İsmail Beşikçi ile PKK arasındaki tartışama ve gerilimin odak burasıdır. İsmail Beşikçi, Kürtlere ne olmaları gerektiğini anlatıyor. PKK ise neden yapılamadığını veya yapmadığını anlatmaya çalışıyor.

Siyasal mazeretlere göre yazı yazmak veya düşünce öne sürmek elbette bir bilim adamının işi değildir. Bilim insanının, on yıllara dayalı bir düşünce dizini vardır. Düşünce dizininin tutarlı savunucu olmak o bilim insanının varlık gerekçesidir. O, bir siyasetçi gibi sık sık görüş değiştiremez... Fakat bilim insanı da, bir siyasetçinin veya onun partisinin bire bir kendisi gibi düşünmesini ve her düşündüğünü uygulamasını bekleyemez... Böyle bir beklenti, gerçekçi bir beklenti değildir. Bir siyaseti aşırı övmek nasıl bir bilim insanının görevi değilse, Kürt dünyasının karşıtlıkları içerisinde birisini yerip öteki karşıtı adres olarak göstermek de bir bilim insanının işi olmamalıdır. Böyle bir durumda o kişi ister istemez kendisini Kürt karşıtlıklarının odağında bulmuş olacaktır. Kendisi istemese de bu böyle anlaşılacaktır.

Şöyle bir örnekle tartışmamızı sürdürelim: Bush veya Obama yönetiminden hangisi daha bilimseldir? Böyle soru sorulabilir mi? Bunun yerine şöyle demek belki daha gerçekçi olur. ABD'nin o günkü yönetiminin biçimini uluslar ve ulusla arası çıkar grupları belirler.

Dünyanın güneş etrafında döndüğü, deneylerle tespit edilmiş bilimsel bir bilgidir. Fakat AKP'nin iyi veya kötü bir parti olup olmadığının bilimsel kanıtı yoktur. Bir kısım dindar için, tüccar için, eşraf için, İmam hatipliler için AKP iyi bir parti olabilir. Hatta bir kısım Kürt Müslüman için de AKP iyi bir partidir. Fakat bunlar dışındaki kesimler için AKP kötü bir partidir.

Bilimin bire bir uygulandığı devlet veya siyaset sistemi var mıdır? Solcular Sovyetler Birliği'nde bilime en yakın yönetimi kurmaya çalıştılar, adına bilimsel-sosyalizm dediler, ama olmadı. Oysa bilim dışı İran rejimi hala yaşıyor.

Bilimin ve bilimsel metotların en az uğradığı, belki de hiç uğramadığı devletsiz ve statüsüz Kürt toplumunda siyasetle bilimin tartışmasından işte böyle bir gerilim çıkıyor ortaya.

İsmail Beşikçi Kürtlere İngiliz, Fransız, Türk ve Amerikalılar gibi davranmalarını söylüyor, ancak Kürt kapasitesi, saydığımız uluslar gibi davranmanın kıyısına bile ulaşamıyor. İşte o zaman bilimin kesin gerçekleri değil, siyasetin değişen veya değişmek zorunda kalan muğlak dili devreye giriyor... Ve bu durum İsmail Beşikçi'yi de geriyor PKK'yi de...

Ömrünü ve fikir gücünü Kürtlere adamış saygın bir sosyolog ve bilim insanı ile Kürtlerin direniş partisi olan PKK arasındaki tartışma ve gerilim ilişkisinden ben huzursuzluk duyuyorum. Burada eleştiri ve tartışmaların kendisinden çok, biçiminden ve yüksek geriliminden huzursuz olduğumu belirtmek istiyorum.

Kürt siyaset dünyası zaten yeterince karışıktır. Bir önyargılar ve karşılıklı suçlamalar cehenneminde yol alır gibiyiz. Kürtler arası gerilim ve karşılıklı suçlamaların öznesi haline dönüştürülmüş olmak İsmail Beşikçi'nin konumuna uygun değildir. Bizim İsmail Beşikçi'den beklediğimiz, partiler ve kişilerin günlük polemiklerine takılmadan; onların günlük çekişmelerine malzeme sunmadan yoluna devam etmesidir.

PKK'nin ise İsmail Beşikçi için kullandığı eleştiri dilinde çok ölçülü olması gerekiyor. Beşikçi gibi bir fikir insanına gerilla basınından değil, siyaset ve kültür basınından cevap verilir. Verilen cevabın ağır olmasının PKK'ye kazandıracağı bir şey yoktur.

*********

Not: Bazı yazılarımın altına, isteyen arkadaşlara kitap gönderebileceğim notu düşüyorum. Bu nota dayanarak, bir çok arkadaşımız adres bildirerek benden kitap istedi. Ben de kitaplarımı imzalayıp istenilen adreslere gönderdim. Sağ olsunlar, arkadaşlarımızın çoğu kendilerine güvenimizi boşa çıkarmayıp, ulaştıktan sonra kitap paralarını gönderdiler. Fakat bazı arkadaşlarımızdan çıt çıkmıyor. Sayısı az olsa, bu notu düşmeyeceğim. Kitap gönderdiğimiz yüz arkadaştan otuzundan ses çıkmazsa bu ne anlama gelir? Üstelik çoğu arkadaş email mesajlarımıza da karşılık vermiyor. Bizi gariban ve saf buldular demek ki! Bana kitap yazdıracaklar, yazdığım kitabı Türkiye'deki yayınevinden satın alıp getirmemi teşvik edecekler, bir mesajla kitabı imzalatıp paketletecekler, postaneye kadar yürütüp bir de posta parasını vermemi sağlayacaklar, kitabı aldıktan sonra da bir güzel okuyup kütüphanelerine koyacaklar, ondan sonra da selamı sabahı kesecekler... Siz söyleyin lütfen, buna karşın ben ne yapayım? Bu konu üzerine çok düşündüm. Sonra aklıma cin bir fikir geldi. Nasıl olsa kitapların üstüne yatan arkadaşlarımızın isim ve adresleri bende var. Bir süre daha bekleyeceğim. Bir yemek parasına bile denk düşmeyen kitap parasına üstüne yatmayı düşünen arkadaşlarımızın isim ve adreslerini bir yazımın altında sıralayayım da o kadar çaresiz olmadığımı anlasın arkadaşlar. Nasıl olsa isim listesindekileri tanıyan birileri çıkar ve şöyle der:

“Bir kitap parası üstüne yatmakla iyi etmiyorsun. Hiç olmazsa adamın posta masraflarını gönder. “

Nasılmı? Sözü Hasan'a bırakalım: "Bir gazetecinin, sanatçının, aydın veya bilim adamının yakın durduğu siyasi partiden kendi düşündüğü gibi davranmasını beklemesi gerçekçi bir beklenti değildir. Sanatın, hukukun, bilim ve siyasetin dili farklıdır. Bu dalların sonuca varmadaki yöntemleri de farklıdır." diyor.. Analize gerek varmı? Hayır.. Daha ne diyor Hasan? "İsmail Beşikçi Kürtlere İngiliz, Fransız, Türk ve Amerikalılar gibi davranmalarını söylüyor, ancak Kürt kapasitesi, saydığımız uluslar gibi davranmanın kıyısına bile ulaşamıyor. İşte o zaman bilimin kesin gerçekleri değil, siyasetin değişen veya değişmek zorunda kalan muğlak dili devreye giriyor... Ve bu durum İsmail Beşikçi'yi de geriyor PKK'yi de..." Allah Hasan'a yardımcı olsun.. Yazı tümden okunduğunda Hasan'ın nasıl her telden çaldığı ortaya çıkıyor.. Ayrıca Hasan bu "bilim" konusunda korkunç derecede çuvalıyor.. Yazı yukarıda selamlar Kajin

Hasan Bildiricinin Editörlügünü yaptigi KP,da, Ismail Be$ikci,nin PKK ve $eyhülserok,u Apo,ya yaptigi ele$tiri ve bu tarikat örgütün imrali pratigiyle birlikte 180%,lik U dönü$ünün altinda yatan stratejinin Kürdlerin yararina olmadigi hakkinda yaptigi tespitlerden sonra bu örgütün silahli cetesi tarafindan acik bir $ekilde "ele$tiri adi altinda" tehditkar ve cetevari bir dille uyarilmasina ben Hasan Bildirici,nin böyle kaypak bir cevap verecegini tahmin etmi$ ama pe$inen mahkum etmek istememi$tim. Hasan Bildirici,nin ruh halide tipki Sirac Bilgin,in PKK kar$isinda sergilemi$ oldugu ruh halinin bir kopyasidir. Hasan Bildirici Sirac Bilgin örneginden ders almi$ gibi görünüyor.Bir bilim adami olan Sayin Ismail Be$ikcinin yaptigi bilimsel tespiti görmezlikten gelip tespitleri carpitmakla PKK,ye yalakalik yapiyor. ____________________________________________________________________________ NOT: Yalaka Hasan,a yazisinin sonunda dü$tügü notta , sattigi ama parasini alamadigi 30 adet kitabi icin yaptigi sitemleri icin bende bir durum degerlendirmesi yapayim. [b]Önerim $udur;[/b] Sana para ödemeyen 30 ki$inin Isim listesini Imralidaki ergenekon üyesi $efine E-maille yolla. Önümüzdeki görü$me notlerinda UlakAvanaklar kanaliyla Kandildeki Turan Kalkan abine havale edilir, Turan abin en kisa sürede 30 kitabinin parasini sana toplatir, Baseldeki tarikat komitesi vasitasiyla dernekte bir törenle paran sana teslim edilir... Sende kurtulursun, o 30 uyanikta iyi bir ceza almi$ olur.. Ama pe$inen uyarayim ! Sana kitap parasi vermeyen 30 ki$inin en az 25,i PKK tarikat sempatizanidir ona göre.! De hadi kolay gelsin... Senmi karli cikarsin bu i$ten, yoksa o 30 uyanikmi!!!??

İsmail Hoca'ya Açık Mektup Kasım Engin*/ "İsmail Hoca'ya karşı biz hep saygı duyduk. Biz Kürtler birisi bize iyilik etmişse onu kolay kolay unutmayız. Bu bir toplumsal psikolojidir, ruhsal durumdur. Belki de hep ezilmişliğin, horlanmanın, sömürülmenin, dıştalanmışlığın yarattığı ilgi bekleme halidir. 20 yıl önce İsmail Hoca'nın kitaplarını partimiz basıma verdiğinde yüzlercesini bizzat kendim dağıtmışımdır. Uluslararası Sömürge: Kürdistan kitabında da tutunduğu resmi ideoloji, aydınlara ilişkin olan kitabına kadar, hocanın çok sayıda kitabını kapı kapı dolaşarak topluma yaydık. İsmail Hoca'nın sosyolojik tahlilleri Önderliğimizin toplumsal çözümlemelerine yakındı. Bir toplumu yeniden yaratmak isteyen PKK'nin çözümlemelerini güçlendiren yazılardı. Özelde ilk kurşun teorisini biz İsmail Hoca'dan öğrendik. Elbette Franz Fanon'un teorisiydi. Ancak biz İsmail Hoca'dan öğrendik. Zihinlerdeki karakolların öncelikle yıkılması gerektiğini de ondan öğrendik. Parti Önderliğimiz İsmail Hoca'nın söylediklerinin kat be kat fazlasını en basit dile indirgeyerek bize benlik kazandırdı. Ancak İsmail Hoca'nın bir aydın olarak, hem de bir Türk aydını olarak yazması bize moral vermiştir. İsmail Hoca'nın her şeyine o zaman katıldığımızı söylemek de bir o kadar yanlış olur. Partinin uzun vadeli halk savaşı stratejisine göre hedef bir Kürdistan devletini kurmaktı. Bağımsız demokratik birleşik bir Kürdistan devletini. Hedef Türkiye devletinden ayrılmayı esas alsa bile biz Türkiye halklarıyla o zaman ve her zaman birlikteliği ve kardeşliği dillendirmekten geri durmuyorduk. Ve İsmail Hoca'nın 1989 yılında “Kürt gerillası toplantısını Türkçe yapıyormuş, konuşmaları Türkçeymiş, halbuki gerilla tüm konuşmalarını Kürtçe yapmalıdır“ biçiminde değerlendirme ve eleştirileri olmuştu. Elbette bir halkın gerillalarının kendi anadillerinde konuşmaları doğruydu. Ancak Kürtçenin o kadar farklı lehçelerinin, özelde Kuzey'de ortak noktası Türkçe diliydi. Yine katılan birçok genç üniversitelerden gelmişti. Ve ağırlıkta da Türkçe biliyorlardı. Yine araştırma materyalleri çoğunlukla değil, tümden Türkçeydi. Kürdün özgün kültürel kuralları yaratılmamışlardı. Bir halk yaratılmayı bekliyordu. Bir de İsmail Hoca'nın deyimiyle beyinlerde oluşturulan karakollar çok sayıda vardı. Özellikle karakolların yıkılması gerekiyordu. Öncelik devrimi yazmaktı, geliştirmekti. İşte bunun için neden gerilla Kürtçe konuşmuyor tespitini o zaman epey eleştirmiştik. Ne de olsa devrim olup bitse de biz kırk yıl Türkiye halklarıyla birlikte yaşayacaktık. Ve Türkçeyi bunun için uzun yıllar daha konuşacaktık. Bir de bizim Türkiye halklarına zırnık kadar bir düşmanlığımız yoktu ki. Biz ezilmişliğe, horlanmışlığa, işgale, sömürüye karşı bir başkaldırış içerisindeydik. Egemenlere karşı bir haykırış, bir isyan içerisindeydik. Devletli çözümlerin eni sonunda yine bir kesimin hizmetine girdiğini biz en bariz olarak Sovyet deneyiminden gördük. Önderliğimiz “’90'lı yıllarda insanlığın durumu“ başlıklı yazısıyla o zaman parçayı bütüne feda etmeyi kolektiflik adına bireyin hiçleştirilmesini çok sert eleştirilere tabi tutarak iktidar hastalıklarına işaret etmiştir. Daha kapsamlı çözümlemeleri ise içimizde 1993 yılından sonra gelişen erken iktidar hastalıklarına karşı yapmıştır. Hatırlıyorum önderlik o zaman, “böyle bir devlet kurulacaksa kurulmasın daha iyidir, kurulursa da ben yerin dibine batırırım“ diyecektir. Çünkü erken iktidar hastalığı özelde devletçi bir hastalıktır. Ve bireylerin iktidarları için nasıl kavga ettiklerini pratiklerimizde yaşadık. Devletlerin hiçbir topluma fayda vermediğini biz sözde kurulan sosyalist devletlerden gördük. Etiyopya sosyalist devrimi yaptığında beklentimiz Eritre halkına özgülüğünü vermesiydi. Ancak olan bu olmadı. Olan Eritre devrimcilerine karşı uçaklarla saldırı olmuştu. Özcesi devletçi çözümlerin insanlığa hayrı olmamıştır. Biz bunu hem yaşayarak öğrendik, hem de görerek okuyarak bilince çıkarttık. Ve biz şunu da öğrendik: Her türden milliyetçilik, kırıntı düzeyinde de olsa, sonuçta yapacağı felakettir. Ulusalcılık ise bir dönemler ilerici olarak ele aldığımız gerçeklik olsa da esasta halkların başına musallat olmuş bir kapitalist yaratık olduğunu da gördük. Dediğimiz gibi biz yaşayarak öğrendik. Ve insanlığa hizmeti olmayacak bir bakışta ısrar etmek, olsa olsa bir sığlıktır. İlkeler adına tarihin gerisinde çakılıp kalmakdır. Kapitalist ideolojiye hizmet etmektir. İsmail Hoca tarihin hep aktığını bizden daha iyi biliyor. Lakin bunu bilmesine rağmen adeta durmuş bir tarihe bakıyor. Bize insanlık tecrübesi, yeni kuantumik felsefik bakış, reel sosyalizmin iflası, yeni tarihsel komünal bilinç, gelişen bilişim ve teknik gösterdi ki devletçi, milliyetçi çözümler insanlığa hizmet etmemekte. Kaldı ki değişen siyasal değişim de cabası. O zaman eskide ısrarın ne faydası olacaktır. Eğer biz devletçi çözümle yaşamamızı ortaya koyup, reddettiğimiz sistemleri yeniden yaratacaksak ya da böylesine sistemlerin yedeğine düşeceksek neden bizi ideallerimize ters düşürecek olan yöntemlerde ısrar edelim ki... Sonuçta insan düşünen bir yaratık toplumsal bir varlıktır. Toplumların çıkarlarına olmayacak çözümlerde neden ısrar edelim ki... Bir de yanı başımızda halen bir kangren gibi varlığını sürdüren Filistin-İsrail çatışması yaşanmışken neden kan akıtmasına davet eden çözümlere evet diyelim ki... Yine yanı başımızda, Irak'ta, Afganistan'da, Hindistan'da ve isimlerini verebileceğimiz onlarca örnekte görüldüğü gibi neden kan doğuracak ve sorunları çözmeyecek yöntemlerde ısrar edelim ki... Çağdaş olmak, komünal olmak, demokratik sosyalist olmak, halkların kardeşliğini insanlığın ortaklaşması gerektirmez mi? Herhalde gerektirir. O zaman İsmail Hoca'ya neden ısrarla devletçi, milliyetçi hatta mikro milliyetçi çözümleri dayattığını sormamız yerinde olmaz mı? Hatta bugünlerde halkların boğazlaşmasına yol açabilecek çözüm önerisi sunanların yanında yer alması bir talihsizlik değil midir? Ve daha da sorularımızı sormaya devam edebiliriz: Neden ısrarla PKK'nin stratejisini ve değişimini bir türlü hazmedemiyor? Neden milliyetçilik anlamına gelecek olan dayatmalarda bulunuyor? Anlamakta zorlanıyoruz. Bir aydın bir sosyolog neden toplumsal değişimin doğrultusunu göremiyor? Görmenin de ötesinde neden çatışkılara yol açabilecek düşünce kalıplarında takılı kalıyor? Haklı olarak halkların kardeşliğini bulandıran ve bozan zihniyet yapılarının bu topraklarda Ziya Gökalplere benzetebileceğimiz kaçınılmazdır. İsmail Hoca 20. Yüzyılın başında bir nevi Pantürkizmi savunan Ziya Gökalp'e giderek benziyor. Ziya Gökalp'i anlayabiliriz; diyebiliriz ki dönemin zihniyet yapısı pozitivizmdi, determinizmdi. Türkiye'de bu çağda pozitivizmin eleştirilmemiş bir yanı kalmamıştır. Hala bu düşünce yapısında neden ısrar etmesi ne anlama geliyor diye İsmail Hoca'ya sormak gerekmez mi? Tüm bunları hem sorduğumuzda hem değerlendirdiğimizde İsmail Hoca'nın ayıp ettiğini düşünüyoruz. İsmail Hoca bu yaklaşımlarıyla gerillada olan saygınlığını giderek yitiriyor. Eğer bu güne kadar bir gerilla ona dönük eleştiri geliştirmemişse, ona karşı beslenen saygıdandır. Ancak Hoca'nın yaklaşımları giderek çizmeyi aşıyor. İsmail Hoca gerillada geçmişte oluşan kredisini yitiriyor. Bunu yapmakla da dediğim gibi İsmail Hoca ayıp ediyor. Konuyla bağlantılı olmasa da başka bir hususa vurgu yapmak zorundayım: Gerilla demokratik uygarlık stratejisi için Kürdistan dağlarında halen bugün en sert mücadeleyi veriyor, savaşın en sert olanını yürütüyor. PKK sınırlara dokunmadan demokratik özerkliği savunurken, devlet en amansız saldırılarda bulunuyor. Kürdistan için sözde federalizmi savunanlar yine sözde PKK'nin Kürdistan'dan vazgeçtiğini söyleyenler hatta Önder APO'nun Kemalizme kaydığını söyleyenler devletle kol kola dolaşıyorlar. Devletin çeşitli platformlarında sözde bu görüşleri savunanlar kabul görüyor. Bu paradoks, bu muammalı durum İsmail Hoca'yı hiç mi hiç düşündürtmüyor mu?"(*Hêzên Parastina Gel-HPGonline/31.12.2008)

İsmail Hoca ne desin ki bunlara, kendisi ilimden irfandan, sosyolojiden anlar, anladığını da dürüstçe, akademik tutarlılığıyla her koşulda kendine sansür uygulamadan ifade eder; halkların, ulusların hakları bellidir, kendisini Kürd halkının iradesi gibi gören bir büyük örgütün, bunun rehberinin taleplerinde bu hakların neden böylesine cüceleştiğini sormakta, buna yanıt istemektedir. Şimdi karşısına önce ithamcılık ve etiketçilik uzmanı serokları çıktı ve Hoca'ya Z Gökalp etiketi yapıştırdı. Hani bazı Tirkler haklarını talep eden Kürdleri Kürd ırkçısı olarak lanse ederler ya, bununki de o hesap, bir etiket vurayım ki artık herkes onu o etiketle vurabilsin, böylece Hoca'ya kendisinin tersiyle çamur atılsın, karalansın; zira Z Gökalp olsa olsa Hoca'nın tersi veya zıddı olabilir, biri başka halkların inkarının yok edilmesinin teorisiyle meşgulken, diğeri bu teorinin mağdurlarından bir halkının meşru haklarına dikkat çekmektedir. Hangi zihniyet bunları aynı kalıba sokar? İşte hakkını arayan ırkçılık mağduru Kürdü ırkçılıkla etiketleyen zihniyet. Bu şekilde belki daha iyi anlaşılır, bu etiketin asıl akıl hocasının kimler olabileceği. Yani söyleyenin yanı sıra bir de söyleten üzerinde düşünmek gerekir. Bu herhalde yetmedi, bu kez de lakayt, laubali, pervasız ve haddini bilmeyen yazılarla tehdit ettiler Hoca'yı; Kürd halkı adına Kürd halkının en kadim en fedakar dostunu, destekçisini. İşte H. Bildirici'yi ürkütüp bu şekilde 50-50 yapar gibi gösterip de bu çirkefi en azından %50 meşru göstermeye çalışan bu yazıyı yazmaya bu tehditler yol açmış olsa gerek. Belli ki bu höthötçü yazı fincancı katırlarını ürküttü. Sayın Bildirici'ye sormak gerek, “İsmail Beşikçi Kürtlere İngiliz, Fransız, Türk ve Amerikalılar gibi davranmalarını söylüyor“ diyorsunuz, nerede demiş bunu? Ne alakası var bununla, öz olarak, madem bir halksınız, bir milletsiniz, o zaman bunu dile getirin, buna uygun taleplerde bulunun, bunun inkarını meşrulaştıran taleplerde bulunmayın sezenişinin? Başka halkların mensupları gibi davranmak bir şey, başka halklarla benzer haklar talep etmek apayrı bir şey. Siz bunu bilmez misiniz? Elbette bilirsiniz de, nereye mesajlı olduğu belli yazıda bilmezlikten gelirsiniz. Yine şunu diyorsunuz, "Bir gazetecinin, sanatçının, aydın veya bilim adamının yakın durduğu siyasi partiden kendi düşündüğü gibi davranmasını beklemesi gerçekçi bir beklenti değildir. Sanatın, hukukun, bilim ve siyasetin dili farklıdır. Bu dalların sonuca varmadaki yöntemleri de farklıdır." Aynen bir önceki gibi halksan, milletsen, halkların, milletlerin haklarını talep etmelisin, etmeszen, birileri de neden etmiyorsun diye meraklanır ve sorar, eleştirir. Bunun da farklı meslek dillerinde farklı anlamı yoktur. Siyasette de, bilimde de, entellikte de aynı şeydir; halkların talepleri ve bireysel talepler dağ ile tümsek kadar farklı şeylerdir; bu kocaman siyasi faulu hangi mesleğin dilinde söylerseniz aynı şeydir, sayın Bildirici. Farklı olabiliyorsa siz bir deneyin bakalım. Mesela Kürd halkı için kendi taleplerinizi ve Öcalan'ın İmralı sonrası taleplerini bir yazıda kıyaslayın da görelim bakalım, sorun üslupta veya farklı alanda mı, yoksa kocaman kocaman işin esasında mı. Maalesef bu 50-50'leştirme çabalı yazı sizi iyi bir yere oturtmuyor, altı kalınca çizili bazı sorular birakıyor: Hoca'ya sitenizde yer verdiniz, Hoca'da her zamanki ölçülü, seviyeli diliyle makul değerlendirmelerinin yanı sıra makul eleştirilerini de dile getirdi. Buna da iki şekilde yanıt geldi, ilkin Z Gökalp çamurlu etiket, hak talebinde bulunan Kürd'ü ırkçılıkla suçlamak gibi bir şey, sahibi belli bu zihniyetin. Peki siz ne düşünüyorsunuz bu çamurlu etiket hakkında? Yazınızda o konuyla ilgili bir şey yok da. Bunu meşhur höthötçü yazı izledi. Peki sitenizde yer verdiğiniz, sizin deyiminizle ’Kürt aydınlanmasının önde gelen şahsiyetlerinden yakın dostunuz“a höthötçülük edilmesine ne dersiniz? Bu ikisine yönelmeden neden 50-50'leştirme çabalı yazı yazdınız acaba? Selam ve iyi dilekler Mancel

Ole ispanyolca Yaşa anlamında kullanılan bir nidadır. bu nida genellikle arenalarda azgın bir boğa ya karşı mücadele eden matadorun boğanın her hamlesini boşa çıkarttığında özellikle seyredenlerin hoşnutluklarını ve desteğini içeren bir şekilde kullanılır. denilecekki boğa , arena matador ve ole nerden çıktı. Bilinir. boğa arenaya salınmadan önce kızdırılır ve kızgınlığı en üst noktaya çıkar. sonra arenaya salınır kızgın boğanın kırmızı renge karşı bir hassasiyeti vardır. matadorun elinde bulunan kırmızı bez parçasını gören boğa bütün öfkesiyle saldırmaya başlar.bu saldırılar karşısında usta matador boğanın bu öfke ve panik dolu hamlesini boşa çıkarır ve böylece boğa dahada kızgın olarak saldırılarını sürdürür . sonuç olarak zavallı boğa bu öfkeli saldırılarının sonucunda öldürülür. bazende matadorun acemiliği yada dikkatsizliği matadora pahalıya patlar. İradesi ipotekli boğalar vardır.tıpkı o arenada ki kızgın boğa gibi. İradesi ipotek altında olan bireylerde tıpkı o arenadaki boğalar gibi her saldırısı boşa çıktığında daha öfkeli olur. daha saldırgan ve pervassiz olur. İradelerini imralıdaki teslimiyetçiye teslim etmiş Apo`cular . iradesizliğin ve teslimiyetin onları içine soktuğu çıkmazdan sıyrılamamanın verdiği bir öfkeyle saldırmadık yer bırakmıyorlar.Duran Kalkan adlı tetikçinin sadırılarına verilen matadorvari karşılıklar bu iradesiz imralı uydularını dahada öfkelendirmiş olacakkı.bu kezde Kasım Engin adlı bir şahıs`ı sahaya sürdüler.Bu zirzopta HPG ve onun uydusu bir sitede yazdığı garabetlerin okunmadığını ve bu nedenlede areneya salınmadığını görünce icazet aldığı teslimiyet odağına yaranmak için boyunu aşan laflar etti. Yaşamını Kürd halkının özgürleşmesine adamış , Hiç bir dönemde sömürgeci TC karşısında eğilmemiş bilim insanı Sayın İsmail Beşikçi`ye ucuz tehditler gönderiyor. İsmail Beşikçi hocanın avukatı değiliz. O'nun o koca yüreğinin ve namuslu duruşunun bu zirzoplara gerekli yanıtı verdiğinden ve vereceğinden eminiz. Ancak yinede bir iki laf edelim. Kasım Engin adlı zirzopun yazılarına bir göz attık . ucuz sokak dilinin hakim olduğu külhanvarı üslubunu bir yana bırakalım . yazdıkları ile duruşu arasındaki koca çelişki ve dalkavukluk ilgimizi çekti.(Zırzop kelimesi bizzat bu uyduya ait olduğu için kullandık.) Öcalan`nin Türk devleti karşısında gösterdiği korkak ve ucuz duruşun tipik bir yansıması olan bu aklıevel yazılarının birinde TC ye askerlik yapmanın ihanet olduğunu dolayısıyla TC ye askerlik yapılmaması ve gerillaya katılım çağrısı yapmıştı.bol bol gerilla edebiyatı yapan bu zirzopun gerillaya katılımı önerdiği o yazısının HPG sitesinde yayınlandığı günlerde Sabri Ok TC ye askerlik görevini ifa ediyordu.garabet işte tamda burada; TC askerlik yapanların hain olduğunu dillendiren bu zirzoplar ne ilginçtirkı Ok ve Demirtaş gibilere sayın diyorlar. lafın kısası İsmail Beşikçi hocaya bu iradesizlerin yaptığı ucuz külhanvari tehdit Kürd halkından gerekli yanıtı alacaktir. Not Yazinin devami Nasnamede var. ilgili kismini aktardim.saygilar

Ben, Hasan'ı fazla okumazdım, toplam iki yazısını okumuştum. O da kullandığı başlık Değerli İsmail Beşikçi Hocanın ve de Değerli Ömer Ağın Arkadaşın yazılarını okumak için uğrarım. Med TV ekranlarından çok yakınen tanıdığımız ve onun bol bol geçmiş küfürlü yazılarıyla tanıdığımız Yaşar Kaya'nın da bir iki yazısını okuduğumu itiraf edeyim. Bu uğramalarım sırasında Hasan Bildiricininde iki yazı başlığı dikkatimi çektiğinden okumuştum.Bir yazısı Öcalan'la ilgiliydi, diğer yazısı kendisiyle ilgiliydi; birinde Kürt Aydınlarına ders veren ukalalık sergiliyordu ikincisinde, Kirtlerin kendisini Kürt saymadıklarından yakınıp Annesinin Kirt olduğuna ikna edici bir yazıydı. Doğrusu bilinç düzeyinin yetersiz performansına üzülmüştüm, hani nede olsa bir yazısında ukalaca Kürt Aydınına akıl veriyordu. Ama, aynı zamanda da Annesi hakkında yazdıklarına üzülmüştüm. Çünkü, hiç bir insanı ve de aydını kendisine bir Türk olarak mı bir Kürt olarak mı kızgın değildir. Eğer Kürtlerden yeterli bir şekilde dıştalanmışsa onun dürüst olmayan duruşundan dolayıdır. Yoksa Kürt halkı kadir kıymet bilen bir halktır, kendisine dost ellini, insanlık ellini uzatan her insana kıymet vermiştir. Bugün Değerli Bilim Adamı İsmail Beşikçi'ye kıymet veren Kürtler, aynı ölçüde Kemal Pir'e, İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer'e, Fikret Başkayaya onlarca adını sayacağımız aydın, bilim adamı, siyasetçi v.b dallarda Kürt Halkının Haklarını kendi bilim dallarında savunan insanlara her zaman değer vermiştir. Onun için Hasan'ın bu çocuksu çabasını çok anlamsız bulmuştum. Hatta bana Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük'ün Türk olmadığı iddialarına karşı kendilerini Asil Bir Türk olarak göstermek için Osmanlı tarihlerinde ecdadlarını ortaya çıkarmaya çalıştıklarını konu alan yazılarını anımsatmıştı. Hem gülmüş hem de üzülmüştüm. Sağlıklı insan dünyası eğer aklın ortak noktasını aramaya çıkmışsa zürriyetinin ne olması önemli değil, önemli olan insanlığıdır. Ama, Hasan Kendisi gibi Öcalancı olmayan Kürt Aydınından dıştalanmışsa bir fert olarak Kürdistan real gerçeğine özgür bir irade sergilemediği ve korkularına yenilerek, Öcalan'cılara yaltaklanmak için, Kürt Aydının duruşunu PKK'ye jurnallamesinden dolayı tecrit olduğunu algılayamamaktadır. Böylece kendi korkaklığına Kürt Aydının duruşunu feda ederek kendi içsel bencil dünyasıyla hayatını sürdürmenin ''kavgasına'' aklınca aydın duruşu olarak bize yuturmaya çalışacaktır. Yukarda yazdığı yazıda ise, hiç bir teorik ve bilimsel bilgis olmayan bir karalamayla karşılaşıyoruz ki, sıradan bir fert olduğu okuduğu magazin gazete bilgisiyle kendini bilgili göstermeye çalışan, basit bir ferdin ukalaca yazısından başka bir şey değildir. Onun için geniş bir ciddi tartışmayla karşılık vermenin zamanı bu vulger tiplere harcamanın gereksizliğine inanarak daha fazla yazmayı bir zaman kayıbı olarak görmekteyim.

Bir bilim adamini anlamak ancak ve ancak onu (hele konu sosyoloji ise) surec icerisinde gelistirdigi mantik dusunme bicimi temel tezleri ve durusu algilanarak bir nebze olsun anlasilir. Besikci Hoca bay Bindiricinin anlamadigi ve anlayamiyacagi kadar karisik veya duzuensiz yazan biri degil. Hele ulasal kurtulusculuktan isbirlikcilge savrulanlarin anlamayacagi seyler hic yazmiyor. Beki sorun ne ozaman?? bay Bindirici bindirme hareketine baslarken aslinda amacinin bindirme oldugunu hemen ele veriyor. Besikci Hoca neler demis bir ona bakalim... Kurdistan uluslar arasi bir sömurgedir Kemalizm Kurt ulusal kurtulus hareketi önundeki en buyuk dusmandir. Turk resmi tarih anlayisi Kurdun ve Kurdistanin inkaridir. Sömurgecilikle iliskileri red etmis bunu bir ihanet olrak algilamis Kemalizmin katliamlarini ayuga cikarmis. Butun bu tespitleri ne 80 li nede 90 yillarda yapmis tam tersine 60 larin sonu ve 70 li yillarin ortasina gelindiginde bu yaklasimlari artik birer sentez haline gelmis bulunuyordu. Dolayisilla Besikci Hoca ille iliski kuran veya Haca nin iliski kurdugu yapilar yukarda siraladigimiz tesbitlerin savunulmasi ve mucadelede tartisilmaz Kurt yaklasimlari olarak algilandigi oranda Hoca nin taktirine sayan olmus. Peki degisen Hocami veya hocanin göruslerimi mantigimi veya Hoca nin bir öz elestirisimi var hayir peki sorun ne. Bay Bindirici inciler sacmadan sunu daha acik ve yureklice söyleyebilirisin Hoca nin dun yazdiklarina bizler yabancilasik olmazsa olmazlarimiz bir kenara koyduk dusmanlarimizla özdesdik bundan dolayida Hoca nin nezdinde siz Kurtleri bitirmye and ictik daha anlasilir olur. Incili boncuklarini bizlere degil Kemalizme teslim olmus ruhunuzu avutmak icin kendi cezvinize saklayin.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.