Türk devletinde ittihatçılardan günümüze çeşitli siyasi şekillerde vücut bulan yapılanmalar hukukun olmadığı zeminde çoğunlukla orman kanunu ilkeleri ile ortaya çıkmışlardır. İthal ikameci, kendi oluşturduğu uyduruk ilkelerle resmiyet kazanmasının önü açılanlar yıllarca yönetim kademelerinde bulundular, gelenekselleştiler- yönettiler. Esas alınan ilk oluşum Kuvayi Milliyeci hareket, Osmanlı devlet düzeni içinden çıkmış, devletle yönetimle ilgisi olan bir hareket değildir. Eşkıyalardan ve hapishanelerden firar etmiş eski mahkumlardan oluşan güruha Kemalist kanattan ittihatçı subayların kontrol ettiği bir harekettir. Müdafaai hukuk cemiyetlerinin hukukla,yasaliteyle ilgileri yoktur. Ermeni soykırımına karşı ve Kürdistan’ın işgali için ‘hukuk savunması’ ismini almayı uygun gören bu gelenekle Türk devletinin temelleri atılmıştır.
Türk ırkı üzerine temellendirilmiş, ırk mülahazası ile yasaliteye büründürülmüş gayri Müslimlere soykırım, başta Kürdler olmak üzere diğer halklara inkar-imha-yok saymayı esas alarak inşa edilmiş Türk devleti bu coğrafyada yaşayan halkların varlığı üzerine değil yokluğu üzerinde kuruludur. Yanlış yerde ve yanlış temeller üzerine kurulu bu yapıya yanından yöresinden ‘demokratik düzeltmelerle müdahale etmek ya safça inanılmış beyhude bir çaredir veya yapının devamında çıkarı olanların kasıtlı çabalarıdır. Türk Cumhuriyeti 150 yıldır ‘demokrasi’ yalanı ile oyalıyor.
Sistem 50 yılını İttihatçıların hile-desise-komplo oyunları ile ve Osmanlı saltanatı altında sahte hürriyet istemleri ile geçirdi, savaşlar, soykırımlar derken 1920’ lerden itibaren 1940’ların sonuna kadar milli şef-büyük şef diktatörlükleri Kürdistan’ da hiç bitmeyen başkaldırılara karşı M.Kemal-İnönü adı altında yönetildi, 1950’den 1960’lara kadar Bayar-Menderes kliğinin Millet şiarları kendi diktatoryalarının yaratılması ile sonuçlandı.
1960-70-80’li yıllarda kıpırdanan gençlik ağırlıklı muhalefete karşı askeri darbeler ve askeri vesayetlerle generallerin vahşi diktatoryalarında idam-hapis zulüm ve katliamlarla geçti. 1990’ larda Kürdistan’ da PKK’ nin öncülük ettiği başkaldırılara cevap tüm Kürdistan’ı ve Tüm Kürd halkını hedeflenmişti. Soykırım yaşanırken; başlatılan kirli savaşı kozmik odalardan aldıkları emirler Ergenekoncuların eliyle asker-polis ve koruculaştırılan 10 binlerce sivil milis ile sürdürülüyordu. Sonuç 50 bin cana, 4 milyon zorunlu göçe, 5 bin köyün harabeye çevrilmesine Türk metropollerinde ve Avrupa’ da Kürdün diaspora dramına neden oluyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde perde arkasında yerini alan asıl yönetici Türk Ordusu Kemalist ideolojinin yükünü taşıyamıyor, evrensel kuralların dayatmasına da cevap olamayınca uluslararası ilişkiler de Türk devleti İzole oluyordu. 28 Şubat ‘post modern’ askeri darbe ile askeri vesayet açığa çıkmış, beklenen iç ve dış destek bulunamayınca yorgun ordu çöküşün eşiğine gelmişti. Eski vesayet altındaki siyasi partilerin kukla olma özellikleri artık gizli saklı bir şey de değildi.
Kürdistan’da halk desteğine sahip hale gelebilen PKK savaşla yok edilemeyeceği anlaşılınca tek çare kalıyordu; örgütsel varlığını kabul etmek ve sömürgeci sistem mekanizması içinde entegre olmasını sağlamak. Bunun da en iyi yolu tartışmasız lideri konumunda iken ele geçirilen A. Öcalan üzerinden örgüte hakim olabilmeyi önlerine koymayı yeğlerken; PKK’ nin dahil edildiği sinsice bir plana gerek duydular, büyük bir kampanya ile 3 milyon kişinin imzasını toplayarak İradelerinin tek temsilcisi A. Öcalan’ı seçtiler.
Derya ortasında bir adada tek başına bir hücrede tüm ilişkileri izole edilmiş bu vahşi devletin esiri nasıl Kürdistan halkının iradesini temsil eder ,hala anlamış değilim bunu. Öte tarafta yeni bir yüz taze bir kan ABD’ nin desteği ve ‘demokratça’ söylemleri ile 2 ay hapis cezasını çekmekte olan karizmatik lider Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları -Abdullah Gül-Bülent Arınç-Latif Şener vb. ile Refah Partisinden seçilmiş birkaç kadro AKP’ yi kuruyorlardı. Erbakan’a rağmen daha modern, evrensel ilkelere bağlı bu partiye sermaye ve dış destek hızla büyüyordu. Her ne kadar Türk Ordusu Müslüman referanslı olanlara karşı sıcak bir yaklaşımı olmasa da doğrudan müdahale edecek mecali da kalmamıştı. Böylelikle Ordu biraz daha izlemeyi ve sonuca göre müdahale etmeyi önüne koymuştu.
Aslında oluşan AKP Türk Devletinin siyaset arenasındaki çeteler arası ittifakın yıpranmamış tezahürüydü. Toplumun ya da seçmenin aniden benimsediği %50 oranı ile taltif ettiği bir parti özelliğine durup dururken gelmedi. Türk Devlet mentalitesinin hoşnut olmadığı B ya da C planıydı, belki de yenilgi sonrası zorunlu çareleriydi.
Türk Devletinde Kozmik oda ya da Encümeni Daniş’ ler artık kadiri mutlak hakimler diyemeyeceğimiz bir sürecin başlangıcıydı AKP. Ancak bu topraklarda şekillenmiş tohumunu ve gübresini burada almıştı dolaysıyla bundan farklı bir ürün beklemek de gerçekçi olamıyordu. Refah içinde Erbakan’ın yenilgisine cevap olmak için bir araya gelenler AKP’ ye geçerken partiyi adeta boşaltmışlardı; Erbakan ve yakın aile çevresi hariç bir önceki dönem koalisyonun en büyük ortağının yeni adı AKP idi. Doğru yol ve Ecevit’ ten sırtını dönen F.Gülen Cemaati AKP’ de ikinci büyük güçtü. Zamanla CHP’ den de devşirilenler oldu, Nakşibendî tarikatların desteği sürerken Alevilerin desteği için çabalar sarfedildi; BBP ile ilişkiler geliştirildi, MHP’nin özellikle deneyimli eski kadroları görevlere davet edildi. Yenilen ve dağılan Özal’ın ANAP’ ı ile Demirel’in Doğru Yol Partisi’nden milletvekillik ve bakanlık yapmış ne kadar önde isim varsa aralarında görev dağılımı yapıldı, destekleri sağlandı.
Böylece AKP’nin eklektik siyasi yapısının çatısı oluşturulmuştu. Hepsi devlet tecrübeli, yenilgiyi tatmış son heyecanlarını yaşıyorlardı. Savaşın kirliliğine aldırmıyor her sakala göre bir tarak sallıyorlardı. Planlar-projeler dürüstlük naraları. İçinde % 50’ ye yakın bir halk desteğini, sermayeyi de yedeğine alarak başarmışlardı. Şimdi sıra devlet bürokrasisinin yapılanmasındaydı.
Devlet Bürokrasisi denince hemen aklımıza öncelikle mülki idare gelebilir; halbuki bu Türk devlet yapılanmasında tali bir mevzidir. Diktatoryal yapılar öncelikle elinde silah bulunduran güçlere dayanırlar ve bunun alt yapısını kanunlarla güçlendirirler. En büyük silahlı güç perde arkası iktidarın sahibi darbeci faşist Türk Ordusudur. Ordunun savaşta yenik ve siyasette yıpranmış olduğuna bakmayın öyle bir hamlede ele geçirilecek bir güç de değildir. Tarikatlar-Cemaatler ve onları destekleyen sermaye gurupları planlı adım atıyorlardı. Defalarca darbe teşebbüslerini, komplolar-cumhuriyet mitingleri ile organizeli girişimleri geri püskürtmüş koltuğu sağlama almayı becerebilmişlerdi. Yargıyı Kemalist Ergenekonculardan önemli oranda arındırmış, iş yapacak kadrolar için özel yetki ile mücehhez yasalar çıkarmışlardı. MİT ‘i kendi denetimlerine almış içindeki asker kadroların yetkilerini ise sınırlamışlardı. Dışarıdan destekle onbinlerce insanın katlinden sorumlu savaş bezirganı Susurluk davasından sanık Mehmet Ağar’ ın Ergenekonculardan devşirerek kadrolaştırdığı polis teşkilatını olduğu gibi bünyesinde Gülenci kadrolarla eşleştirerek yer verilmişti. Kürdistan’da vali – kaymakam Emniyet müdürleri kadrolarını üst rütbelerle daha büyük yerlere kaydırırlarken bir kısmını da parlamentoda ve müsteşarlıklarda görevlendiriyorlardı.
Bu durumda Türk Devlet mekanizması, diğer adıyla Kürdistan’ı inkar-imha ile yetkili savaş makinesi tam takım iş başında iken AKP bunun devamını sağlamış, işler hale getirmiştir. Türk Devleti Başbakanı R.T.Erdoğan Necmettin Erbakan’ ın millici kadrosundan gelme MTTB’ li ve Akıncı geleneğinin hala militanıdır. Zerre kadar değişmediğini, dün Afgan Fundamentalist Hikmetyar’ ın dizinin dibinden aldığı eğitimin de ürünüdür. Bunun son göstergesi MİT’ in tırlarını Suriye’deki El Kaide örgütlerine lojistik ve silah desteği ile kamufle edilemeyen ihbarlı operasyonel müdahale ile ortaya dökülen incilerdir. Bu da AKP ‘ye uluslararası terör destekçisi vasfını kazanmasına yetmiştir.
Validen odacısına, Belediye başkanından temizlik işçisine, hakim-savcı-polis akla gelebilecek tüm kadrolar özenle seçilir, menşeine bakılarak yerleştirilirken kendilerine partili hizmet mensubu gözü ile bakılır. Hal böyle olunca hizmet Türke ‘pozitif ayırımcılık’ la sunulur, Kürde kendi imkanları ile çizilen çerçevede sıkı bir vergi mükellefi olarak yaşama şansından başka şans bırakılmadığı gözden kaçmamıştır. Kürtler savaşın vahşetinden olsa gerek bu ayırımcılığı kanıksamış olduklarına sıkça rastlayabiliyoruz. ‘Vatandaş’ a devlet yaklaşımındaki bu ayrıcalık geçmiş dönemlere nazaran daha belirgin hale gelmesi ve dar kalıplardan çıkarak geniş kesimlerde farklı ayırımcılıklar yaratması hoşnutsuzluğun boyutlanmasına neden olmuştur. Yine toplu yaşam alanlarında sokak baskısına dönüşen cami cemaati ve alkollü içki kullananların farklılıkları baskı görenlerin tepkisine neden olmuştur. Kürdün-Alevinin-Gayrimüslimin ayırımına karşı kutsanan evde başı örtülü hanımın cami cemaati mensubu nimetlerden sonuna kadar yararlanan beyefendisini sokakta yürüyüşünden bile farklılığını anlamak mümkün hale gelmiştir.
Bir önceki siyasi iktidarlarda olduğu gibi eli Kürdün kanına bulaşmış kirli bir savaşı sürdüren AKP bizim açımızdan bir yenilik taşımamaktadır. Özgürlüklerin teminatı değil yeni çıkardığı yasalarla kısıtlayıcısıdır. Son internete sansür yasası bunun en bariz örneği değil midir, bireysel hak ve özgürlükler namus-toplumsal değerler-muhafazakarlık-Türklük-Müslümanlık diye kısıtlanmış kendi şablonlarını topluma dayatmışlardır.
Buna mukabil en insani hak diye nitelenen ana dil ile eğitim, Aleviler’ in inanç özgürlüğü, dini inançların devletin güdümünden kurtarılması, bir kısım inanç sahiplerinden kesilen vergilerle yaratılan yüz binlerce Diyanet mensubu memur cami vb. kurum dayatmaları ile ilgili yasaları çıkartabildi de biz mi göremedik. 12 yıllık iktidarlarında referandumla toplumdan icazet aldıkları halde ne askeri cuntanın faşist 12 Eylül anayasasını değiştirebildiler ne de adeta toplumsal istem haline gelen hukuk sisteminde değişikliğe gidebildiler.
Suç işleme organizasyonuna dönen Koruculuk sistemi yerli yerinde duruyor. Roboski’de 34 köylü gencin F 16 uçakları ile öldürülmesinde ve benzeri onlarca davada sorumlular hakkında mahkeme bile açılamazken kimin yaşama güvencesinden bahsedilebilinir. Paris’e kadar görevlendirilen MİT mensuplarına silahsız mukavemetsiz 3 siyasi Kürd kadının öldürülmesi, Hırant Dink-Papa Santoro ve Malatya Zirve Kitapevi cinayetleri AKP’ nin iktidarında, gözetiminde, desteğinde meydana gelen cinayetlerdir.
Elbette Sömürgeci Türk devleti Kürd halkının devleti değildir; biz bu gayrimeşru yapılanmanın varlığından pay isteme-birlikte yaşama peşinde değiliz. Ortaklığımız için gerekli yapısal özellikler olmadığı gibi sistemin ancak yıkılıp yerine Türkiye’ de yeni bir sistem inşa etmekle meşruiyet kazanacağına inanıyoruz. Buna rağmen bir süreç lafıdır gidiyor.
‘Müzakere Süreci’ dedikleri şeyin zerre kadar inandırıcılığı yoktur. İsterseniz numaralandırarak soralım;
1. Beyler siz kiminle müzakere süreci başlattınız? 2. İktidardaki AKP’ nin hangi icraatını siyasal yapınıza bir yaklaşım olarak gördünüz? 3.Hangi heyetiniz oluştu – bu organizasyonunuzun siyasi adı, yeri, misyonu nedir. 4. Devletin hangi resmi kurumunu muhatap aldınız, ciddiyeti güvenirliliği nedir? 5. İlkelerini belirlediniz mi, masada görüştüğünüz konu varda biz mi haberdar olmadık? 6. Devletle görüştüğünüz heyetin içinde Kürdistan’dan hangi kurum ve kuruluş katılımcıdır, hangi siyasi yaplanmalar vardır, hangi milli-dini-mezhepsel farklılıklar temsil ediliyorlar. 7.AKP’nin belirlediği Akıllı adamlar neredeler, ne yaptılar? 8. Mademki devletin temsilcisi AKP ile ‘süreç’ başlattınız uluslararası hakem heyetiniz var mı? 9. Nerede bu görüşmelerin tutanakları belgeleri? 10. Ey AKP ve PKK siz kimi kandırmayı hedeflediniz bundan ne elde edeceksiniz? Soruları çoğaltıp kafanızı daha fazla karıştırmak niyetinde değilim.
Kürdistan sorunu işte bu ‘sürece’ , süreç de derya ortasında bir adada izole adilmiş A. Öcalan’a endekslenmiştir. AKP ‘nin ‘süreci özgür iradesiyle ya da arkasındaki halk desteği ile götürmeye mecali yoktur. Her şeyden önce yolsuzlukları ortaya çıkmış meşruiyetini yitirmiş ve halk desteğine sahip değildir. Kendilerine alternatif bir başka çete de henüz iktidar için hazır değildir. Yumurtaların hepsini AKP kefesine koyanlar onunla birlikte yolda kalmış hatta onunla düşmüşlerdir. ‘Süreci’ sürükleyen muhatap bildiğiniz de maalesef mevcut değildir. Bu oyalamada netice itibari ile sömürgecilerin devranını uzatmakta, Sömürge Kürdistan’a daha çok asimilasyon daha çok sömürü ve zulümden başka bir şey değildir.
Sonuç itibarı ile iktidarı bugüne kadar ortak götüren Gülen Cemaati ve AKP’ nin rant kavgasında olmayan ya da anlam ifade etmeyen ‘süreç’ in yüzü suyu hürmetine yaptıklarına bigane kalınan ya da doğrudan desteklenen AKP’ nin niteliği budur. Kürdistan milli kurtuluş mücadelesi adına, Kürd halkı adına , ‘demokrasi’ adına , ya da A. Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi için kimseye verebileceği bir şey yok ; maalesef.
Ergenekoncuların yeniden pişirip önümüze sürdükleri Öcalan’ ın sorgu kasetleri ne gelince; konu ile uğraşmıyorum bile. Öcalan’a hiç oy vermedim, o Bağımsız Birleşik Kürdistan için taş üstüne taş koymaya niyeti yoksa benim de onu kaale almaya niyetim yok. Mesele bu kadar basit. Reddetmiş-inkar etmiş-sömürgeci Türk devleti ile birlikte olmuş. Benim ona endeksli siyaset yapmaya niyetim yoksa kendi cenahımda yapılacaklarla ilgilenirim. Kimin ulusal önderi ise Ergenekonculardan o ‘çarpıtmaların-tahrif etmelerin-karşı propoganda malzemesi ‘ yapanların hesabını onlar sorsun. Ergenekoncuların bu teşebbüsleri PKK ile dışında kalan Kürdistanlı yurtseverler arasında özellikle sosyal medya üzerinde sürtüşmenin-çatışmanın nedeni olmamalıdır. Ergenekoncuların olası ‘sürece’ ve AKP’ ye karşı kullandıkları bu kasetler ve karşı propagandayı doğru buluruz ya da bulmayız ayrı bir konu; ancak mutlak olarak Ergenekonculara yarayabilecek bir teşebbüsün içinde de olunmaması gerektiğine inanıyorum. Kürdistan’ la ilgili iç sorunlar ebetteki tartışılacak, farklı mecralarda lisanî münasiple ele alınması koşulu ile. Bu ülkenin tarihi yazılırken bazı kriterlere dikkat etmekte yarar var diye inanıyorum.
11.02.2014